İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar

İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Mar 28, 2012 23:54

İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar

Resim



“Müzik milleti bir bütün halinde tutan sosyal bağlardan biridir.”

1945 yılında basılan,” Köy Enstitülerinde Müzik” kitabının girişinden aldım bu sözü.

Müzik: Ulusu bir bütün olarak tutan bağlardan biri. Demek ki bir ulusu dağıtmak için, dil bağı, tarih bağı, kültür bağı ve gaye birliğiyle oluşan birlikte yaşama isteği, birlik beraberlik bağı çözülmelidir.

Atatürk’e göre millet, geçmişte bir arada yaşamış, gelecekte de aynı vatanda bir arada yaşamak isteyen, aralarında dil, duygu, kültür bağı olan topluluktur. Bir milletin birlik ve beraberlik bağı, o milletin kültürel gelişimini artırır, güçlendirir. Müzik bağı, kültür bağımızın bir parçasıdır. Bir ulusu çökertmek, dağıtmak için, bu bağları çözmek gerekir. Müzik bağı, bizi ulus yapan en önemli bağlarımızdan biridir. Uzun yıllardan beri diğer bağlarımız gibi bu bağımız da çözülmek isteniyor.


Resim


Atatürk, iç ve dış tehlikelere karşı bütünlüğümüzü korumayı, bağlarımızı güçlü tutmamızı önerir. Bu konuda şöyle demiştir:

“Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır.”

Atatürk, sanatla ilgili:

“Sanat güzelliğin ifadesidir.”

Müzikle ilgili:

“Müzik, yaşamın bir parçası değil kendisidir. Yani hayat müziktir.”

Türk dili için:

“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” demiştir.

Müzik bağımıza el attı iktidar TRT’yi ele geçirince, kendine iyice bağlayınca. Müzik bağımızı kopardılar. Dil bağımızı bozdular. Bir bölgemizi Türkçemizden kopardılar. Dilimizden ayırırken oraları, Türk müziğinden de ayırdılar. TRT 6 adıyla açılan bu kanal bizim müziğimizi çalmıyor, bizim dilimizle söylemiyor. Bizim kültürümüzle bağı koparıldı yayılmacıların yüzlerce yıldır gözü olan bir bölgemizin. Terör örgütü son günlerde bölgeyi bizden iyice ayırmak için halka Türkçe konuşmamayı buyurmuş, dış destek arkalarında, baskı yapıyorlarmış. Dün gazeteler yazdı.

İktidar yaptığı işlerle bölünmeyi hazırladı, bizi dönüştürmeye çalışıyor. Televizyonlardan TRT4 gibi sabahtan akşama kadar yalnızca sırayla Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği yayını yapan kanalı iktidara ikinci gelişlerinde kapatmaktan çekinmediler. Yerine sonradan açtıkları TRT Müzik kanalı cazdan, kilise müziğine kadar her müziğe kapısını açtı. Yozlaştırılmış bir çeşit müzik (arabesk-özgün, yabancı pop) başköşelere çıktı. Yetmiş iki çeşit yerel dili kaşıyıp duruyorlar buralarda. Sen aslında buydun, busun, dilin de bu diye Türk Müziği’ni milletimizden ayırıyorlar.

Sonraki yıllarda yayınını başkalaştırdıkları, bölge bölge bağlanıp çözülen karman çorman bir radyo yaptıkları TRT4 radyosu, bu yüzden olmalı, eskinin şarkılarıyla, sözleri anlaşılmayan Farsça Arapça karışık sözlerle(Osmanlıca) söylenen kaç yüzyıl öncesinin şarkılarıyla akşamları yayın yapıp duruyor. Bu şarkıların sözlerini öyle bir kendinden geçişle okuyorlar ki görmelisiniz. Failâtün… diye vezinlerine bile dalıyorlar hızlarıın alamayıp…Üstelik tek kelimesi bile Türkçe olmayan bu şarkıların sözleri şiir okunur gibi baştan sona mutlaka okunuyor… Diğer şarkılarda ise bu yapılmıyor. Bizim bildiğimiz bu ağır eserler, konserlerde ilk okunan parçalardır, klâsik eserlerdir, arkasından günümüzün eserleri okunur. Cumhuriyet döneminin Türk Sanat Müziği eserleri…

TRT, radyosunun birinde, baştan sona böyle eserlerle program yapıyor, neredeyse her akşam yapıyor. İster istemez akla bizi dönüştürmeleri, Osmanlı hayranlığının vardığı boyut geliyor… Yakında okullarda Divan Edebiyatı’nın altını ateşlerlerse kimse şaşırmasın. Gidiş o gidiş. Dil olmayan yapay bir dile, halktan kopuk bir uydurma dile olan bu sevgiyi anlayanınız var mı?

Birileri, özel bir kanaldaki Muhteşem Yüzyıl adlı diziyle, Osmanlı saray aşklarıyla, dümenleriyle kafaları tütsülüyor… O devirleri özlenecek bir devirmiş, bir matahmış, bir güzellikmiş gibi anlatan böyle diziler milletin kafasını bulandırıyor. Bunlara öykünerek bir tane de TRT başlatmadı mı, sultanlı, padişahlı dizilerden birini geçenlerde… Sultan takma adlı bir kadın oyuncunun kendine has sultanlı ününden yararlanarak, onu Osmanlı sultanı yapıvermişler bir çırpıda… Ortalıkta eski zaman giyimli resimleri, filmin sultanlı tanıtımları gırla gidiyor…

Şimdi, TRT’de , yayıncıların Klasik Türk Müziği üzerinde böyle çok durmaları, özellikle bu müziğin sözleri üzerinde ısrarla durmaları akla başka ne getirebilir? Kültüre hizmet mi? Yoksa kültürümüzü kullanarak bir amaca hizmet etmek mi? Bu yapay dille dilimizi baskı altına almak mı? Avrupa ses yarışmasına bile azınlık kültüründen bir vatandaşımızı bu özelliğinden dolayı özellikle seçerek, Türk Milletininin kültürünü temsilen göndermeyecekler mi? Türk diliyle de okunmayacak üstelik orada söyleyecekleri şarkı. İngiliz’in, Amerikan’ın diliyle okunacak. Bir başka kültüre ve dine ait özel işaretlerle sunuluyormuş ayrıca bunların yarışma şarkısı, bilenler açıkladılar.

Bu, ısrarla her akşam dinlettikleri, anlaşılmaz sözleriyle sundukları eski şarkıları bir iki örnekle açıklarsak:

Hamamîzade İsmail Dede Efendi' den:

“Nîhan ettim seni sinemde ey mehpâre canımsın
Benim râzı derunûm sevdiğim dilber nihânımsın
Gönül sende gözüm hâk-i derinde ey meh-i devran
Benin cân-ü cihânım rûz-ü şeb vird-i zebânımsın”


Bu şarkının sözleri yine iyi. İlk iki dizesi biraz da olsa anlaşılabiliyor. Aşağıdaki şarkının sözlerinde geliyordan başka tek bir Türkçe söz bulunuz bulabilirseniz. Beste 3.Selim’miş.

“Ab-u tab ile bu şeb haneme canan geliyor
Halvet-i ülfete bir şem'-i şebistan geliyor
Perçem-i ziveri duş u nigeh-i afet-i huş
Dil-i sevdaya silsile-cünban geliyor”


Aklıma şu takılıyor. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’na varıncaya kadar bütün sözleri, günümüzde kullandığımız sözlerle söylediği, çok iyi anlaşılır sözleri bile, Türkçeleştirilerek veriliyor da, bu şarkıların sözlerine neden dokunulamıyor? Türkçeye çevrilip okunmuyor? Anlamadan dinlemek daha mı bir güzel geliyor dersiniz? Madem radyoda bu şarkıları dinletirken, önünden bu garip sözlerini hiç aksatmadan okuyorsunuz da, neden aynı sözlerin Türkçesini, bu sözlerin ardından okumuyorsunuz? En azından şarkının sözlerinin Türkçesi şöyledir diyebilirsiniz değil mi?

Amaç Osmanlıcılığa hizmetse ayrı… Her geçen gün Türkiye Cumhuriyeti’nin yapı taşlarından birini kaybediyoruz; batan, kül olan, yenilen, düşmana boyun eğen, son dönemlerinde vatanı satan Osmanlıya hayran, bir şaşkın topluma dönüşüyoruz…

*

Resim

Resim


Müzik dilin ezgili söylenişidir. Dilimizle anlatımın bir başka şeklidir.

Bir ulus olduğumuzun ayırdına varmaz mıyız hep bir ağızdan bir şarkı bir türkü söylediğimizde…

Yabanellerde bini aşkın kişiyi bir otelin salonunda düşünün. Önde saz çalan sanatçılar sazlarıyla oturuyor. Ut, keman, klarnet, kanun, tef, darbuka… Saz sanatçılarından ikisi TRT’nin eski sanatçılarından. Konuk gelmişler. Kanunda Halil Karaduman, klarnette İsmail Bergamalı. Koroda arkada bir sırada duran her yaştan kadınlar. En arkada yine her yaştan erkekler… Şef, Orhan Mercan.

Hicaz fasılla açılıyor konser. Koro söylüyor. Sevilen, bilinen güzel eserler seçilmiş. Hicaz peşrevi ile başlıyor. “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde “ ile bitiyor. Arkasından, korodaki, gurbette Türk müziğine gönül vermiş, birbirinden güzel sesli kadınlarımız, erkeklerimiz tek tek çıkıp şarkılarını söylüyorlar. Hepsi bir örnek giyinmiş. Kadınlar, siyah, etekleri uzun, yakası kapalı, omuzlarda pelerini olan elbise giymişler. Erkekler siyah takım elbiseli. Kravatları renkli. Kadınların yakalarında da pembe renkli ipekten yapılmış kocaman birer çiçek takılı.

“ Bir ateşim yanarım” , “Sevmiyorum seni artık” , “Yalancının birine”, “ Yollarına gül döktüm”, “Kaderimde hep güzeli aradım”, “Yaşamak yalan belki”, “Bir kere sevdim diye” “Nar tanem”, ”Ayrılmalıyız artık”… söylenen şarkıların adları. Sahnede arka perde, bilgilendirme görevini görüyor. Bestecilerin adları, doğum- ölüm tarihleri ve şarkılarının adları yazıyor orada. Sonra da sahneyi büyüterek gösteren kocaman bir ayna görevini görüyor bu perde.

Hepsi birbirinden güzel sesler. Hatice Koç, Atillâ Koç çifti birlikte okudukları Saadettin Kaynak’ın “Yollarına gül döktüm” şarkısında gül yaprağı döküyorlar korodaki kadınların başından.

Resim


Melih Dağlı, Yusuf Nalkesen’in duygusal bestesi Nar tanem’i söylerken, TRT sanatçılarından biri sanıyorsunuz onu, öyle güzel söylüyor… Başka dilde, insan sevdiğine nar tanem, bir tanem der mi, var mıdır böyle güzel bir sesleniş, deyiş? Şarkının ikinci bölümünün sözleri:

“Bilmedik kıymetini, o mutlu günlerin biz / Heder ettik her şeyi, her şeyi biz kendimiz/ Nar tanem, bir tanem, her şeyi biz kendimiz / O günleri, yılları, hasretle anıyorum”/Seni kaybettiğime, nar tanem, bir tanem/ Pişmanım yanıyorum”

Ünal Çetinbaş’ın sesi, Ahmet Özhan’ı andırıyor. Kerem Güneş’in hicaz bestesini okuyor. “ Bir kere sevdim diye bin pişman etme beni ”. Sedat Beygözlü, Avni Anıl’ın eseri,“Kaderimde hep güzeli aradım / İçimdeki sazlar başka, söz başka” derken sanırsınız Yaşar Özel orada. Selma Ateş, Teoman Alpay’ın duygulu ayrılık şarkısını okuyor en son. Selma Ateş, “Ayrılmalıyız artık” derken aralarda koro ona eşlik ediyor. Güfte ve beste Teoman Alpay’ın :

“Bir yerde ömür biter, / Solar lâleler güller.
Aşk yalan inan buna, / Perişan hep gönüller.
Ayrılmalıyız artık, /Gitmeliyim bu yerden,
Saadet diliyorum, / Sana beyaz güllerden.”



Konseri düzenleyen derneğin adı: “ Türk Sanat Müziği Sevenler Derneği.”

Derneğin Başkanı, kurucu üyelerden Serpil Uludağ. Dernek 2007 yılında kurulmuş. Türk Sanat Müziğine gönül verenler bir araya gelmişler. Şef Orhan Mercan, İzmir’den. Yolu Frankfurt’a düşmüş yıllar öncesinde, konser vermek için. Sonra buralarda kalış o kalış… Kanun da çalıyor. İzmir radyosu sanatçısı Nihat İnce’den kanun dersleri almış ilk gençliğinde. Dernekte müzik dersleri de veriyor. Pek çok solist ve kanun sanatçısı yetiştirmiş.

Derneğin beyni Serpil Uludağ ise kalbi Orhan Mercan…

Resim

Resim



Derneğin daha önceki iki konserini de anlatmıştım, okuyanlar bilirler. TRT sanatçısı Umut Akyürek’le yaptıkları konser ve onur üyeleri, yine TRT sanatçısı Ayşe Taş’la, Gökhan Sezen konseri. (Rastlantı eseri yine buralardaydım.) Bu kez konuk TRT sanatçısı, Tuğçe Pala idi. Bu konserin resimlerini de bölgenin tanınan sevilen yerel gazetecisi Hamide Küçükler çekti.


*

Böyle konserleri iki yıl öncesinden daha başka bir gözle görüyorum şimdi. Bu tür etkinliklerin toplumdaki işlevi yadsınamaz. Gurbete sılayı getiren bu kültür savaşçıları, taşlanan kültürümüzün bir dalını kırılmaktan kurtarıyorlar. Kültürüne yabancı bırakılan gençlerin ayağına gidiyor, onları müziğimizle buluşturuyorlar. Dört yaşındaki Nevra grubun saz sanatçısının kızıymış. Yanımızdaki sıradaydı. Dört saati aşkın uslu uslu oturup müzik dinledi. Küçücük elleriyle alkış tuttu. Seyhan gurbette doğup büyümüş bir genç hanım, yüksek öğrenim yapmış, meslek sahibi bir kızımız. Daha onun gibi ne çok gencimiz gelmişti oraya. Arada , Seyhan’a soruyorum, ne güzel bu müziğe ilgi duymuş gelmişsin. Doğruyu söylüyor Seyhan, saklamıyor:

“Annemin zoruyla geldim. Annem Türk Müziği’ni çok sever. Onu getirdim. Annemle hep ablam gelirdi daha önce böyle konserlere. Bu defa ablam gelemedi, annemi ben getirdim ama iyi ki gelmişim. Çok etkilendim. Çok beğendim müziğimizi. Yoksa ben hep “rock” dinlerim.”



Resim



Bir şey daha dikkatimi çekiyor konsere gelenleri incelerken… Kadınların hepsi hepsi çağdaş giyimli, çağdaş görünümlü kadınlar. Başları açık. Derli toplu, belki biraz özenli giyinmişler. Bir iki başıörtülü kadınımız vardı görebildiğim kadarıyla. Onların da yanlarındaki kızları, çağdaş görünümlü kızlardı… Bu bile ülkemizi yöneten zihniyetin Türk Sanat Müziğini niye sevmediğini, niye karşı olduğunu açıklıyor… Hele Türk Sanat Müziği söyleyen kadınlarımızın nasıl giyindiklerini göz önüne getirirseniz… Daha çok, gece davetlerinde, düğünlerde, nişanlarda giyildiğini gördüğümüz süslü, gözalıcı, parıltılı giyimler giyerler ses sanatçıları geleneksel olarak… Yerlerde sürünen etekleri uzundur. Pelerinli, tüller, ipekler kullanılan, işlemeli taşlarla pırıl pırıl yanar döner, parlak , renkli elbiselerle çıkarlar sahneye. Böyle alışılagelmiştir. Türk Halk Müziği’nde ise giyim tam tersidir. Böyle giyinip türkü okursanız yakışmaz, yadırganır.

Resim
Resim



Tuğçe Pala, bir saati aşkın bir süre sahnede kaldı. Gece mavisi, yakası ışıltılı, kapalı uzun etekleri yerde, bir elbise giymişti. Elbisenin pelerine benzer bir ucu dökümlü bırakılmış, oradan bir parça , ses sanatçısının bileğindeki ışıltılı bileziğe bağlanmış. Kollarını açtıkça pelerin gibi, elbisenin bir kanadı açılıyor. Tuğçe Pala çok genç. Gökhan Sezen’in sınıf arkadaşıymış. Bir ara salona inerek dinleyicilerin arasına karıştı, şarkılarını öyle okudu. Neredeyse bütün şarkılarını dinleyicileriyle birlikte seslendirdi. Koca salon, tek ses oldu, şarkıları Tuğçe Pala’nın arkasından aynı seslerle tekrarladı. Tuğçe Pala, Kanun sanatçısı Halil Karaduman’la da birlikte şarkı okudu. İsmail Bergamalı klarnet solo yaptı. Derneğin Keman Sanatçısı’ndan ise keman taksimi dinledik. Tanınmış Kanun Sanatçısı Halil Karaduman gurbete, kültür açısından, “mahrumiyet bölgesi” sözünü yakıştırdı: “Türkiye’ye göre mahrumiyet bölgesi sayılan burada, sizlerle bizleri buluşturdukları, kültürümüzü buralarda yaşattıkları için Türk Sanat Müziği Sevenler Derneği’ne teşekkür ederim.” dedi, tek başına küçük bir sunuma başlarken, sazına dokunmadan önce…

Tuğçe Pala İzmir’li. İstanbul Üniversitesi Türk Müziği Bölümünü bitirmiş. TRT sanatçısı. Burada ilk kez konser veriyormuş. “ Sizlere Kürdîli hicazkâr şarkılardan bir demet hazırladım.” dedi. İlk şarkısı Curcuna usûlü:

“ Şarap koy kadehime kan doldurma bu akşam
Üzgün müyüm, şen miyim, sorup durma bu akşam”


Arkasından tanınmış, bilinen şarkıları dinleyicisiyle bütünleşerek, onlarla birlikte okudu…

*

Resim


Orhan Mercan’ın korosunun, konserin ilk bölümünde okuduğu iki şarkısını yazarak çok uzattığım yazımı bitirmek isterim.

Solistlerin tek tek şarkılarını söylemesinden sonra koro iki şarkı daha okumuştu. Bir anda, daha derneğin başarılı genç sunucusu Kemal Şahin şarkıyı duyuramadan, yeni şarkıya başlayıverdiler:

“Memleketim”

“Havasına suyuna, taşına toprağına / Bin can fedâ bir tek dostuma

Her köşesi cennetim / Ezilir yanar içim /Bir başkadır benim memleketim

Anadolum bir yanda, / Yiğitler yaşar koynunda

Aşıklar destan yazar dağlarda/ Kuzusuna, kurduna

Yunus’una, Emrah’a / Bütün âlem kurban benim yurduma”

Bu şarkıyla heyecanlanan, sözleriyle coşan dinleyici, Orhan Mercan’ın konserini bitirirken koroya söylettiği ikinci sürpriz şarkıyla, İzmir Marşı’yla ise ayağa kalktı:

“İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”

Önde şef, işaret vererek şarkıyı başlatıyor:

İzmir’in dağlarında çiçekler açar

Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar


Şarkının burasında şef Orhan Mercan salona dönüyor, koca salonu idare ediyor. Hep bir ağızdan salon inletiliyor. Alkışlarla söyleniyor şarkının tekrar bölümü. Katılmayan tek bir kişi yok.

“Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa”



Resim


Önde üçüncü sırada yanyana oturan iki kişi dikkatimi çekiyor o an. Daha önce de, baştanberi sıkıntılı hallerini görmüştüm ama bu kadar sıkıldıklarını anlayamamıştım. Salon ayakta. Bu iki kişi öyle oturuyorlar. Başları önde. İki genç, iri yarı adam. Takım elbise giymişler. Suratları asık, canları sıkkın. Of, puf çekiyorlar. Sıkıntıdan el ovuşturuyorlardu konser boyunca…

Verilen arada durumu öğreniyorum. Kalkıp, ön sıradan kalkan kişilerin ardından gidiyorlar. Meğer Frankfurt Başkonsolosu İlhan Saygılı’nın Alman korumalarıymış. Salonda başka Alman yoktu sanırım. Belki de vardı ama göze batmadı demek… Görünüşe göre farkedemedik varsa da…

Bizim bölücülerimizin memleketimizde yerel ağızla yaptıkları böyle toplantılarda , açılışı, açıklamaları Türkçe yaptıklarını siz duydunuz mu hiç? Devletin açtığı yerel ağızlı radyo ve televizyonda bile Türkçe alt yazı, Türkçeyle açıklama yok. Burada ise içerde hiç Alman olmamasına karşın açılış sözü ve açıklamalar Almanca yapıldı. Alman’ın memleketindesin, şartlar bunu gerektiriyor olmalı. Oysa bizde bölücüler ne çok yol aldılar, ne çekindikleri, ne sakındıkları bir şey kaldı…

Bu Alman korumaların canları, anlamadıkları bir dili dinlemekten dolayı böyle sıkılmış olmalı… Anlamadıkları bir dilin yanında, bir de anlamadıkları kültürün ezgilerini duymak onları bunaltmıştır…

“İzmir’in dağlarında çiçekler açar

Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar


Bu üç dize oysa ne çok şey çağrıştırıyor bize.

Alman ne bilecek İzmir’in işgalinden bir gün sonra, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş savaşını başlatmak için, millî mücadele için, Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrıldığını, Türk Ulusu’nun bu tarihten başlayarak kaderinin değiştiğini… Düşmanın İzmir’e çıkmasından üç gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a vardığını…

Kurtuluşu ateşlediğini… Millî bilinci uyandırdığını…

Bunları bizim bölücüler çoktan unuttu. Satılık kalemlerimiz unuttu. Çıkarcılar, her devrin adamları olan işbirlikçiler unuttu. Ruhunu satmış aydınlar unuttu…

Resim


Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında İzmir.

15 Mayıs 1919’da Yunan’ın işgal ettiği İzmir.

Bunun üzerine bütün yurdumuzda başlayan direniş hareketleri… Mustafa Kemal’in önderliğinde birleşilmesi, “Ya istiklâl ya ölüm” denmesi…

İşgalci Yunan’a, “İlkKurşun’u “ atan gazeteci Hasan Tahsin’in İzmir’ini unuttular bazıları. Yunan sancaktarını vuran, sonra hemen orada şehit edilen Hasan Tahsin’in ilkkurşunu, Ulusal mücadelinin kıvılcımını çakan kurşundur.

Düşmanı kovalayan, önüne katıp denize döken Eylül 1922’nin İzmir’i… Düşmanı kovalayan Türk askeriyle kucaklaşan İzmir’i… İzmirli unutur mu?

Dağları çiçekliyken 1919 yılının ilkyazında işgal edilen, 1922’nin sonbaharında, yani ikinci baharında, yine dağları çiçekliyken düşmanını kovan İzmir…

Bozguna uğramış Yunan’ın Türk Ordusu önünde kaçışına tanıklık etmiş İzmir…

Şehitlerini, kahramanlarını, tarihini, beynine, ruhuna kayıt etmiş İzmir!..


Alman ne bilecek bunları? Bilse bile ne ifade edecek onun için? Bu yaşananlarla hiç bir ortaklığı yok, tarih birliği yok, kültür birliği yok… Dil yabancı! Müzik yabancı! Kültür yabancı!

Bizim için ise bu sözler bir tarih belgeseli gibi. Gözlerimiz yaşlı, alkışlarla koromuzla birlikte okuduk:


İzmir’in dağlarında oturdum kaldım

Şehit olanları deftere yazdım

Öksüz yavruları bağrıma bastım

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa


Feza TİRYAKİ, 28 Mart 2012

Ekte verilen dinleti adresleri:
Atatürk resimleriyle İzmir marşı:
www.youtube.com Video from : www.youtube.com


Nar tanem : http://www.youtube.com/watch?v=sxWX574wgyw
Ömrümüzün son demi: http://www.youtube.com/watch?v=JJ9itUZT1FU
Kaderimde hep güzeli aradım: http://www.youtube.com/watch?v=9KY0EIPO ... re=related
Ayrılmalıyız artık: http://www.youtube.com/watch?v=Zk0XHbivtkY
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar

İletigönderen spacal » Prş Mar 29, 2012 19:41

YAZINIZI TÜRKİYE'DEN BİR SOLUKTA OKUDUM. KORONUN TÜM KONSERLERİNİ, SOSYAL MEDYA ARACILIĞIYLA TAKİP EDİYORUM. AMA YAZINIZDA ÇOK GÜZEL İZAH ETMİŞSİNİZ.. ONLAR KONSER YAPARAK TÜRKİYE'NİN SESİNİ HERYERLERDE DUYURMAK İSTESELER DE ONLARI DESTEKLEYEN SİZİN GİBİ YAZARLARA DA İHTİYAÇLARI VAR.

KALEMİNİZE SAĞLIK.. TEŞEKKÜRLER..
Kullanıcı küçük betizi
spacal
Üye
Üye
 
İletiler: 1
Kayıt: Prş Mar 29, 2012 19:38


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x