Akvaryumlardaki balıkları seyrederken, insan kendini başka bir dünyadan gelip uzayın bir köşesinde bulduğu garip bir gezegeni gözetliyormuş gibi hisseder.
Yapay ve sahte şeylerle dolu olan hayli dar bir kap ile sınırları belirlenmiş kötü havalı kirli sularda, kepçe korkusuyla yüzüp, yukarıdan atılan yemlerle beslenmeye çalışan küçük balıkların yaşadığı, çok farklı ve ayrı bir dünyadır o.
Televizyonumdaki bazı kanalları izlerken de aynı duygulara kapılıp, kendimi bir akvaryum karşısındaymışım gibi hissediyorum.
Eğer gazetelerde yazılan günlük programları doğruysa, Ateve, Şov, De, Sıtar gibi eski kanallar artık dizi kanalları olmuşlar. "Cumhur'u uyutmak" şeklinde ikinci derece bir görev üstlendikleri için, pek de önemli değiller ama, haber kanalı kılığına girip propaganda yapmakla görevlendirilmeleri yüzünden, ne durumdalar diye ara sıra baktığım Habertürk, Siyenentürk, Entiivii, Terete, gibi kanallar, hepimize o kadar yabancı, bize ve gerçeklere o kadar uzaklar ki... Ekranlarında karşımıza geçip "Japon Japon" bakan görevlilerin bütün dertleri, içinde yaşadıkları akvaryumlara yukarıdan yem atan elleri, yaptıkları propaganda ile memnun etmeye çalışmak galiba, diye düşündürüyorlar insanı.
Hem o kanallara, hem de gazete köşelerine yerleştirilmiş olan görevlilerde, Cumhuriyet Bayramı'nda yaşananlarla ilgili, bir türlü gizlemeyi başaramadıkları büyük bir korku var.
Etnik bir başkent olarak takdim etmeye çalıştıkları şehrimiz Diyarbakır'da, Türk bayraklı milyonların toplantısıyla sona eren, 2007'deki Cumhuriyet Toplantıları'ndan sonra da aynı travmayı yaşamışlardı. Cumhur'un uyanması o tip görevlilerde büyük panik yaratıyor ve daima yakıştırma, saptırma, çarpıtma ve iftira silahlarıyla saldıran etnik bölücü propagandaya hız verirken, bir taraftan da ninnilerin sesini yükseltiyorlar.
Ülkeye ihanet edenlerin getirdiği baskı rejimine ve batı sömürgeciliğine karşı, 29 Ekim 2012'de bir kere daha harekete geçen milyonları temsil eden bir siyasi parti henüz ortada yok ama, elbet kurulacak.
Sayın Banu Avar'ın deyimiyle "Celladına aşık olmuş" batıcı aydınları, taşeronları, işbirlikçileri kara kara düşündüren, telaşa kaptırıp aceleye gelmiş kalitesiz, alâkasız, gülünç yorumlar yaptıran, işte bu kaçınılmaz değişiklik.
1938'den beri ilk defa Türkiye'nin Ankara'dan yönetilmesini isteyen bir parti kurulursa, yabancı projelerin etkisi ve yönetimi altında kalan partilerden artık bıkmış, usanmış olan halk ilk defa siyasi sistemde temsil edilecek ve hatta iktidar olacak.
Tabii, Akepeyi iktidarda tutmak için dışarıdan Türkiye'ye yağdırılan, kara ve kirli kan paraları bu değişiklik nedeniyle kesileceği için, biraz sıkıntı çekebiliriz ama, Kurtuluş Savaşı'nın hangi şartlarda yapıldığını bildikleri halde, sırf bu yüzden ikinci kurtuluş hareketine manevi de olsa katılmaktan kaçınanların durumlarına "ayıp" kelimesi çok hafif kalır.
Bence Cumhuriyet Bayramı, yapılan son anketlere göre bütün siyasi partilerin eriyip oy kaybettiği, seçimlerdeki kararsızların %30'a çıktığı Türkiye'de yaşayan herkese iki tane ev ödevi verdi ;
1 - Herkes ezberini gözden geçirecek, 2 - Kendi durumunu yeni şartlara göre belirleyecek.
Türkiye'deki bölünme artık etnik, ideolojik vs. değil. Yeni kamplaşma eski deyimle "Millî - Gayri millî" şeklinde. Yani, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Ankara'dan yönetilmesini isteyenler - yabancı başkentler tarafından yönetilmesini isteyenler" olarak ayrışıyoruz.
Akvaryum tipi televizyon kanallarını izleyenler görememişlerdir tabii ama, "Cumhuriyeti yıktırmayacağız, kazandırdıklarını kaybetmeyeceğiz" diye haykıran başörtülü teyzeleri, nineleri, sakallı muhafazakâr dedeleri, bibergazına, tazyikli sulara direnen, gençleri, çocukları, coplara, tekmelere göğüs geren kadınları, erkekleri, elinde bayrak yan yana, omuz omuza "Atatürk" diye bağıran sağcıyı, solcuyu, doğuluyu, batılıyı, kısaca söylemek gerekirse, yıllardır bizi bölmeye çalıştıkları her ayrımdan yüz binlerce insanın tek yürek ve tek yumruk olduğunu, namuslu kanalları izleyen milyonlar gördüler doya doya.
Aynı, yaşadığımız büyük deprem felaketlerinde herkesin kenetlenmesi, bütün ülkenin tek vücut olması örneğinde görüldüğü gibi.
Bu gelişmelerin bilimsel açıklaması da şöyle yapılabilir belki ;
İnsan beyninde 10 milyar hücre olduğu varsayılıyor. Bu hücrelerden yaklaşık 2,5 milyarı, beyine benzeyen cevizin üstündeki kahverengi zar gibi olan üst beyinde yani kortekste, geri kalanı da alt beyinde bulunuyor. Üst beyin, tüm sistemin sadece %25-28'ini kullanırken, %72-75 hücreyi alt beyin kullanıyor.
İnsanın öğrenme, düşünme, yargılama, karar verme, davranma gibi özelliklerini üst beyin idare ediyor.
Atalardan gelen bilgilerin ve şifrelerin de depolandığı alt beyin, bedenimizdeki bütün organları, sistemleri yönetirken iki temel gaye taşıyor ; hayatta kalmak ve neslini devam ettirmek.
Herhangi bir nedenle bu iki amaç tehlikeye düştü mü, alt beyin devreye giriyor ve üst beyindeki bütün ideolojik fikirler önemlerini ve etkilerini kaybediyorlar.
Devlet işleriyle ilgili genetik hafızası bin yıllarla ölçülen milletimiz, güçlü ve bağımsız bir devlet sahibi olmanın bizim için bir hayat memat meselesi olduğunu doğal olarak biliyor. Akvaryumlardaki "Japon balıklarının" bütün çırpınmalarına rağmen, yabancı planların bir ürünü olan Akepe hükumetinin, artık iyice devletin ve milletin varlığını, istikbâlini tehdit eder hale geldiğini görüyor ve önyargılarını, bireysel farklılıklarını unutup birleşerek bütün kötülüklere topluca karşı çıkıyor.
Aynı, Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi.
Selçuk Tınaz