Kadavraya Don Giydiren Eğitimin Tıp Bayramı

Kadavraya Don Giydiren Eğitimin Tıp Bayramı

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Mar 14, 2015 16:35

Mart ayı önemli günlerle anımsanır, anılır.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne, günün adını Kadınlar Günü olarak değiştirir, nedense deliler gibi önem veririz; 8 Mart ülkemizin bir günüymüş gibi topluma benimsetilmiştir.

Oysa Mart ayı denince, bu yıl, yüzüncü yılı dolacak, ilk aklımıza gelen gün, 18 Mart, Çanakkale Zaferi(1915). Bu günün, Türk’ün Zafer Günü’nden Şehitler Günü’ne çevrilmesi, yengi gününü yasa döndürme, bu kutlu günü gözyaşlarıyla andırma, çok yakın bir tarihtir, 2002 yılı Haziran’ıdır.

18 Mart’tan daha öncesi, 14 Mart Tıp Bayramı. 14 Mart 1827 yılı, çağdaş anlamda ilk tıp okulunun Türkiye’de, İstanbul Şehzadebaşı’nda açılış günü. Bu günün kutlanması, bayram adını alması 14 Mart 1919 yılıyla başlar. İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin, İstanbul’un işgaline ( Kasım 1918) öğretmenleriyle, önemli bilim insanlarıyla birlikte direnmeleri, kuruluş gününde işgale karşı gösterileri tarihe geçer. Tıbbıyeli Hikmet (Tıp öğrencisi) bu gösterilerin öncüsüdür. Biz öğretmenlerin, öğretmen okulu çıkışlıların da bir 16 Mart’ı (1848) vardı. Şimdi o da tarih oldu: Öğretmen okulları kuruluş günü.

14 Mart’ı anlatırken 12 Mart’ı unutmayalım: İstiklal Marşı’nın kabulü.

Tıp Bayramı olarak kutlanan gün, Atatürk döneminde (1929- 37) ayrı bir gündü. Bursa’da açılan Tıp okulunun Türkçe öğretime geçmesiydi bayram gününün nedeni. 1928 Dil Devrimi’ni tamamlayan, güçlendiren bir bayramdı 12 Mayıs kutlaması. Sonra, bu gün, yeniden 14 Mart’ta kutlandı.

14 Mart Tıp Bayramı, yalnızca ülkemizde kutlanan bir gün. Türk doktorlarının günü. Amerika’nın böyle bir günü bambaşka bir tarihte. Dünya Sağlık Günü de Nisan’da.

Dünya ile kutlanan bir gün olmadığından mı, yoksa işgalci Batı’yı kınayan bir günü çağrıştırdığı, işgal yıllarını anımsattığından mı, Batı hayranları, yayılmacı Batı’ya şirin görünmek isteyen iktidarlar yüzünden mi, bu gün, bizde hep geçiştirilir.

Bu yıl ise biraz farklı. Sağlıkta dönüşümün ne olduğu, nasıl bir tuzağa düşürüldüğü insanımızın, sağlığın ticarete konu olması, alım satımının yapılması, hem iyice ortaya çıktı, hem de sağlık çalışanları bu günlerde, iki günlük grevdeler. Kötü çalışma şartlarının, ücretlerinin düzeltilmesini istiyorlar.

Bugün 14 Mart. Buna karşı, önceki günden başlayarak, bu günü iktidar çoktan kutladı.

Başbakanın konuşmasını yandaş gazeteler şöyle duyurdu:

“Davutoğlu: Tıp Bayramı vesilesiyle yüzde elli zam yapıyoruz.”

Bir an, doktorlardan şüpheye düştük. Neden uyarı grevindeler (iş bırakma-yavaşlatma) o halde?

“Atma Recep din kardeşiyiz!” derlerdi eskiler böyle durumlarda. Günümüzde ne desek boş. Güleriz ağlanacak durumumuza, bile diyemiyoruz. Ne gülme, ne ağlama, ne de kaşını kaldırma… Toplum duyularını yitirmiş. Ne dense, kös dinliyor.

Haber Sağlık Bakanlığı bir etkinliği: “Şifa Veren Ele Vefa”. Bakanlığı simgeleyen o korkunç simge resim kürsüde. Yukarı fırlayan bir gölge, bu bir adam olmalı, kafası bir top, yıldızı yumrukluyor. Altta da hilâl. Rengi de kırmızı. Kırmızı hilal. Sağlıkla nasıl ilgi kuruluyorsa böyle bir görünüşle, yıldızına yumruk atan adamla.

Ülkemiz bir çadır devletine döndürüldü desek, olmaz, bu söze de çoktan alışıldı. Kanıksandı. Devlet çadırı, devletin koruyucu örtüsü başımızdan çekiliyor. Develerle kala kalacağız açıkta. Nasıl bir anlayışsa, ülkeyi yöneten, gitmemek üzere başa geçen bu anlayış, hep müjde verdiriyor çocuklarına. Sadaka dağıtıyor. Büyük-küçük, alt-üst ilişkisi. Eşitlik yok. Krallık yönetiyor gibiler. Sanki, çocukları sevindiriyor. Bayramda harçlık dağıtıyor. Yazan hiç sıkılmadan aynı şöyle yazmış:

“Başbakan 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla sağlık çalışanlarına zam müjdesi verdi.”

Haydi, bu haber doğru olsa bir derece. "Bakın maaşlar yüzde elli artmış. Bu bir çığırdır, bu, ne büyük bir ücret artışıdır. İnanılmaz. Yine de, neden bu gün, böyle şişinilerek, hem de kürsülerden bu şekilde duyuruluyor?" dersiniz, değil mi?

"Neden bu gün"ü bırakın, bu haber asılsız. Neye zam yapılmış biliyor musunuz, bir sağlık çalışanı ayda bir iki nöbet tutacak da, nöbet ücreti alacak da, o ücret yüzde elli artacak. Nöbet ücretine artış.

Bundan sonra denilenler insanın aklını durduruyor. Bayram kutlamasında konuşulan konu kişinin özeli. Özeli genelleştiriyorlar. Başbakan başlıyor doktor olan eşini anlatmaya. Başörtüsünden giriyor, başörtüsünden çıkamıyor.

Bütün kadınları başörtüsüyle sarmadan, kafaları kapatmadan bu anlayışa rahat yok. Ne söylenmekten bıkacaklar, ne sızlanmaktan.

Tıp Bayramı’nda iktidarın başbakanının dedikleri:

“Evlendiğimizde başörtü dolayısıyla okuldan uzaklaştırma cezası almıştı.”

“Daha sonra yurt dışına gittiğimizde ihtisas imkânı olmayıp burada yine aynı yasak sebebiyle…”

“Birlikte çoğu zaman nöbet de tuttuğumuz için gece yarısı eğer telefon gelmişse bizzat başdanışmanlık dönemindeyken dahi nöbet tuttum birlikte. O içeride hastayla ben dışarıda kitabımla.”

Demek ülkemizde kadın doktorlar tek başına nöbet gecelerinde çalışamıyorlar. Eşleri yanında duruyor. Hastaneler güvenilir yerler değil. Kadınlar, bir korumayla görev yapmalılar. Bundan sonra anlatılanlar daha da garip. Meslek sahibi biri neden mesleğini bıraksın? Bir doktor kolay mı yetişiyor? Zevk için mi doktorluk yapılıyor?

Dışişleri Bakanı olunca, eşi için, acaba bütünüyle mesleği bırakır mı demiş. Başbakan olunca yine öyle bırakır diye beklemiş. Ama eşi aynı aşkla görevini yapmışmış. Bu sözü sanırım gazeteci yanlış yazmış. “Mutluluk içindeki doğum sonrası” diye bir tanımlama yok çünkü dilimizde. Bu sözün hiçbir anlamı yok:

“Biliyorum ki hiçbir şey ona ve onun gibi çalışan doktorlara mutluluk içindeki doğum sonrası dünyaya gelen bir çocuğun ağlama sesinin verdiği mutluluğu vermez.”

Doktorluk mesleğiyle, başörtüsü ilişkisi, en savunulamayacak bir durum. İş başörtüsüyle de kalmıyor, bu örtülü anlayış, siyasi İslam’ın simgesini taşıyanlar, aynı zamanda bu anlayışı da taşıyorlar. Duyduklarımız yalan mı? Bu anlayışla yetiştirilen kadın doktor erkek hastaya bakmıyor. Erkek hastayı ellemiyor, muayene etmiyor.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, “Laiklik ve Kadın” adlı bir açıkoturum (panel) düzenlenmişti. Orada konuşan Ankara Üniversitesi Eğitim bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şakir Çınkır’ın dediklerini kimse yalanlamadı. Böyle şey olur mu? Yalan! diyen bir ses duyulmadı:

“21. yüzyılda, bilim çağında, bilimle rekabetin hızla arttığı bir çağda tıp fakültelerinde kadavralara don giydirerek onlar üzerinde çalışma yürütülüyor.”

İktidar yandaşı gazeteler, örneğin "Akit" alay bile etti bu duruma kafayı takanlarla. “Laik kadavra” başlığı attılar. . “Kadavraya don giydirmek laikliğe aykırı” gibi başlıklar atarak akıllarınca bu duruma tepki gösterenlerle alay ettiler.

Bu haberin altında yazılan yorumlardan birini okuyalım mı?

“Kadavra olunca, insan olmaktan çıkıyor mu o ceset? Tabii kendinde utanma duygusu olmayan başkasını da kendi gibi görür. Sen ölünce vasiyet et, donsuz yatırsınlar seni doktorların önüne…”

Yorumu yazana bu kadarı da yetmemiş. Bağnaz kafanın, zavallılığı:

“Yırtının çırpının bakalım Allah’a ve İslam’a düşmanlığınız da öleceğiniz güne kadar olmaya devam etsin. Bu halde ölürseniz Mahkeme-i Kübra’da ne acınası haliniz olacak bir bilseniz keşke…”

Bu haberle birlikte imamları konuşturmuşlar. Hoca kılıklı birine de kadavrada çalışmayı sormuşlar. Kara sakallı, suratını indirmiş:

“Zaruretler haramı geçici olarak kaldırabilir, elhamdülillah!”

Ortaya çıktı: Sağlığa da ölüye de, bayrama da seyrana da hep hacı hoca takımı karışacak, bundan böyle. Isıta ısıta getiriyorlar önümüze dönüşümleri. 18 Mart’ı neden Şehitler Günü’ne çevirdikleri de anlaşıldı geçen hafta. Okullara genelge gönderilmiş. Öğrenciler 18 Mart’ta sabah ezanından sonra camilere götürülecek. Öğretmenleriyle orada imamlardan ders alacaklar. Şehitler böyle anılacakmış.(Kadın öğretmenlerin toptan türbanlanacağı, erkek öğretmenlerin takke giyeceği büyük gün.)

Yakında oralara rahleler kurup bundan böyle dersler burada derlerse hazırlıklı olunuz.Bu gidişle İran'a bile özeneceğiz. İran en azından ulusal çıkarlarını gözetenlerce yönetilen bir ülke. Amerika'ya bile kafa tutuyor.

Yine aynı konuşmada başbakan, içkiye de söz atmadan edememiş. Yaşam düzenini tek tip yapacaklar, kendi anlayışlarını dayatacaklar, ya, burada da kafadan atılmış. Sağlık çalışanlarına yapılan saldırıların, onların deyimiyle şiddet uygulayanların yüzde kırkı alkol ve uyuşturucu kullananlarmış. Böyle kişiler saldırıyormuş. İçki kullanmayan sanırsın ki saldırgan olamaz. Avrupa’da içkiyi su yerine içiyorlar, neden doktorlara en küçük bir saldırı olmaz desen, burada sorun başka desen, kim dinleyecek, ne değişecek ki…

Geçen haftadan bir haber vardı, doktor ameliyat hemşiresini yumruklamışmış. Haberin ne kadarı doğru bilinmez ama hemşirenin durumu hemşireden başka her şeye benziyor. Ameliyatta ipliği koyuyor kenara, gidiyor. Doktor yalnız. İpliği bulamıyor. Sesleniyor: ‘Hemşir’anım nerdesin? Hemşirenin anlatışıyla durum böyle. Hemşire gelince, ağız dalaşı. Ne saygı, ne alt üst ilişkisi. Kadın başını bağlamış, güvenceye kavuşmuş. İstediğini diyebilir doktora. Çalıştığı odadan, doktoru kovabiliyor, doktordan, bu, diye söz ediyor, eşyadan, hayvandan söz eder gibi, ” Siz rahatsızsanız siz gidin!” diyebiliyor, bir bayanla nasıl konuşuyorsunuz diye işi mahalle karısı kavgasına döndürebiliyor. Bayanmış. Önce insan ol. Doktorlukta, hemşirelikte bayanlık olmaz. Cinsiyet ayrımı olmaz! Yok, yüzünü örtmüşmüş de, bir anda refleksle, doktorun yumruğunun yarısı, eliyle kameralara gösteriyor, burasına gelmiş, eğer inanırsanız… Yumruk yemiş yüz görmesek hadi neyse… Şirretlik patlamış. Yalanları savuruyor. Doktorla münakaşa edeceğiz diye düşünmüş de, o arada ayağındaki terlikler çıkmış. Terlikli hemşire. Köy çeşmesinden su taşıyacak şıpıdıklarıyla anlaşılan. Giyimi zaten hemşireye benzemiyor. Küfür ettiğini başkaları duymuşmuş da, namusuna söz atılmış da… Düşününüz, yine aynı hastanede yirmi hemşire toplanıp doktoru yuhluyorlar. Sen bir görevlisin, devlette hemşiresin. İş yerinde bu ne utanmazlık diyeni duydunuz mu? Kore filmlerinde çok duyarız: “Bu ne cüret!” sözünü. Bu nasıl bir cüretse, korkusuzluksa, çekinmezlikse, başını bağlayan, iktidarın örtüsünü arkasına alan güvencede. İnsanları, görevlileri kışkırtmak, yermek, işinden etmek bu kadar kolay. Nursel hemşire gazetecilere konuşuyor, ona buna anlatıyor, sanırsınız ortaoyuncu. Doktorun güvencesi sıfır. Onca yıllık eğitim, birikim, hiç önemli değil. Kimbilir oradan ayağını kaydırıp yerine hangi badem bıyıklıyı getirecekler, hangi örtülü yerleşecek oraya. Bu olaylar olurken hasta uyanıkmış. Kendinizi o hastanın yerine koymalısınız. Erzurum Atatürk Üniversitesi hastanesinde oluyor bu çağ dışı dalaşma, bu hemşire rezaleti. Belli, genç doktor harcanacak…

Hastaneler ticarethane. Özel hastaneler sözde serbestmiş herkese. Bir deneyiniz, öyle mi? Yoğun bakımda sizi bir iki gün tutarlar, sonra kapı dışına. Gidersiniz yer yok. Yer bulursunuz sigorta yalnızca “acil” bakımını üstlenir. Ya özel odanın parasını ödersin, ya tıpış tıpış başka kapıya gidersin…

Doktoruna saygısı olmayan, doktorlara el dil uzatan bir toplum durumuna getirildik. Bu durumun nedenini çocukça bir kolaycılıkla alkole, bağımlılığa bağlayanlar, bu acınacak durumu daha da kötüleştiriyorlar. Senin saygı göstermediğine kim saygı duyacak?

Ayrıştık. Değersizleştirildik. Meslek yetkinliği değil, AKP’li olmak önemli. Her su başında, her yerde badem bıyıklılar. Her yer türbanlı kadın…Can kurtaranlarda çalışanların neredeyse tümü türbanlı. İş önceliği türbanlıda. Yetkinlik, eğitim, bilgi, görgü önemsiz… Camide bayram kutlama. En çok atanan öğretmen Din ve Ahlak bilgisi öğretmeni. En büyük bütçe Diyanetin. Hastaneler devlet hastanesi olmaktan çıkarılıp kent (şehir) hastanelerine döndürülüyor. Kurulacak şehir devletlerinin, bölünmenin ön hazırlığı. Hepsi birer ticarethane, işhanı olacak pek yakında.

Kadavraya don giydirme durumuna getirilmişiz, neyin bayramını kutluyoruz ki…

Feza Tiryaki, 14 Mart 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x