Kadınlar

Kadınlar

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Mar 10, 2014 2:44

Kadınlar


Dünkü günü anmak mı kutlamak mı gerekiyor, işin aslı nedir derken, dün, dünde kaldı. Yeni bir günü yarıladık bile. Zaman koşuyor, biz ardından bakıyoruz…

Gözlemlediğim şu: Kim ne derse desin, ister “Emekçi Kadınlar Günü”, ister “Kadınlar Günü” densin güne, bu gün, kutlanıyor. Kadının önemi, toplumdaki yeri, Türk kadını, Türk kadınına Cumhuriyetle verilen haklar… günün anlam ve değeri adı altında anlatılırken, kendiliğinden, gün, kutlama günü oluyor.

Bin sekiz yüzlü yılların ortasında olan bir olayın, yüzün üstünde kadın dokuma işçisinin yanarak ölmesi olayını yıllarca hiç aksatmadan anma zaten insanoğlunun yapısına ters düşer. O yıldan sonra ne toplu ölümler, ne acılar yaşadı insanlık… Dünya savaşlarını geçirdi. Analarımızın atalarımızın tarih boyunca işgalden, saldırganlardan çektikleri… Günümüzde Cumhuriyetin bile değerini bilememe, kazanımlarını günlük yaşamda yitiren kadınlarımız…

Anma günlerini Birleşmiş Milletler düzenliyorsa kendi amaçları, kendi çıkarları için düzenler elbet. İstediği gibi yönlendirir insanları.

Herkes kendi aklına sahip olsa, küresel güçleri, algısıyla oynatmasa, güç odaklarının istediğini, istenileni yapan kukla olmayı kendine yedirmese bu tartışmalar da olmayacak.

Yurt dışındaki Türkler böyle günlere daha çok önem veriyorlar sanki. Gurbetçi kadın, bu tür günleri bir araya gelmeye neden sayıyor, kendini bir gün de olsa vatandaşlarıyla, al bayrağının altında, şarkısı- türküsüyle, bir de Türkçe ses bayrağının gölgesinde buluverince, vatan çatısı altındaymışçasına duygulanıyor, seviniyor…

Bir iki gün önce duyurusunu almıştım. Bu yılki etkinliğe bir haftadır Almanya’da olan Şule Perinçek konuktu. CHP milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’la Atatürkçü Düşünce Derneğinin ve Türkiye Gençlik Birliği’nin çağrılısı olarak pek çok büyük kentte konuşmalar yapmış. Sonrasında tek başına Frankfurt, Dortmund’da konuşmalarına devam etmiş. Sırada Wiesbaden, Hannover, Berlin varmış.

Silivri’deki durumların değişmesi, haksız hukuksuz içeri alınanların salıverilmesi sürecinin birdenbire başlaması üzerine de gezisini yarım bırakmış, dönmüş.

Hannover’deki kutlama belirlenen saatte yapıldı. Atatürkçü Düşünce Derneği yeni binasına taşınmış. Birbirine açılan bir sürü kapısız odalar. En geniş odada anma- kutlama gerçekleştirilecek. Son odada açık yemek sergisi, yiyecekler…

Burası Müzik Derneği’nin de ortak yeriymiş. Müzik korosu, çalgı çalacak sanatçılar( saz, gitar, kanun, ud) hepsi oradaydı. Gelenler kadınlar, kızlardı. Uzak yerlerden gelenler, yılda bir iki kez böyle toplantılarda buluşanlar, bir rastlantı oralarda olanlar, bir de derneğin sürekli katılımcıları. Az sayıda erkek başka odalarda eşlerini, annelerini, arkadaşlarını beklediler… Toplantı kadınlara ayrılmıştı ama bu günün önemini anlamını Başkan Gülay Hanım’dan sonra kadınlara anlatan ikinci kişi, bir erkekti. Derneğin tarihçisi. Osmanlı döneminden günümüze kadar -duvara yansıtılan resimlerle- ülkemizdeki kadınların durumunu gösterdi. Özellikle türbanın tarihçesi, bunun öncüsü gazeteci Şule Yüksel’in 1967’de başlayan marifetlerinin resimlerle gösterilmesi ilginçti. TGB’li gençler de, kızlı erkekli, küçük bir sunumla kendilerini gösterdiler, dilini, töresini unutmayan gençlerin temsilcisi oldular. Aralarında kimi Türkçeyi sonradan öğrenen bir yabancı gibi konuşsa da liseli, üniversiteli bu gençlerin Türkçesi çok güzeldi.

Böyle toplantıların en iyi yanı ne biliyor musunuz? İstiklal Marşı okunması. Ondan önce, saygı duruşunda bulunmak. Bu kısa sürede yüreğinin vatandaşınla aynı duygularla atması… Saygı duruşunu gericiler sevmez. Onlar çıkarlarını savundukları yabancı ülkelerde, oradaki mezar başlarında, kiliselerde saygı duruşunda dururlar yalnızca. Anıtkabir’de bile rahatsız olurlar. “Sap” gibi durmak! derler.Yine gericiler, dini kullanan dinsiz yobazlar İstiklal Marşı söylemeyi de dinlemeyi de sevmezler. Ayakta iki elin yanda, kıpırdamadan, başın hafif öne eğik, aklında şehitlerin, gözlerin yerde saygı duruşunda durmanın; başın dik, gözlerin ilerde hep bir ağızdan İstiklal Marşı okunmasının güzelliğini bilen bilir…

İstiklal Marşı’nın inanılmaz güzel okundu. Ne, birlikte- hep yapıldığı gibi- ses kaydıyla okundu, ne öne bir bilen, bir söyleyen geçti. Hiç aksaksız, yanlışsız, ses bozulmadan, kesilmeden sonuna kadar, kimse önderlik etmeden, düzgün okundu.

Gençler, yurt dışında yetişen gençler şiirler okudular, şarkılar söylediler. Hazırladıkları yafta gösterisi sıradışıydı. Ellerinde değişik pankartlarla (yafta) öne çıkarak, örneğin “Direnişçiyim” yazılı yaftayı gösterip, “Eyleme katıldım, bana küfredemezsin.” Başka bir yafta gösterip, “Yemek yapmadım, beni dövemezsin…” gibi sözler dediler. Bazı yaftalarda dedikleri epey cesur sözlerdi. Cinsel çarpıklıkları koruyan sözler. Eee… bu çocuklar bir yanlarıyla başka kültürün çocukları, o kadar da şaşırmayacağız, değil mi?

Şimdi gelelim toplantının sıra dışı etkinliğine: Gurbetçilerin kendi olanaklarıyla, kendi istekleriyle, becerileriyle kurdukları Türk Sanat Müziği topluluğunun küçük konseri. Bu topluluğun işlevi, arada sırada yetişkinlere, yaş yaşamışlara şarkı okumak, vatan özlemlerini gidermek değil, asıl görevleri başka:

Bu müziği gençlere de sevdirmeleri. Her yaştan kadının, aralarında iki üç erkek de var, haftanın belli günleri bir araya gelip Türk müziği çalışmaları. Korodaki kadınların neredeyse hepsi tek tek de şarkı söyleyebiliyorlarmış. Bir de televizyonlardaki şarkıcılara taş çıkartan bir kadın solistleri var. Buralarda ünlüymüş. Tanınmış bir sesmiş.

Her söylenen şarkının orada toplanan kadınlarca ağzın içinden de olsa söylenmesi, şarkıların koroyla birlikte mırıldanılması şaşırtıcıydı…

Cemal Safi’nin Vurgun’uyla başlandı konsere:

“Gözlerim uykuyla barıştı sanma. / Sen gittin gideli dargın sayılır.” Ardından: “Sevgi dolu şu gönlüm, bir kuş gibi kanatlı.” şarkısı. Unutulmayan şarkılardan: “Unutamam seni” adlı Şekip Ayhan Özışık’ın kuşaktan kuşağa geçen şarkısı: “Gün gelir de beni unutursun demiştin.”

“Telgrafın tellerine kuşlar mı konar” neredeyse Cumhuriyet kadar yaşı olan bir türkü. Burada hep bir ağızdan söylendi:

“Gel yanıma, yanıma da, yanı yanı başıma / Şu gençlikte neler geldi garip başıma.” derken herkes gurbete düşmenin acısını söylüyor gibiydi.

Yeni yeni yüzlerle tanışmaya, yeni gurbetçi öyküleri öğrenmeye de aracı oluyor böyle günler.

Yurtdışına gezmeye, söyleşi yapmaya gelenlerin, gurbette yaşayana bakışıyla, gurbette sıla özlemiyle ömür geçirmiş insanların birbirine bakışı çok ayrı.

Şule Hanım, yurt dışında geçirdiği bu kısa süre içindeki izlenimlerini şöyle yazmış:

“Şu Türkler ilginç. Nereye gitseler gözlerinin, yüzlerinin, yüreklerinin güzelliklerini götürüyorlar. Mustafa Kemal’in askerleri oralarda da nöbette. Kucaklaştık. Dertleştik. Heyecanlandık.”

Bir tanıdığım, eczacı hanım, otuz beş yıllık gurbetçiyim, şunu öğrendim diyordu:

"Hani insanları üç yerde tanırsın: Yemekte (içki masasında), yolculukta, alışverişte. Kimi buna, komşuluk etmeyi, bir iki gün aynı evi paylaşmayı ekler. Ailesi ile yalnızken görmeyi de önemli bulan çoktur insanları tanımak için.

Tanıdığım bu üç öğeye bir tane daha ekleyeceksin. Kapıkule’yi geçirtip tanımak. İnsanı gurbetçi edip, ne yapıyor, ne ediyor görmek… Gurbet insanlarımızı değiştirdi, Türk insanı güzel huylarının bazılarını yitirdi, değişti, yabanda yaban oldu!”
diye anlatıyordu.

Kimi değişti, kimi değişmedi gurbetçinin. Değişmeyenleri, Türklük değerlerini, dilini, töresini, dinini koruyanları kutlamak gerek.

Bunu gençlerde, ana babalarda gözlemlemek mümkün.

Kimseye danışmayan kendi kafalarına göre yafta hazırlayan gençler, lezbiyenim, yok bilmem neyim, karışamazsın yazarak bu durumları savunmuşlar kadınlar gününde. Ne ilgisi var? Bu sözler kadına ne kazandıracak? Yine de bu gençler kimliklerini koruyan değerli gençlerimiz. Bir de dilini bilmeyen, yaşadığı toplumda eriyenler var.

Yeni yetişenlerimizde neler neler görüyoruz. Derler ya tipik Türk kadını, öyle bir kadın tanıdım orada. Genç bir kadın. Hafif dalgalı kahverengi saçları omuzlarında. Yüzüne krem bile sürmemiş, yanakları elma gibi kızarık, sağlık fışkırıyor güleç yüzünden. Burada doğmuş. Su gibi akıcı Türkçe konuşuyor. Çocuklarını sordum. Üç çocuğu varmış, büyüğü kız lise sonda. Oğulları yedinci sekizinci sınıflarda. Uğur, Umut. Uğur kesinlikle Türkçe konuşmazmış. Anlarmış ama Türkçe yanıt vermezmiş yine de. Ne denir: Buyurun buradan yakın! Uğur Türkçe öğrenmeye ilkokulda Türkçe sınıfına bile gönderilmiş. Yurtdışında Türkçe öğretmenliği yapan, çocuklara yaka silktiren, dilinden soğutan bir ırkçıya, kürtçü bölücü öğretmene düşmüş çocuk. Uğur bu Türkçe öğretmeninden tırsmış. Bağırmasından korkmuş. Türkçe dersinden beni al, demiş annesine. Bir daha da Türkçe konuşmamış…

Türkçe konuşamayan, konuşmayan, konuşsa da yazamayan Türkçe okuyamayan ne kadar çocuk var… Terör örgütünün ülkemizde yaptığının bir benzerini, içinde yaşadıkları toplum, görünmez bir örgüt gibi yapıyor yurtdışındaki insanlarımıza.

Şule Hanım kimi görmüş ki buralarda. Kendini, kendi siyasi görüşünü, belki kadın olarak gösterdiği direnci, sağlamlığı beğenenleri, çağdaş Türk kadınlarını…

Ya görmedikleri… AKP iktidarını, onlarca yıl önce Erbakanları besleyenler, “Deniz Feneri”yle bu anlayışı iktidara taşıyanlar yurtdışındaki Türkler değil miydi? Cumhuriyet düşmanı bu oluşum bilerek desteklenmedi mi?

Türlü çeşitli analar, çocuk yetiştiriyor gurbette: Bölücülerin yönettikleri, Türklükten koparılmış, aslını neslini, ülkesini inkâr edenler, devletini bölmeye baş koymuş hainlerin kurbanları... Dincilerin yönlendirdikleri, algıları tutsak edilmiş, paraları sağılan, paralarıyla, oylarıyla dinci iktidarı, Cumhuriyet düşmanlarını bilerek bilmeyerek besleyenler…

Bir de, yurduyla bağını koparmamış, çocuklarını pırıl pırıl yetiştiren, vatana millete bağlı çocuklarıyla haklı olarak övünenler… Bu anneler arasında, çocuklarına dilini öğretememiş, kimini bu düzene, yaşadığı ülkeye kurban vermiş anneler de sayıca az değil... Bu anneler kurtarabildikleri çocuklarıyla, diline töresine çıkabildiği kadar sahip çıkıyor, ayakta durmaya çalışıyorlar…

Mustafa Kemal’in askerleri var olmasına var da neden çoğunlukta değiller? O toplantıda neden hep aynı anneler, aynı kızlar, aynı kadınlar vardı? Başörtülüler neredeydi? Neden bu derin bölünme? Daha yirmi yıl- otuz yıl önce, şu an yurdumuzun terör örgütünün insafına bırakılmış bölgesinden gelip de, çocuğuna Türkçe dersi gördürenler, çocuğum Türkçe öğrensin, Türkiye benim vatanım diyenler, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözünde birleştiklerimiz şimdi neden aramızda değiller?

Her üç kadınımızdan en az ikisini yıllar içinde kaybettik. Bu da böyle biline…

“Büyük başarılar kıymetli anaların yetiştirdikleri seçkin evlatlar sayesinde olmuştur!”
“Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.”
“ Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez.”



Yüce önderimizin dediği bu sözler değerini hiç kaybetmeyecek.

Nerede yaşarlarsa yaşasınlar anneleri iyi yetiştirmeliyiz…

Feza Tiryaki, 9 Mart 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x