Kar İzleri Örtmesin

Kar İzleri Örtmesin

İletigönderen Otopsi » Pzr Şub 01, 2009 14:01

Selanik İlkokul öğretmenlerinden Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi ile, Sofuzade Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde’nin evliliğinden üç kız, üç erkek çocuk dünyaya gelir. (1). 1871 yılındaki bu evlilik (2) ilk meyvesini hemen bir yıl sonra vermiş, çocukluktan genç kızlığa henüz adımını atmış olan Zübeyde, daha on beş yaşında iken işte anne oluvermiştir.

Bebeğin adını Fatma koyarlar.

Ali Rıza Efendi’nin kız tarafını bu evliliğe ikna edebilmesi hiç de kolay olmamıştır. Zübeyde’nin babası Feyzullah Ağa’nın birinci eşinden oğlu Hüseyin Ağa, bu evliliğin gerçekleşmesi için Zübeyde’nin annesi Ayşe Hanım’ı ikna etmede epeyi zorlanır. Ayşe Hanım Feyzullah Ağa’nın üçüncü eşidir.

Hüseyin Ağa, Selanik eşrafından Hacı Süleyman Ağa’nın Langaza’daki çiftliğinde Subaşı (kâhya) olarak çalışmaktadır. Ali Rıza Efendi’nin vakitsiz ölümü üzerine Zübeyde Hanım’ın üç çocuğu ile birlikte bir süre kalacağı, küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovalayacakları çiftlik işte bu Rapla Çiftliği’dir, Hüseyin Ağa da bu çiftliğin yöneticisi.

Sonunda Hüseyin Ağa’nın da telkinleri ile Ayşe Hanım yumuşar ve evlilik gerçekleşir. Zaten o günlerin âdetleri gereği, evlilik gibi konularda kararı erkekler verir. O nedenle bu konuda Zübeyde’nin de görüşünün alınmış olması beklenemez.

Yeni evliler Selanik’te Ali Rıza Efendi’nin Yeni Kapı mahallesindaki babaevine yerleşirler ve ilk çocukları Fatma işte bu evde dünyaya gelir. (1872). Bu esnada Ali Rıza Efendi Osmanlı Rumelisi’nin o zamanki Yunanistan sınırında, Olimpos Dağı eteklerinde, Çayağzı veya Papazköprüsü denilen dağlık, ıssız bir yerde, gümrük memuru olarak çalışmaktadır.

Fatma’dan sonra birer yıl arayla iki erkek çocukları daha olur. Ahmet 1874’de, Ömer 1875’de doğar. Ömer’in doğumuna henüz sevinemeden, Fatma’nın veremden ölümüyle sarsılırlar.(1875).

Ali Rıza Efendi’nin görev yaptığı gümrük kapısı son derecede tehlikeli bir sınır geçididir, dağlar rum eşkiyası ile doludur. Eşkıya bu gümrük kapısından geçen her şeyi haraca bağlamıştır. Rahat, huzur yoktur. Ali Rıza Efendi Gümrük İdaresi’nden istifa edip ailesini Selanik’e taşır ve kereste işine başlar ama başı eşkıya ile gene derttedir. Bir defasında eşkıya tarafından kaçırılır, hayatından ümit kesilir, önemli bir haraç ödeyerek ancak kurtulur. O korku dolu günlerin acısı da çocuk Mustafa’nın belleğinden hiç mi hiç silinmeyecek, oluşmakta olan karakterinde önemli rol oynayacaktır.

Kereste ticareti sayesinde gelir düzeyi nisbeten yükselen Ali Rıza Efendi, eşi Zübeyde, çocukları Ahmet ve Ömer’le birlikte, Selanik’in İslahane semtinin Ahmet Subaşı mahallesindeki üç katlı bir eve taşınırlar. Mustafa işte bu evde dünyaya gelir.( İlerde, 1908 yılında Mustafa Kemal Bey bu evi satın alacak, Balkan savaşından sonra Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım ve Makbule İstanbul’a geldikleri için ev terkedilecek, Lozan Anlaşması gereğince de mülkiyeti Yunan hükümetine geçecektir. 1937 yılında Selanik Belediyesi bu evi Atatürk’e armağan edecektir. Ev bugün müze haline getirilmiştir.)

Ali Rıza Efendi çocukken beşiğini salladığı küçük kardeşini kazayla beşikten düşürüp ölümüne yol açmıştı. Bunu hiç unutmadı. 1881 yılında bir oğlu daha doğunca, onun ismini verdi: Mustafa.

Aile, Fatma’nın acısını Mustafa ile unutmaya çalışırken çok daha büyük bir acıyla sarsıldı. Ahmet ve Ömer 1883 yılında tüm ülkede hüküm süren çiçek salgınına kurban gittiler. İki kardeşin aynı anda ölümü, Ali Rıza Efendi’yi inanılmaz ölçüde sarstı. Şimdi ailenin tüm ilgisi, küçük Mustafa’nın üzerinde yoğunlaşmıştı ki 1885 yılında Makbule doğdu. Bu mutluluk da çok sürmedi. Ali Rıza Efendi 1888 yılında ölürken, Zübeyde Hanım Naciye’ye hamile idi. Naciye 1889 yılında doğdu. (1901’de de ölecektir.)

Eşinden kalan ayda iki mecidiye gelirle ve üç kücük çocukla yaşam mücadelesi vermeye başlamıştı Zübeyde Hanım. Bu neredeyse imkânsızdı. Ağabeyi Hüseyin Ağa Zübeyde ve çocukları, Langaza’daki Rapla Çiftliği’ne götürdü. İşte küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovaladığı çiftlik bu çiftlikti

Rapla Çiftliği’nin korucusu küçük Mustafa, duvar gazetesi çıkarttığı için zindanlara atıldığında Mustafa Kemal Efendi; Trablus’ta, Derne ve Bingazi’de, Çanakkale’de Mustafa Kemal Bey; Filistin Cephesi’nde Mustafa Kemal Paşa; Sakarya’da Gazi Mustafa Kemal Paşa; Dumlupınar’da Mareşal Mustafa Kemal ve nihayet Atatürk olarak anıldı.

1893 yılında Selanik Askerî Rüştiyesi’nde giydiği asker üniformasını, 1927 yılında ordudan emekli oluncaya kadar büyük bir onurla taşıdı. Vatanını savunmak uğruna, Trablus’tan Kafkasya’ya ; Çanakkale’den Filistin’e, Suriye’ye; Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar tüm cephelerde savaştı, hiç yenilmedi. Dünya onu “ Dâhi bir asker “ olarak tanıdı ama “ ...Savaş, mutlak bir zaruret olmadıkça, cinayettir!...” sözünü hiç unutmadı. O’nu bir savaş adamı olmaktan çok, bir barış adamı olarak selamladı. Birleşmiş Milletlerin kültür kolu olan UNESCO, 1981 yılının tüm dünyada ATATÜRK YILI olarak anılması kararını alırken, O’nun emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşı veren ve bu mücadeleyi zafere ulaştıran bir komutan, bir ulusal kahraman; çöken bir imparatorluktan, halk egemenliğine dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, çağdaş ve laik, demokratik bir cumhuriyet çıkaran bir devlet kurucu; tarihin ender kaydettiği bir devrimci; kendi yurdunda olduğu kadar tüm dünyada da barışı samimi olarak isteyen seçkin bir” dünya yurttaşı” olarak selamlıyor, böylece Atatürk, tüm dünya için “aydınlık geleceğin bir simgesi olarak” yıl boyu saygıyla anılıyordu.

Gerçekten de, çağdaşı devlet adamları olarak örneğin Hitler Kavgam’ ‘kitabını yazıp, diğer ülkeleri istila planlarını pervasızca açıklarken, bir diğeri, Mussolini Akdeniz için “ Bizim Deniz” diyerek eski Roma İmparatorluğunu ihya etme hayallerini güdüyor, bunlara karşılık Atatürk “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” diye yanıt veriyordu. Ayrıca batıda kurduğu Balkan Paktı ile (Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya) , doğuda kurduğu Sadabad Paktı (Türkiye, İran, Irak, Afganistan) sayesinde, Avrupa’nın ortasından, Çin’e kadar bir barış çemberi oluşturuyordu. Böylece barış konusundaki söylemi ile eylemi tamamen örtüşüyordu.

1934 yılında, Çanakkale Şehitleri anıtının açılış töreninde okuması için İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya verdiği metin, bugün Şili’den Montreal’e kadar birçok ülkedeki Atatürk anıtlarının kaidelerine olduğu kadar, yöre insanlarının yüreklerine de kazınmıştır.

“...Bu memleketin toprakları üzerinde canlarını veren kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen anneler, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır...”

Yüreği bu denli insan sevgisi ile dolu, gerçek bir barış adamına bugün tüm dünyanın her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. O geri gelmeyeceğine göre, tek çıkar yol, O’nun izini kaybetmemek.

Hepimiz nöbet başına...ki,

Kar İzleri Örtmesin...

Yrd. Doç. Dr. Orhan ÇEKİÇ
Kullanıcı küçük betizi
Otopsi
Üye
Üye
 
İletiler: 251
Kayıt: Sal Ağu 12, 2008 13:55

Şu dizine dön: Mustafa Kemâl ATATÜRK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x