Kardak Krizi ve Sonuçları / Cem GÜRDENİZ

Kitapları bu bölümde tanıtabilirsiniz.

Kardak Krizi ve Sonuçları / Cem GÜRDENİZ

İletigönderen Balasagun » Pzt Oca 20, 2014 10:25

Kardak Krizi

Resim25 Aralık 1995 günü “Figen Akat” isimli Türk ticaret gemisi Bodrum-Gümüşlük açıklarında bulunan Kardak kayalıklarında karaya oturmuş, tamamen rastlantı sonucu olan bu olay, bahse konu kayalıklar hakkında Türk ve Yunan taraflarının aidiyet iddiasında bulunmaları nedeniyle ciddi bir krize yol açmıştı.

Anılan kayalıklar Gümüşlük sahillerinden 3,8 deniz mili, 1947 Paris Barış Antlaşması ile İtalya tarafından Yunanistan’a devredilen Kelemez (Kalimnos) adasından ise 5,5 deniz mili mesafedeydi. Olay, Türkiye ile Yunanistan arasında deniz sınırlarının halen karşılıklı anlaşma ile belirlenmemiş olması sorununun yeniden gündeme gelmesine neden oldu.

25 Aralık günü kaza yerine ilk gelen, tesadüfen bir Yunan sahil güvenlik botu olmuştu. Bu bot bir yandan Türk gemisine yardım teklif ederken, diğer yandan da geminin Yunan karasularında olduğunu bildirdi. Buna karşılık, Türk gemisinin kaptanı nazik bir tavırla yardım teklifini geri çevirerek, Türk karasularında olduğunu ve Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndan yardım talebinde bulunduklarını söyledi. Türk Dışişleri Bakanlığı ile Ankara’daki Yunan Büyükelçiliği yetkilileri arasındaki bir dizi görüşmelerden sonra, Figen Akat gemisi “Ömür Kurtarma” isimli bir Türk şirketi tarafından kurtarıldı. Bu Türk şirketi, kurtarma işlemi sırasında Türk bayrağı çeken Yunan gemisinin hizmetinden yararlanmıştı. Figen Akat gemisi 26 Aralık 1995’te Güllük limanına çekildi.

Yunanistan Büyükelçiliği, Türk Dışişleri Bakanlığı’na 29 Aralık 1995 günü, 26 Aralık tarihli bir nota göndererek kazanın Yunan karasularında vuku bulduğunu iddia etti. Aynı gün Türk Dışişleri Bakanlığınca Kardak kayalıklarının Türk toprağı olduğu ve bahse konu kayalıkların mülkiyetinin Muğla İli, Bodrum İlçesi Karakaya Köyü kayıtları kapsamında olduğu Yunan Büyükelçisi’ne bir nota ile bildirildi.

Olaylar bu şekilde gelişirken, Yunanistan Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı P. Vlassopoulos, 9 Ocak 1996 günü Türk Dışişleri Bakanlığı’nda Denizcilik-Havacılık Genel Müdür Yardımcısı’nı ziyaret ederek, Kardak kayalıklarının Yunanistan’a aidiyetini ileri süren bir nota verdi. Nota’da, 1932 Sözleşme ve Toplantı Tutanağı’na atfen, “Imia” (Kardak) kayalıklarının 1947 Paris Barış Antlaşması çerçevesinde halefiyet yolu ile Yunanistan’a ait olduğu iddia ediliyordu. Bu çerçevede bu sınırlamanın 3/9 Ocak 1948 tarihli ve 518 sayılı kanunda yer aldığı ve bunun Resmi Gazete’de yayımlandığı, Türk tapu kayıtlarının bir hüküm ifade etmediği öne sürüldü. Yunanlı Müsteşar, sözlü olarak da, Türkiye’nin Yunan toprağı üzerinde doğrudan hak iddia eden bu yaklaşımını ciddi bir olay olarak nitelendirdiklerini, bunun ilişkilerimizi olumsuz etkileyeceğini belirtiyordu.

20 Ocak 1996 tarihinde, Kostas Simitis’in yeni Yunan hükümetini kurmakla görevlendirilmesinin akabinde, konu Yunan basınına sızdırılmıştı. Bunun üzerine, Yunan basını aşırı milliyetçi üslupta Türkiye karşıtı bir kampanya başlattı.

Bu sırada, Kelemez (Kalimnos) adasının Belediye Başkanı, 26 Ocak 1996 günü bir grup adalı vatandaşla kayalıklara gelerek Yunan bayrağı dikti. Bununla beraber ertesi gün Hürriyet gazetesi muhabirleri de bu kayalıklara Türk bayrağını diktiler.

Bayrak dikme olayının ardından Yunanistan, Kardak kayalıklarının Yunan egemenliği altında olduğunu iddia ederek, 29 Ocak 1996 günü öğle saatlerinde bahse konu kayalıklardan doğudakine, 12 kişiden oluşan bir askeri tim çıkarıp, her iki kayalığa Yunan bayrağı çekerek krizi tırmandırdı. Bahse konu kayalıklara Yunan bayrağının çekilmesi, Yunan askerlerinin konuşlandırılması, bölgeye Yunan Donanması’na ait dört hücumbot sevk edilmesi ve Yunan uçaklarının taciz uçuşuna başlaması üzerine, aynı gün Yunan Büyükelçisi Nezeritis, Dışişleri Bakanı Deniz Baykal tarafından bakanlığa davet edilerek kendisine Türkiye’nin tepkisini ileten sert bir nota verildi.

Bu notada, 1932’de Türkiye ile İtalya arasındaki anlaşmaların İkinci Dünya Savaşı öncesindeki siyasi durumunun kendine özgü koşullarında müzakere edilmiş olduğu hatırlatılmış; 4 Ocak 1932 tarihli sözleşmenin [1]  Kardak kayalıkları ile ilgisi bulunmadığı, 28 Aralık 1932 Zabıtnamesinin ise, hukuki açıdan tamamlanmadığı belirtildikten sonra, anılan belgelerin Türkiye ile Yunanistan arasında da geçerli olması için Atina tarafından 1950 ve 1953’te Ankara nezdinde girişim yapılmasının, bu belgelerin geçerliliği hususunda Yunanistan’ın da tereddütleri olduğunu gösterdiği belirtilmişti. O tarihten sonra Türkiye ile Yunanistan arasında bu konuda bir anlaşma yapılmadığına dikkat çekilmişti.

Bu durumda, Oniki Adalar’ın statüsüne ilişkin olarak sadece 1947 Paris Barış Antlaşması’na başvurulabileceğine, bu antlaşmanın 14/1 maddesinde İtalya’dan Yunanistan’a devredilen 14 adanın ismen zikredildiğine, ayrıca “bitişik adacıklar” ibaresine yer verildiğine dikkat çekiliyordu. En yakın Yunan adasına 5,5 mil uzaklıktaki bir kayalığın, ne bitişik ne de adacık olduğu vurgulanmıştı. Bu konuya ek olarak, Ege’deki küçük adalar ile kayalıkların durumunun genel anlamda belirsizlik içerdiği, ayrıca anlaşmada yer alan “bitişik adacıklar” teriminin muğlâk olduğu, bu nedenle bunların aidiyetlerinin müzakereler yoluyla belirlenmesi gerektiği belirtilmiş, Yunanistan’ın bazı küçük adalarla adacıkları yapay ve gösterişli bir şekilde iskâna açma çabalarının herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacağı bildirilmişti.

Ancak, aynı gün Yunanistan’ın yeni başbakanı Kostas Simitis, Ege’deki Kardak kayalıkları krizi konusunda yaptığı açıklamada, Türkiye’yi mesnetsiz iddialarla itham ederek, “Bu veya herhangi bir saldırgan milliyetçiliğe, Yunanistan’ın cevabının, anında, sert ve kararlı olacağını ilan ediyoruz” diye konuşmuştu. Kostas Simitis, 29 Ocak 1996 günü Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında bir açıklama yaparak, “ellerindeki mevcut tüm imkânları Türkiye’ye karşı kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini” ileri sürüyordu.

Yunanistan'ın Kardak kayalıklarına asker çıkartması üzerine Ankara’da yoğun bir diplomatik ve askeri trafik yaşanmış, Dışişleri Bakanlığı’nda Dışişleri bürokratları ile Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı temsilcilerinin katılımıyla bir kriz masası oluşturulmuştu, 29 Ocak 1996 günü Başbakan Tansu Çiller’in başkanlığında Kardak Krizi ile ilgili son gelişmeleri değerlendirmek üzere bir güvenlik toplantısı düzenlendi. Dört saat süren kriz toplantısında ilk aşamada diplomatik yöntemlerin kullanılması eğilimi ağırlık kazandı. Toplantıda, Türkiye’nin “oldubittileri” kabul edemeyeceği, Yunanistan’ın Türk karasularındaki asker ve gemilerini en kısa süre içerisinde çekmesi gerektiği vurgulandı ve Türkiye’nin, Yunanistan’dan toprak talebinde bulunduğu iddiasının tamamen mesnetsiz olduğu belirtildi.

30 Ocak 1996 günü Başbakanlık’ta Kardak Krizi nedeniyle yapılan ikinci toplantıda, kayalıklara Yunan askeri çıkarılması “Türkiye sınırlarının ihlal edilmesi” olarak değerlendirilerek, toplantılarda benimsenen strateji çerçevesinde, Türkiye’nin kendi toprağı olduğunu açıkladığı bir bölgeye yabancı askerlerin çıkarılmasına göz yummayacağı, anlaşmazlığın çok kısa süre içinde çözümlenmemesi durumunda egemenlik haklarının, gerekirse askeri önlemlerle korunması gerektiği vurgulandı.

Ancak, Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı olarak yaptığı bu işlemi sona erdirmek şöyle dursun, bu kayalıkların kendilerine ait olduğunu iddia ederek, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne mensup gemilerin karasularından çekilmesini talep etti.

Türkiye, bütün tahriklere karşı serinkanlı tutumunu sürdürmüş, olaya diplomatik yollardan çözüm aramıştı. Ancak, bütün bu diplomatik girişimlere rağmen, Yunanistan’ın ısrarlı tutumunu sürdürmesi üzerine Türkiye, tepki göstermek, kendini savunma hakkını kullanmak suretiyle, olası bir çatışmaya karşı hazırlık yaptı. Donanma Komutanlığı’na bağlı gemiler çıkabilecek bir çatışma için kriz bölgesine intikale geçirilmiş, TCG Yavuz, 29 Ocak 1996 tarihinden itibaren hücumbotlarla birlikte Kardak kayalıkları bölgesinde konuşlandırılmıştı. Aynı gün, Karadeniz’de taktik eğitimde bulunan savaş gemilerimiz de Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Ege Denizi’ne açılmıştı.

Deniz Kuvvetleri unsurlarının Karadeniz ve Gölcük’ten intikaller dahil, Ege’ye yayılmaları ve konuşlanmaları son derece süratli bir şekilde 16 saat içinde tamamlandı. Yunanistan’ın devam eden olumsuz tutumu ve bölgeden asker ve gemilerini çekmemesi nedeniyle, 30-31 Ocak 1996 gecesi saat 01.00’de sancak gemisi TCG Yavuz’da bulunan Güney Görev Grup Komutanı Tuğamiral Aydın Gürül [2]  taktik komutasında başlayan harekâta, Deniz Kuvvetleri’ne bağlı SAT timleri katıldı ve saat 01.40’ta SAT timlerimiz, Yunan askeri bulunmayan batıdaki kayalığa çıkarak, kayalıktaki Yunan bayrağı indirdiler ve yerine Türk bayrağını diktiler.

SAT komandolarının Yunan askeri bulunmayan bitişik kayalığa çıkıp, Türk bayrağını dikmesinden sonra Yunanistan geri adım atmak zorunda kaldı. ABD’nin de girişimi üzerine, taraflar arasında mutabakat sağlanarak, her iki taraf kendi kuvvetlerini geri çekmeyi ve tartışmalı kayalıklar üzerinde herhangi bir askeri faaliyet yapmamayı kabul ettiler.

Nitekim 31 Ocak 1996 sabahı saat 06.30’dan itibaren Yunanistan’a ait iki firkateyn, üç muhrip, dört hücumbot ve iki sahil güvenlik botu bölgeden ayrılmaya başladı. Saat 08.00’de her iki kayalıktaki bayraklar indirilmiş, personel tahliye edilmiş ve gemiler bölgeyi terk etmişti, Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya 29 Ocak günü Başbakanlık’ta yapılan toplantı ve sonrasına ait gelişmeleri şu şekilde anlatıyor: [3] 

“...Başbakana, hükümetin talimatı doğrultusunda Kardak’ta girişilecek her nevi askeri harekâtı başarıya ulaştırmak konusunda teminat verdim. Ada bizim olduğuna göre, mesele buradaki kararlılığımızı Yunanistan’a gösterirken olayın lüzumsuz bir şekilde tırmanmasına meydan vermemektir... Ertesi gün Yunan Büyükelçisi Dışişlerine çağrılarak, 24 saat içinde adadaki askerlerini geri çekmediği takdirde, Türkiye’nin hareketinde serbest olacağı bildirildi. Bu arada SAT komandolarımız gece bölgedeki 12 Yunan savaş gemisinin arasından geçerek, Batı kayalığa çıktı. Oradaki Yunan bayrağının yerine de Türk bayrağını çekti.” [4] 

30 Ocak gecesini 31 Ocak gününe bağlayan kritik saatlerde çıkış noktası olarak tespit edilen Gümüşlük sahilinde bulunan SAT timinin komutanı olan Üsteğmen Ali Türkşen gelişen olayları şu şekilde anlatıyordu: [5] 

“30 Ocak saat 16.00 civarında, ağırlıklarımızla havayolu ile Dalaman’a intikal ettik. Aksaz Üs Komutanlığının bize sağladığı ulaştırma vasıtaları ile süratle Bodrum Askeri Kampı’na geçtik. Gelişmekte olan olayların bize en azından 24 saatlik bir hazırlık süresi tanıyacağını beklerken, olaylar çok hızlı gelişti ve Bodrum Kampı’na vardığımızda ‘Bu gece Batı kayalığına çıkıyorsunuz’ emrini aldık. Kampta yaklaşık iki saat kalıp 23.00 dolaylarında Gümüşlük’e intikal ettik. 12 kişilik bir timle Gümüşlük’ten 6.000 yarda mesafedeki kayalıklara bölgede karakol icra eden Yunan savaş gemilerine gözükmeden intikal edecektik. Hazırlıklarımızı 00.15 sularında tamamladık ve iki zodyak bot ile ileri harekete geçtik.

Diğer botta tim Komutan Yardımcısı Üsteğmen Ercan Kireçtepe vardı. Kayalıklara ağır ağır yaklaşmaya başladık. Etrafta Türk ve Yunan savaş gemileri seyir fenerlerini maskelemiş olarak karakol yapıyorlardı. Biz adaya, onlara görünmeden saat 00.50 civarında çıktık. Derhal çevre emniyetini aldık ve kayalıkta Yunan askeri olmadığını tespit ettikten sonra, mevzilendik. Son durumu 01.42’de TCG Yavuz’da bulunan Güney Görev Grup Komutanı Tuğamiral Aydın Gürül’e rapor ettik. Bu arada Yunanlıların bizim kayalığa çıktığımızı tespit edemediklerini gördük. Ancak yaklaşık üç saat sonra bir Yunan helikopteri kayalıklara doğru geldi, önce sahili taradı, daha sonra üzerimize gelerek bizi ışıldakla aydınlattı. Ancak ateş açmadı. Bizi tespiti müteakip ayrıldı. Biz kayalığa çıktıktan kısa bir süre sonra Yunan bayrağı yerine Türk bayrağını dikmiştik.

Yunan helikopteri bunu da gördü. Bu helikopter bizi tespit ettikten kısa bir süre sonra gemisine inişe geçerken yaşadığı bir teknik arıza nedeniyle denize düştü. Sabah 07.30’da, Tuğamiral Gürül, iki kayalıktaki bayraklar aynı anda arya edilerek, iki kayalık eşzamanlı boşaltılacak dedi. Ben doğu kayalıktaki Yunanlıları izlemeye aldım. Onlar tam 08.00 civarında arya ettiler. Biz de 08.15’te arya ederek kayalığı terk ettik. Daha sonra da Aksaz’a döndük. Bölgede Temmuz ayına kadar kalarak eğitimlere devam ettik. Bu arada 15 Şubat tarihinde Aksaz Limanı içinde helikopter SAT müşterek eğitimlerinden birinde maalesef bir kaza oldu ve çok değerli bir subay ve dört astsubay SAT personelimizi kaybettik. Nur içinde yatsınlar.”

Kardak Krizi esnasında denizdeki taktik komutan olarak görev yapan o zamanki rütbesi ile Tuğamiral Aydın Gürül ise 30 Ocak gecesi ve 31 Ocak sabahını şöyle anlatıyordu: [6] 

“Bölgedeki Yunan gemilerine görünmeden batı kayalığa çıkan SAT komandolarımız, 01.42’de görevin tamamlandığını, Türk bayrağının toka edildiğini bana rapor ettiler. Ben de ceptelefonu ile Deniz Kuvvetleri Komutanı’na durumu rapor ettim. On dakika sonra televizyon kanallarında Dışişleri Bakanı Baykal’ın ‘Batı kayalığına çıkıldı’ demeci duyuldu. Yunan firkateyni Navaro olayı araştırmak için, derhal helikopterini kaldırarak batı kayalığına gönderdi. Dönüşte helikopterden acil durum fişeği atıldığını gördük.

Derhal hava acil muhabere devresi 243,0 Mhz ‘guard’ devresine girerek, TCG Yavuz’un uluslararası çağrı adıyla çağrı yaparak, acil yardım isteyen helikopteri iniş için kabule hazır olduğunu bildiren ‘green deck-güverte yeşil’ ilan ettik. Ancak o, ısrarla Navaro’ya yaklaşmak istedi. Daha sonra gözden kaybettik. Radarda da göremedik 02.15 gibi düşmüş. Sabah 07.45’te Navaro’dan bir mesaj aldık. VHF, Kanal 16’dan gelen bu mesajla Yunan tarafı bayrakları 08.00’de aynı anda arya etmeyi teklif etti. Ben, zaten Kuvvet Komutanı’ndan bu yönde talimat aldığımdan bu teklifi kabul ettim. 08.15’te bu kez ben, karşı tarafa, 08.30’dan itibaren adadaki birlikleri aynı anda çekmeyi teklif ettim. Onlar da bunu kabul ettiler. Bu şekilde bölge 31 Ocak sabah 11.00 sularında tamamen boşaldı.”

Deniz Kuvvetleri Kardak bölgesindeki askeri varlığını uzun süre devam ettirdi. 2004 yılından itibaren bu varlık görevi. Sahil Güvenlik Komutanlığı sorumluluğuna verildi.

Kardak Krizi’nde fiilen görev alan Tuğamiral Aydın Gürül, SAT Tim Komutanı Albay Ali Türkşen ve Tim Komutan Yardımcısı Yarbay Ercan Kireçtepe ise kaderin bir cilvesi olsa gerek(!), Balyoz ve Kafes tertipleri ile 2009 yılından sonra tutuklandılar.


ABD’nin İkinci Silah Ambargosu

Kardak Krizi’nin artçı şokları krizden çok daha büyük kırılmalar yaratacaktı. ABD Deniz Kuvvetleri’nden Türkiye’ye transferi, kongreden onay bekleyen TCG Gaziantep (Ex-USS Clifton Sprague) ile Florida’da bulunan müstakbel TCG Gemlik (Ex-USS Flately) ve TCG Giresun (Ex-USS Antrim) firkateynlerinin Türk Deniz Kuvvetleri’ne devir işlemleri artık ABD’deki Yunan lobisinin etkisine giriyordu.

Her ne kadar üç geminin Kongre onayı 1996 baharında çıktıysa da, gemiler 15 yaştan genç ve 4000 tondan büyük olduğu için 30 gün süreli Kongre İkaz (Congressional Notification) süreci başlatılmıştı. Bu arada üç geminin tüm personeli olan 660 kişi sorun çıkmayacak öngörüsü ile 1996 baharında ABD’ye intikal ettirilmişti. Ancak, Mayıs başında Yunan asıllı Maryland Senatörü Spiros Sarbanes’in Kardak Krizi’ni bahane gösteren itirazı neticesinde gemilerin Türkiye’ye transferi resmen durduruldu. Çok yoğun diplomatik girişimler ve hatta Mayıs ayındaki ABD ziyaretinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e verilen sözlere rağmen transfer engellendi. Demirci’den hemen sonra ABD’yi ziyaret eden Yunanistan Cumhurbaşkanı Stephanopoulos’a gemilerin Türkiye’ye verilmeyeceği söylenmişti.

Senatör Sarbanes, Türkiye’yi hem Kardak Krizi’ni yaratmak hem de Yunan egemenliğine saldırıda bulunmakla suçluyor ve böylesine ciddi bir krizin yarattığı endişe ortamı mevcutken, Türk Deniz Kuvvetleri’ne hava savunma yeteneklerini ciddi bir şekilde artıracak bu sınıf gemileri transfer etmenin bölge barışına hizmet etmeyeceğini ileri sürüyordu. Bu şekilde ABD Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonraki silah ambargosuna benzer küçük çaplı bir ambargoyu uygulamaya sokmuş oluyordu. Üç gemi ancak 1998 yılı içinde Türkiye’ye verilecekti.


Kardak Krizinin Sonuçları

Yunanistan Kardak kayalıklarına askeri kuvvet göndermemiş olsa, yukarıda sözü edilen bayrak dikme yarışı masum sayılabilirdi. Ancak, uluslararası hukuk açısından, Yunanistan’ın Kardak’a asker çıkarması açıkça bir saldırı eylemi, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak ikinci maddeleri kapsamında ise Türkiye’nin ülke bütünlüğüne yönelik bir askeri işgal eylemidir ve Türkiye’nin kendini savunmak maksadıyla uygun karşı harekette bulunması hakkını doğurmuştur. Aslında bu kriz dünya kamuoyuna küçücük bir kaya parçası etrafında koparılan fırtına olarak sunulmuşsa da, sorunun kaya parçaları sorunu olmadığını deniz stratejistleri ve jeopolitik uzmanları çok iyi bilmektedir.

Kardak Krizi ülkemizde çok sık eleştirilmiştir. Bir kaya parçası yüzünden iki ülke donanmalarının karşı karşıya gelmiş olması bu eleştirilerin ana temasıdır. Aralarında akademisyenlerin de olduğu bu kişiler, Kardak ve benzeri formasyonların Türkiye’nin deniz çıkarları ve gelecekteki deniz yetki alanlarına etkilerini değerlendirmiyor, bu tip egemenlik devri tartışmalarının yaşandığı diğer alanları da bilmiyor olsa gerekir. Belki biliyorlar ve hizmetinde oldukları emperyal kuvvetlere itaat ve biat kültürü içinde görmezden geliyorlardır.

2012 itibarıyla dünyada en ciddi egemenlik sorunu yüksek seviyede doğalgaz, petrol ve nadir maden potansiyeline sahip Güney Çin Denizi’nde yaşanıyor. Japonya ile Çin arasında Diayou (Çince) ve Senkaku (Japonca) adacığı sorunu silahlı çatışma riski yüksek bir sorun alanı olmaya devam ediyor. 2012 yılı sonunda Çin, bu sorunda ABD’nin taraf olmaması gerektiği uyarısında bulundu. Çin’in jeopolitik sorunlu komşusu Tayvan bile bu krizde Çin’in yanında yer aldı.

Uzak Asya’da bu adacık dışında. Güney Kore ile Çin arasında Socotra kayalıkları; Japonya ile Güney Kore arasında Dokto adacığı; Vietnam’ın Çin ile Parcel adacıkları; Japonya ile Rusya Federasyonu arasında Kuril adaları; Çin, Vietnam, Malezya, Filipinler, Tayvan ve Brunei arasında Spratly adaları sorunları var. Diğer yandan Güney Atlantik’te Arjantin ile İngiltere arasında Falklands adaları; Akdeniz’de İspanya ile Fas arasında Ceuta ve Mellila adacıkları, Kardak benzeri egemenlik devri sorunlarına örnek gösterilebilir.

Bu listeye şaşırma bir şekilde çok sıkı iki müttefik olan ABD ve Kanada’yı da ekleyebiliriz. İki ülkenin Atlantik Okyanusu sınırında yer alan Machias Seal adacığı, belki de başta Amerikalılar olmak üzere Kardak Krizi’ni eleştirenlere verilecek en güzel örnektir. Dünyanın ekonomi ve askeri devi olan ABD, son 200 yıldır Kanada devletinin devlet uygulaması kapsamında yatırım yaptığı ve yetki alanında gösterdiği bu adacığın kendine ait olduğunu gündeme getirdi. Her ne kadar 70’li yıllarda her iki ülke bu konuda Uluslararası Adalet Divanı’na gitmişse de, divan bir karar verememiş ve konu sürüncemede bırakılmıştı. 21. yüzyılda deniz diplerinin gelecek için vazgeçilmez ve devredilemez önemi artınca görünen o ki, ABD tekrar konunun üzerine gitme karan almıştır.

ABD, 1783 yılında İngiltere tarafından kendilerine devredilen bu adacığın egemenliğini geri almak için girişimlere 2012 yılı içinde tekrar başlamıştır. Zengin doğalgaz ve ıstakoz kaynaklarına sahip olan bu adanın deniz yetki alanı, diğer benzeri sorun alanlarında olduğu gibi söz konusu mücadelenin asıl kaynağı olmuştur. ABD, bu süreçte haklıdır. Zira uluslararası hukuk aynen devlet uygulamalarına değil, hukuki egemenlik devrine bakmaktadır. Burada konik olan, Kardak Krizi’ni en çok eleştiren ve Türkiye’ye bir nevi kapalı silah ambargosu uygulayan ABD’nin bulunduğu durumun Türkiye ile aynı olmasıdır.

Gelelim tekrar Kardak Krizi’ne, bu konuda deniz hukukçusu Ali Kurumahmut Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar isimli eserinde şunları söylemektedir: [7] 

“Anlaşmalarla devredilmeyen adalar üzerinde Yunanistan’a egemenlik hakkı verecek bir deniz sınırı yoktur. Yunanistan tarafından bu amaçla ileri sürülen 28 Aralık 1932 tarihli metin, bir uluslararası antlaşma değildik Bu metnin uluslararası antlaşma olabilmesi içte gerekli işlemler yapılmamıştır. İmza, onay ve tescil işlemlerinden geçmemiştir. Bu metin, 4 Ocak 1932 Antlaşması’nın da eki değildir. Üstelik bir uluslararası antlaşma olmadığını Yunanistan ve üçüncü devletler de zımnen kabul etmişlerdir. Yunanistan böyle bir metne dayanarak Kardak kayalıklarıyla benzer statüde bulunan diğer coğrafi formasyonlar üzerinde egemenlik iddiasında bulunamaz.”

Benzer bir yorum Profesör Sertaç Hami Başeren tarafından Ege Sorunları isimli kitapta şu şekilde dile getiriliyor: [8] 

“Ege’deki egemenlik uyuşmazlığına konu olan ada, adacık ve kayalıklar Kardak kayalıklarından ibaret değildir. Kardak kayalıkları üzerindeki hâkimiyeti tayin eden ölçüler, Ege’de bulunan 150 kadarının üzerindeki hâkimiyeti de belirleyecektir.”

Sorun, sayıları yaklaşık 150 civarında olan ve Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklın (EGAYDAAK) sahip olduğu karasuyu ile bunun gelecekte Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı paylaşımına etkileridir. Sorun, Türkiye’nin denizcileşmesi ile Yunanistan’ın Ege’yi tek taraflı sahiplenmesi arasındaki sürtüşmenin dışa vurumudur.

Aslında Kardak Krizi’nin üzerinde keçilerin otladığı iki kaya parçasının aidiyeti sorunu olmadığını her iki taraf da biliyordu. Sorun, denizcileşen Türkiye’nin Ege merkezli stratejik iradesinin test edilmesiydi Yunanistan 29 Ocak 1996 günü bu testi, kendi iradesi ile başlattı. Sonuç Türkiye’nin lehinde gerçekleşti. Bu sonucun sebepleri “Cumhuriyet Donanması”nın yüksek hazırlık durumu, eriştiği göç seviyesi ve Aksaz dahil yeni konuşlanmasının sağladığı stratejik avantajlardı. Donanma, 1974 yılı ile kıyaslanamayacak derecede güçlü, enerji dolu ve gelecekten umutluydu.

Cumhuriyet Donanması, Kardak Krizi ile gelişen her türlü duruma kısa sürede reaksiyon gösterebileceğini ispatlamıştı. Ege Denizi’ndeki Foça ve Aksaz üslerinin yanı sıra, Gölcük gibi kapalı bir coğrafyadan Marmara ve Çanakkale boğazlarını aşarak Ege’ye çok kısa sürede çıkabilmiş ve bölgeye Yunan donanmasından önce intikal etmişti. Bu süratli intikal donanmaya konuşlanma üstünlüğü kazandırmış ve durumsal farkındalığının ne kadar yüksek okluğunu göstermişti.

Kardak Krizi sonrasında Genelkurmay Başkanlığı’nda Genel Plan Prensipler Başkanı’na bağlı Yunanistan ve Kıbrıs Daire Başkanlığı kurulmuştur. Diğer komşularımızın daha dengeli ve itidalli tutumu yanında Yunanistan’ın sürekli oldubitti politikaları peşinde koşması ve fırsatlar kollaması Türkiye’yi böyle bir karara sevk etmiştir. 4 Ağustos 1996’dan itibaren Tümamiral Mustafa Özbey başkanlığında kurulan bu daire, gerek her iki ilgi alanındaki gelişmelerin takip edilmesi, gerekse Dışişleri Bakanlığı ile ortak politika ve strateji üretilmesi yönlerinden çok yararlı bu başlangıç olmuştur. Türkiye’nin Ege ve Kıbrıs’taki çıkarlarını korumaya odaklı bu daire başkanlığında görev alan amirallerin pek çoğunun Balyoz Tertibi ile 2011 yılından itibaren tutuklanmış olmaları Türkiye üzerinde oynanan kirli savaşın boyutlarını ortaya koymaktadır.

Dipçe:
 [1]  4 Ocak 1932 tarihli Ankara Antlaşması, Anadolu sahilleri ile Meis Adası arasındaki ada ve adacıkların ve Bodrum Körfezi karşısındaki adanın ciheti aidiyeti hakkında İtalya hükümeti ile akdedilen bir anlaşmadır.
 [2]  Emekli Amiral Tümamiral Aydın Gürül Balyoz tertibi ile 11 Şubat 2011’den itibaren Silivri’de tutsak edilen amiraller arasındadır.
 [3]  Taner Baytok, Güven Erkaya, Bir Asker, Bir Diplomat, Doğan Kitap, 2001, İstanbul, s 103.
 [4]  Batı kayalığından indirilen Yunan Bayrağı halen Gölcük Deniz Müzesinde sergilenmenektedir.
 [5]  Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen ile 5 Temmuz 2011 tarihinde yapılan söyleşi.
 [6]  Emekli Tümamiral Aydın Gürül ile 18 Ağustos 2011 tarihinde yapılan söyleşi.
 [7]  Ali Kurumahmut, Ege’de Temel Sorun, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1998 , s. 123.
 [8]  Sertaç Hami Başeren, Ege Sorunları, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Ankara, 2006, s. 49.


Cem GÜRDENİZ, “Hedefteki Donanma”, s. 156~165
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Kitap Tanıtımları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x