Kaybolduk. Yıllar kayboldu, hiç yaşamadık sanki o yılları. Cumhuriyetin güzel yıllarını… Birilerinin emrindeki kiralık buldozerler (yoldüzler) önce kürüyorlar yolları. Bildiklerimizi alt üst ediyorlar. Cumhuriyetin yolu bozuluyor. Yolun şekli, girintisi çıkıntısı, dönemeci, taşı, toprağı, asfaltı hiçbir şeyi kalmıyor. Son hızla geliyorlar. Derler ya, yoluna çıkanı ezip geçene buldozer gibi geliyor, işte öyle... Geçmiş yılların üstüne kepçe kepçe zift dökerek, sonra üstünden bir güzel geçerek… Üstünden geçtikleri, dümdüz ettikleri bizim geçmişimiz. Geçmişi her yerden siliyorlar, geçmişimizi gelecek kuşaklara göstermemek, unutturmak için… Geçmişi karalayarak, değiştirerek, geçmişin aşağılık insanlarını iyi göstererek, yalanlar diyerek geçmiş yıllarımızı gözümüzün önünde dümdüz ediyorlar.
Ne biz çoktandır eskisi gibiyiz, ne ülkemiz eski bildiğimiz ülke…
Tüm Cumhuriyet değerlerinin alt üst edildiği, Cumhuriyetin doğrularına yanlış, yanlışlara doğru denildiği, kahramanlarına kötü, kötülere iyi denildiği, devlete silah çekenlerin elebaşısı azılı katile bile lider denilmesine göz yumulan, buna izin verilen bir ülke oldu ülkemiz… Üçüncü Dünya’nın zavallı uluslarıyla, geri ülkeleriyle bir tutulan bir ülke… Reyhanlı kırımıyla (katliamıyla) neredeyse Ortadoğu Arap bataklığına sokulan, insanları diğer Müslüman ülke halkları gibi toplu kıyıma uğratılabilen bir ülke…
Türkiye’nin, yabancılar kredi notunu artırmışlar önceki gün, Türkiye bu ülkelerle aynı seviyeye geldi diye de yandaş basın yayında bayram edildi. Kimlerle mi bir seviyeye erişmişiz? Ezik çizik, ufak tefek ülkelerle, uzun yıllar sömürge olan, daha düne kadar iç savaş yaşayan ülkelerle… Kolombiya, Peru, İzlanda, Endonezya, Romanya, İspanya gibi ülkelerle aynı seviyeye gelmişiz. Yarıştığımız, kıyaslandığımız ülkeler bunlar… Bunlardan eski sömürgeci İspanya’ya ekonomisi battı batacak denmiyor muydu?
Bir Türkiye’ye bakın, bir onlara… Bizim geçmişimizi, yakın tarihimizi düşünün… Vatanda ne var ne yok sata sata ülkemizi ancak bu noktaya getirebilmişler. Buna seviniyorlar… Aşağılık duygusu sarmış hepsini…
*
Devletin radyosunda gece yarısından sonraki saatlerde her gece ardı ardına şarkılar çalınır, söylenir. Dinleyenler bilirler. Türk’ün kendi öz müziği, türküsü şarkısı söylenir burada - hiç kesintisiz olarak - gece yarısı oldu mu… Başka yerde arasanız yok. Çünkü müziğimizi gençliğimizin elinden çoktan aldılar, onları arabesk dinlemeye, yabancı müzik, pop müzik dinlemeye tutsak ettiler… Burada şimdilik yaşıyor bu müziğimiz… kör topal da olsa… Müziğimiz: Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği… Haber saatleri biter. Beyne işleme, algı değiştirme saatleri biter… İnsanları şöyle bir serbest bırakırlar nihayet…
Az önce bu şarkı söyleniyordu:
“Kayboldum kaybolan yıllar içinde,
Gönlümce bir zaman yaşayamadım.
Ağladım mı, güldüm mü? / Yaşadım mı, öldüm mü?
Bir kısa gün gibi bir ömür geçti de anlayamadım.”
Gündüz, bir düşman radyosuymuşçasına haber yayını yapan, aralarda şımarık kadınları – erkekleri, kıkırık kikirik kişneten, konuşturan, kültür yayını yapacağına, fındıkkabuğunu doldurmayan konuları işleyen, etnik kökenleri kaşıyan, iktidar borazanlığını elinden bir an bırakmayan Türkiye Radyoları burası. Dört numaralı radyo. Akşam saatlerinde eski dil övgüsüyle, eski dille söylenen, eskide kalan, tek sözcüğü Türkçe olmayan, anlaşılmaz sözlü şarkıların, bunların bestecilerinin tanıtımıyla uğraşan, gündüz ve akşam yayınlarına bu nedenle dayanılamayan bu radyo, ancak bu saatlerde beyne saldırı yayınlarına ara veriyor.
Kesintisiz bant yayını yapıyor, kimse araya girmeden şarkılar sırasıyla akıp gidiyor…
Bu şarkıyı bildim bileli severim ama bu bayram gecesinde şarkı içime bir başka dokundu.
Vatanımız ulusumuz beyinlerde kayboldu kaybolacak… El atılmadık değerimiz kalmadı. Ezilip parçalanmayan bir yanımızı arasanız bulamazsınız. Böyle giderse, daha sürerse bu saltanat işimiz iş… Sonunda genç kuşaklar kimliksiz yetişecekler. Sömürgecilerin tutsağı gibi olacaklar kendi ülkelerinde, yabancı kültürlerde eritilecekler… Sılada gurbeti yaşayacaklar…
Yurtdışındaki Türkler eskiden anavatana imrenirdi. Ah bir kez olsun ömrümde şu ulusal bayramlarımızdan birini yurdumda geçirebilsem derlerdi. İç çekerlerdi…
Şimdi tam tersini yaşıyoruz. Sular tersine akıyor, rüzgâr tersten esiyor, güneş ters yönden doğuyor vatanda…
Nasıl bayramlardan nasıl bayram günlerine geldik…
Nasıl devlet adamlarından nasıllarının eline düştük…
Aslında biz dün bayram kutlamadık.
Yollara dökülüp yürümenin, kırmızı bayrak seliyle bir araya gelmenin adı bayram kutlama değildir:
Uyarıdır! Haykırıştır! Şaşıranlara, hainlere gözdağıdır! Halk burada demektir onlara! Biz buradayız!
Kendimizi aldatmayalım. Bize bayram kutlatmıyorlar artık.
Bir sorunumuz daha var. Bu önemli günlerde gösteri yapan, yürüyen grupların arasına sızıntılar olduğu söyleniyor…
Yine TRT bayramda bayramdan tek kelime etmeyen, yabancı filmlerle Türk çocuklarını, canlı spor yayınlarıyla yetişkinleri oyalayan bu iktidarın elindeki devlet kanalı akşam haberlerinde kendilerine “Genç Türk” diyen gruptan epey söz etti. Gösterdi. Bu nedenle ilgimi çektiler...
Kendilerine “Genç Türk” diyen bu grup bayramda epey öne atılmış. Devletin simgesini kocaman yazmışlar, bayramda göğüslerinde taşıyorlar. Bayramda Atatürk resmi taşırsın, rozet takarsın yakana, törende eline bayrağını da alırsın, peki tüm gövdende kol kadar kalın yazılan “TC” ne için? İktidar, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önderimize değil, kurumlarımızın önündeki Türkiye Cumhuriyeti adına bile dayanamıyor; bölücülerle birlikte bir oyuna hazırlanıyorlar, sinsi planların işaretleri bir bir ortaya döküldü biliyoruz. Yine de Türkiye Cumhuriyeti simgesini kaldırmaya kalkışanlara karşı yapılan bu karşı çıkmanın (protesto), yapılanı kınamanın bu bayramla ne ilgisi vardı? Sonra, bunu TRT neden öne çıkardı? İşine gelmeyeni göstermeyen TRT haber kanalı bunları neden görüverdi? Bir de Atatürk maskeleri takmışlar. Kalpaklı Atatürk’ün baş resmi, altında kısa kollu Amerikanca yazılı yazısız, “Miki” fareli, faresiz kısa kollu tişörtlü (gömlekli) gençler… İyi niyetli olmalılar çoğu, kuşku yok ama kendilerine uzaktan bir baktılar mı? Karnaval da gibiler… Sonra, kalpaklı Atatürk resmi maskesinin altına kısa kollu gömlek giyilmesine kim izin verdi? Nasıl görünüyorlar?
Böyle bir maske takmak nasıl akıldır?
Bayram günü bunları yapmakla yalnızca gülünç olunuyor, başka bir şey değil… Düşmanlar kıs kıs gülüyordur. “TC için Türk milleti ayakta” mitingiymiş bu yapılan. Neden 19 Mayıs’ta? Kurtuluşa giden yolu açan gün olan 19 Mayıs’ta değil de, daha önce daha sonra tüm bunlar yapılamaz mıydı?
Bu günlerde her toplu hareket, her yapılan toplu uyarı çok çok önemli bunu herkes biliyor… Yine de bayramı bayram gibi kutlamayı istiyor gönlümüz. Ulusal bayramlara göz dikenlere, ulusal bayramları bayram gibi kutlatmayanlara inat… Bunu öğretmen yüreğiyle istiyoruz…
Yüzlerce metrelik Türk bayraklarını dolaştırdı vatandaşlarımız sokaklarda, yollarda, genci yaşlısı… Samsun’da başlattılar bayrağımızı yürütmeye canlı bedenler üzerinde… 1919 metrelik ay yıldızlı al bayrak kıvrıla döne almış başını gidiyor… Göz kamaştıran, düşmanları ürküten görüntüler oluşturuldu. Bakmaya doyulmayacak görüntüler. Bayrak olmuş, kırmızıya kesmiş yürüyen insanlar... Her türlü kısıtlamaya, her türlü baskıya karşı kendinden oluşturulan, meydanlara sığmayan bayrak selleri… Kırmızı beyazlı kalabalıklar… Yer gök bayrak! Yer gök büyük kurtarıcımız Atatürk’ün resmi!..
Bu güzellikleri yaşatanlar, Atatürk’te, bayrakta birleşenler, daha çok güzellikler yaşatırlar vatana, korkuları bu, bayram yaptırmayanların…
Bilgilerimizi yenilersek:
Kutlama, tören yapılarak kutlanır. Bir olayın bir değerin anlam ve öneminin güçlendirilmesidir tören. Bayram, özel kutlanan güne denir. Törenle kutlanan…
Miting açık havada yapılan gösteri, dikkat çekme, uyarma amaçlı toplantı demek. Bayram töreni düzenlemek ise bayramı kutlamak anlamına gelir.
“Bu gün bir şeye (tehlikeye, ihanete) dikkat çekme, uyarma gösterisi mi yapıldı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı mı kutlandı?”
Bunun yanıtını kesin olarak söylemeliyiz. Bazı iktidar zevatı bayram kutlamaktan söz ediyor da… Kimi Amerikan vadilerinde, kimi orada kimi burada, bayramımıza bayram dememek, devletimizin kurucusuna minnetlerini göstermemek, yüce önderimizin huzurunda saygı duruşunda bulunmamak için ne mümkünse yaptılar… Kapalı salonlarda Çin dansı izlemek, yabancıları, onların danslarını, oyunlarını alkışlamak… Atatürk’e, şehitlerimize saygı duruşunda bulunulmadan, İstiklal Marşı okunmadan bayram geçirilir mi? Başkent Ankara aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın yönetildiği merkez değil mi? Bayramın hası burada kutlanmaz mıydı eskiden? Samsun ‘un Kurtuluş’ta ayrı bir yeri yok mu? Samsundan yola çıkan bayrağı koşucu gençler(atletler) taşır, Amasya’dan başlayarak yol üstündeki önemli illerden geçerler, bayrağı 19 Mayıs günü Ankara’ya ulaştırırlardı… Ankara’da bu bayrak tören alanında cumhurbaşkanına teslim edilirdi. Şimdi anlayış bambaşka…
Millî mücadelenin başlangıcından, Kurtuluş Savaşından, Atatürk’ten tek söz etmemek onlara göre bayram… Papaz eli sıkmak bayram… Baba ana eli öpmek bayram…
Bayramlar anma günlerimiz olduğu kadar gurur günlerimizdir. Tarihimizle övündüğümüz günler. Çocuklarımıza gençlerimize geçmişi anımsattığımız günlerdir, geçmişin şanlı sayfalarını, atalarımızı, şehitlerimizi, yurdu için can verenleri anma günleridir ulusal bayramlar…
Neden bayramları bayram gibi kutlatmıyorlar artık?
Bunun nedenleri açık değil mi? Türk tarihiyle barışık olmamak… Başka niyetler beslemek…
Bayram gününü anma, kutlama genç kuşaklarda ulusal duyguları güçlendirir.
Ulusal bayram açık havada kutlanır. Oranın (yaşanılan yerin) en büyük meydanında, alanında bir araya gelinir. Bayram geçit törenleriyle başlar. Selamlamak, saygı duruşu…
Devletle millet bütünleşmesi…
Ordumuzla gurur duyarız ilk önce. Türk askeri ile. Sonra yetiştirdiğimiz çocuklarımızla, gençlerimizle. Kutlamaları, gösterileri çocuklarımız yapar. Gençlerimiz, güvenlik güçlerimiz… Türk Hava Kurumu da katılır onlara. İzciler, dernekler, kuruluşlar, topluluklar kendi simgeleriyle boy gösterirler. Gazilerimize yer ayrılır… Bayrama okullarda hazırlanılır. 30 Ağustos Zafer Bayramı dışında diğer bayramlar, diğer üç bayram ( Cumhuriyet, Milli Egemenlik, Gençlik ve Spor) böyle kutlanır. Yetişkinler de seyreder, alkışlar. Fener alayları, temsiller, konserlerle kutlamalara devam edilir…
19 Mayıs, aynı zamanda “Atatürk’ü Anma” günüdür. O hafta Atatürk’ü anma etkinlikleri düzenlenir.
Bayram günleri, geçit törenleri için, yapılan etkinlikleri izlemek, ulusumuzla övünç duymak, bir ulus olduğumuzu bir kez daha hep birlikte anımsamak için meydanlarda, statlarda toplanırız. Önce günün önemini anlatan konuşmaları o yerin devlet temsilcisinin ağzından dinleriz. Bayramımızı devlet temsilcileri tebrik ederler, halka seslenerek kutlarlar.
Hep bir ağızdan İstiklal Marşı okuruz. Geçit törenlerinde bayraklar, flamalar en önde gider. Müzik grupları varsa marşlar çalarak yürürler.
Meydanlarda halk oyunları oynanır. Beden eğitimi gösterileri, dans gösterileri, spor gösterileri yapılır… Gençliğe Hitabe okunur. Gençliğin yanıtı bir ağızdan verilir. Şiirler söylenir…
İki yıldır bunlar yok.
Her ulusal günümüz neredeyse uluslararası bir güne çevrildi. Karnavala döndürüldü. Bayramın özü alındı, kalan posayı çiğneyip ezip duruyorlar…
Kendi ülkesinde vatansız bırakılan, vatan toprakları herkese karşılıksız satılabilen, savaşa sokulmak istenen, suları yağmalanan, kıyıları paylaşılan, ordusu dağıtılan, teröristi elinde silahıyla serbest bırakılan bir ülke artık bizim ülkemiz…
Bunu çok sevilen Eskişehir Belediye Başkanı da demiş bayram ertesinde.
“19 Mayıs’ta ağlayabilirdim.” demiş, Büyükerşen. Şöyle söylemiş:
“ Bugün 19 Mayıs ama biraz hüzünlüyüz ve buruk duygular içindeyiz galiba… Ne doğru dürüst kutlama yapılabildi, ne de tören… Özellikle bu 19 Mayıs gününde çok hüzünlüyüm. İlk defa Eskişehir’de 19 Mayıs kutlamaları böylesine sefil bir şekilde yaşandı.”
Neden böyle düşündüğünü de açıklamış sorulunca:
Eskişehirspor’un maçı olduğu için bayram kutlamaya stadı vermemişler. Vilayet Meydanı’nda tadilat var demişler, oraya da izin verilmemiş. Büyükerşen’in şu yakınması açıklamıyor mu gelecek günlerin neler getireceğini:
“Oysa Atatürk Bulvarı’nda yapılırdı 19 Mayıs törenleri… Tribünlerimizi yerleştirirdik ve kilometrelerce uzayan okulların öğrenci yürüyüşleri olurdu. Bu 19 Mayıs kutlaması yasak savma yapıldı. Bana Valilik’ten, “Yarın konuk grubunuzla Atatürk heykeline çelenk koyup, saygı duruşu yapabilirsiniz. Ama fazla abartmayın” dediler.”
Eskişehir’de yapılan töreni de iki tümceyle özetliyor:
“Protokol yoktu. Sadece Beden Eğitimi Spor İl Müdürü bir çelenk koydu. İstiklal Marşı okundu, saygı duruşu yapıldı ve bitti.”
Pek çok kentimizde de aynen böyle olmuş.
Bazı yerlerde bayram kutlamaları Reyhanlı kırımı (katliamı) nedeniyle iptal edilmiş. Ertelenmemiş bile. Kaldırılmış…
Daha geçen gün devletin radyo televizyonunda, TRT’de “Gala geceleri” tertipleyen, ödüller dağıtan, alkış kıyamet sahnelere çıkan, gülücükler saçan genel müdürler, yetkililer, bayram yaptırmamaya bahaneyi iyi bulmuşlar, sanki ulusal bayramlarda göbek atılıyor… Bayram demek sanki eğlence demek… Yandaş televizyonların utanmazlıklarını, vatanın bir yanı kan ağlarken bu büyük acının (Reyhanlı kırımı) gecesinde, ertesi günlerde vur patlasın çal oynasın yayınlarını görmedik, bilmiyoruz!.. Ulusal yas ilan edilsin diyenleri, bu densizliklere içi yanan halkımızı sanki başkası duymazdan geldi!.. Aynı gece yapılan, partililerinin katıldığı, AKP’li ünlü bir vekilin çocuğunun düğününden de sanıyorlar ki kimsenin haberi olmadı…
Çoğu yerde kutlanmamış bayram.
Antalya ise bayram gecesinde yaptığı fener alayı ile tarihe geçmiş. Coşkulu Antalyalılar kentin yollarını, dağını taşını doldurmuşlar.

Gazeteler bu günü yazarken söze şöyle başladılar:
“Stadyum kutlamalarının kaldırıldığı 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları başkentte sönük geçti. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bulunmadığı törenlere…”
Türk tarihinin bu en önemli gününde, en büyük bayramımız, ne derseniz deyiniz, vatandan alındı. 1938 yılından beri kutlanan bu bayramı kutlamıyoruz artık, yalnızca baştakileri uyarıyoruz, yeriyoruz, yollara dökülüyoruz, iktidara karşı duruş sergiliyoruz…
Salon kutlamaları ise iç acıtıyor. Geleneksel kutlamaları daha görkemli, daha büyük kalabalıklarla, yeniden, ne zaman bir daha başlatabileceğiz kim bilir?
Vatanda, öz vatanda değil, bir yabancı vatanda gibiyiz. Gurbetteki kutlamalardan bir ayrımı kalmadı vatandaki bayram kutlamalarının. Tek fark bayraktı eskiden. Bayrağımızı istediğimiz yere tek başına asamamak. Bir de ulusal günleri meydanlarda kutlayamamak. Gurbette olunduğu için kapalı salonlara sıkışıp kalmak… Yurt dışında toplantılarda, bayrağımızın yanına yaşanılan ülkenin bayrağını asmak zorunlu. Bayramlarda, toplantılarda, sunumu iki dilli yapmak da, işin olmazsa olmazı.
Bu durum bile ne acıdır ki vatanımızda da aynı artık. Şimdiye dek Türk bayrağı, Atatürk alerjisi taşıyan sözde parti, yani teröristlerin temsilcisi bölücü parti (BDP) en son, törenlerinde duvara terör örgütünün kirli, kanlı, uyuşturucuya bulanmış çaputuyla Türk bayrağını bir arada astı. Kanlı katil başının resmi bir yanda, “Türk Ulusunun Başkomutanı, Devlet Kurucusu, Yüce Önderi, Büyük Devrimcisinin resmi” öte yanda.
Bu şerefsizliği yapabilmek adına, Atatürk, Türk bayrağı alerjileri geçivermiş bunların birdenbire. “İşte böyle!” diyorlar… Bölünme denemesi yapıyorlar. Toplumu alıştırıyorlar. Nasılsa soruşturma açacak, o çaputu, o katil suratını oradan derhal indirtecek bir güç kalmadı görünürde…
Bayramlar alanlarda değil kapalı salonlara alındı bizde de, tıpkı yurtdışında kutlanıyormuş gibi kutlanıyor, bu bayramda bunu iyice gördük.
İktidarın bir yetkilisi (Beşir Atalay):
“ Biraz soğuk yüzlü bayram kutlamaları yerine şölen havasında bir bayram kutlaması gördük.” demiş. İstanbul’un Fethi gelince, bir hafta sonra böyle demeyecekler ama, statlara dökülecekler. Hele Türkçe Olimpiyatları adlı rezillikleri başladığında salonlar dar gelecek onlara…
Gazetelerde başlık atmışlar:
“Ankara’da farklı bir 19 Mayıs.”
Yurtdışındaki Türkler de farklı 19 Mayıslar yaşadılar bu yıl. Oralarda olumlu anlamda farklılıklar yaşandı.
Bazı yerlerde hiçbir etkinlik olmamış, öyle söylendi, bazı yerlerde ise bayrama öncülük edilmiş, toplanılmış…
Vatanda bayram kutlanamazken, ne acıdır yurtdışında sanki daha coşkulu kutlandı.
İzin alabilenler statlara gittiler, yeşil alanlarda toplandılar, kentin uzağına taşındılar çoluk çocuk o gün. Atatürkçü Düşünce Derneği, öğretmen, öğrenci dernekleri, değişik kültür dernekleri öncelik etmişler etkinliklere. Yurt dışı temsilcilikleri yardımcı olmuş. Türk gençleri, dernek üyesi gençler gönüllü çalışmışlar. İrili ufaklı, bütün Türk dernekleri toplanmışlar…
İstiklal Marşı okudular, saygı duruşunda durdular, bununla açılışını yaptılar bayramın. En önemlisi saygı duruşunda durmaktı. Geçmişe saygıydı… Geleneksel kutlamalara benzetmeye çalıştılar kutlamaları. Şiirler okudu gençler. Gençliğe Hitabe okundu. Marşlar söylediler. Halk oyunları oynadılar. Efeler coşturdu, duygulandırdı, ağlattı milleti…
Program kitapçığı bile dağıtmışlar gelenlere.
Bakın birinin tanıtım kitapçığı elimde:
“19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” yazıyor üstünde. Devletin yurt dışı simgesiyle.
Ön sayfasında “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”.
Sonraki sayfada, “Bayram Kutlama Konuşması.”
Kitapçığın arkasında, bayrama katkı sağlayan tüm sivil toplum kuruluşlarının adları yazılı. Her anlayış, her düşünce birlik olmuş.
Vatanda böyle bir araya gelinemedi bayram kutlamak için. İzin alınamadı. Zaten gazeteler işin aslını yazdılar:
“Gençler Ata’sıyla buluştu. Yüz binlerce genç, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramında Anıtkabir’i ziyaret etti.”
19 Mayıs’ta Türk Büyükleri Balmumu Heykelleri Müzesinin açılışını da yapan Büyükerşen:
“O gün gözyaşlarıma zor hâkim oldum, ağlayabilirdim. Bu 19 Mayıs benim yüreğimi dağladı, kanattı.” demiş.
“Kaybolduk kaybolan yıllar içinde”, bu doğru ama ağlamak, yüreğimizi dağlamak buna çözüm değil.
Çözüm birleşebilmekten, kenetlenmekten, bir olmaktan geçiyor…
Yılmadan uğraş vermekten…
Yanlışlarımızdan ders almaktan…
Kaybolmaya direnmekten…
Çalışmaktan geçiyor, yorulmaktan, emek vermekten, halka inmekten geçiyor çözüm…
Bilinçlenmedir çözüm. Geleceği artık bir iyice görmek, göremeyenlere de göstermek…
“Yıl 1919 Mayısın on dokuzu / İşgal altında ülkem, dağıtılmış ordusu…” diye başlayan o ünlü şiirin son dizesinde şair, gençlik adına:
“Gerekirse tarihi yazarız yine kanla!..” diye haykırır, düşmana gözdağı verir.
Mülkiye Marşı’nda:
“Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz.
“Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz!” demez mi gençlerimiz?
Demediler mi?
O halde…
Kendimize, yetiştirdiğimiz gençliğe güvenmeli…
Gençlerin ağzından duyduk bir kez daha aşağıdaki dizeleri:
“Gençliğe ısmarladı Kemal Paşam,
Uygarlığı, çağdaşlığı, barışı…
Gayrı bizden sorulur Türkiye Cumhuriyeti!”
Bu hafta, 19 Mayıs – 25 Mayıs arası Gençlik Haftası’dır.
Atatürk’ün kurduğu en önemli kurumlarımızdan biri olan Türk Dil Kurumu bu haftayı nasıl geçiriyor biliyor musunuz?
İşte bugün başlayan, üç gün sürecek olan(21- 23 Mayıs) etkinlik:
“Osmanlı Nesrinin Dili.”
Hem de “Atatürk’ü Anma” haftasında. Atatürk devrimlerinin en önemlisi Türk Dil devrimi iken… Yeni Türk harfleri iken… Gözleri Osmanlıcaya dikmişler…
Ardından Necip Fazıl sempozyumu (23- 25 Mayıs). O da üç gün.
Sempozyum, “bilgi şöleni” demek. Alın size iktidarın bilgi şöleni.
Bakın başımıza başımıza vuruyorlar. Kimse kimseden çekinmiyor.
Tek dakikamız yok boş durmaya.
Su uyur düşman uyumazmış…
Çalışkan olma zamanı. Atatürk’ün bu büyük sözü kulağımıza küpedir:
“Türk milleti çalışkandır. Türk Milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. ”
Feza Tiryaki, 21 Mayıs 2013