Kerkük-Atatürk'ün sınırları yeniden düşünülmeli

İzlem (Strateji) - Bazen barışın, bazen de savaşın sanatı...

Kerkük-Atatürk'ün sınırları yeniden düşünülmeli

İletigönderen tuba » Prş Haz 26, 2008 5:30


TUSAMULUSAL GÜVENLİKSTRATEJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ


Atatürk'ün sınırları yeniden düşünülmeli
KERKÜK NE YANA DÜŞER
Türk kamuoyunda hassasiyet konusu olan Kerkük, Misak-ı milli ve petrol payı üzerinden tartışılıyor. Petrolün yüzde 10'unun Türkiye'ye bırakılması hakkından Özal hükümeti döneminde vazgeçildi. Atatürk'ün Misak-ı milli tanımı ise tutanaklar ışığında yeniden düşünülmeli...

Musul, bu bağlamda Kerkük yalnızca diplomasinin, siyasetin değil aynı zamanda Türk insanının da bir ucundan aşina olduğu hassasiyetlerimizdendir. 30 Ekim 1918 sınırları içerisindeki diğer topraklar neredeyse hiç gündeme gelmezken, terörle mücadelemiz ve Birinci ABD işgali sonrası gelişmeler nedeniyle zaman zaman geçmişimize atıflarla ama fazla da eşelemeden sıkça gündeme getirdiğimiz 'oralardaki haklarımız' ne yazık ki doğru bir zeminden çok hamaset boyutuyla tartışılagelmektedir.

PETROL VE MUSUL
Musul ve Irak, tarihte birkaç İran istilası hariç, fetihleri tarihinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalmıştır. 1883'te kurulan Musul Vilayeti; Merkez, Kerkük ve Süleymaniye sancaklarını kapsar. 1871'de zengin petrol yataklarına sahip olduğunun anlaşılmasından sonra, bölge petrol ayrıcalıkları konusunda yarışılan bir coğrafya olmuştur. 1914-1918 arasında, Irak'ın önemli bir kısmı İngiltere tarafından işgal edilmiş olmakla birlikte Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı tarihte Musul'un önemli bir bölümü Osmanlı Devleti'nin sınırları içindedir.

Lozan Konferansı'nda çözülemeyen Musul Sorunu, uluslararası hukuk açısından tartışılabilir bir yöntemle de olsa, sınır tespitine indirgenerek Türkiye'nin gıyabında verilen 16 Aralık 1925 tarihli Milletler Cemiyeti Konsey kararı ile çözülmüştür.(1)

Bu karar esas alınarak Türkiye ile Irak arasında 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan Antlaşma'nın 14. Maddesinde, Irak Hükümeti'nin, Antlaşma'nın yürürlüğe girmesinden itibaren 25 yıl süreyle, petrol gelirlerinin yüzde 10'unu Türkiye'ye vermesi de karara bağlanmıştır. Antlaşma'ya ek olarak verilen notaya göre, Türkiye yüzde 10'luk hissesini isterse 12 ay içinde paraya dönüştürebilecek ve bunu bildirdikten itibaren Irak Hükümeti 30 gün içinde Türkiye'ye 500.000 İngiliz Sterlini verecektir.

Tartışılan konu bu yüzde 10'un veya -Türkiye 12 ay içinde paraya dönüştürmek istemişse- 500.000 Sterlinin ödenmemesi nedeniyle oradaki haklarımızın devam ettiği, kaldı ki Musul'un Misak-ı Milli sınırları içerisinde olduğudur. Ancak konunun özü araştırıldığında, hiç de hamasete yer bırakmayacak bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

"1934-1958 döneminde yirmi dört yılın Bütçe Kanunları B cetveline ve 1959-1985 döneminde de Bütçe Kanunu maddeleri içine Musul petrolleri için gelir 'tahmin'i konulmuştur. Onsekiz yılın Kesin Hesap Kanunlarında da, -Sözleşmesi gereğince Musul petrollerinden alınan- başlığı altında bu gelirlerin tahsil edildiği görülmektedir."(2) Yani Türkiye 500.000 sterlin karşılığında yüzde 10 paydan vazgeçmemiş, petrol gelirinden yıllık pay almayı tercih etmiştir.

Araştırmaya göre, Türkiye'ye bu dönemde ödenmesi gereken miktar 5.500.000 sterlindir ve 1954'e kadar 3.500.000 sterlini ödenmiştir. 1954-1955 döneminde Bağdat Paktı'nın kurulması ile ilişkiler iyileşmiş, 1958'e kadar bu fasıl bütçeden çıkartılmış, fakat 1959 bütçesine tekrar konulmuştur. Çünkü 1958'de bu ülkede General Kasım darbesi yapılmıştır. Yalnız darbeden sonra, artık bu alacak bütçedeki gelir cetveli içinde değil, ayrı bir bütçe maddesi olarak gösterilmiştir. Böylece, TBMM'de Bütçe Kanunu maddeleri ayrı ayrı tartışılırken, alacak daha güçlü dile getirilecektir. Bu uygulama da 1980'lere kadar devam etmiş, fakat Turgut Özal Hükümeti sırasında Ortadoğu ülkeleriyle ve özellikle Irak'la ticari ilişkiler geliştirildiği için tahsil edilmeyen ancak Türkiye'nin bu alacağı unutmadığını gösteren bu madde; Hazine, Dışişleri Bakanlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın da olumlu görüşleriyle 1986'dan itibaren bütçeden çıkarılmıştır.


VECİZ BİR SINIR...
Lozan Barış Antlaşması ile, Misak-ı Milli hedeflerine çok büyük ölçüde ulaşıldığı bir gerçektir. Ancak çeşitli bakış açılarıyla, Misak-ı Milli sınırları ile ne kastedildiği zaman zaman tartışma konusu da olagelmiştir. Konuya Atatürk'ün ifadeleriyle bakalım:

Lozan Konferansı'na ara verildiği günlerde İsmet Paşa TBMM'ye Konferansın geldiği aşama konusunda bilgi vermiş, bu kapsamda Musul Konusu da TBMM'de (27 Şubat ile 4, 5 ve 6 Mart 1923 tarihlerindeki oturumlarda) tartışılmıştır. Eleştirilerin sertleşmesi üzerine Atatürk müdahale etme gereğini duymuş; konunun, Müttefiklere verilecek karşı tasarının müzakeresi olmadığını, bir sınır çizimi dolayısıyla Musul konusu olduğunu belirterek, ".... bugün burada yapacağımız şey, bir projenin teferruatını müzakere etmek değildir. Esaslı bir iki noktaya karar vermektir. ... Efendiler, arazi meselesi ve hudut meselesi, malum-u aliniz, Misak-ı Milli'nin Birinci Maddesinin dairei şumulündedir. Misak-ı Milli şu hat, bu hat diye hiçbir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey, milletin menfaati ve Hey'eti Celilenizin isabet-i nazarıdır."(2) sözleriyle veciz bir sınır çizmiştir.

Tekrar okuyalım mı?

Şimdi sadece konuya ilişkin bir kaç soru ile durumu yeniden değerlendirelim:

Irak 1933 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. En azından bugünkü kadar bağımsızdır. 1933­-1938 yılları arasında bölgeye yönelik, Hatay benzeri bir bilinen girişim var mıdır? İnanılmaz bir öngörü ile uluslararası dengeleri yönetip yönlendirerek Montröyü gerçekleştiren, 1921'den itibaren sistemli biçimde hazırlanan Hatay'ın katılımını sağlayan diplomatik deha Musul konusunda neden girişimde bulunmamıştır?

Bugün; hayati önem taşıyan bir sınırötesi harekatı, BM şartının sağladığı olanaklara karşın ancak ABD'nin istihbarat desteğiyle yapan, kırk dereden su getiren, teröristler için bile girer girmez türlü vaveylalar kopartılan Türkiye'nin, geçmişe dönük olarak haydi abartalım maddi talepten başka ne gibi talepleri veya girişimi olabilir?

Bin yılı aşkın süreli bir devlet geleneğinin, 'Yurtta sulh, cihanda sulh' gibi bir evrensel öngörüyü insanlık alemine armağan eden anlayışın eski defterleri karıştırmak yerine bulabileceği sınırsız seçenek vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin jeopolitiği tabii ki sanıldığı ya da sunulduğu gibi edilgen bir 'cihanda sulh' bakış açısına da hapsedilemez. Geçmişinde bölgeye yönelik ittifaklarla önemli roller oynayan Türkiye, bugün de bölgedeki milli menfaatleri söz konusu olduğunda gücünü doğru, kendine yakışır ve etkin kullanmanın yollarını mutlaka bulacaktır.

Atatürk'ün sınırlarını yeniden düşünelim..



Kaynakça:

1- Geniş bilgi: Vefa Toklu, Uluslararası İlişkiler, İmaj Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2006
2- Geniş bilgi: Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, De Ki Basım Yayım, 3. Baskı, İstanbul, 2008, (1. Baskı 1995)
3- Atatürk Araştırma Merkezi: Misak-ı Milli ve Türk Dış Politikasında Musul, Ankara, 1998, s.139

Av. Vefa TOKLU

Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

İletigönderen maydonos » Prş Haz 26, 2008 10:58

sattilar guzelim vatanimizi soyle bir manzaraya bakin arkadaslar rica ediyorum.pek yakinda mehmetcik kutsal vatantopragini degil ona buna satilmis vatan topragini koruyor durumu soz konusu olacak.kimintopragi olacak bu topraklar.devlet neden topraklarimizi baskalrina satiyor.. kimin icin halk zaten ac.kimyiyor bu paralariya.mustafa balbayin programini seyredenler beni anlarlar bu konu arastirilmali.arastirmaci vatansever istihbarata ihtiyac var duyurulur.birileri kac donum arap seyhine satilmissa geri almali halka bilgi verilmeli basimiza sefaf olacagiz diye geldi bu tahta kurulari. bu duruma sesizkalanlara yaziklar olsun.babalar gibi satiliyoruz. koruyacak vatan topragi kalmainca orduyada gerek kalmayacak. vatan satilirken bu kerkuk konusu biraz havada kalmiyormu?
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

İletigönderen Ram » Cum Haz 27, 2008 1:07

Kimileri hâlâ, Gazi Paşa'nın "Yurtta sûlh, cihanda sûlh" vecizesini algılayamamış. Irak'ta sûlh var da; askeri, ekonomik ve siyasi yaptırımlarla biz mi bozacağız bu sûlhu¿? Son Irak harbi, en çok bizi olumsuz etkilememiş de, devam mı ettireceğiz alışı olmayan verişleri¿?

Türk Silâhlı Kuvvetleri, Irak'ın kuzeyini süpürebilir. İstiklâli tam milli bir hükümet, Irak'ı da, bölge üzerinde beş taş oynayanları da diz çöktürebilir.

Daha bir güncel düşünürsek; bu siysatte 5-0 öndeyken, kendi kalene attığın 10 golün mânâsı nedir¿? Forvetinin adı Cehalet, orta sahanın adı Gaflet, defansının adı Dalâlet, kalecinin adı Hıyanet olursa, senin zilyetin esarettir.

Konu için teşekkür ederim Tuba.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen tuba » Cum Haz 27, 2008 3:43

Rica ederim, Ram.

Oyunu o kadar güzel çizmişşiniz ki bizde bu kadro varken hiçbir takım bizi bizden daha iyi alt edemez...
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

İletigönderen maydonos » Cum Haz 27, 2008 4:55

silahli kuvvetler irakin kuzeyini nasil supurecek.daha doguyu supuremedi.bos laflar bunlar.hic bir sey yapamayan ulkesini yonetmeyi beceremeyen bir milletiz.milletiz yazarken dusunuyorum acaba mi diye.bizden ne koy olur nede kasaba.en modern yonetim askeriyede idi. o da sezer le birlikte sona erdi.sorun gelecegi gorememek ve gorenleri de iceri tikmaktan geciyor.zaten halk dogru duzgun mitinglerde oyalanacagina halk meclisi kurmaliydi halk mahkemeleri kurmaliydi. bu kadar zam yoksulluk ve yolsuzluga her turlu ahlaksizliga goz yuman millet iceride politika uretemezken disrida ne yapabilir.yani sen vatan topragini babalar gibi sat simdi yani kendi sinirlarimizi koruyamazken musulmus guluyorum ya.....
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

İletigönderen Ram » Cum Haz 27, 2008 5:27

maydonos, terörle mücadeleyi, Irak'a yapılacak olasi bir harekâtla karıştırmayınız. Doğudaki halk, terörist sağlamayı bıraktı da mı Türk Silâlı Kuvvetleri başarısız oldu¿? Terörün para desteği, yol desteği, lojistik desteği, erzak desteği, siyasi desteği, medya desteği, gönül desteği, diğer her türlü iç ve dış destekler ve hatta kanuni desteği kesildi de mi Türk Silâhlı Kuvvetleri başarısız oldu¿? Teröristler, düzenli bir ordu kurup Türkiye'ye karşı savaş açtı da, Türk Silâhlı Kuvvetleri mi başarısız oldu¿?

Bunlar boş lâflarsa, buyrun siz daha dolu dolu yazın.

Diyelim ki "ülkesini yönetmeyi beceremeyen" bir ülkeyiz. "Bizden ne köy olur, ne de kasaba" diyerek mücadele etmemek mi gerekir¿?

Askeriyenin modern olmasıyla, Sezer ile bunun sona ermesi konusunda ne tür bir ilgi vardır¿?

Hem halkın çektiği çeşitli sıkıntıları ve zorlukları sıralayacaksınız, hem halkın bütün bu zorluklara ve sıkıntılara göz yumduğundan bahsedeceksiniz, hem bu halkın politika üretemediğinden yakınacaksınız, hem de halkın "halk meclisleri ve halk mahkemeleri" kurmasını bekleyeceksiniz.

Hiç doğu sınırlarını gezdiniz mi¿? Ya da hiç doğuya gittiniz mi¿?

Kusura bakmayın ama, en azından ben, boş lâfla iştigâl etmemeye özen gösteririm. Buyrun, siz daha dolu lâflarınızla bizi iştigâl etmeye ve gülmeye devam ediniz.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen maydonos » Cum Haz 27, 2008 8:54

benim soylemek istedigim sudur ram; ati alan uskudari gecmistir.gecmis olsun milletce.hangi ulkenin halki yuzde yetmis fakir olacak ve o ulkede yillarca sag yonetimler gelecek ve yonetecek.hangi tip ulkeler bunlari sen biliyorsun ve anliyorsun aslinda ne demek istedigimi?askeriyeye gelince bu sivilleri beklerse bunlar bizi iki kurusa sattilar satmayada devam ediyorlar.bunun karsinda bu kadar basiretsiz aciklamalar neden?bir terslik yok mu sence?evet sezerden sonraki durumu iyi takip etmeni rica ediyorum.ve simdi tum kiyilar satilacakmis son haberlere gore eee ne olacak bu durumda kuzey irak mi dusunulecek.ben ic anadolu danim doguyu ise cok yakinlarim 2 yil askerlik yaptilar dag dag gezdiler biliyorum tabiki ne oldugunu.cok telefon basi bekledim.hicbir seyin yolunda gidecegine inanmiyorum; ama dayanamayip yaziyorum iste.seni kirmakta istememistim.evet uslubum yanlis olmus ozurdilerim..boyle cok iyimser olununca ozelliklede kuzey iraksa soz konusu biliyorsun donen dolaplari demek ki..
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK

İletigönderen borabey » Cum Haz 27, 2008 11:10

Kerkük, milli davamız haline gelip milli çözüm üreterek , tavizsz bir milli politika etrafında birleşilmediği müddetçe çözümü mümkün olmayan bir sorundur.
RAM'ın Gündeme Dair bölümünde yayınladığı Av.Arif DOĞU ssyfasına gönderdiğim Kerkük ile ilgili bir analizi bu sayfada da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Baştan yenilgiyi ve acizliği kabullenmek TÜRK'ün kitabında ve Tarihinde olmayan hususlardır.
Gelinen Nokta..
Şikayet etmek,
Acizlenmek,
Dertlenmek ,
Konuşmak,yazmak zamanı değil...
Bir şeyler yapmak zamanıdır....
Kimin gücü nereye kadar yetiyorsa...


« Pasifik geçişinde zorunlu mola
Türkiye’de Siyasal İslam’ın Yükselişi »
KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK
From: Mümtaz Bayazıtoğlu [mumtazbay@superonline.com]
KERKÜK-KIBRIS-KARASU ÜÇGENİNDE CAMBAZLIK
Hüseyin MÜMTAZ
Dış politikada “eşzamanlı” olarak başdöndürücü bir hızla, başdöndürücü gelişmeler yaşanıyor.
Devletlerarasındaki bu can pazarında bu hıza kim ayak uyduruyor, rüzgârın önüne mi kapılıp gidiyor, yoksa rüzgârı kontrol mü ediyor, pek merak ediyorum.
“Eşgüdümü” kim “güdümlüyor” ?
“Başmüzakereci” Babacan’ın son Amerika ziyaretinde Rice’la yaptığı görüşmeyle ilgili söylentilere Dışişleri tarafından yalanlama getirildi.
Dışişleri bakanlığı Sözcüsü Özgüergin; “haberde ABD Dışişleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile yaptıkları görüşmede Sayın Bakanımıza atfen bazı ifadeler ileri sürülmektedir. Söz konusu haberin başlığı, haberdeki ifadeler ve ileri sürülen iddialar hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır” denildi.
Öyleyse bahse konu “haberi” (Cumhuriyet. 11 Haziran 2008) irdeleyelim.
Haberdeki “ifadeler” iki yönlüdür; a)“Sayın Bakanımıza atfedilenler”; b) Rice’ın cevabı. Haberde Babacan’ın iki konuda Rice’dan yardım-aracılık istediği söylenilmektedir; 1. “Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını biliyoruz. Ama ortaya çıkan olumsuz havanın dağıtılması ve Türkiye’de kamuoyunun tepki göstermemesi için sizin Fransa’ya baskı yapmanızı istiyoruz”; 2. “BM’nin Irak Özel Temsilcisi Stefan de Mitsura’nın hazırlayacağı öneri paketi öncesi ABD’nin, Türkiye’nin yaklaşımlarına uygun çözümler üretmesi”.
Dışişleri’nin açıklamasından anlaşılıyor ki, “Bakan’a atfen” bu söylenilenler “hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır.
Kabul..
Dışişleri’nin açıklamasına inanmak durumundayız..
Peki ya Rice’ın cevaben söyledikleri?
Rice’ın halen taraflarca “yalanlanmayan” cevabının içeriğinde ne vardır?
Rice’ın AB konusunda ne cevap verdiği haberde yer almıyor. Ancak haberden, Kerkük konusunda şöyle söylediği anlaşılıyor:
“Bu konuyu bizimle değil, bölgesel Kürt yönetimi başkanı Mesud Barzani ile konuşun”.
Bu lâfı alın bir kenara yazın..
Babacan’ın Amerika gezisinden bir hafta kadar sonra Bush Avrupa’ya veda gezisine çıkıyor.
Bush bu arada gerçekleştirilen “Başkanlık döneminin son AB-ABD Zirvesi” için bulunduğu Slovenya’da “Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğine inanıyorum” dİyor.
Babacan “böyle bir şey istemediği halde”, bunu “kendiliğinden” söylüyor.
Türkiye’nin AB üyeliğine sürpriz bir destek de Hristofiyas ve Bakoyanni’den geliyor.
Stelyo Berberakis’in haberine göre “Rum kesiminin yeni lideri Hristofyas’la iki gün önce Kıbrıs’ta bir araya gelen Yunan Dışişleri Bakanı Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Sarkozy’ye çattı ve Türkiye’nin AB’ye girişine destek verdi…. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bokoyanni Rum Kesimi’nin yeni lideri Dimitris Hristofyas ile ilk resmi buluşmasını Lefkoşa’da gerçekleştirdi. Bir saatlik özel görüşmenin ardından gazetecilerle bir araya gelen Bakoyanni, Kıbrıs sorunu hakkında görüştüklerini söyledi. Ve Türkiye’nin AB üyesi olmasının kendileri için çok önemli olduğunu söyleyerek “Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy ne derse desin bizim desteğimiz tam” dedi. Türkiye’de yaşanan siyasi krizi de yakından takip ettiklerini belirten Bakoyanni “Sonucu ne olursa olsun Kıbrıs sorununun çözümü için uğraşlar asla kesilmemeli” dedi. Kadın bakan bir gazetecinin garantörlük sistemi ile ilgili sorusuna “Bunlar modası geçmiş sistemler. Adil bir çözüm bulunmasıyla zaten AB ülkesi olan Kıbrıs’ın garantisi AB’nin kendisi olacaktır” demesi dikkat çekti.
Siz dikkatinizi her ikisinin de Türkiye’nin AB üyeliği için verdiği desteğe çevirin ama Bakoyanni’nin; “Garantörlüğün modası geçti” sözünü de bir kenara yazın..
Peki acaba ABD (ve Yunanistan, Rum kesimi, Ermenistan, Öcalan, Peşmergeler) Türkiye’nin AB üyeliğini neden ister?
Üye olunan Kulüpte, Kulübün üyelik kuralları geçerlidir. Kendi tercihlerinizden uzaklaşarak, “Yönetim Kurulu”nun dediklerini yaparsınız.
Bir Yönetim Kurulu vardır, bir de üyeler..
Yeni Dünya Düzeni “Küresel” vizyona sahiptir. Bu düzende bir “küreselleştirilenler” vardır, bir de “küreselleştirenler”..
Yunanistan, Ermenistan ve peşmergeler birçok kereler ancak AB üyesi bir Türkiye’den istediklerini elde edebileceklerini ifşa etmişlerdir.
Peki Rice’ın cevabı, Bush ve Bakoyanni’nin söyledikleri doğrultusunda şu an çekilen fotoğrafın Kerkük-Kıbrıs-Karasu’da çerçevelediği resim nedir?
Yukarıdaki açıklamalarla eş zamanlı olarak Peşmergeler, “Kerkük referandumundan vazgeçebileceklerini” açıklamışlardır.
Irak’ın kuzeyinde kurulan Kukla Devlet’in Başbakanı Neçirvan Barzani, “referandumdan vazgeçebiliriz ve Kerkük’te yönetimi paylaşabiliriz” demiştir.
Hayırdır? Âniden vahiy mi inmiştir?
Barzani bunu söylerken, “eşzamanlı” olarak Irak’ın Telafer kentinde Sünniler ve Şiiler arasındaki arabuluculuklarıyla tanınan iki Türkmen aşiret lideri ziyarette bulundukları eve yapılan silahlı saldırıda hayatlarını kaybetmişlerdir.
Telafer’in nüfusu 250 bindir ve tamamı Şii veya Sünni Türkmendir. Öldürülenler Ubeyd Aşireti lideri Şeyh Abdülnur Muhammed Nur El Tahhan ile Halaybeg aşireti lideri Şeyh Muhammet Faysal’dır. ITC bir açıklama yaparak Faysal’ın Telafer Ağalar Meclisi Başkanı ve Türkmen Meclisi Üyesi olduğunu belirtmiştir.
Yine Telafer Ağalar Meclisi üyesi Nureddin Maksud ve koruması da yaralanmışlardır.
Yine “eşzamanlı” olarak Rusya ve Fransa’nın ardından Almanya da Kürt Bölgesine “akredite” konsolosluk açma hazırlıklarına girmiştir.
Rice’ın “onlarla konuşun” dediği Barzani’nin “Referandum’dan vazgeçebiliriz” açıklamasının ardında ne yatmaktadır?
Bahadır Selim Dilek’in haberine göre “BM Irak Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın hazırladığı ve Irak’taki -itilaflı bölgeler- üzerine çözüm önerileri getirdiği raporda öngörülen ikinci ve üçüncü aşamalar, ülkede üçüncü büyük etnik grup olan Türkmenlerin ellerindeki toprakları tartışmaya açacak. Türkiye sınırına yakın olan ve orta-güney Irak’a açılan bu toprakların Kürtlerin denetimine geçmesi durumunda, Türkiye’nin Irak içindeki stratejik derinliğini yitirmesi söz konusu olacak. Raporda öncelikli olarak ele alınan Akra, Hamdaniye, Mahmur, Mendeli’nin dışında Mitsura, BM’nin bir sonraki adımlarına ilişkin bilgileri de ortaya koydu. Raporun, -Aşama İki: BM Irak’a Yardım Misyonu (UNAMI) Çalışmaları Devam Etmekte- başlıklı bölümünde, -UNAMI, Kuzey Irak’taki Telafer, Telkeyf, Şeyhan, Sincar, Musul, Hanekin ve Diyala’daki diğer ihtilaflı bölgelerin analizini yapmaya aynı yaklaşımla devam edecektir. UNAMI bu analizlerini önümüzdeki haftalarda tamamlamayı planlamaktadır- denildi. İkinci ve üçüncü aşamada incelenecek bölgelerin büyük bir bölümü Türkmenler ve Asuriler, Yezidiler ve Keldaniler gibi Kürtler dışındaki etnik gruplara ait bulunuyor. Nüfusunun tamamı Türkmen olan Telafer’in ve Irak-Suriye sınırındaki Sincar bölgesinin –tartışmalı- kabul edilmesi ile birlikte bölgesel Kürt yönetimi, Irak içindeki sınırlarının genişletilmesi konusunda önemli bir mevzii de kazanmış oldu. Raporda üçüncü aşama olarak da Kerkük’ün ele alınacağı bilgisi yer aldı. Raporda, -UNAMI, Kerkük’ün idari yetki sorununun çözümü için tüm tarafların üzerinde anlaşabileceği muhtemel senaryo ve seçenekler üzerinde çalışmaya başlamıştır- görüşüne yer verildi. Raporda, -UNAMI analizi, her ihtilaflı bölge için geniş çaplı siyasi uzlaşının elde edilmesini hedef alan bir ivme yaratmayı amaçlamaktadır- denilse de, De Mitsura’nın ortaya koyduğu yaklaşım Türkmenlerin Kürtler tarafından asimile edilmesine ve haklarının önemli ölçüde erozyona uğratılmasına neden olacak”.
Yâni kıymetli okuyucu, Türkmen kenti Kerkük’te Kürt yerleşimini ve hakimiyetini sağlayacak referandumun iptal edilmesinin yolu, yine Türk kenti Telafer’in Kürtlere verilmesinden geçiyor..
Referandum da toptan iptal edilmiş olmuyor, “yönetimde nasıl olur da Türkmenlere daha az söz hakkı veririz”in araştırması, yolu yapılıyor.
Yâni Rice’ın “onlarla konuşun” sözünün arka planında bu yatıyor..
Şimdi geliyoruz, “bir kenara yazın” dediğim ikinci konuya, Bakoyanni’nin “garantörlük eskimiştir” sözüne..
Garantörlüğün sigortası kim? Kıbrıs’ta uluslar arası anlaşmalarla bulunan Türk askeri..
Bakın Talat, Bakoyanni-Hristofiyas buluşmasından sonra ne dedi?
VATAN soruyor, (13 Haziran 2008)
“Türk askeri, 1974’de müdahaleyi yaptıktan sonra geri çekilseydi, bugünkü sorunlar yine yaşanır mıydı?
Cevap: Bir anlaşma yaparak çekilseydi, Kıbrıs sorunu çözülmüş olurdu. Ama o imkânı bulabildiler mi, bilemiyorum. O günün koşullarında zor herhalde. Çünkü buna Rum tarafı da hazır olmalıydı. Anlaşma sonrasında, uygun bir şekilde asker çekilir, kalacak olanlar da kalırdı. Kıbrıs sorunu çözümlenirdi”.
Yâni “Asker çekilseydi, Kıbrıs sorunu çözülürdü”.
Demek ki çözüme engel, Türk askeridir.
İyi de, “çözüm” nedir?
Bakoyanni’nin, “garantörlüğün modası geçmiştir” sözünü hazmetmeye çalışırken şu haber pat diye düşüverdi ekrana..
“Washington yönetiminin, askerlerinin Irak yargısından muaf tutulması, Irak hava ve deniz sahasının kontrolü ve Amerikan ordusunun Irak topraklarında hareket serbestliği gibi talepleri nedeniyle SOFA görüşmelerinde çıkmaz yola girdiklerini belirten Irak Başbakanı El Maliki, anlaşacaklarını söyleyen ABD Başkanı Bush’u yalanlamış oldu”.
Alternatifi yine sütun aralarında buluyoruz. (Bahadır Selim Dilek’in haberi)
“ANKARA - Bağdat yönetiminin, Ankara ve Tahran’a -Irak’ın güvenliğini Türkiye ve İran’ın ortaklaşa garanti etmesi durumunda, Washington yönetimi ile ABD askerlerinin ülke içinde uzun dönemli varlığına olanak tanıyacak kuvvetlerin statüsü anlaşması imzalamayacakları- önerisi getirdiği ortaya çıktı. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, bu konuda net bir yaklaşım geliştirmeden önce ilk girişim Tahran yönetiminden geldi. Irak’ın, ABD’nin Irak hava ve kara sahasını kullanarak üçüncü ülkelere operasyon yapma hakkını da kapsayan SOFA görüşmelerini sürdürmesinden rahatsız olan Tahran yönetimi, Iraklı yetkililere İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad aracılığı ile -ABD ile anlaşma imzalamanıza gerek yok. Sizin güvenliğinizi bir sağlarız- önerisi getirdi. Ahmedinejad, İran’ın bu önerisini ilk olarak 3 Mart’ta Bağdat’a yaptığı ziyaret sırasında Iraklı yetkililere iletti. Tahran öneriyi, ikinci kez de Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ziyaret sırasında gündeme getirdi. Iraklı yetkililer, Tahran’ın bu yaklaşımına önce olumlu yanıt vermediler. Ardından da -Türkiye ile ittifak içinde böyle bir mekanizma kurulursa ABD ile SOFA’yı imzalamayız. Ancak güvenliğimizin ve stratejik çıkarlarımızın garanti altına alınması gerekir- karşı önerisini sundular. Irak’ın, -stratejik ilişki- bağlamında söz konusu öneriyi Türkiye’nin de gündemine getirdiği öğrenildi. Önerinin fikir babalığını ise Irak’ın Şii kökenli Meclis Başkanı Mahmud el Meşhedani yaparken, Iraklı yetkililerin, -Irak, zengin petrol yataklarına sahip. Irak’ın servetini ve bağımsızlığını koruyabilmesi ve düşman saldırısı karşısında ülkedeki siyasi düzeni savunabilmesi için stratejik bir şemsiyeye ihtiyacı var. İran ve Türkiye, Irak’ın güvenliği konusunda destek verirse ABD ile uzun vadeli güvenlik anlaşmasını kabul etmeyiz- görüşünü ortaya koyduğu belirtildi”.
Hani garantörlüğün modası geçmişti?
Iraklıların istediği bir tür garantörlük değil midir?
Ve ben Meşhedani’nin teklifinin üzerine pat diye atlanılmasa da “Irak merkezi yönetimi ile” çok iyi pazarlıklar sonucu, başkalarının pek hoşuna gitmese de İran-Türkiye-Irak denkleminin çözüleceğine ve “bölgesel” olarak her üç devletin de büyük kazanımlar elde edeceğine inanıyorum.
Bakoyanni’nin, “Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz” lâfının peşini bırakmayalım.
Ve soralım; “Neden?”
Türklerin böylelikle “daha iyi bir hayat ve yaşam koşulları”na sahip olacağını düşündüğünüz için mi, Türklerin iyiliği için mi istiyorsunuz gerçekten?
Cevabı, Bakoyanni’nin bu “iyi, dileklerinden” sadece üç gün sonra suyun öte yanındaki Gümülcine’den Gümülcine Müftüsü veriyor.
Unutmadan hatırlatalım; Batı Trakya Türkleri; 1981’den bu yana AB üyesi olan Yunanistan’ın en doğusunda 1981’den beri AB vatandaşı olarak yaşamışlardır.
Peki bu “Türkler”, 1981’den beri; Bakoyanni’nin 2008’de Türkiye için “candan” istediği, iyi niyetle istediği koşullara sahip midirler?
Şöyle diyor Gümülcine Müftüsü:
“SAKARYA -İHA- YAŞAR KEÇECİ (14 Haziran 2008 Cumartesi 16:55)
Yunanistan Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, Yunanistan’da kendilerine Türk demelerinin yasak olduğunu belirterek, -Yunanistan, 1984′te KKTC kurulmasından sonra Türk kelimesinin düşmanlık ifade ettiğini, Yunanistan’da Türk olmadığını ve Türk isminde derneğin kurulamayacağına yönelik karar aldı- dedi.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Balkan Buluşması çerçevesinde tertip olunan ‘Balkanların Geleceği’ konulu panel, Adapazarı Kültür Merkezi’nde toplandı. Panel öncesi sinevizyonla Yunanistan’daki Müslüman Türklerin yaşadığı sorunları anlatan Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, -Yunanistan’da çeşitli sorunlar yaşıyoruz. Bunlardan biri eğitim. Lozan Anlaşması’na göre Türkiye’den Batı Trakya’ya 30 öğretmen gelmesi gerekirken, İstanbul Rumlarının sayılarının azalmasından dolayı, sadece 15 öğretmen Batı Trakya’ya gelebilmektedir. Bizim ikinci sorunumuz kimliktir. Batı Trakya’da Lozan’da Türk olarak bırakılmamıza rağmen, kendimize Türk dememiz yasak. Ben 1990 yılında milletvekili adayı ‘kanınızdan canınızdan olan bizlere oylarınızı verin’ dediğim için, Türk kelimesi iki unsur arası Yunanlılar ile azınlık Türkler arasında düşmanlık doğurduğu gerekçesiyle 18 ay hapse mahkûm oldum. 3 ay hapis yattıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye’nin müdahalesiyle hapisten çıktım. Yunanistan 1984′te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edildikten sonra, isminde Türk olan dernekleri kapattı. Türk kelimesinin düşmanlık ifade ettiğini, Yunanistan’da Türk olmadığını ve Türk isminde derneğin kurulamayacağına yönelik karar alındı- dedi.
Batı Trakya’da Türkler tarafından kurulan vakıflara engeller çıkartıldığını ifade eden Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, -1913 yılında Yunanistan ve Osmanlı arasında imzalanan Atina Anlaşmasına göre, vakıfları bizim idare etmemiz gerekiyor. Bu anlaşma, daha sonra meclis tarafından kanun haline getirildi. Bu kanuna rağmen, vakıflarda tâyinlere karışıyorlar ve kendilerinin istediği kişileri işbaşına getiriyorlar. Türkiye’de azınlık vakıflarına birçok hak verilirken, 2008′de çıkan vakıflar yasası da eski yasa gibi vakıfları Türklerin elinden alıyor. Bundan dolayı toplanarak bu yasayı da kabul etmediğimizi ilan ettik” diye konuştu.
Batı Trakya’daki müftülük makamının Türkiye’dekinden farklı olduğunu ifade eden Şerif, -1913 Atina Anlaşması’na göre müftü, Türklerin kadısıdır. Türkiye’deki müftü ile Batı Trakya’daki müftülük ile Türkiye’deki müftülük makamı farklıdır. Lozan’da verilen haklara göre, bizlere aile hukuku, evlenme boşanma, miras gibi konuları İslam hukukuna göre çözüyoruz. Müftüler; vakıfların da başkanı, okulların da başkanı, halkın da lideri, onun için müftülerin ayrı bir yeri var Batı Trakya’da. 1985′te Yunanlılar, Lozan Anlaşması’na göre seçimle gelmesiyle gereken müftüleri kendileri tayin etti. 1985′ten 1990′lara kadar müftülerin seçimle gelmesi için çaba gösterdik. 1990′da Gümülcine’de Cuma günü müftülük seçimi oldu, yüzde 95′lik oyla bu görevi bana tevdî ettiler. Ben hiç kimseye beni müftü seçin demedim ama halkım bu görevi verdi. 1990 yılından beri bu görevi yapıyorum- şeklinde konuştu”.
AB üyeliğini desteklediği Türkiye ve Rum’un paçasına yapışmasını istedikleri Kıbrıs Türkleri için Batı Trakya Türklerine reva gördükleri hayat tarzını mı istiyor Bakoyanni?
Demek ki bütün mesele galiba Kerkük-Kıbrıs-Karasu (Mesta) üçgeninde “küreselleştirilen” olmayı içe sindirmemekten geçiyor.
“Eşzamanlı” cümle tezgâhlara karşı uyanık olurken hem de..
Ha, AB mi?
Bizi “bekleme odasında” oyalamayı bıraksın da İrlanda’nın “Lizbon Anlaşması”nı vetosuyla uğraşsın..
“Hayır” dan sonra Die Welt’in attığı “İrlandalılar kimsenin yararını açıklamadığı bir antlaşmayı neden onaylasınlar ki?” manşetini, AB muhibbanı bilumum dolmakalemler çerçeveletip başuçlarına asmalıdırlar.
Helâl olsun şu küçücük İrlanda’ya..
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

bir kerkük ihanetinin anatomisi !....

İletigönderen borabey » Cum Haz 27, 2008 15:54

Kimliksiz ve kişiliksiz...
sözde Türkmen...
Sözde kürt hükümetinin
sözde kürtmen bakanı...
makam için
milli kimliğini pazara çıkaran
küresel bir uşağın
Telaferde seyreltilmiş uranum bombaları ile
Türkmen soykırımı yapılırken ,
Tapu ve nüfus kayıtları yakılırken
Türkmen mezarlıkları dahi yıkılırken...
Bunlar olmamışcasına...
İbretlik açıklaması
Hem de kime ?.....
AKP'nin akil takımı Başbakan'ın danışmanı
MEHMET METİNER'E....



Kaynak; www.İyi bilgi.com
02.01.2008
Bugün Gazetesi



'Kerkük Kürdistan'a bağlanmalı!''

Türkmen Kardeşlik Ocağı'nın Başkanı ve aynı zamanda Kürt Hükümeti'nde Bayındırlık Bakanı olan Arslan, Mehmet Metiner'e ilginç açıklamalarda bulundu. Kürt hükümetinin Türkmenlere baskıda bulunmadığını ifade eden Arslan, Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanması gerektiği görüşünde...

Röportajlarıyla Kuzey Irak’taki son gelişmelere ışık tutan yazarımız Mehmet Metiner, Türkmen bakan Vedat Arslan’la görüştü. Arslan, “Bilinenler yanlış. Kürt yönetimi bize her türlü katkıyı yapıyor” dedi.
Vedat Arslan, Erbilli bir Türkmen. 1974'ten başlayarak uzun yıllar Türkmen Cephesi'nin Genel Başkanlığı'nı yapmış. O yıllarda Türkmen Cephesi'nin Erbil'den başka şubesi yokmuş. Türkmen Cephesi'nin siyasetini, Türkmenler’in yararına bulmadığı için 2000 yılında cephe ile yollarını ayırmış.
Türkmen Kardeşlik Ocağı'nın Genel Başkanı olan Sayın Vedat Arslan, aynı zamanda Kürt Hükümeti'nde Bayındırlık Bakanı olarak görev yapıyor. Oldukça sevilen-sayılan biri. Kendisiyle Türkmen Kardeşlik Ocağı'nın Erbil'deki binasında görüştüm. Olabildiğince alçak gönüllü, sıcak ve içten biri. Türkmen Bakan ile haliyle Kerkük ve Türkmen meselesi hakkında konuştuk. Arslan'ın söyledikleri Türkiye'de ezber bozacak türden. Bize düşen olduğu gibi aktarmak. Elçiye zeval olmazmış!
BİZE KARŞI BASKI YOK
Sayın Bakan hemen sorayım: Kürt Hükümeti'nin Türkmenlere karşı ayırıcı ve baskıcı bir siyaset izlediği söyleniyor. Ne dersiniz?
ARSLAN: Bu iddialar nerden çıkıyor bilmiyorum. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, böyle bir şey ne gördük, ne de biliyoruz. Bölgesel Kürt Yönetimi içinde yaşayan Kürtler’in ne hakkı varsa Türkmenler’in de aynı hakkı var. Kürt Hükümeti Türkmenler’e her türlü katkıyı yapıyor.
KÜRTÇE DAYATILMIYOR
Okullarınızda Türkçe eğitim yapabiliyor musunuz? Kürtçe resmi dil olarak mı dayatılıyor size? Nedir uygulama?
ARSLAN: Hayır, Kürtçe resmi dil olarak dayatılmıyor. Okullarımızda biz anadilimizde, yani Türkçe eğitim yapıyoruz. Türkçe yayın yapan radyolarımız, televizyonlarımız,gazetelerimiz var. Okullarımızda Türkçe eğitimin yanında Kürtçe, İngilizce eğitim de yapıyoruz. Kürt Hükümeti'nin eğitim dili konusunda herhangi bir zorlaması veya resmi dayatması yok. Hatta şunu söyleyebilirim ki, Kürt Hükümeti, eğitim dilinin Türkçe olması konusunda kendisi bize telkinde bulunuyor.
KATKI YAPIYORLAR
Türkiye'de bu konuda tam tersi iddialar var ama...
ARSLAN: O iddiaları biliyorum. Ben gerçeklerden bahsediyorum. Bakınız 1993 veya 94'te ilköğretim okullarımızı açtığımızda, o zamanki Kürt hükümeti’ne eğitim dili olarak Arapça ve Türkçe önerisinde bulunduk. Biz böyle olsun istedik. Ama Kürt kardeşlerimiz, "hayır" dediler. "Okullardaki eğitim dili bütünüyle Türkçe olsun" dediler. Sadece bir dersin Kürtçe olması yeterli dediler. Bize, bırakınız baskı yapmayı, tam tersine katkıda bulunuyorlar...
15 OKULUMUZ VAR
Şu anda kaç okul var Türkmenlere ait ve bu okullar kaç dilli?
ARSLAN: Şu an itibariyle 2 anaokulumuz, 9 ilkokulumuz ve 4 de lisemiz var. Bu okullarımızda Türkçe'nin yanı sıra Kürtçe, Arapça ve İngilizce de öğretiyoruz.
ÜNİVERSİTE GELİYOR
Peki üniversitelerde Türkçe'nin durumu nedir?
ARSLAN: Kürt Hükümeti bu konuda da her türlü teklifimize açık. Süleymaniye ve Koysancak'taki üniversitelerde Türkçe bölümleri var. Biz Selahaddin Üniversitesi'nde de Türkçe Bölümü olsun önerisinde bulunduk. Yüksek Öğretim bakanımızla konuştum. "Peki" dedi. "Türkçe öğretecek hocalar bulmanız koşuluyla memnuniyetle" dedi. Yakında bu hocaları tedarik ettiğimizde Türkçe Bölümü’nü de açmış olacağız. Bu konuda Türkiye'nin de yardımına ihtiyacımız var.
IRAK ANAYASASI
Kürt Bölgesinin Başkanı Mesut Barzani ve Talabani, Irak Anayasası yazılırken, bizzat kendilerinin Türkmenler’in adının anayasaya girmeleri konusunda ısrarcı olduklarını söylüyorlar. Hatta Türkmenler’in adı girmezse toplantıları terk edip gideceklerini söylüyorlar. Bunun için Irak Anayasası’nda ilk defa Türkmenler’in adının Kürt liderlerin ısrarıyla belirtildiği söyleniyor. Bu doğru mu?
ARSLAN: Ben Bağdat'taki o toplantılarda bulunmadım. Ama bulunan arkadaşlarımızdan dinledim. Doğrudur. Sayın Mesud Barzani de, Celal Talabani de bu konuda ısrarcı olmuşlar. Hatta bizzat orada bulunan kardeşlerimizden dinledim. Türkmenler’in adının geçtiği maddeyi bizzat Barzani kendi kırmızı kalemiyle yazmış vermiş. Ve o haliyle de kabul edilmiş.
KERKÜK KÜRDİSTAN’A BAĞLANMALI
Gelelim Kerkük meselesine. Siz Sayın Bakan, Kerkük'ün Bölgesel Kürt Yönetimi’ne bağlanması gerektiğine inanıyor musunuz?
ARSLAN: Tabii Kerkük'ün geleceğine Kerküklüler karar vereceklerdir. Oradaki Türkmen kardeşlerimiz nasıl tercihte bulunurlar bilmem. Ama bizim kişisel fikrimiz, Kerkük'ün Kürt bölgesine katılması halinde Türkmen haklarının daha iyi korunacağı yönündedir. Niye? Çünkü Kerkük, Kürdistan bölgesine bağlanırsa biz Kürtler’den sonra ikinci büyük topluluk olacağız. Dolayısıyla siyasi temsil gücümüz de artacak. Kerkük Bağdat'a bağlanırsa temsil oranımız yüzde 1.2 dolayında olacaktır. Çünkü Türkmenler Şii-Sünni olarak bölünmüşler. Türkmenler’in yüzde 65'i Şii.. Bu durumda haliyle bizim temsil oranımız düşecektir. Ama Kürdistan bölgesine bağlanırsa işte o zaman yüzde 20-25 civarında olacaktır. Her bakımdan biz Türkmenler daha çok kazançlı çıkacağız bu durumda.
O yüzden bizim kanaatimiz Kerkük'ün Kürdistan bölgesine katılması yönündedir. Türkiye'nin bundan endişe duymasına gerek yok, tam tersine bunu istemesi gerekir. Dediğim gibi, Türkmenler çok daha etkili bir nüfuza sahip olacaklardır...
TÜRKMENLER’E ÖZERKLİK
Kürt Parlamento Başkanı Adnan Mufti, kendisiyle yaptığım görüşmede, Kerkük'ün Kürdistan bölgesine dahil olması halinde Türkmenlere çoğunlukta oldukları yerde özerklik tanıyacaklarını söylediler, adlarının ikinci büyük topluluk olarak Kürt bölgesinin anayasasında da yazılacağını belirttiler... Sizin bu konudaki fikriniz nedir veya var mı başka talepleriniz?
ARSLAN: Sayın Adnan Mufti'nin söyledikleri, bizim de taleplerimizdir. Biz bu taleplerimizi kendilerine iletmiştik. Doğrusu da budur. Başkan Barzani'nin de her zaman söylediği budur. Başkan Barzani her zaman bize şunu söylemiştir: Biz Kürtler Saddam rejiminden çok çektik. Dolayısıyla gücümüz var diye başkalarına haksızlık edersek Saddam'dan ne farkımız kalır? Bizim ne haklarımız varsa Türkmen kardeşlerimizin de o hakları olacaktır. Bu ifadelerin aksine bir uygulama görmedik. Bundan sonra da göreceğimize ihtimal vermiyoruz.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06


Şu dizine dön: İzlem (Strateji)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x