KERKÜK'te saat kaç?(uzun ama mükemmel bir yazı)

KERKÜK'te saat kaç?(uzun ama mükemmel bir yazı)

İletigönderen Çetin Taş » Sal Nis 17, 2007 20:47

Kerkük yüreğimde, iflâh olmayan, asla olmayacak bir ince sızıdır..

Karabağ gibi, Karasu (Batı Trakya) gibi, Kıbrıs gibi…

Çünkü Kerkük de diğerleri gibi uzun yıllar yabancı işgali altında kalan, eziyetlere, soykırımlara uğrayan bir vatan parçasıdır..

“Vatan”dır, çünkü üzerinde Türkler yaşar, Türklük yaşar, Türk milleti yaşar..

Artık siz 301'e neyi, hangisini uygun görürseniz…

Kerkük, bir Irak şehridir.

Oldukça ırak bir şehirdir.

Kerkük bir Türkmen şehridir.

Kerkük, 36'ıncı paralelin kuzeyinde olduğu halde Özal'lı yıllarda bilinçli bir şekilde “Çekiç Güç”ün kontrol sahası dışında bırakılarak Saddam'ın insafına terkedilmiştir.
Saddam Türkmenlere yaptıklarının hesabını vermeden gitmiştir..

O hesap hiç sorulmamıştır ki! Kimse sormamıştır ki.. Sadece Kürtlere yaptıkları için asılmıştır Saddam..

İşte onun için Kerkük bir yaradır yüreğimde..

Özal'lı yıllarda, verdiğimiz “bir” Kerkük'tür de, aldığımız “üç” nedir bilen yoktur..

Hadi Barzani, Talabani Özal'ın almayı umduğu 3'ün 2'sidir belki de 3'üncü nedir, bilen var mı?

Özal'ın Çekiç Güç yutturmacası ile Türkmenleri yoksayarak Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti'nin oluşumu ve doğumuna göz yumduğu pek de yeni ortaya çıkmayan tarihî bir gerçektir..

Velhâsılı kelâm kıymetli okuyucu Kuzey Irak'ta;

Bir, Türkmenler vardır;

İki çuval vardır;

Üç, PKK vardır…


Bir vay, iki vay, üç vay..

Desem vay, demesem vay…

Bu üç faktörün her biri teker teker; biri olmasa bile diğeri mutlaka Türk kamuoyunun, Türk Devletinin, Türk milletinin dikkatinin bu bölgede olmasını gerektirir.

Türkmenler bin yıldan, bizim Anadolu'ya geldiğimizden bile daha önceden beri Kerkük'tedir.

Çuval, bin yılı bu coğrafyada geçen altı bin yıllık Türk tarihinin en rezil, hesabı hâlâ sorulamayan, kapatılamayan en vahim olayıdır.

PKK ise “ilelebet payidâr” olacak, “sapına kadar milli devlet-ulus devlet” son Türk Devleti'ni yıkmaya soyunmuştur.. O da Kuzey Irak'ta “konuşlanmış”tır..

Himaye altındadır, mazhariyet, muhtariyet verilmiştir..

Peşmergeler; “Bizi Kürtlere ateş ettiremezsiniz” demektedirler; güney komşumuz, “stratejik ortağımız” Amerika ise “taktik körlük” sergileyerek “Irak'ın iç işidir, Irak hükümeti ile konuşun” demektedir.

“Taktik kör”ün aslında kim olduğu ise hayli şüphe götürür.

Şimdi bu durumda ve öyleyse, Özal'lı yıllardan beri gündemden düşmeyen en can alıcı soru, “Türk askeri Irak'a girsin mi?”dir..

Özal, “Şöyle bir giriverelim, şuraları alıverelim” ciddiyetsizliğinde idi.

“Yazılı” Bakanlar Kurulu Kararı olmadan, şifahen “giriverelim” niyetindeydi.

Orgeneral Torumtay'ın tavrı, Türk Devleti'nin nevzuhur bir kabile devleti olmadığının en güzel ifadesi olup bu densizliği engellemiştir.

Özal'ın, (baba Bush'tan icazet aldığı) asıl rüyasının ise Türkmenleri kurtarmak değil, Kürtleri de içerecek bir Anadolu Federasyonunun inşası olduğu çok geçmeden açığa çıkmıştır.

Özal Türk ve Kürt Federe Devletlerinden oluşacak bir Anadolu federasyonu'nun Eşbaşkanı olmayı düşlüyordu..

İleride muhtemelen bu Eşbaşkanlık dönemsel olarak, meselâ Talabani'ye geçebilecekti..

Bu “eşbaşkanlık” on yıl kadar sonra bu kez oğul Bush tarafından tekrar “lâyık görülmüştür”..

On yıl sonra tekrar “Irak'a girelim” rüzgârı gündeme gelir ve Türkiye'de kamuoyu bölünür..

İlk teskere yılları, Akepe'nin ilk yılı, Gül'ün Başbakanlığı dönemi..

“Amerikancılar” girelim sevdâsındadırlar..

Şimdi bile hâlâ; “Bak gördünüz mü, o zaman girseydik, Türkmenler böyle olmazdı” havasındadırlar.

İlk teskerede eğrisi doğrusuna denk gelmiş, Türk askerinin Amerikan çıkarları uğrunda bir dipsiz maceraya atılacağını düşünenlerin değil fakat Türk askerinin şu veya bu şekilde Kuzey Irak'tan geçmesini istemeyen Barzani ve Talabani muhiplerinin etkisiyle teskere reddedilmiştir.

Bu konuda “müşterek müşekkel grup başkan vekili”nin gayret ve himmetleri inkâr edilemez..

İlk teskerenin geçmemiş olmasından hayal kırıklığına uğrayan “samimi^vatanseverler” iki gerçeği gözden uzak tutmamalıdırlar.

1. İlk teskere kabul edilmiş olsaydı Türkiye resmen ve alenen Amerikan işgaline uğramış olacaktı. Adana-Mersin-İskenderun hattından Hakkâri'ye kadar olan bölge tamamen Amerikan üssü-lojistik merkezi-ikmal, tahliye güzergâhı haline gelecekti.

80 bin Amerikan askeri “konuşlanacaktı”.. “Bir süre” kaldıktan sonra Irak'a geçecekler yahut geri tahliye edileceklerdi.

Çorlu-Sabiha Gökçen-Erzurum-Batman, Samsun ve Trabzon deniz ve havalimanları Amerikan kullanımına tahsis edilecekti?

O zaman neden sormadınız, “Trabzon'a biçilen rol neydi?” diye?

Ne alâkası vardır Karadeniz'in Kuzey Irak'la da Samsun ve Trabzon'a taa o zamandan el ve göz koymuştur Amerika?

Bu yurt parçalarından gelip geçecek, süresi belli olmayan bir şekilde yerleşecek “coni”lerin bölgede yaratacağı sosyolojik, ekolojik, kültürel ve de “biyolojik” etkilerin, bırakacağı kalıntıların çapını kim tahmin edebiliyordu? Geniş ölçekli bir kâr-zarar cetveli çıkarılmış mıydı?

On sene sonra Türk asıllı ama Amerikan pasaportlu bir azınlığın, ne çapta, hangi ölçekte bir “azınlığın” mevcut olabileceğinin hesapları yapılmış mıydı?

İşte biz bu yüzden, o zaman; “Türk askeri Irak'a girsin” yutturmacasıyla tezgâhlanmaya çalışılan bu işgal provasına karşı çıkmıştık..

Yazılarımız ve kitaplarımız tanıktır..

Kanıtımız, ikinci teskeredir.

Çok kişi ilk teskereyi hatırlar da, ikincisinin üzerinde durmaz..

Gül'ün başbakanlığı zamanında reddedilen ilk teskerenin ezikliğini taşıyan Akepe Erdoğan'ın başbakanlığı zamanında ikincisini hazırlar, bu sefer milletvekilleri daha yakından marke edilir ve teskere çıkar..

Yâni Amerikan askerleri Türkiye üzerinden Irak'a girip çıkabileceklerdir.

İlk teskerenin hıncını taşıyan Amerikan yönetimi bu teskereyi alıp cebine koyar ama uygulamaz, gerek yok der, reddeder.. Bu tavır bile bizim baştaki tezimizi ve endişelerimizi doğrulamaktadır.. Çünkü Amerika uç üstü yakalanmış, muhtemel projeleri açığa çıkmıştır.

İlk teskere kabul edilmiş olsaydı, yukarıda anlattıklarımıza ilâve olarak, girecek Türk birlikleri asla kendi istedikleri, Türkmen bölgelerinde görev almayacaklardı.

Çünkü oralar zaten Amerika tarafından Kürt peşmergelere ihale edilmişti.

Türk askeri, çatışmaların en yoğun olduğu, Türk milli hedefleri ve çıkarlarıyla ilgisi olmayan Orta Irak'ta, Sünni bölgesinde görevlendirilecekti.

Amerika Sünnilere karşı elini ateşe uzatmayacak, maşa olarak Türkiye'yi kullanacaktı.

Peşmergelerin itirazı yüzünden Türk askerinin karayoluyla değil, havadan intikali bile gündeme gelmişti..

Yeter ki Türk askeri peşmergenin kontrolündeki Kuzey Irak'tan “karadan” geçmesin..

Peki şimdi?

“Şimdi” Irak'ta daha da çok bilinmeyenli bir denklem vardır.

Ama “şimdi”de öncelikle iki noktayı ayırmak gerek.. PKK ve Türkmenler..

Türkiye Irak'a girer arkadaşlar, bal gibi girer.

Karadan girer, havadan girer, her şekilde girer.. Döner gene girer.


a) Kerkük'te olası bir Türkmen katliamını;
b) PKK'yı engellemek için girer..

Kendi insiyatifi ile girer, kendi milli çıkarları doğrultusunda girer.

Planını kendi yapar, zamanını ve yerini kendi tayin eder.

Bu kimseye sorulmaz, sorulursa “çuval” geçirilir.. Şekil (a)da görüldüğü gibi..

Dolayısı ile, eğer sadece bunun için gidiyorlarsa Savunma ve Dışişleri Bakanları ile Genelkurmay Başkanı'nın Amerika'ya kadar zahmet edip gitmelerine gerek yoktur.

Ulusal çıkarlar hiç bir hâl ve şartta yabancıya ihale edilemez..

“Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır”.

Irak'ta kim vardır?

Güney komşumuz Amerika ve Kürt Devleti..

Irak fiilen Şii-Sünni ve Kürt olmak üzere üçe bölünmüştür ki bu aslında bir İsrail plânıdır.

Türk askerinin Irak'a girmesini doğal olarak Kürtler istememektedir, Amerika değişik sinyaller göndermektedir.

Amerika kâr-zarar hesabı içindedir.

Amerikanın denkleminin bir ucu, harekâta ne ölçüde onay verilirse Akepe'ye çifte seçimde ne gibi avantaj sağlayacağına kadar uzanmaktadır.

Çünkü peşinden tahsilât başlayacaktır, Irak harekâtına örtülü ve sınırlı sorumlu onay karşılığında-sonrasında Amerika'nın çıkarı ne olacaktır?

Amerika'ya gidiş gelişlerde bunun pazarlığı mı yapılmaktadır?

Halka açıklanmasın anladık ta da bu pazarlıklar partinin değil, devletin hafızasına-tutanaklarına kaydedilmekte midir?

Bu gök kubbede hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmaz..

Ama yukarıda ne dedik?

“Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır”.

Amasya Tamimi'nin bu maddesinin, Dışişleri Bakanı Gül'ün şu söyledikleri ile uyuşup uyuşmadığı okuyucunun takdirine maruzdur:

"Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz önemlidir. Yarım asırlık geçmişi vardır ve değerlidir. Dış politikamızın önemli ayaklarından da birisidir. İlişkilerimizin karşılıklı çıkar, saygı ve ortak değerler üzerinde olduğunu burada sizlere söylemek isterim.

Dış politika gündemimizin önemli maddeleri, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerinin de önemli maddeleridir. Dünyanın süper gücünün gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir ve böyle çok nadir ülke vardır, dünyanın önemli olayları etrafımızda cereyan ettiği için. Dolayısıyla, bu müttefiklik anlayışına önem veriyoruz.

Aramızdaki işbirliğinin stratejik boyutta olmasının anlamı, bu meselelerde ulaşılması gereken hedeflere ilişkin görüşlerimizin örtüşmesidir. Ancak, bu ortak hedeflerin gerçekleştirilmesinde izlenecek metot konusunda zaman zaman fikir ayrılıklarımız gayet tabii ki olabilir ve olmaktadır da. Ama, önemli olan, bunları karşılıklı görüş, anlayış içerisinde giderebilmektir." (Aleyhinde verilen gensoruya cevap konuşması)

Kırk katır mı, kırk satır mı?

Ne diyor GÜL?

“ Dış politika gündemimizin önemli maddeleri, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerinin de önemli maddeleridir. Dünyanın süper gücünün gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir ve böyle çok nadir ülke vardır, dünyanın önemli olayları etrafımızda cereyan ettiği için. Dolayısıyla, bu müttefiklik anlayışına önem veriyoruz”.

Amerika ile Türkiye'nin Kuzey Irak'taki gündem maddelerinin nasıl uyuştuğunu, şimdiye kadar ne kadar ve hangi ölçekte uyuştuğunu Gül söyleyebilir mi acaba?

Tam bu noktada “stratejik müttefikimiz”in bazı görüş liderlerinin düşüncelerine bir göz atmakta fayda var..

“Irak Kürt Bölgesine karşı Türkiye'nin tavrı 2003 yılından sonra önemli biçimde değişmiştir. Savaştan önce, Türkiye Irak'ta federalizme karşı olduğunu sürekli olarak yinelemiştir ve bunun olmaması için uğraşmıştır, savaş başladıktan sonra bile, Birleşik Devletler'e askerlerini Kuzey Irak'a Türkiye üzerinden göndermesi için yetki vermemiştir. Bununla birlikte son günlerde Türk Hükümeti Irak'ta federalizmi desteklemeye başlamıştır ve Kerkük'ün Kürt Bölgesine dâhil edilmesine karşı çıkan kamuoyu baskısını bile düşürmüştür. Savaştan önce Türkiye, Kürtlere verilecek Kerkük'ün kırmızıçizgi olduğunu ve bu çizgi geçilirse Türkiye'nin askeri müdahalede bulunacağını söylemişti. Türkiye Irak'tan yansıyan gerçekler karşısında tavrını değiştirmiştir. Kerkük'ün federal bir birim olarak ya da doğrudan Kürt Bölgesi'ne katılmasına Kürtler tek taraflı olarak karar verirlerse Türkiye buna yine de karşı çıkabilir, bağımsız bir Irak devleti tarafından anayasaya uygun bir şekilde böyle bir karar alınırsa buna karşı çıkmanın hukuksal bir temeli de kalmamaktadır”..
(“IRAK'ın SONU”.Peter Galbraith. Doğan Kitap.Ocak 2007. sayfa.195-196)

Öyle bir kaya ki, nereye dayarsan, daya..

“Bağımsız Irak Devleti” imiş!…

Ne diyor Galbraith?

“ Irak Kürt Bölgesine karşı Türkiye'nin tavrı 2003 yılından sonra önemli biçimde değişmiştir”.

2003 nedir? Akepe ve Hilmi Özkök Bey'in devri iktidarı..
Ne diyor Galbraith?

“Bununla birlikte son günlerde Türk Hükümeti Irak'ta federalizmi desteklemeye başlamıştır ve Kerkük'ün Kürt Bölgesine dâhil edilmesine karşı çıkan kamuoyu baskısını bile düşürmüştür”.

“Irak'ta federalizmi desteklemeye başlayan” kim? Akepe..

“Kerkük'ün Kürt Bölgesine dâhil edilmesine karşı çıkan kamuoyu baskısını bile düşüren” kim?

Yine Akepe..

Gül'ün yukarıda söyledikleri ile Galbraith'in tespitleri ne kadar uyuşuyor, değil mi?

Bitmedi..

“Buraya, vatandaşlarının dediği gibi Kürdistan veya Türklerin dediği gibi Kuzey Irak diyebilirsiniz. Ama her iki halde de, 4 milyonluk halkının 2005 referandumunda ortaya konduğu gibi yüzde 98'lik ezici çoğunluğu Irak'ın bir parçası olarak kalmak istemiyor. Onları bu nedenle kim suçlayabilir?.. Burada Ortadoğu'da olduğunuz hiç hissedilmiyor. Irak bayrağı yasak; sadece Kürdistan bayrağı dalgalanıyor...

Winston Churchill ve Gertrude Bell tarafından 1921 Kahire Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazından Irak denilen bir ulus ortaya çıkartıldıktan sonra, Türkiye ve İran kuzey Irak'taki Kürtlerin bağımsızlığından, her ikisi de sınırlarının dibindeki bir bağımsız Kürdistan'ın kendi büyük Kürt nüfuslarında ayrılıkçı hareketleri teşvik edecek olması ihtimalinden korktular.

Arkalarındaki tarih ne olursa olsun, Türkiye ve Irak Kürdistanı birbirlerine muhtaçlar. Kürdistan, Türkiye ile güneydeki kaos arasında bir tampon olabilir. Buna karşılık, Türkiye de, teknik olarak Irak'ın parçası olsa da, işlevselliğini yitirmiş bir Bağdat hükümetinden fiilen kopmuş bir Kürdistan'ın hamisi olabilir. Dahası, Türkiye'nin kuzey Irak'ta büyük ekonomik imkânı mevcut; şu anda Kürt kalkınmasının ana motoru 300'den fazla Türk şirketi ve kayda değer yatırımlar...

Karşılıklı yakınlaşma, her iki tarafın büyük çabasını gerektiriyor... Kerkük'e ilişkin meşru Türk kaygılarını göz önüne alacak bir uzlaşma zorunlu. Bu, özellikle, Türk askeri tarafından zor olacak olsa bile, güçlü Amerikan teşviki ile buna çaba göstermenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Tarih ve efsaneler, bir Türk-Kürt anlaşmasını son derece zor hale getiriyor. Tarihin akış yönünü değiştirmek için vizyon sahibi liderler gereklidir. Charles de Gaulle ile Konrad Adenauer bunu Fransa ve Almanya için yaptılar. Nelson Mandela, bunu Güney Afrika'da yaptı. Ama böyle insanlar, çok ama çok nadirdir. Yine de, Irak'taki kriz Türkler ve Kürtlerin kendi ortak çıkarlarını düşünmesini zorunlu kılıyor. Her iki tarafın etkili liderleriyle görüştükten sonra, sadece bir krizle değil, aynı zamanda bir fırsatla da yüz yüze olduklarına inanıyorum.”
( “Türkler ve Kürtler için Fırsat mı?” Richard Holbrooke, Washington Post. 12.02.07)

“Tarihin akış yönünü değiştirecek vizyon sahibi lider”, sence kim ey okuyucu?

Peki son günlerin moda deyişiyle Kerkük, bir Sarıkamış olur mu?

Kerkük karadan 452 kilometre uzaklıktadır Türk sınırına..

Türk sınırına uzaktır ama “misak-ı milli” sınırları içindedir.

Türk askeri Kerkük'e eğer karşısında peşmerge ve Irak askeri olursa elini kolunu sallayarak “girer”.

“Stratejik müttefik” Amerika olursa “çarpışarak” girer.

Girer de, o emri verecek “siyasi irade” ister.

452 kilometre uzaklıktaki Kerkük'te kalınacak süre arttıkça lojistik zorluklar baş gösterir.

TESUD Başkanı Bay Küçükoğlu ise

" Hedef 460 kilometre ise tüm Silahlı Kuvvetler'in oraya angaje olması gerekir. Tabii hava kuvvetleri de kullanılacak. Peki 460 kilometre tatbikat yapar gibi kolayca ulaşabilecek misiniz? Bence inanılmaz zayiat verir, huduttan bir kaç kilometre ilerde kalırsanız ve bir daha -Bölgenin güçlü ülkesiyim- diyecek gücünüz kalmaz" .

Bay Küçükoğlu'ndan;

Atatürk'ü vapur güvertesinden Dolmabahçe'ye karşı cephe selamı ile selamladığı Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi'ndeki malum toplantıdaki tavrından sonra zaten başka tür bir yorum da beklenemezdi.

Bence Irak'a giremezse asıl o zaman Türk Ordusu'nun varlığı sorgulanır hâle gelecektir..

Gelir de, askerin Kerkük için taa Kerkük'e kadar gitmesi gerekmez..

Askerin sınırdan kararlı bir şekilde ve “lojistik mahzurları en aza indirecek” meselâ 50 kilometre girmesinin bile Irak'ta..

….ve bütün Ortadoğu'da dengeleri değiştireceği düşüncesindeyim..

Tabii bunun için Amerika ile ciddi şekilde karşı karşıya gelinecektir.

Çünkü Amerika “Çuval” zamanının “çuvalcı görevlilerini” terfi ettirerek bir üst göreve atamıştır.

Zamanın kuzey Irak sorumlusu, “Kürt Dostu” Petraus şimdi Korgeneral rütbesiyle bütün Irak'tan sorumludur.

Albay Maywille de artık generaldir ve Hilmi bey'in vakti zamanında büyük gürültülerle açtığı Ankara'daki TMMM'nin (Terörle Mücadele Mükemmeliyet merkezi) Almanya'daki âmiridir.

Siz TMMM'nin kurulduğundan bu yana PKK ile mücadelede hangi “mükemmel” sonucu aldığını duydunuz?

“Malûm konu ile ilgili olarak” televizyona bu kadar ay sonra neden tekrar çıktığını bir türlü anlayamadığım Bay Karabay canlı yayında Melih Meriç'e aynen şunları anlatıyordu;

“Baskından sonra ABD ile yapılan müzakerelere başkanlık eden Korg. Silwester'in, Türk TİM komutanı Binbaşı ile bir araya geldiğini söyleyen Karabay, TİM komutanının Silwester'a şunları söylediğini anlattı: -Ateş emri verseydim 60-70 ABD askeri ölürdü. İki ülke arasında öyle bir yara açılırdı ki; bu asla kapanmazdı. İkincisi; böyle bir kalleşlik yapabileceklerini hiç düşünmedim. (Gözaltına alınmalarından sonra gördükleri muamele ile ilgili olarak da) Siz askerlerinizi hiç iyi eğitmemişsiniz. Barbarlığı askerlik zannediyorlar.-

Karabay, Sylvester'in bu konuşmanın ilk bölümü tamamlandığında, Tim Komutanı'na, -Sen bir kahramansın diyerek- alnından öptüğünü belirtti”

diyor.

Karabay, Amerikalı Korgeneral'in bizim çuval geçirilen tim komutanının alnından öpmesini hakikaten “kahramanlığa” bir cevap mı zannediyor? O da kahramanlıktan bunu mu anlıyor?

Halbuki bizce kahramanlık;

“Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...

Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.

Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;

Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir”.

Biz o binbaşının alnından bizim korgeneralin öpmesini beklerdik..

Yâni kıymetli okuyucu demem o ki; Türkiye Kuzey Irak'a bir ileri harekât düşünüyorsa bu; düşmanın en az 60 zayiat vereceğini düşünen diplomat-centilmen askerlerle değil, kendi komutanının alnından öpeceği kahramanlarla yapılacaktır.

Çünkü sen ey okuyucu Kürt Bölgesel Anayasası'nda, Sevr'e atıfta bulunulduğunu biliyor muydun?

Ocak ayının 17'sinde de Amerika Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey'in,

“Türkiye'nin Kerkük'te referandumu engelleme gibi bir haddi yok”

dediğini duymuş muydun?

Aynı günlerde Global Strateji Enstitüsü tarafından Ankara'da, Cengiz Çandar'ın “müsamere” diye küçümsediği, Dışişlerinin de başlangıçta

“Biz Şii ve Sünnileri ayrı ayrı zaten toplamışken nereden çıktı şimdi bu Türkmenleri toplamak?”

diye azımsadığı, olmazlandığı sonra da kerhen kabullendiği bir toplantı düzenlendi.

Katılan Türkmenler Ankara'dan silah istedi..

Erdoğan da Kerkük referandumu ilgili olarak “rest çektiği” konuşmasında ne dedi biliyor musunuz?

“Biz işin başından itibaren Irak'ın toprak bütünlüğünden, siyasi birliğinin korunmasından yana olduğumuzu hep ifade ettik. Kerkük tüm Irak halkınındır dedik. Fakat Kerkük'le ilgili demografik bir değişim süreci gayreti içerisine girenler var. Bazıları Türkiye'yi Irak'a komşu ülke olarak değerlendirirken sadece tribünden olup bitenleri seyreden veya seyretmesi gereken bir ülke konumuna getirmek istiyorlar. Kusura bakmasınlar. Dün sıkıntıya düştükleri zaman Türkiye olarak 'ne olur gelin de bizim şu derdimizi halledin' diyenler, şimdi bu ifadeyi nasıl farklı kullanma durumuna düşüyorlar. Bizim Irak'a olan komşuluk haklarımız öyle sıradan bir ülkenin haklarına benzemez.

Müsaade etsinler de, Türkiye de düşüncelerini ortaya koysun, koyacaktır. Biz, bir yerlerden izin alarak bu düşüncelerimizi açıklayacak değiliz. Biz kendi politikamızı, kendi içimizde belirleriz. Belirledikten sonra da kalkar bir Başbakan olarak da bunu hükümetim adına açıklarım. Biz dostluğumuzu arzu eden herkesle dostluk hukuku içinde ilişki geliştirmeyi gayet iyi biliriz. Ancak düne kadar çok farklı ilişki içinde olanlar, hukuku bu derece ileride olanların şimdi Türkiye aleyhinde bazı şeyleri konuşmaları kabul edilebilir değildir”.

Türkmen silah istiyor, Erdoğan “Biz düşüncelerimizi açıklamak için izin alacak değiliz” diyor.

“Kerkük'e müdahale etmek için, milli çıkarlarımızı korumak için, Türkmenlerin can ve mal güvenliğini korumak için”

kimseden izin alacak değiliz demiyor..

“Düşüncelerimizi açıklamak için” izin almayacağımızı söylüyor..

Türkmen de silah istiyor..

Ben gene de umutluyum…

Bizim ileri görüşlülüğümüzden değil, Amerika'nın hatalarından umutluyum..

Irak Çalışma Grubu'nun raporuna rağmen Bush gerilimi tırmandırmaya karar verdi ve ek asker gönderdi ya..

İki “tugay” peşmerge de bu plan doğrultusunda Bağdat'ta görevlendirildi..

Dört bin kişilik bu iki peşmerge tugayında 400 dolar maaş karşılığı PKK'dan ayrılan teröristler de görev yapıyor. PKK'dan Nizamettin Taş grubuyla ayrılan Celal kod adlı Süleyman Kaydı da "yüzbaşı" rütbesiyle bu tugaylarda.

Şimdiye kadar Irak'ın bütününde Şii ve Sünniler çatışıyordu, Kuzey'de peşmergeler “rahat, huzur ve sükûn” içerisinde, bu çatışmaya hiç bulaşmadan yaşıyorlardı. Amerikalıların Irak'taki “en değerli müttefiki” olarak..

Şimdi bu peşmergeler “iki tugay” halinde..

2003'teki ilk teskere kabul edilmiş olsaydı Türk askerinin görevlendirileceği, Şii-Sünni çatışmasının ve “direnişin” en yoğun olduğu bölgeye görevlendiriliyor.

Yâni artık Kürtler de “taraf”..

Kürtler de “direnişçilerin” karşısında..

Ben bu yeni durumdan “umutluyum”…

Yazıyı Mahir Nakip'in kitabından ( Kerkük'ün Kimliği. Bilgi Yay. Ocak 2007) aldığımız iki Horyat ile bitirelim..

“Yaşına kaşına

Girip ondört yaşına

Fedayız biz vatanın

Toprağına taşına”..

Yahut;

“Kerküklüyüz Kerküklü

Dostlar şad düşman yüklü

Fedayız bu vatana

Hem gençler hem yaşlı”



Evet ey okuyucu..

Sence Kerkük'te saat kaç..

Türkiye'de ve Kıbrıs'ta geceyarısına bir varken, Kerkük'te kaç?

Hüseyin MÜMTAZ
14 Şubat 2007
http://www.acikistihbarat.com/Yazilar.asp?yazi=380


Not:Yazının her satırına katılıyorum ve eğer ben yazmış olsaydım hemen aynı yazıyı yazardım diye düşünüyorum.Dostların bilgisine.
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Panzehir » Cum Nis 20, 2007 22:26

Çetin Taş, manidar paylaşım için teşekkürler. Sağolasın.

Gün gelir devran döner
Adımıza türküler söylenir bu şehirde!..
...
Kullanıcı küçük betizi
Panzehir
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
 
İletiler: 3483
Kayıt: Pzr Şub 18, 2007 20:02


Şu dizine dön: Açık İstihbarat

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x