
Bir önceki akşam, biz televizyon izlemeyenler, haberi gece saat dokuzdan sonra bilgiağı haberlerinden öğreniyoruz ilk: “Afyonkarahisar’da cephanelikte patlama. “ Haberi bir asker yaralı diye veriyorlar.
Sabah, işin korkunç boyutu ortaya çıkıyor. Cephanelik havaya uçmuş, yirmi beş askerimiz yaşamını yitirmiş. Dört askerimiz yaralı. Sivil yaralılar da var deniyor.
Afyon yanıyor… Askerlerimiz yanıyor… Yüreğimiz yanıyor…
Öğlen 12 haberlerini, “Babadan Oğula, Ustadan Çırağa” adlı yarı söyleşi, yarı müzik çalma dinletisinden sonra TRT 4 radyosu şöyle veriyor:
“Afyonkarahisar’da patlama. 25 asker şehit oldu. “ Bu sözün ardından Orman ve Su İşleri Bakanı’nın açıklamasıyla olayın kaza olduğu özellikle üstüne basılarak belirtiliyor. (Yok açıklamayı Genelkurmay Başkanlığı yapmıyor. Orman ve Su İşleri Bakanı açıklıyor. ) Sonra, Cumhurbaşkanı’nın, Meclis Başkanı’nın bu konuda dedikleri deniyor… Taziye mesajlarıymış bunlar.
Ardından yayınlar sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Günahlarını almayalım bu haberin hemen ardından başlayan yayında ( Hoş Seda ), TRT spikeri, ”Biraz moral bozukluğu olmakla birlikte… Sayın bakanımın da bir demeci vardı … gibisinden bir şeyler kem küm ederek yayınına başlamıştı. “Artık onlar peygamber kucağında, hepsi… “ gibisinden sözlerle de ortalık yatıştırmıştı.
(TRT öyle yandaş olmuş ki, bakan yerine bakanım diyorlar, yazık ettiler devletimizin kurumlarına… Tarafsız, iktidara bağımlı olmayan tek bir kurum bırakmadılar , yargı da içinde…)
Sonra da şarkılarını türkülerini çaldılar, söylediler.
Zaten TRT radyosu haberlerini verirken, bu haberi kısaca verir vermez, Esat güçleri diye Suriye işlerine dalmıştılar.
Televizyon açanlar da aynı durumun televizyonlarda da olduğunu, yayınların hiçbir şey olmamış gibi aynı akışla sürdürüldüğünü söylediler.
Böyle günlerde “Ulusal Yas” tutulmaz da ne zaman tutulur acaba? On şehidimizin acısı tazeyken, daha bir iki gün önce ilçe merkezinde saldırıya uğrayarak şehit olan gencecik evlatlarımız albayraklara sarılı yeni toprağa verilmişken, patlamanın olduğu gece de iki ayrı olayda bir askerimiz ve bir korucumuz daha şehit edilmişken…Aynı gün Şanlıurfa’da yol kontrolü yapan polisimize ateş açılıp üç polisimiz yaralanmışken… Yüreğimiz, ulusumuzun bağrından çıkıp asker ocağında vatan görevini yaparken bölücü elikanlı canilerin saldırılarıyla can veren askerlerimize, doğru nedeni açıklanmayan cephanelik patlamasıyla parçalanarak ölen askerlerimize yanarken… Şimdi ulusal yas tutmayıp, ne zaman tutacaksınız? Olanları sakin bir kafayla şimdi düşünmeyip ne zaman düşüneceksiniz, bu olup bitenler üzerinde nasıl beyninizi yoracaksınız?
Ulus, dili, kültürü, ülküsü aynı olan topluluk demektir. Türk Ulusu, anayasasına kendini öldürecek bir virüs (dil) sokulmak istenildiği bugünlerde ulus olduğunu anımsamayacak da ne zaman anımsayacak?
Büyük kurtarıcımız, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir diyerek de milletimizi (ulusumuzu) tanımlamıştır.
Atatürk’ün ulus (millet) anlayışı şöyledir:
Geçmişte bir arada yaşamış, şimdi birlikte yaşayan, gelecekte de bir arada yaşayacak olan, aynı vatana bağlı, anavatanı, ulusal dili bir olan, arasında dil, duygu, kültür, tarih birliği olan topluluk.
Atatürk’ün millet anlayışında ırkçılık yoktur. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünde belirtildiği gibi kişinin, kendini Türk hissetmesi, Türk ulusundan hissetmesi, ulusuna bağlılık duyması yeterlidir. Ulus olmak, tasada kıvançta bir olmak, acıları paylaşarak azaltmak, sevinçleri birlikte yaşayarak çoğaltmak demektir. Acılar paylaşılırsa azalır, buna dayanma gücü artar, ulusal birlik güçlenir…
“Türklerin vatan sevgisi ile dolu olan göğüsleri, mel’un (kötü, lanetlenmiş) ihtiraslara karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir.” demiştir Atatürk.
“Kesinlikle bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır” diyerek Atatürk ulusumuzu uyarmış, birlik içinde olmamızın önemini belirtmiştir.
Kötü emellileri konuşmanın, bunları lanetlemenin bu günler tam zamanı… Türk ordusunu Atatürk şöyle anlatmaz mı?
“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!..”
Türk Ordusu’na karşı olan bu saldırılara, hainliklere izin vermeyelim… Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı yetişen, Cumhuriyetimizin koruyucusu ve kollayıcısı ordumuzla, ulusumuzun bağını koparmak isteyenlere engel olalım…
En bizden bildiğimiz gazeteci bile bugün, ordumuzu eleştirip, “Bize yeni bir ordu gerekli” demiş. Düşmanların ekmeğine istemeden yağ sürmüş…İstenilen bu değil mi zaten? Ordumuzu yıpratmak, halkın gözünden düşürmek, zayıflatmak…
Atatürk’ün kahraman Türk Ordusu yerine, gönüllerinde yatan imamın ordusunu mu kursunlar? Milletin ordusu değil de, paralı asker ordusu mu olsun ordumuz?
Bakın hemen içlerinden birini konuşturmuşlar. Adını sanını daha önce hiç duymadığımız bir AKP’li vekil atılmış ortaya:
“Zorunlu askerlik kalkmalı!”
Ülkemizi ayakta tutan, temel harcına katılan tüm değerleri yerle bir etmek üzereler…
Fırsat bu fırsat deyip kışlanın yerini bile değiştirmeye kalkıyor, araziden para kazanan anlayış. Yakındaki köyü uzaklaştıracaklarına, büyümesini kontrol edeceklerine, bölgenin simgesi askeri bölgeyi, Kurtuluş Savaşı’nın simgesi Afyon kalesinin kayalıklarındaki askeri bölgeyi, askerin kışlasını buradan kaldırmayı düşünüyorlar. Şehit kanlarıyla sulanan bu topraklar böyle kalabilmişse, yerleşime açılmamışsa, yağmalanmamışsa dağı taşı paragözler tarafından, hep askerlerimiz sayesinde değil mi? Daha patlamanın nedenleri açıklanmadan, etrafa saçılan malzemeler toplanmadan, şehitlerimizin cenazeleri ailelerine teslim edilmeden, kanları yerdeyken kışla yeri konuşulabiliyor. Oldu olacak Büyük Taaruz Meydan Savaşı’nın yapıldığı bu topraklar yabancılara satışa açılsın. Herkes rahat etsin!
Böyle acılı bir günde ziyaret sıradan bir ziyaretmiş gibi Genelkurmay başkanına valilik kilim hediye ediyor makamında, satranç takımı armağan ediyor. İnsan aklını yitirecek bunları gördükçe, duydukça…
Bir zamanların ben aydınım diyen, ben bakın ne okuyorum diyenlerin okuduğu gazete Cumhuriyet’te, patlamadan bir gün önceki on şehidimiz için şöyle bir başlık atılmıştı:
“Bitsin bu ölümler”
Bu ölümler demelerinin sebebi yirmi teröristin de öldürülmesiyle ilgili olmalı. Bitsin ölümler diyor, öldürenleri, teröristleri susturun, yakalayın demiyor. Anlaşın der gibi…
Zaten bölücü sözde vekiller, ilk adım için, şimdilik, “Kürtler özerklik istiyor! ” diye gerine gerine açıklıyorlar.
Sarıldığı elikanlı cani için,”Ben bir düşmana sarılmadım, benim için o bir düşman değil, diyor PKK’lı terörist sevicisi. Anadilde eğitim içinmiş bu kan dökmeler, buna kanacak kadar aptalsanız, yerseniz bu zırvaları… Yüz yıl, üç yüz yıl öncesinin Batı emelleri değilmiş gibi bu bölgemizi ele geçirmek, sömürmek… Bunlar dil kılıfına saklanarak göz boyuyorlar, kafa karıştırıyorlar… Acaba dedirtmek istiyorlar algısını karıştırdıkları kişilere... Yayılmacı İsrail’in amacının, ağababası Amerika’yla birlikte buralara, su havzalarına, bereketli topraklarımıza konmak değilmiş gibi, bundan haberleri yokmuş gibi rol kesiyorlar…
Dille işi bitirecekler. Her kapıyı açacaklar…
Aydınlık’ta bir yazar da son dönemde öldürüldüğü söylenen 350 teröriste kafayı takmış. Onlara yanıyor.
“Taraflı” bir yayın ise utanmayı , çekinmeyi, yasalara uymayı falan bir yana bırakmış:
“30 can sessizliği” diyebilmiş geçen günkü başlığında. PKK saldırısıyla şehit olan on askerimizle, askerine saldırırken öldürülen yirmi teröristi bir tutmuş. Teröristle, askerine, devletine saldıranla, devletini koruyan, vatan görevini yapan askerini bir tutuyor bu güdümlü yayın. Böyle bir başlıkla çıkıyor. Gazete satış yerlerinde çengellere, çerçevelere asılıyor. Belki de para verip bunu alıp okuyan bile var.
Bu başlığı görüp, okuyup, okuduğunu anlamayan var mıdır?
Mustafa Alabora adlı biri, sanatçıymış bu kişi, Datça Kültür Festivali’nde konuşmuş, gerçek demokrasi ile terörü bitiremeyiz ama bir sürü şeyden kurtulabiliriz demiş. Gerçek demokrasi ile çözülemeyecek zorluk yokmuş (!)
Bu sanatçımızın ne PKK’nın arkasındaki Amerika’dan, ne İsrail’den haberi var bu dediklerine bakılırsa… Yahut gerçek demokrasi demekle bizim anlamadığımız şifreli bir şeyler söylüyor…
*
Patlamanın ertesi günü, gece Bloomberg adlı bir televizyon kanalını açtım. İngilizce yayın yapan, alt yazıyı Türkçe geçen bir kanal bu. Tüm gün neredeyse İngilizce yayın yapıyor. Burayı izleyince tam Amerikan sömürgesi gibisiniz. Amerikan’ın egemenliğinde yaşayan vatansız zavallılardan birisiniz sanki. Kendi dilini (İngilizce) konuşan, kendi yayınlarından (Amerika’daki) parçalar gösteren bu kanal, sıradan vatandaşı da ekrana çekmek için, “Kelime Oyunu” adlı bir yarışma izlencesini de kullanıyor. (Bunun gibi bir iki Türkçe magazin yayınları da var.)
Bu yayın Türkçe. Türkçe kelimelerin anlamlarını söyleyerek kelimenin aslını bulduruyor. Canlı yayınlanıyor.
Dün gece de (6 Eylül) canlı yayınlandı. Yayının başlangıcında sunucudan hiç olmazsa ulusun acısını paylaştığını söylemesini beklerdik. Ayda yaşamıyorlar ya, patronlarından izin koparıp bir iki söz ederler diyordum içimden.
Yayın canlı. Ekranın üstünde canlı yazıyor. Sunucu ve beş yarışmacı karşı karşıyalar. Hepsi cıvıl cıvıl, fıkır fıkır. “Eğlenmek için buradayız!” diyorlar. Biri yarışmayı kaybedince, bilemeyince sorulanları, çok eğlendim, diyor. Gülüşüyorlar, kahkaha atıyorlar. Süslenmiş püslenmiş kızlar, önü İngilizce yazılı tişört (yakasız gömlek) giymiş, garip saç sakal traşlı erkekler… ( Birinin sarı tişörtünün önünde kocaman harflerle “Killer Drive” yazılı.) İlgi alanlarını sayıyorlar yarışmanın başlangıcında:
“Sinemayla ilgileniyorum. Yabancı dizileri takip ediyorum. İlgi alanım çok geniş…”
Bir diğeri sayıyor:
“Basket oynamayı seviyorum. Paten kayıyorum. Geçen yıl Pensilvanya’daydım. Bir Amerikan ailenin yanında çocukları gibi yaşadım. Alt yapımı geliştirdim.”
Sunucuyla birlikte gülüşüyorlar:
“Kih kih kih!.. Kah! Kah! Kah!”
“Özel bir firmada çalışıyorum. Çiçeği burnunda bir mezunum!”
“Çok oynarım. Düğünlere sırf oynamaya gitmişliğim vardır.”
“Durumdan inanılmaz derecede memnunum.”
Bu arada tanıtımda bir kız çocuğu, daha önce yarışanları taklit ediyor. Buna da hep birlikte gülüyorlar. Küçük kızın adı Ece, cilveli Ece’ymiş. Kızın taklitçi sözlerini annesi filme çekip göndermiş. Yayında o gece bile bunu tekrarladılar. “Çok eğlendik “, diye diye de yayını sürdürdüler…
*
Bayramlarımızın elimizden alınması böyle bir kuşak yetiştirme için miydi ne dersiniz?
Ya bağnaz (fanatik), dinci (dini kullanan) olacaksınız, Atatürk Cumhuriyeti’nin tüm değerlerini yıkmaya çalışacaksınız, ya da Batı’dan çok Batıcı! Açılıp saçılacak, süslenip püslenecek, ülkenize yabancı, ulusal kimliğini yitirmiş, yabancı kültürlerin esiri insanlar olacaksınız…
*
Kurtuluş günlerinde göndere törenle bayrak çekmenin yasaklanması…
Atatürk anıtlarına çelenk bırakamama…
Anıtkabir ziyaretlerinin istatistiklerinin halka açıklanmasının artık bırakılması…
Ulusal bayramlarımızda devleti temsil edenlerin Atatürk’ün huzuruna çıkarak saygı duruşunda bulunmalarının kaldırılması…
Statlarda kutlanan bayramların okul içine alınması. Bayram kutlamalarını sönükleştirme…
Ulusal bayramların değersizleştirilmesi. Ulusal günlerimizin unutturulması…
Millî eğitimden Atatürk ilke ve devrimlerinin çıkarılması…
Okulların imam hatip okullarına dönüştürülmesi. “Kur’an Dersi “ yoluyla türbanı temel eğitime sokma…
Vatanı düşmana satan, yıkılan Osmanlı’ya hayranlık duyurtma yarışı, sınırsız bir Osmanlı övgüsü… Eski dile, eski yazıya hayranlık…
Askerimizin en büyük bayramında, Türk Ordusu’nun Zafer Bayramı’nda Osmanlı’nın Mehteran Birliğini yürütmek…
Çocuklarımızı yabancı kahramanların resimleriyle donatılmış çantalarla, defterlerle, kalemlerle okula göndermek…
TRT’de, yani devletin televizyonunda bu iktidarın açtığı 24 saat yayın yapan Çocuk Kanalı eliyle ulusal kimliği olmayan çocuklar yetiştirmek, onları yabancı kültürle, yabancıların filmleriyle eğitmek…
İstiklal Marşı’nı televizyonlardan kesintisiz yayın bahanesiyle kaldırmak. Andımız’ı yasaklamaya kalkmak. Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’na karşı olmak, okullardan kaldırmaya çalışmak!
Taşımalı sistemle köyleri okulsuz, bayraksız, öğretmensiz bırakmak…
İlkokul ikide İngilizce, dördüncü sınıfta Arapça öğretmek… Buna karşılık Türkçe ders sayısını azaltmak.
Okullara yerel dillerde ders koymak…
Ortaöğretimden “Millî Güvenlik” dersini kaldırmak. Subayları okullardan uzaklaştırmak, imamları okullara sokmak…
Yüksek öğretimde Atatürkçülük ( Atatürk İlkeleri) ve İnkılap Tarihi derslerini kaldırma hazırlığı yapmak…
Askerimizi devamlı horlamak, küçük düşürmek, televizyonlara çıkıp açıkça eleştirmek, şerefli komutanları, ömrünü terörle mücadeleye vermiş subayları kolayca tutuklatıp hapse atttırmak…
Bütün bunlar, ulusal birliğimizi çürütmek, zayıflatmak değil de nedir?
Küçük Ece, askerlerinin parçalanarak öldüğü, şehit olduğu gece, şehit acısıyla ülkesinin yandığı gece, ekranlarda maymun gibi oynatılırsa, cilve yaptırılırsa böyle, büyüdüğünde vatan bulabilecek midir özgür yaşayacağı, başı dik gezeceği…
Burada ekranlara çıkan bu tuzu kuru, Batı taklitçisi, Türkçeyi ağzını büze yaya konuşan küçük hanımlar küçük beyler vatansız kalırlarsa, tutsak olurlarsa mı anlayacaklar Atatürk neler demiş, nasıl uyarmış gençliği?
Bu kızlar, başları zorla kapatılınca, kara çarşaflara bürününce mi anlayacaklar onlara Atatürk’ün neler verdiğini?
Bugünlerimizde, “Keyfimiz yerinde!” diyebiliyorsa güzel güzel giyinmiş, boyalı sarı saçlarını savuran cici kızlarımız, yabancı dille konuşur gibi konuşan çıtkırıldım erkeklerimiz, ne yapmalıyız, söyler misiniz?
Özümüze nasıl döndüreceğiz gençliği? Çocuklarımız nereye doğru gidecekler bu eğitimle? Kimliksiz millîsi kaldırılmış dinci, sömürgeci eğitimle?
Sahi kimlerin keyfi yerinde?
Feza TİRYAKİ, 8 Eylül 2012