
Bize Şans Getiren Montreux.
Görüşmeler 22 Kasımda başarısızlıkla sonuçlandı. Montreux bize yine şans getirdi. Tabi burada Kıbrıslı Rumların kendi içlerinde bölünmüş olmalarının da hakkını vermeliyiz. Muhalefetin ağır baskısı bu sonucu getirdi. 2004 baharındaki Annan Planında da aynısı olmuştu. Türklerin evet oyu ile referandumda kendi devletlerini yok etme gafleti, Rumların hayır oyu sayesinde önlenebilmişti. Anastasiadis’e “zirvede hiçbir karara imza atma” uyarısı yapan muhalefet partileri tarihi tekrar ettirdiler. Eğer İsviçre görüşmeleri başarılı olsaydı toprak ve harita konusu ile güvenlik ve garantiler gibi tüm hayati konuları nihai karara bağlayacak beşli konferansın kapısı açılacaktı. Konferansta anlaşmanın iki halkın eş zamanlı onayına sunulacağı referandumların tarihi de belirlenecekti.
Türk Askeri İstenmiyor.
Basına sızan bilgilerden görüşmelerin kesintiye uğramasının temel nedenlerinden birinin Rumların adadaki Türk askerinin çekilmesi konusunu -gündemde olmamasına rağmen-masaya getirmiş olmaları. Şimdi taraflar Kıbrıs’a dönerek yeni durum muhakemesine yönelecekler. Tartışılan planın Annan Planından pek farkı yok. Ancak hakkını verelim, Türk askerinin adadan geri çekilmesi konusunda KKTC Cumhurbaşkanının 2004 döneminin aksine direnmesi. Ancak bu yetmez. 33 yıldır bağımsızlık onurunu yaşamış bir devletin, başının birleşmenin siyasi, ekonomik, sosyolojik ve askeri açılardan Anadolu’ya ve kendi halkına neler kaybettireceğini tarihten ders alarak algılamış olması gerekir.
Rauf Denktaş Dersleri.
2004 baharında arsız Annan Planına Türklerin evet deme gafletinin devlet eliyle teşvik edildiği bir konjonktürde, rahatsızlığı nedeniyle Burgenstock/ İsviçre’ye gidemeyen KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, görüşmelerde ortaya çıkan metne bir mektupla itiraz etmiş ve son sözünü söylemişti:
“Bu planda egemenlik yoktur. O halde nüfusumuz çapında etki sahibiyiz ve böyle olmaya devam edeceğiz. Bunun ötesinde bize verildiği iddia edilen sözde haklar ve diğer çıkarlar, Rumlar lehine tadil edilen dengelerle anlamını yitirmektedir...İki kesimlilik bozulmuştur, tanınmayacak şekilde sulandırılmaktadır ve ileride Rumların kuzeye sahip olmasını önleyecek diye bize sunulan tedbirler de kalıcı değildir. AB normlarına aykırı addedilecekleri ve zamanla ortadan kaldırılacakları açıktır...1960 Anlaşması üç yıl devam edebilmişti. Halkımızın çoğunu göçmen ve topraksız bırakacak olan bu yeni zorlama, kanımca hepimizi derinden üzecek sonuçları verecektir.”
Bir Büyükleçinin Sözleri.
33 yıl önce, 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC devleti kurulduğunda Dışişleri Bakanlığında Kıbrıs’dan sorumlu dairede görevli olan Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik de geçen hafta KKTC’de medyaya verdiği bir demeçte şunları söyledi:
“Meslek hayatımın kendimce en şerefli günüydü... Bana göre Kıbrıs meselesi işte o andan itibaren çözüme kavuşmuş oldu. 1974’te Türkiye’nin Barış Harekâtıyla sağladığı başarı o gün somut bir anlam kazandı. Kendi egemenliğine, toprağına, kendi halkına sahip bağımsız bir devlet ortaya çıktı. Bizlere düşen, Kıbrıs Türk halkına düşen, bu devleti yaşatmaktır. Çünkü Kıbrıs sorununun tabii çözümü iki devletli bir çözümdür. Ama bu tabii çözüm, aslında eyalet, kanton veya vilâyet statüsünde olan iki yapıdan oluşan bir federal düzenin - kelime oyunlarıyla, İngilizceden Türkçeye tercüme oyunlarıyla - kamuoyuna iki devletli federasyon olarak takdim edildiği iki devletli bir çözüm değildir... Halen yapılmakta olan, iki devletli federasyon kisvesi altında Türk tarafına göre yok hükmündeki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temeli üzerinde ve çatısı altında iki eyaletli sözde bir federal çözüm arayışıdır...Şimdi bütün işaretler odur ki, Rumlar gerçek bir federasyon altında ya da çerçevesinde Türklerle beraber yaşama iradesine sahip değillerdir... Bu yüzden de sakat bir çözüm şekliyle Kıbrıs sorunu halledilse bile Ada’da sürekli bir barış ortamı meydana gelmeyecektir...”
Bir Amiralin Yazdıkları.
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Ege Denizi Görev Kuvveti Komutanlığı görevini yürütmüş olan Emekli Koramiral Sabahattin Ergin de 2010 yılında yazdığı bir makalede şunlara vurgu yapıyordu:
“Kıbrıslı Türklerin, varlıklarını korumak ve sürdürmek amacıyla kurdukları bu devletin varlığı, siyasi hukuk bakımından, diğer devletlerin tanımalarına bağlı değildir. Bu devletin varlığı; onun amacına ve Uluslararası Hukuka göre sahip olduğu hak ve çıkarlarının korunmasına dayanır. KKTC, başta BM Antlaşması ve belgeleri olmak üzere, tamamen UA Antlaşma ve yasalardan kaynaklanan haklara uygun olarak kurulmuştur ve bunda, hiçbir şüphe ve eksiklik söz konusu değildir...Bize göre müzakerelerin amacı, zaman içinde, KKTC’yi yok etmektir...”
Türk Jeopolitiği Kazanmalıdır.
Cenevre dönüşü Akıncı şunları söyledi: “Çözümün ancak eşitlik, özgürlük ve güvenlik çerçevesinde bulunabileceğini her zaman aklımızda tuttuk. Kıbrıs Rum toplumunun haklarına saygılı olurken Kıbrıs Türk halkının haklarına saygı beklerdik.”
Umalım ki Akıncı Hükümeti, jeopolitiğin saygı ile alakalı olamdığını tarihten ders alarak öğrensin. Montreux bozgununa uğrayan BM planında ısrarcı olmasın ve her alanda gerilemeye başlayan Avrupa Atlantik yapının geçmiş aldatmalarına rağmen göstermelik bir federasyon planına halkını razı etmesin. Federasyon hayata geçer ve Türk askeri adadan çekilirse Anadolunun ışıkları karanlığı yırtamaz. Türkler kaybeder. Tarih bir daha Rumlara “Bekledim de gelmedin” şarkısını söyletmesin. Buna izin vermeyin. Bu kez Türk jeopolitiği kazansın.
Cem GÜRDENİZ, 29 Kasım 2016