
“BM Öncüpınar Mülteci Kampı” başlıklı yazımızın ardından, 1994 yılından beri Türkiye Cumhuriyetinin başına bela olmuş olan, Uluslararası yayılmacı güçlerin “ASİMETRİK SAVAŞ” politikasıyla Irak’ın kuzeyindeki Mahmur kampı ve dünyanın diğer yerlerindeki kamplar ile ilgili bu yazımızda, siz değerli okuyucularıma BM’nin adımını attığı tüm kampların kaos ve terör ile anılan yerler ve terörist faaliyetlerin odağı olan yerler olduklarını ve sınırlarda kurulmuş olan bu kampların diğer ülkeler üzerinde baskı aracı olarak kullanıldıklarını örnekleriyle yazacağım. Öncelikle Mahmur kampı ile ilgili bilgilerimizi bir yenileyecek olursak:
1991–1992 yıllarında Türkiye'deki terörün tırmanışa geçtiği günlerde, uluslararası bir plan dâhilinde yaşamları tehlikeye girdiği iddiasıyla çok sayıda kişi aileleri ile birlikte sınırdan Irak'a geçti ve mültecilik başvurusunda bulundu. UNHCR(Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) tarafından bu kişiler için Irak’ın kuzeyindeki Erbil ve Musul arasındaki Mahmur'da bir mülteci kampı kuruldu, kendilerine mülteci statüsü tanındı. Mahmur kampında halen yaklaşık 12 bine yakın kişi yaşıyor. Bu kişilerin güvenli bir şekilde Türkiye'ye dönmeleri için 1994 yılından itibaren BM, Irak ve Türkiye arasında 3'lü görüşmeler yürütüldü. 1994 sonlarında önemli ölçüde ilke anlaşmasına varıldı. Ancak, bu kişilerin geri dönmesi için gerekli hukuki, ekonomik ve sosyal güvencelerin sağlanması yönünde bazı sorunlar aşılamadığı için, anlaşma uygulanamadı. ABD'nin Irak'a müdahalesiyle Irak yönetimi değişti ve Mahmur Kampı'yla ilgili önemli bir gelişme sağlanamadı. Türkiye, zaman zaman güvenlik kaygılarını ileri sürerek kampın boşaltılmasını istemişse de, uluslararası mültecilik hukuku çerçevesinde ilgili devletlerarasında tam bir mutabakat sağlanamadığı için, bunun gerçekleşmesi mümkün olamadı. Bu nedenle kampta yaşayanlar için kalıcı çözüm arayışları, özellikle gönüllük temelinde Türkiye'ye dönmelerinin sağlanması çabaları devam etti. Görüşmeler Türkiye, Irak ve UNHCR arasında Cenevre'de halen devam ediyor.
Bu geldiğimiz süreçte, Mahmur kampı ile ilgili olarak, batılı yayılmacı güçlerin öncelikle “Türkiye Cumhuriyeti muhalifleri” olarak gördükleri daha sonra terör örgütü olarak terör listelerine aldıkları PKK terör örgütüne eleman kazandırma ve lojistik (silah, cephane, haberleşme cihazları vb. gibi) destek sağlama noktasında bu kampın adını sık sık basın yayın araçlarından duyma imkânı bulmuşsunuzdur. En son olarak da “AÇILIM POLİTİKALARI” münasebetiyle, terör örgütü mensuplarının terör kampı Kandil’den Mahmur kampına gelerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletine karşı gövde gösterisi yaparak Habur sınır kapısından giriş yaptıklarını bilmeyeniz ve duymayanız yoktur.
Bir diğer terör kampı olarak Irak’ta faaliyet gösteren Eşref Kampı İran aleyhine uluslar arası güçlerin, İran rejimini yıkmakla görevlendirdikleri Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin döneminde, 25 yıl önce açılan her yıl batılı yayılmacı güçlerin para ve lojistik destek sağladıkları “Halkın Mücahitleri” terör örgütüdür. On yıllarca terör eylemleri gerçekleştiren ve şu anda Birleşmiş Milletler ve Irak’ın girişimleriyle, “İran rejim muhaliflerinin” kaldığı Eşref Kampı'nın taşınması konusunda mutabakat sağlanmıştır. BM Bağdat Ofisi ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından yaptıkları açıklamalarda ise, İranlı muhaliflerin Bağdat havaalanı yanındaki eski ABD askeri üssü “Özgürlük Kampı”na taşınacağını söylenmiştir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin kamp sakinlerini bu bölgeden, üçüncü ülkelere gönderilmesi için gerekli adımları atacağı belirtildi. Halkın Mücahitleri Örgütü üyelerinin yaşadığı bu kamp, Irak Başbakanı Nuri El Maliki tarafından kampın Irak'ın egemenliğine bir hakaret olduğunu öne sürerek kapatılmasını istemiş, fakat ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Irak ile BM arasında imzalanan anlaşmayla Eşref Kampı'nda kalan İranlı mültecilerin bir plan dahilinde ve barış içinde Bağdat havalimanı yakınındaki eski ABD askeri üssü "Özgürlük kampı"na taşınacağını açıklamıştı.
Örneklerimizi çoğaltmak mümkündür. Bu kampların dünya genelinde sayabileceğimiz Somali, Sudan, Kenya, Pakistan, Kongo, Uganda, Tanzanya, Burundi, Lübnan, Ürdün vb. gibi birçok ülkede varlığı devam etmektedir. Terör ile iç içe geçmiş ve bu şekilde anılan birçok terör örgütü yapılanması sayılabilir. Bu kamplarda barınan mülteciler, normal olarak rakip tarafın şiddetine doğrudan şahit olan ve bundan zarar gören kişilerdir ve intikam almak duygusu çok baskındır, mevcut sorunların barışçı yollardan çözüleceğine dair hiç bir inanç taşımazlar.
Ülkemize sığınmacı olarak giren bu kişilerin ileriki yıllarda BM bayrağı altında mültecilik statüsü verileceğinden mültecilerle ilgili olarak bazı bilgileri de siz değerli okurlarıma sunmak isterim. Mültecilerin, çatışmaları desteklemelerinin ve aktif olarak yer almalarının temel sebebi, kaybettikleri toprakları ve egemenlik haklarını geri kazanmak istemeleridir. Mülteci kamplarındaki zor hayat koşulları ve güvensizlik ortamı, mültecilerin radikalleşmesine ve savaşçı nitelikler kazanarak, kendilerini temsil ettiklerine inandıkları silahlı örgütlerin en büyük destekçisi haline gelmelerine neden olmaktadır. Bu ortamda, silahlı örgütlerin de en kolay kontrol altına alabildikleri ve rahatça hareket edebildikleri yerler mülteci kampları olmaktadır. Mülteci kamplarını barındıran ülkelerin, mültecilerin davalarına sahip çıkmaları veya desteklemeleri halinde silahlı örgütler buralarda çok daha rahat hareket edebilmektedir. Hatta ev sahibi ülkeler mülteci kamplarındaki bu faaliyetleri diğer ülke üzerindeki jeo-politik çıkarlarına alet olarak kullanmaktan çekinmemektedirler. Kongo, Ruanda, Tanzanya, Burundi, Uganda kendi ülkelerindeki mülteci kamplarını diğerlerine karşı silah olarak kullanmışlardır. Hindistan, Çin’le arasındaki sınır sorunlarının kendi lehine çözümünü sağlamak için Hindistan’daki Tibetli mültecilerin silah edinmelerine ve askeri eğitim almalarına izin vermiştir. Malezya, Endonezya ve Tayland tarafından, Müslüman gerillaları benzer şekilde kendi aleyhlerine desteklediği gerekçesiyle suçlanmaktadır.
Örgütlerin destek aldıkları dış kaynaklar arasında hem devamlılık hem de hacim açısından en yüksek fayda sağlayacak olan, şüphesiz diğer bir devletten alacakları destektir. Silahlı örgütlerin dış kaynaklardan elde edecekleri yardımların kapsamı, örgütün kendi imkânları ile doğru orantılıdır. Örnek olarak, bulunduğu coğrafyada silah ve cephane bulamayan bir örgüt, bunları diğer devletten edinmeye çalışacaktır. Siyasi desteğe ihtiyacı olan bir örgüt, uluslararası siyasi ortamda söz sahibi olan bir devletin yardımına ihtiyaç duyacaktır. Bir devletin, silahlı bir örgüte ücreti karşılığında silah satması, örgütün finansal kaynaklarına ev sahipliği yapması, militanlarının ülkede serbestçe dolaşmasına göz yumması, hatta örgüt hakkında legal bir terminoloji kullanması dahi bir destek olarak algılanmalıdır. Silahlı örgütlere destek veren ülkeler, uluslararası ortamda sahip oldukları gücün miktarına göre, verdikleri bu destekten zarar görebilmektedir. Örnek olarak, bazı silahlı grupları destekleyen ABD, AB, Rusya, Çin ve petrol zengini Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler, kendi politikalarına uygun olmayan silahlı örgütlere destek veren daha güçsüz ülkelere karşı yaptırım uygulanmasını sağlayabilmektedirler. Yaptırımların hedeflerini belirlemek için de, terör örgütleri listeleri yayımlamakta ve bu örgütlerin tüm destek kaynaklarını kesmeyi başarabilmektedirler. Diğer taraftan, zayıf tarafın aldığı bu desteğin hedefe ulaşmalarına yetmediği, hatta bu grupların destek aldıkları ülkenin güdümüne girerek, uğruna savaştıkları özgürlüklerini kaybettikleri de bir gerçektir.
Mültecilikle güvenlik bağlamında ilişki kurulması “DEMOGRAFİK SAATLİ BOMBA” olarak görülen göçmen ve mülteciler, sığındıkları o ülkelerdeki vatandaşlar için nüfus yapısını bozmaya, güvenlik kaygılarının artmasına ve göçmen karşıtı bir hal almasına neden olmaktadır. Kuşkusuz güvenlik endişesine neden olan kanıtların haklılık payı vardır. Bunlar göçe karşı güvenlik endişesinin bertaraf edilmesinin önünde önemli birer engel teşkil ediyor. Sözgelimi uluslararası terör örgütleri, göçmenliği ve mülteciliği fırsat bilerek daha doğrusu istismar ederek, eylemlerini gerçekleştirmek üzere bu kamplar üzerinden istedikleri yerlere sızabilir ve eylemlerini gerçekleştirebilirler. Diğer taraftan mülteci kampları da terör örgütleri açısından zaman zaman ideal alanları oluşturmuş ve ülkelerarası güvenlik ihtilafları doğurmuştur. Ayrıca göçmenlik, sadece terör örgütlerinin değil gizli servislerin de yabancı ülkelere sızmak için kullandığı en sık yollardan biridir.
Yüz yıl önce Arap dünyası ile yaşadığımız kan uyuşmazlığı nedeniyle Arap dünyasına karşı çokta iyi duygulara sahip olmadığımız görülmektedir. Geçmiş yazılarımda belirttiğim gibi emperyalist ülkelerle hareket eden Arap ülkeleri her daim yaşadıkları topraklara ihanet etmişler on binlerce askerimizi, vatandaşımızı vahşi ve barbarca katletmişlerdir. Burada yapmaya çalıştığımız şey, nefreti körüklemek ve ayrıştırmak değil, batılı yayılmacıların halkların ve devletlerarasında etnik, mezhebi ve dinsel olarak psikopolitik ve sosyopolitik ayrıştırma ve bozgunculuk çıkartma planlarının ve projelerinin ortaya çıkartılmasıdır.
Bu yapılan fitne ve savaş çıkarma planlamaların en son örneğini de yerel ölçekte Kilis’te yaşamış olduğumuzdan dolayıdır ki, gayet hassas ve stratejik bir konumda olan topraklarımızın ne kadar kırılgan bir yapıda olduğu görülmüştür. Batının savaş için araç olarak kullandığı medya, bozgunculuğu en üst perdeden dillendirmeyi kendisine ilke edinmiştir. Bu bağlamda, Büyük İskender’den bir anekdot: İskender, felsefenin duayeni sayılan Aristo’ya bir mektup yazar. Mektupta, “Zapt ettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım” der ve şu soruları sorar:
- 1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?
2- Ülkenin ileri gelen insanlarını hapse mi atayım?
3- Ülkenin ileri gelen insanlarını kılıçtan mı geçireyim?
Aristo cevap gönderir:
- 1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar.
2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar.
3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.
Çözümü şöyle anlatır:
- “İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini kabul ettireceksin ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın.”
Kilis hakkında atılan şu gazete başlıkları da gayet manidardır:
Washington Post: “Suriye’deki şiddet Lübnan ve Türkiye’ye taştı. Suriye’de bir tampon bölgesi kurması olasılığı irdeleniyor.
Wall Street Journal: “Ankara, uzun bir süreden beri başka seçenekler arasında Suriye sınırı boyunca bir “güvenlik’ veya “tampon’ bölgesini kurma üzerinde düşünüyor”
New York Times: “Ateş açılması, kuşkusuz Türkiye’nin sivilleri korumak için Suriye içinde bir tampon bölgesi çağrısını perçinleştirmek için kullanılacak”
Guardian: “Şiddet Türkiye’ye taşırken Suriye ateş kes planı mahvoldu. Belki sınırda bir tampon bölgesinin oluşturulmasını içeren bir Türk B planına ilişkin spekülasyon yaygın”
Independent: “Bu, mülteciler için bir güvenlik bölgesi şeklindeki bir Türk müdahalesine provoke edebilir mi?”
El Mundo: “Kamp sınıra fazla yakın”
Le Figaro: “Kilis’teki kampa açılan ateş, sınır boyunca kurulan bu merkezlerin güvenlik sorunları gündeme getirdi”
Gazete manşetlerinin bu şekilde atılması Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milletinin nasıl bir tuzağa ve mayınlı bir alana çekilmek istendiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Bu saatten sonra atılacak her türlü adımın özenle ve akıllıca seçilmesi gerektiğini bir kez daha düşünmemiz gerekliliğini vurgulayarak yazımı bitiriyorum. Yeni yazımız kadar sağlıcakla kalın diyorum.
Mehmet UYSAL, 6 Mayıs 2012