KİMDİR BU HAZRETLER?
Bu ülke nerelere geldi…
Kim kimin cebinde cirit atıyor belli değil.
Kim kimin muhatabı, hiç belli değil…
Bu ülkenin yurttaşı, vatandaşı, insanı ne günler gördü, ne günler… Ve görmeye devam ediyor…
İçinde yaşadığımız süreçte duyulması gereken endişe, her türlü başıbozukluğun, olağan karşılanmaya başlaması ve gösterilmesi zorunlu olan tepkilerden kendisini sıyırabilmiş olmasıdır…
Kendisine Fettullah Hoca Efendi denen bir zat-ı şerif, Türkiye’nin siyaseti ile ilgili “fetvalar” verebilmekte… Ve bu fetvalar, TV ana haberlerinde başköşeye ve yazılı medyada ise, sekiz sütun manşete yerleşebilmektedir…
Kimdir bu Fettullah Hoca Efendi?..
Devlet katındaki yeri nedir?
Payesi nedir?
Sıfatı nereden gelmektedir?
Hoca Efendi öksürmekte… Hemen ertesi gün iktidar patisinin lideri dâhil, her çeşitten ileri geleni kendisine medya üzerinden temennalar göndermekte… Ana muhalefet partisinin turfanda lideri ise, Hoca Efendi’nin söylemleri ile meşgul, ileri sürdüğü savlarla sarmaş dolaş olabilmektedir…
Derken, Kuzey Irak’taki yeniden yapılanmanın öncüsü, sözcüsü ve gözcüsü konumundaki bir kişi… Yani Mesut Barzani denen diğer bir zat-ı şerif, Ankara’da neredeyse top atışları ile karşılanmakta… Ve “muhatabı” sayılan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile görüşmeler yapabilmektedir…
Kimdir bu Mesut Barzani?
Devlet katındaki yer nedir?
Payesi nedir?
Sıfatı nereden gelmektedir?..
Türkiye halkı bu gidişle daha neler ve neler görecektir?..
Neleri yaşamak zorunda kalacaktır?
Nelerle karşılaşacaktır?
Düşman dayamamış mıdır milletin bağrına hançerini?..
Peki, bu koşullarda, “yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini?.. “
Türkiye, dervişler ve müritler ülkesi olmayacaksa, bu dervişler siyaset arenasında ne aramaktadır ve nasıl dolabilmektedirler?..
Atlantik ötesinde tahtını kurup, silahını Ortadoğu’ya doğrultmuş olan kabadayının Bölge’ye konuşlanmış müritleri, nasıl olup da Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı muhatap alabilmektedirler?..
Kimdir bu kirli işleri organize edenler?
Kimdir bu “organize suçları” hoyratça işleyebilenler?
Kimdir?..
Türkiye halkı reflekslerini kaybetmiştir.
Türkiye halkı, olup bitenleri, alelade bir dizi izler gibi seyretmektedir…
Türkiye’nin aydınları ikiye ayrılmış; bir kısmı Silivri’den; diğerleri ise, bindikleri geminin kaptan köşkünden ülkelerini seyretmektedir…
Ama her şeye rağmen Anayasal kurumlar ayaklarını yere basabilmekte… Ve bu dik duruş, bu ülkenin başbakan yardımcısı koltuğunda oturan bir diğer zat-ı şerif tarafından yerin dibine sokulmakta, Dolar”la beslenen tertipçiler eli ile ise, her geçen gün bir başka tuzakla baş başa bırakılmaktadır...
Bu ülke sahipsiz değildir.
Ve halkın, kendi ülkesini koruma ve kollama hakkı, onun vazgeçilmesi ve ertelenmesi mümkün olmayan en temel hakları arasındadır…
Kerim UTKUN
soruyusormak.com
24.06.2010
İKİ CİDDİ RİSK GRUBU…
Başbakan yine açmış ağzını yummuş gözünü, şöyle buyuruyor:
- Ne zaman demokrasimizi geliştirecek bir çizgiye giriliyor, terör olayları artıyor…
Yani hazret, demeye getiriyor ki, terörün hedefi, demokrasiyi engellemektir…
Başbakan vatandaşın sağduyusunun dayandığı temelleri sarsmaya çalışmaktadır.
Oysa gerçekte bu ülkenin demokrasisini ve temel Anayasal devlet düzenini yıkmaya çalışan iki ciddi tehlike mevcuttur:
1.- Bölücü terör eylemleri ve ülkenin parçalanması riski,
2.- “Laiklik karşıtı eylemlerin odağında yer alarak” Anayasal hukuk düzenini yıkmaya yönelik faaliyetler…
Birinci risk grubunda yer alanlar, ülkeyi parçalanmaya doğruyu taşıyan bir yola sokmaya çalışmaktadırlar…
İkinciler ise, laik Cumhuriyet rejimini şeriat düzenine dönüştürmeyi amaç edinmiş bulunmaktadırlar…
Bu iki tehlikeli yolun yolcuları da, [evet, her iki güç adağı da] demokrasiyi kullanarak yollarına devam etmenin pratiği içindedirler…
Ülkeyi bölünmenin eşiğine taşımaya çalışan ayrılıkçı hareket ile, Cumhuriyet’in temellerini oymaya çalışan güçler, aynı ip üzerinde oynayan iki cambaz gibidirler…
PKK ve yandaşları, merkez yönetiminin [yani Ankara’nın] güç ve yetkilerinin zayıflatılmasını istemekte; bunun yerine yerel yönetimleri geçirmeye çalışmaktadırlar. Bu hedefe ulaşmak üzere yaptıkları propaganda, demokrasi taleplerine dayanmaktadır.
Öte yanda AKP hükümeti de, 12 Eylül Cunta Anayasa’sını, daha da geriletmek yönündeki girişimlerini demokrasi sloganı arkasına saklamaktadır…
Her iki güç de demokrasinin imkânlarını sonuna kadar kullanmakta ve hedeflerinin demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi gibi göstermeye çalışmaktadırlar…
Hiçbir demokratik Cumhuriyet, demokrasinin olanakları kullanılarak kendisine saldıranlara izin veremez; kendisini korur ve savunur.
Çünkü gerçekte yapılmaya çalışılan, demokratik Cumhuriyet’i demokrasi kılıcı kullanılarak yıkmaya yönelik örtülü bir “kalkışma”dır!..
Bu iki risk grubunun, ağız birliği etmişçesine, Anayasa Mahkemesi’ne karşı olmaları da işte yine bu aynı nedenledir.
Çünkü Anayasa Mahkemesi, ülkenin rejimini hukuk yolu ile koruyan ve garanti altına alan bir yüksek yargı organıdır.
Yargıtay ve Danıştay ise, hukuk devleti ilkesinin temeli, koruyucusu ve bir diğer garantisini oluşturmaktadır.
Bu iki risk grubunun her ikisinin de yüksek yargı organlarını karşılarına almalarının temel nedeni, bu kurumların Cumhuriyet rejimini savunmak ve hukuk devleti ilkesinin temelini oluşturmakta olmalarıdır…
PKK taşeron bir örgüttür.
Esas müteahhidin temel aldığı hedef ise, Lozan’dır…
Kurulan ortaklığın temel amacı, Türkiye’yi Sevr koşullarına geri döndürmek, ülkeyi parçalamak ve kopartılacak parçalardan pay almaktır…
Bu ortaklığın, Cumhuriyet rejimine karşı şeriat düzenini savunanlarla işbirliği içinde olması ise, güdülen amaçlar arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır.
Birinciler, Türkiye’yi parçalamanın peşindedirler…
İkinciler ise, “laiklik karşıtı eylemlerin odağında” yer alan Cumhuriyet karşıtı güçlerdir…
Bu iki hareketin birbirleri ile olan ilişkileri, “eşyanın tabiatı gereği” aynı kapıyı çalmakta olmalarından kaynaklanan bir beraberliktir.
Türkiye halkı, önünden bir sinema şeridi gibi akıp geçen olayları değerlendirirken bu önemli tespitleri bilincine taşımalıdır.
Dar parti çıkarlarını bir kenara bırakılmalı, tek tek ağaçların görüntüsünden kalkılarak, ormanı görebilmelidir…
Filiz KİBRİTÇİ
soruyusormak.com
27.06.2010