Kimlik Kontenjanları Sistemi / Selçuk TINAZ

Kimlik Kontenjanları Sistemi / Selçuk TINAZ

İletigönderen Selçuk Tınaz » Cum Ara 28, 2012 23:04

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Türkiye'de yeni bir Anayasa ile yeni bir toplumsal mutabakat ve siyasal yapı kurma ihtiyacı, toplumdan gelen bir talep değil. Kendini kiraya vermemiş gerçek insanların o konularda bir sıkıntısı yok.

Devletin kimliklere karşı kör olması sayesinde, insanlar, eğitim alma, çalışma, devlet yönetimine katılma konularında kimlik engeliyle karşılaşmadan eşit bir şekilde yaşayabiliyorlar. Zaman zaman ortaya çıkan münferit sıkıntıların nedeni, devletin kimlikleri tanıması olduğuna göre, "tam körlük, bu sorunun kesin çözümüdür" demeyenler, güvenilir kişi olma vasfını kaybediyorlar.

Gene hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, değişim talebi ABD'den geliyor. Amerikalılar, Türkiye'yi kendi planlarına uyan bir biçime sokma çabası içinde olduklarını gizlemiyorlar zaten ama, bu yeterli bir açıklama değil. "Niçin biz devlet ve millet olarak ABD'nin çıkarlarını korumak zorundayız ve o çıkarları kendi iyiliğimizin dahi önüne geçirmek, bizim için neden Allah'ın emri oluyor ?" sorularının cevaplarını da duymak istiyoruz.

İnsanları güvencesiz köle işçilere ve savunmasız tüketici yığınlarına çevirmek isteyen Küresel Sermaye de uzun bir süredir, milli kimliğini ve birliğini koruyan, kendi iyiliğini gözeten devlet yapılarını ortadan kaldırmaya uğraşıyor.

Milletleri bölüp devletleri parçalama konusunda ABD Ulusal Sermayesi ile Vatansız Küresel Sermaye arasında bir mutabakat bulunuyor ama, "parçalara kim hükmedecek ve insanlar hangisinin kölesi olacak" gibi yarışma sorularında, ikiz kulelere uçakların çarpmasıyla gün ışığına çıkan ve hemen savaşa dönüşen büyük bir rekabet var.

Bu hastalıklı "ortaklık+rekabet" ilişkisini, iki tarafın bütün ülkelerdeki uzantılarında da görmek mümkün. İş alemindeki çok uluslu yapılara ait vatansız şirket robotlarının yanında, siyaset sahnesinde vatansız parti robotları rol alıyorlar.

Mesela, Küresel Sermaye'nin elemanı Abdullah Gül ile Amerikan Ulusal Sermayesi'nin memuru Recep Tayyip Erdoğan'ın bir dargın-bir barışık halleri ve böcekli yaşam koşulları bu rekabetten kaynaklanıyor. Beraber yürüdükleri yollarda, beraber ıslanmadıklarını sık sık görüyoruz. Yağmur yağdıran bulutun cinsine göre bazen biri, bazen de öteki şemsiye açıyor.

Avrupalı göçmenler, yerliler ve Afrikalı kölelerle işe başlayan, sistemini kimlikler üzerine kuran hormonlu göçmen kampı ABD, kendini koruyabilmek için kalitesizliğini ve zayıflığını çok iyi bildiği bu sistemi bütün dünyaya yayması gerektiğine inanıyor. Irak'a yaptıkları da, Suriye ve Türkiye'ye yapmaya çalıştıkları da bu.

ABD'yi yönetenler, bir Avrupa hastalığı olan ırkçılıktan bir türlü kurtulamadıklarından, Türkiye Cumhuriyeti gibi bütün vatandaşlarını eşit gören devletlerden büyük rahatsızlık duyuyor ve onlardaki demokrasi kalitesini bozarak aşağıya çekmek amacıyla kimlik sorunları yaratıp, kendi hastalıklarını bulaştırmaya çalışıyorlar.

Irak'ta devleti kimlik kontenjanlarıyla yönetmek için, "Cumhurbaşkanı falanlardan, Başbakan filanlardan, Meclis Başkanı da feşmekânlardan olsun" dediler.

Bir ülkede "Ben cumhurbaşkanı olmalıyım. Etnik kimliğim veya din mezhebim bana bu hakkı veriyor" demek ne kadar saçmaysa, ona, "Hayır, senin kimliğin ancak başbakan olabilir" cevabını vermek de o kadar komiktir.

Bu saçmalığı "demokrasi" olarak takdim edenlerle nafile tartışmalara girmeden, demokrasinin bir amaç değil, araç olduğunu hatırlatmak lâzım.

Amaç, milletin ve devletin iyiliğidir. Bu iyiliği sağlamanın olmazsa olmaz şartı, vatandaşlara hak, görev, ödül ve ceza verirken eşitliği bozan 'aidiyet esası'nı değil, herkesi eşitleyen 'liyâkat esası'nı kullanmaktır.

Aslında çağın modası olan liberalizm'in temel felsefesi de bunu gerektirir ama, liberal olduğunu söyleyen kişilerin bütün insanları toptancı bir görüşle kimlik torbalarının içine atmaya çalışmaları, ciddiye alınmalarını engellediği gibi, temel felsefesiyle çeliştikleri liberalizmi de "asrın vebası" haline getiriyor.

Siyaseti kimlikler üzerine inşa etmek, dünyanın her yerinde sıkıntı yaratıyor. Birçok yerinde de düpedüz cinayet oluyor.

Irak'taki sistemin ne kadar sakat bir düşünce ürünü olduğu, Cumhurbaşkanı hastalanınca, aynı kimlik grubunda onun yerini alacak kapasitede biri bulunmadığı için sistemin çökmesinden ve ülkenin tek adımda iç savaşın eşiğine gelmesinden anlaşılıyor.

Doğrusu biz bu sistemin kısa sürede su kaynatacağını Kıbrıs örneğinden biliyorduk. "Cumhurbaşkanı Rum-Yardımcısı Türk" formülüyle başlayan kimlik kontenjanları sistemi, çok geçmeden bir iç savaşa neden oldu. Rumların Türklere uyguladığı soykırım, Türkiye Cumhuriyeti'nin müdahalesiyle engellendi ve sorun çözüldü.

1974 yılından beri adadaki iki toplum, kimlik engeliyle karşılaşmadan herkesin her şey olabildiği demokrasi kalitesine erişen iki ayrı devlet yapısı içinde, yan yana gürültüsüz patırtısız yaşıyorlar ama, kimlik kontenjanları sistemini dünyaya yaymak için uğraşanlar, Kıbrıs'ta halâ bir sorun olduğunu iddia edip duruyorlar.

Bir şeye "Sorun" etiketi yapıştırıldığında biliyoruz ki, o işin arkasında mutlaka bir sahtekârlık var ve yine birileri bir namussuzluk yapmak niyetiyle insanları aptal yerine koymaya uğraşıyor.

Eğer her konuda iyileşme, düzelme, gelişme, ilerleme görülmek isteniyorsa gerçekten, içinde bulunduğumuz ve çok uzun sürdüğü için hepimize bıkkınlık veren bu, 'uydur-kaydır yuttur gitsin' dönemindeki, her şeyi sloganlarla götürme, sıkışınca da 'eveleme-geveleme- dil üstünde kaydırmaca' işleri geride kalmalı.

İçeriği belirsiz bir bohça yapıp üzerine "sorun" etiketi yapıştırarak, işine geldiği gibi ilgili-ilgisiz, doğru-yanlış her şeyi içine atma ve yeri geldiğinde elini sokup tavşan çıkarma hokkabazlığı bırakılmalı. Kimin verilmemiş ne hakkı varsa, tek tek açıkça dile getirilmeli.

Bazı insanların, hepimizi birleştiren her şeyi tabu haline getirmeye çalıştıklarını görüyoruz. "Biz kardeşiz", "Hepimiz insanız", "Kız alıp, kız vermişiz" gibi yakınlaştırıcı, birleştirici ifadeleri kusur olarak gösterme ve kullanılmasını önleme ihtiyacı duyanlar var.

Halkımız bütün samimiyetiyle söylediği bu sözlerle gerçekleri dile getiriyor. Alaycı bir tavırla onları küçümsemek veya bir oyalama oyunu gibi göstermeye çalışmak saygısızlıktır, ayıptır.

Çeşitli etnik grup ve mezhepten insanların bu ırkçılara hiç aldırmadan evlenip kurdukları çok sayıda aileye sahibiz. O ailelere mensup milyon rakamıyla ifade edilen insanların hayatlarına bu şekilde müdahale ederek hepsini rahatsız ve mutsuz etme hakkını, yetkisini nereden alıyor bu ırkçılar acaba ?

Bütün umutları, halkın yüreğinden çıkan ifadeleri yasaklamaya kaldıysa eğer, "Kürt Sorunu" sloganının fanatik tutkunu olan ırkçılarda cephane tükenmiş demektir. Diyarbakır Cezaevi'ni hatırlatma ihtiyacı da buradan doğuyor galiba.

Diyarbakır Cezaevi'nde 30 sene evvel olanlara "Kürt Sorunu" adını vereceksek, aynı dönemde ülkenin bütün cezaevlerinde Kürt olmadıkları halde aynı şeylerle karşılaşanların yaşadıklarına isim bulmak için hepsinin tek tek etnik kimliğini mi araştıracağız ? Etnik kimliğini bulamadıklarımızın yaşadıklarına isim koyamayacak mıyız ?

"Geçmişte devlet görevlileri filan yerde bana şöyle bir kötülük yaptılar, o halde ben de artık devlete ve millete istediğim kötülüğü yapmakta serbest olmalıyım" diyemez hiç kimse. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir hak yoktur.

"Kötülük yapma hakkı" ancak halk düşmanlarının, akıl hastalarının, bazı ruh ve sinir hastalıklarına yakalanmış olan kişilerin, kendilerine vehmettikleri bir ayrıcalıktır.

Bu tür hastalıklara sahip kişilerin geçmişlerine bakınca, genellikle çocukluklarında anne, baba veya başka bir otoritenin kötü muamelesine maruz kalmış oldukları görülür.

"Diyarbakır Cezaevi'nde işkence gördüm, o yüzden şimdi ben istediğime istediğim kötülüğü yapma hakkına sahibim. Bu amaçla bebekleri dahi öldürebilir, devleti ve milleti dilediğim gibi bölüp parçalayabilirim. Bütün teröristleri kucaklayabilir, himaye edebilir, yardım ve yataklık yaparak, insanları öldürmeleri için onlara siyasi destek bile verebilirim" iddiasını kullananların hastalığına teşhis koyup, tedavi etmekten başka bir çözüm yolu yoktur.

Eğer PKK'lılar ve BDP'liler hasta olmadıklarını iddia ediyorlarsa, sağlıklı olduklarını bize kanıtlamak için, bu hastalıkların çok sık görüldüğü Batı ülkelerinde okul basıp 5-6 yaşındaki savunmasız çocukları öldüren katilleri taklit etmeyi bıraksınlar.

Bir psikopat ile ilgili "yapmak-etmek" fiillerini kullanabileceğiniz tek eylem 'tedavi'dir. Psikopatlar ile pazarlık yapamaz, hiçbir şeyi müzakere edemezsiniz.

Devlet görevi, yani, milletin kaderini tayin gücü psikopatların eline kesinlikle verilmemeli ve hepsi doktor gözetimi altında tedavi edilmeli. Böyle kişilere, diğer insanlara zarar verme imkânı tanıyanlar, vatandaşlık görevini ihmâl kusuru işlemiş sayılırlar.

Etrafımız yangın yerine döndü. Çok uzun bir süredir, bölgemizde ve komşularımızda savaş hiç eksik olmuyor. Bizimki de dahil birçok ülkenin haritası değiştirilmek isteniyor. Bu haksız, edepsiz, küstah projenin bir dünya savaşına dönüşme ihtimali varken, bizim Türkiye'de (meleklerin cinsiyetini tartışır gibi) en önemli meselemiz genellikle, kadın saçının görünmesini yasaklamak ve kimlik sobeleme oyunu oynamak oluyor.

Herkes gelişmenin formülünü eğitimde bilimde ararken ve o alanlarda ilerlemek için gece gündüz çalışıp kendini paralarken, biz çok şanslıyız çünkü onlara hiç ihtiyacımız yok. Çalışmamız gerekmiyor. Dinimizi öğrenmemiz yeterli oluyor. Artık bütün işimiz inanç. Nasıl olsa akla ve bilime, yargı bile itibar etmiyor. Eğer bir insanın suçlu olduğuna inanılıyorsa, akıl ve bilim tam tersini kanıtlasa dahi, yargıda kabul görmüyor.

On yıldır günümüzü dolduran, kafamızı şişiren propagandadan çıkan özete göre, daha iyi bir ülke olabilmemiz için iki şey gerekiyor ;

1- Kadın saçının görünmemesi
2- Etnik kimlikler üzerinden siyasi gruplara ve bölgelere ayrılmak.

Peki, bu ikisini yaptığı için daha iyi bir hale gelmiş olan ülke var mı ?

Ortadoğu'ya bekçibaşı yapılabilmemiz için kadın saçını yasaklayıp milli kimliğimizi de bırakarak, aşiret kimliklerimizle dolaşmamız lâzımmış. Diğer bir ifade ile ; çağdaş bir ülkede yobazlığı ve sömürgeciliği yenmenin haklı gururuyla yaşamayı bırakıp, yeni Anayasa ile kurulacak bedevi çadırında, onlara hizmet etmenin utancıyla yaşayacağız.

Ne uğruna ?

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x