Kırk Katır mı, Kırk Satır mı İstersin? / Feza TİRYAKİ

Kırk Katır mı, Kırk Satır mı İstersin? / Feza TİRYAKİ

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Tem 14, 2012 19:47

Kırk Katır mı, Kırk Satır mı İstersin?


Bu, ruhsal yönden bir “kapana kıstırma” atağıdır.” Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” gibi. Bir yıkımı seçiyorlar. Bunu isteyen var mı, kim ister diye bir soru falan sormadan, doğrudan nasıl istersin sorusunu soruyorlar.

Masalların sonunda kötülere sorulan soru gibi: “Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?” Ölümlerden ölüm beğen sorusu.

Satır, kasap bıçağı. Katır, yük taşıma hayvanı. Masaldaki kötü kişi bunlardan hemen kırk katırı seçer. Kasabın bıçağında kırk parçaya bölünmektense, kırk katırın kuyruğuna bağlanıp yollarda kırk parçaya bölünmeyi yeğ tutar.


Çamlıca’ya cami. Önce ortaya atıldı. Kimse üzerine almadı . Duymazdan, bilmezden geldiler. Sonra usulcacık sordular: “Cami nasıl olsun? Nasıl bir cami yakışır buraya?”

İstanbul’un son yeşil alanlarını, doğayı öldürecekler de, nasıl öldürseler iyi olur bunu soruyorlar.

Eğitimde aynısını yaptılar. Millî eğitim millî olmaktan çıkarıldı. Eğitim çok başlı, parçalı, dinsel eğitime dönük, Türkçeyi önemsemeyen, yerel ağızları Türkçeyle bir tutan, sömürge ülkesiymişiz gibi İngilizceyi temel alan bir yapıya dönüşecek dönüşmesine de, neresinde eksik var diye sordular. Parçalı eğitim ister misiniz, diyen olmadı. Toplumdan böyle bir istek gelmedi. Bu konu yıllar önceden tartışmaya açılmadı, görüş alınmadı… Getirdikleri parçalı eğitim, kaç yaşından başlasın diye tartıştırdılar milleti. “Beş mi iyi, altı mı?” Seçmeli yerel ağız dersi olsun mu denmedi. Soru şuydu: “Başka hangi dersler seçmeli olsun?”

Hangi dersler kalksın diye soruldu mu? Bir baktık “Millî Güvenlik“ dersi kaldırılmış. Bu dersi veren subaylarımıza okulların “kapısı kapanmış.” Çocuklarımız, rütbeli askerlerini okullarda görüp heyecanlanmayacaklar, “gururla göğüsleri şişmeyecek…” Devleti kuran subaylar, Türk ulusuyla birlikte kurdukları devletin okullarında askerlik dersi veremeyecekler. Yurt savunmasını, orduyu, silahları anlatmayacaklar.

İstanbul’da köprüyü bir yanını kapatarak tamir edeceklerine, hiç haber vermeden, kapattık, tamirde dediler. Araç geçişleri “Arap saçına döndü.”Üç hafta sonra işin aslı ortaya çıktı. Üçüncü köprü gerekliydi gördünüz mü, şimdi dinleyin bakalım üçüncü köprüde neler neler var diye anlatmaya başlayıp bu işlerden para kazanan fırsatçılara “göz kırptılar, yollarını açtılar…”

Kaç yıldır, basında yayında, yağdanlıklarını konuşturuyorlar. Terör örgütünün isteklerini halkın isteğiymiş gibi gösteriyorlar. Bakıyorsun bir kadın, ad- soyadının önünde (Büşra Ersanlı) profesör doktor yazıyor. Terör örgütünün kent yapılanmasının içersindeymiş söylenildiğine göre. Tutukluymuş, PKK’nın bir örgütüne üyelikten. Gazeteler böyle yazdı. Kırk yıldır sol (?) kanattaymış. Kürtlerin haklı taleplerini kırk yıldır destekliyormuş. Salıverilmesinden önceki son duruşmasında: “BDP'ye giriş sebebim “Türkiyeleşme” projesiyle bağlantılıdır. Hepimizi üzen, mahveden bu sorunun çözümüne katkıda bulunabileceğimi düşündüm. “ demiş.

Bu kadın, Atatürk Cumhuriyeti’nin okullarında okumuş, ilim bilim öğrenmiş. Sanlar ekletmiş adına. Atatürk sayesinde birey olmuş, bilim kadını olmuş, bağımsız çağdaş bir ülke vatandaşı olmuş. Atatürk sayesinde yazmış okumuş, bir dili kimliği olmuş… Kırk yıldır terör örgütünün, yok ona göre Kürtlerin haklı taleplerini destekliyormuş. Önce ne istiyor, önce ne diyor bu eli kanlı örgüt: “Yerel dilleri (hepsini) devlet dili olarak kabul ettirmek, bu yerel ağızlarla eğitim yaptırmak.” Yani dil birliğini, devletin üniter ( ulus devlet) yapısını bozmak. Desteklediği örgüt, terör örgütünün bir kanadı. Parti örgütün bir başka uzantısı. Terör örgütü, on binlerce canın katili, celladı.

Devlete isyan eden, silah çeken, mayın patlatan, el kol bacak koparan, asker sivil, çoluk çocuk demeden önüne gelenin canını alan bir örgütün destekçisi bu okumuşum diyen kadınlar erkekler, nasıl iyi mi?

Şimdi bu kişi profesör hem de doktor. Bu dediği işin (anadilde eğitim), Türkiye’nin bölünmesi işi olduğunu, bu bölünmeyi sömürgeci ülkelerin kendi çıkarları için istediğini bilmiyor mu? BOP ‘u bilmiyor mu? Barzani’yi tanımıyor mu? Ermeni isteklerinden haberi yok mu? İsrail’in göz koyduğu, ırkına Tanrı bağışı saydığı bölgeleri duymamış mı?

“Türkiyeleşme’ymiş. “ Nasıl isimler de buluyorlar, kuzuları uyandırmayacak adlandırmalar…

Sonra çıkarken bir daha konuşuyor bu Profesör doktor hanım, şimdi daha da umutluymuş bölücülüğün terörle getirildiği noktadan:

''Ana dilde eğitim de, ana dilde savunma da çok umut ediyorum ki yakın bir gelecekte Türkiye'de gerçekleşecek. Çünkü bu hem birey anlamında, hem kollektif anlamda en büyük güvenlik yolu. Ana dilde eğitim ve ana dilde kendini rahatça ifade etmek, o dili iyi öğrenmek, Türkiye'de en büyük güvenlik garantisi'' demiş.

Ağzından çıkanı biliyorsa, “kulağı duyuyorsa ağzından çıkanı,” ” profesör doktor lar(!), “ bu sözleri tartıp ölçüp söylemiştir." Bakın neymiş? “Güvenlik garantisiymiş” anadiller. Neyin güvenliği? Neyin olacak, belli değil mi? Ayrıştırmanın! Ayrı millet sayılmanın. Ayrı devlet kurmanın.

“Bolluğa bakın! “ Bu akıllara göre, hayda, bilmem kaç tane anadil ortaya çıkarılacak!.. Anadil bolluğundan geçilmeyecek demektir yakında. Güvenliğimin garantisi diyen fırlayacak, kendini toplumdan ayıracak: “Ben şuyum. Ben de şuyum. Sen nesin? Bilmiyormusun git sor öğren!” diyecekler.

Okullarda, eski dil öğrenenler, Arapçaya başlayanlar, “Elifba” diye bağıranlar, başları bağlı kızlar takkeli oğlanlar olacak. Bir yandan bu çocuklar alabildikleri kadar İngilizce dersi görüp okullarda dersleri İngilizce yapmaya başlayacaklar. Sınıflar herkesi habire bölecek. Bilmem kaç çeşit Kürtçe yerel ağzı, yok Çerkezceyi, yok bilmem neceyi, olmayan Lazcayı, Gürcüceyi… öğretmeye kalkacaklar buralarda. "Binbir çeşit alfabe havalarda uçacak!" Ruslar Rusça diyecekler. İngilizlerin “işi iş” olacak… “Yeme yanında yat!” Avrupalılar daha bir “burunlanacaklar. “ Daha bir sömürgesi sayacaklar buraları… Alman’ı ayrı, Hollandalı’sı ayrı… hepsi kendi dilini isteyecek. Bunlar yerleşip duruyorlar, kaptıkları, kapattıkları yerlerde yaz kış oturuyorlar ya…

Öğretmen olmayan öğretmenler, bu yerel dil derslerini vermeye kalkacaklar. PKK’lı istese artık okulda! Hocalar da sarıklarıyla girerler mi derslere girerler… Bir engel mi var olacaklara…

*

“Sıçan geçer yol olur.” “Yedi kubbeli hamam. “ “Bu iş bölücüler için tamam…”

Aydınlar, yanlış yazdım, karalar imza vermişler.

İmzacılar, "Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. Bu topraklara barış mutlaka gelecek. O gün gelsin artık. Leyla Zana'nın siyasi çözüm ve barış çabalarını destekliyoruz" demişler.

Söze bakınız. Sinsice pusu kurup askerine saldırmanın, yollara mayın koymanın, işyerinde, yolda, sokakta bomba patlatmanın, sivil işe giden askerini sırtından kurşunlamanın, köy basıp bebek öldürmenin, otobüslerde kız yakmanın, yolcu kurşunlamanın… adı savaş olmuş. Bir de bunlar kendilerine yazar, gazeteci, sanatçı, şucu bucu demişler imza atarlarken!.. “Heyyt !” Neymiş bunlar , nasıl da atlamışlar ortaya, “gün bugündür” diye!

Bir ünlü yazar (Ali Sirmen) gazetesinde (Cumhuriyet) yazmış:

“Kendisini Kürt kimlikli olarak tanımlayan yurttaşlarımızın temsilcisi olduklarını ileri sürenler (Kürtler içinden aksini iddia eden de çıkmıyor) dil konusunda çok duyarlı olduklarını, anadilinin öğrenilmesiyle yetinmeyip anadilinde eğitim konusunda ısrar edeceklerini her vesileyle dile getiriyorlar.” demiş. Yani neymiş:

Kendisini Kürt kimlikli olarak tanımlayan yurttaşlar varmış. Bunların temsilcileri dil konusunda duyarlılarmış. Bunlar yani BDP yani dolayısıyla PKK bu yurttaşların temsilcileriymiş. Kürtlerin içinden aksini iddia eden yani BDP yani PKK bizim temsilcimiz değil diyen çıkmıyormuş. Bunlar anadilin öğrenilmesiyle yetinmeyip anadilde eğitimde ısrar edeceklermiş. Bunu her vesileyle dile getiriyorlarmış.

“Buna karşılık MHP’yi bırakın bir yana ,” diyor yazar, niye bırakacaksak,MHP’yi niye ayıracaksak,“CHP ve AKP bile bu istek karşısında olumlu tavır almaktan uzak bir noktada durmakta kararlı görünüyorlar.”

Yani açıkçası diyor ki, basında hep AKP karşıtı yazılarıyla tanınan, bir zamanlar televizyonlarda dinci bir yazarla program yapan, oralarda Atatürk cumhuriyeti’ni savunur sandığımız bu yazar, “MHP’yi saymayın, ama CHP ve AKP bile buna evet demiyor.” demek istiyor. “Olumlu tavır almaktan uzak bir noktada durmakta kararlı görünmek” ne demekse? Bu üçünün bu konuda BDP’ye karşı olumlu tavır almalarını istiyor , eğitimde ikinci, üçüncü, beşinci, bilmem kaç taneci dili savunuyor. Dil birliğini, ulusdevletin sonunun gelmesini bölünmemizi istiyor istemesine de böyle sözü dolandırıyor. Hem demiş, hem dememiş gibi oluyor.

Bir AKP’li vekil (Galip Ensarioğlu) ise sözü böyle dolandırmadan doğrudan demiş. PKK araçları yaktı ya geçen gün, meğer kendini çözümün dışında hissettiği içinmiş bu yaptıkları:

“Kürt sorununu çözerken, PKK’yı görmezden gelen, örgütü orta yerde bırakan bir çözüm, PKK’da böyle reflekslere sebep olabiliyor. O yüzden bu çözüm sürecine PKK’yı da dahil etmek ve PKK’ya da bir çözüm sunmak zorundasınız.”

Bunlar olurken, böyle sözler edilirken, tatlı tatlı söyleşirken bölücü tayfası, imzalar verilir, eller ovuşturulurken, her gün bir canımız gidiyor. Her gün kaç askerimiz toprağa düşüyor, şehit oluyor…

Pisi pisine, iki genç savaş pilotumuz Akdeniz’de yüzlerce metre derinliğe düşürülmediler mi?

Hatay’da, İskenderun’un Sarıseki Beldesi Akarca Köyü’nde PKK’lılar en son dün gece, köy korucusu Ömer Salık’ı şehit etmediler mi?

13 Temmuz’da, gün içinde kısacık bir haber olarak duyurulan,” Kato Dağı’nda bir şehit haberi “ bugün çoktan bilgiağı (internet) gazetelerinden kaldırılmış biliyor musunuz? Şehidimizin adı bile yok. Üç askerimiz yaralıydı, adlarını bilmiyoruz.

*

“Yüz yüzden utanır. “ Bölücüler kimseden utanmıyor. Yüzleri kalınlaşmış…

Şimdi , “zurnanın zırt dediği yere” gelindi. Bugün olmazsa yarın bölücülerin istekleri yaşama geçirilecek diyebiliyorlar. İmzacılar işi iyice azıtmış. Adları sanlarıyla atılmışlar ortaya. Çoğunu kimse tanımıyor ne zaman sanatçı –yazar-çizer olmuşlar belli değil ama yıllarca Türk ulusunu kandıran, para kazanılan her taşın altından çıkan sanatçı geçinen tanınmış şarlatanlar da var aralarında. Terör örgütünün bu istekleri yaşama geçsin mi? diye soran da yok zaten. Bunlar geçirmeye kararlılarmış. İçlerinden kimse sormuyor mu:

“Hiç, can alan, kan döken teröristin isteklerini yapmak olur mu? Dünyada örneği var mı?”

Dil demek devlet demektir. Dili bölmek, dilin ses bayrağını indirmek devleti yıkmak değil mi? Devletimizi bölmek olmaz mı bunun diğer adı?

“Gün geçer kin geçmez” miş. Bir zamanlar yeraltında “kuyruk titreten” bütün yobazlar, Cumhuriyet düşmanları şimdi ortalık yerde. Bölücülerle kolkola girdiler.

“Yağlı kapılara” kapılandılar. Semirdiler. “Yağ yiyen köpek tüyünden belli olur” muş. Bunları tanımak isterseniz tüylerine bakınız…

“At izi it izine karıştı.“ Adamlara bir bakıyorsunuz “kelle kulak yerinde.” Hepsinde bir “Alicengiz oyunu.” Kimi “ayınla gayınla” işin içinde. Kimi “sağır sultanlığı” seçmiş, duymadım, görmedim diyor. Dünya (Türkiye) yansa hasırları yanmayacak…


“Yağmur yağsa kış değil mi? Kişi kendini bilse hoş değil mi?”

“Görünüşe aldanma!”
demiş atalarımız. Sonra eklemişler: “ Gizlide gebe kalan aşikârede (açıkça, açıkta) doğurur. “ İhanetin piçleri doğuyor…

Toplumun gidişini de şöyle iki sözle anlatır atasözleri:

“Ön tekerlek nereye, arka teker oraya.”

“Bizim it size balta getirdi mi?”
diyenleri, ülkesini böldürmeyi kendine görev bilip bölücülere dayanak olanları da unutmayın.

“İğnenin deliğinden Hindistan’ı seyretmek” gerek. Nereye gittiğimizi görmek için…

“Tencere tava herkeste bir hava.”

Bölücülerin, gericilerin “türküsü çalınıyor…” Halka ise “maval okunuyor.”

Kimse çıkıpda vatan toprakları satılırken sormuyor:

“Nerde o yoğurdun bolluğu?”

“Oh ne âlâ memleket!” denmez de buna ne denir.

Şimdi kendine aydın diyenler, sanatçı diyenler, ”hem İsa’ya hem Musa’ya yaranmak” için “araziye uymuşlar…” “Hem suçlu, hem güçlüler.“ “Hem kel hem fodullar.” Aralarına “her aşın kaşığı” olan köçekleri de almışlar. “Vur patlasın çal oynasın!” yaşayıp gidiyorlar.

*

“Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik” derler ya, bu bölücülükte de, dincilikte de gelinen nokta öyle.

Bu işi yavaş yavaş sezdirmeden başlatanlar sanıyorlar artık işin sonundalar.

Hepimize soruyorlar:

Masalların sonunda kötülere sorulan soru gibi: “Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?”

Ne diyeceksiniz?


Feza TİRYAKİ, 14 Temmuz 2012
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x