Kitap Hırsızlığı

Kitap Hırsızlığı

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Mar 07, 2015 12:20

Kitap Hırsızlığı


Bir kere kitap hırsızlığı olur mu, bunu konuşalım. Bir kitapçıya girip parasını vermeden kitabı alıp çıkarsan olur. Kitaplıklarda (kütüphane) ise yiten kitap vardır. Yitenin yerine yenisi konulur. Eve alırsın, okumak için, kitaplık kartınla, yitirirsin, olmaz ya, hadi oldu diyelim, aslında vermek istemezsin, hazır elinde, işine de yarıyor, satın almakla, aramakla ne uğraşacaksın, yitti dersin, değeri neyse ödersin, iş biter. Kütüphanede çalışan bir arkadaşım, böyle anlatırdı kayıp kitaplardan söz açılınca, kayıp nedenini. Yerine konulmayacak kadar değerli kitaplara zaten herkes erişemez, onlar ayrı tutulur, izinle, belgeyle girilir öyle kitaplıklara veya öyle kitaplar okura, eve verilmez, derdi.

İki hırsızlık, bunlara hırsızlık denmez aslında, çiçeğin dikilebilecek dallarını, yaprağını, eşinin dostunun evinden (parklardan- bahçelerden değil) çoğaltmak için koparma, kaçırma; ödünç alınan kitabı da, unutup, unutturup geri vermeme, bir yere kadar hoş görülür. Dalı, sürgünü dikmek için koparılıp çalınan çiçek, iyi tutar derler. Bu şakacıktan denilen, doğayı sevenlerin sığındıkları bir bahanedir. İkinci hırsızlık, kitap kurdu olup, türlü nedenlerle, çoğu kez elinde olmadan, içgüdüne karşı koyamadan, bir kitaba el koymak…

Piyasada bulunan bir kitapsa bu, kimseye bir zararı olmaz, geri vermezsen parasını ödersin. Aşırdınsa da bir kitabı, zaten onu yapan başka şeyler de aşırabilir, bu eğitim eksikliğine, toplum malına zarar vermeye girer. Yine de çıkar amaçlı değilse, aşırdığını satmayacaksa kişi, bildiğimiz hırsızlıktan bazı yönleriyle ayrılır. Çaldığınla doyunamayacaksın, çıkar elde etmeyeceksin; çaldığın bir hikâye kitabı, bir roman. Nihayet öğrenmeye, okumaya bir açlık söz konusu. Bu sorun, aileyle konuşularak, çocukla, gençle iletişim kurularak çözülebilir. Bu tür kitap aşırmaya karşı da, kitaplıklar görevli çalıştırırlar. İçeriye girip çıkan gözetim altındadır. Çok önemli kitaplara koruyucu bir ürün yerleştirirler, kapıdan çıkarırken sinyal veren, görevlinin çıkanları durdurduğu, acaba bilmeden bir kitap çantanıza mı karışmış diye uyardığı önlemler... Çok önemli olaylarda, polis çağrıldığı da olur.

Kitap okumayı, evindeki kitaplıkta kitaplarını biriktirip sıralamayı, okuduğunu bir daha okumayı, kitap biriktirmeyi sevenlerin çoğu, geri gelmezse diye ödünç kitap vermezler, böyle örnekler duymuşsunuzdur.

Dün akşam NTV(Neteve) denilen haber kanalında duydum bu anlatacağım haberi. İki yanındaki gelişli gidişli aşağı yoldan arabalar sel gibi akarken, camlı bir yüksek bölmede, yüzü gözü bin bir biçime girerek konuşan, ellerini göğsünde kavuşturmuş, bulunduğu o camlı bölmeden bir uzaylıymışçasına bizlere tepeden bakan, manken kılıklı bir kadın sunucu verdi bu haberi:

“20 Şubat’ta intihar eden (iki hafta önce) Ebru Yalçın’ın neden intihar ettiği ortaya çıktı.” diye söze başladı, şu sözlerle de haberini bitirdi. O arada karlı bir yerdeki küçücük bir köy okulunu kapı önünde çocuklarla göstermeyi de unutmadı:

“Okuldaki, olayla ilgili üç öğretmenin (Eda, Sevil, Alper öğretmen) görev yeri değiştirildi.”

Neymiş; sınıfta iki kitap kaybolmuş da, öğretmen çantalarda arama yapmışmış da, aranan iki öykü kitabı Ebru’nun çantasında bulunmuş da, bunu gururuna yediremeyen Ebru, eve gitmiş, intihar etmişmiş…

Akşam haberin üstünde pek duramadım, bu şekilde ölen küçük kıza içim yandı yalnızca. Haberdeki bir sürü akıl dışı yanı hemen ayırt ediyorsun, işin aslının böyle olmadığını anlıyorsun ama araya giren günlük işler bunu düşünmeye zaman bırakmadı.

Sabah, “Sağım solum sobe!” dermişiz, ardından, saklambaçta, saklananları, aramaya koyulmuşuz gibi, ortalık bu haberle, bu habere yazılan yorumlarla, öğretmenlere edilen küfürlerle bir anda dolup taşmaya başlamaz mı?

Dünkü uçak düşmesi, iki genç pilot yüzbaşının ölmesi, arka arkaya düşürülen uçaklarımız arkada kaldı, sanki önemini yitirdi. Bilgiağında bu habere balıklama atladılar. Televizyonlar da, bu haberi haber saatlerinde verdiler. Sözcü, Doğan Haber ajansından almış (DHA). Açıklama, şu başlıkla verilmiş.

“Öğretmenler “hırsızlıkla suçladı” Ebru canına kıydı.” Altta haberin resmi:

Anne elinde kızının resmi bulunan üstü yazılı yafta tutuyor. Sözcü en üste yazmış:

“Pankartta yazanlar değil, yazmasına neden olanlar… Dehşet verici…”

Eklemişler: “Yuh!” Hem de yuh sözünü dört ünlemle yazmışlar. Yazdıkları tümce de bozuk. Yazmasına değil, yazılmasına denecekti.

Şimdi böyle bir resimli duyuru yakıştı mı? Bunu kotaran kişi her kimse, hem aileyi kullanmış, hem toplumu.

Turuncu ufacık bir basılı kâğıt. Üstte, pul büyüklüğünde, kızının resmi. Resmin altındaki yazı büyük harflerle yazılı. Köyün iki adı var anlaşılan. Neden acaba? Bir adı ayraç içinde. Mirzecan. Mirza, Farsçada “beyzade” demek, can da Farsça kökenli, bildiğimiz can anlamında. Her fırsat bölücülük için kullanılıyor, bölücüler her an iş başındalar. Duyuruyu okuyalım:

“ 20 Şubat 2015 Diyadin Taşbasamak (Mirzecan) köyünde 6. Sınıf öğrencisi 12 yaşındaki”

Yazı burada kesilmiş, alta atlanmış, tam ortada kızın adı yazılmış, daha büyük harflerle, daha büyük boyutta:

“Ebru Yalçın”. Hemen bir satır altından açıklama sürdürülmüş:

“Öğretmenlerinin yoğun baskısı sonucunda kendisini iple asarak intihar etmiştir.” Yeniden satır başı, Ebru adı kocaman, büyük harfli:

“ Başka Ebruların ölmemesi için tüm halkımızı ve duyarlı kamuoyunu bizlere destek olmaya çağırıyoruz.” En alt köşeye yazılı: “Ailesi”.

Haberin açıklaması çelişkilerle dolu. Bir yeri diğerini tutmuyor. Kaymakamlık makamı bile ne dediğini bilmeyen bir yer görünümünde. En şaşırılan yan, öğretmenlerin( Kimi yerde iki, kimi yerde üç öğretmen görevden alındı deniyor.) görevden alınması, görev yerlerinin değiştirilmesi. Bu kadar kısa sürede. Jet hızıyla.

Öğretmen devlet memurudur. Öyle zırt pırt yerinden oynatılabilir mi? Sonra intihar olayı ayın yirmisinde olmuş. Mart’ın beşinde, haberlere düşüyor. Hem de basılı el duyurularıyla. Niye? “Başka Ebrular ölmesin!”

Olaydan sonra ailenin akrabası Yaprak konuşmuş, dedikleri sanki kanıt. Anlattıklarının iler tutar yanı yok. Olaydan hemen sonra da soruşturma başlatılmışmış, öğretmenlerin görev yerleri değiştirilmişmiş. Çadır devletinden beter bir uygulama. Devlet öğretmenine sahip çıkamıyor, korkutuluyor. Korkutulanın yaptığı ilk işlem, Suriye’den Şah türbesi kaçırır gibi, devlet görevlisine tası tarağı toplatmak, yöreden kovalatmak. Belki bu öğretmenlerin yerine köye terör örgütünün elemanları yerleşecek. Devlet de bir güzel bunları besleyecek. Her ay bölücü vekillere yaptığı gibi tıkır tıkır maaşlarını ödeyecek. Belki dincilerin adamları görevi kapacak. Belki ailenin suçu ( öldürme – öldürtme), başka bir suçlunun adı böyle örtülecek. Belki de bu zavallı çocuğun kanını bölücülükte kullanacaklar.

Resmi gösterilen yerde okulun alın çatında “Taşbasamak İlkokulu” yazıyor. Haberde Ebru’dan ortaokul altıncı sınıf öğrencisi diye söz ediliyor.

Ebru’ya denildiği öne sürülen sözler de evlere şenlik. Böyle denmesi olanaksız:

“Seni disipline sevk edeceğiz. Okuldan atacağız. Babanı jandarmaya şikayet edeceğiz.”

Tutarsızlıklar bununla da bitmiyor. Kızıyla olay günü (kuzuları emzirmeye) ahıra giden, on üç çocuklu baba, almış sazı eline, bakalım ne demiş:

"Kuzuları ve oğlakları kucağına alarak öptü. Ahırdaki işlere severek, gülerek yardım etti. Yarım saat kadar burada kaldık ve ben eve gittim o ahırda yalnız kaldı. Kardeşi gelmiş bakmış, kovanın üzerinde oturup düşünüyormuş. Kardeşine sen eve git ben geliyorum demiş. Sonra bekledik gelmeyince annesi merak etti ahıra bakmaya gitti. Ahırın kapısını açtığında Ebru'yu tavandan sarkan ipte asılı görmüş. Eve geldi bana haber verdi, ben de koşarak geldim baktım ölmüştü."

Böyle bir ifade, dünya tarihine geçmeli. İnandırıcı bir yanı yok. Baştan sona saçma. Akılla bağdaşmıyor. Bilimle buluşmuyor. Çocuk ruhuyla ilişkisi bulunmuyor.

Baba ailevi hiçbir sorunları olmadığını söylemiş. Gazetecilik bu mu? Denileni mi yazarsın, araştırıp bulduğunu mu? Daha “çalınan kitap” diye yaygarayı bastıkları iki kitabın adını bile öğrenememişler. Bir öğrenseydiniz de şu kitapların adını duyaydık. Okuldaki kitaplığın resmini çek. Ahıra git, bir bilenle olay yerini incele. Bir gazetecilik yap. Yok, burada haber demek masal anlatmak… Babanın kızının ölümüne dediği: “Önce neden böyle yaptığını bilemedik. Sonra arkadaşlarının anlattığına göre…” Baba çıkmış ortaya, suçluyu bulmuş: Kızı okulda şiddet görmüş, dışlanmış, ölümüne öğretmen neden olmuş.

Arkadan ağabey Şenol’u(24) konuşturmuşlar. Ağabey de babayla aynı dilden çalıyor. Kardeşim, yoğun baskı nedeniyle intihar etti, diyor. Nereden mi biliyormuş? Cenazede sınıf arkadaşları demişmiş. Bunun üzerine şikâyet etmişler öğretmenleri. Öğretmenler için dedikleri: “Yetkililerin bu duruma müdahale etmelerini istiyoruz.”

Hangi duruma? Bunu neye göre diyor? Kızının sınıf arkadaşlarının, daha doğrusu akrabaları olan, aynı okul öğrencisi Yaprak’ın dediğine göre. Olayı anlatan başka bir ad verilmiyor. Düşündürücü değil mi? Öğretmenlere sordunuz mu? Vatandaşa soruldu mu? Öğretmenler oradan sürülmüş. Daha ne yapılacak acaba? Asılsınlar mı? Bir suç atmayla memur yerinden oynar mı? Suçlama konusu soruşturma ile çözülmez mi? Kış kıyamet memurlar oradan oraya sürülür mü? Neye göre yapılmış sürgün? Şikâyet üzerine. Ne zaman? Hemen. Öğretmen sizin şamar oğlanınız mı?

Olayın bundan sonrası daha da acı. Kaymakamın sözleri habercilerinki ile aynı. Kalıp aynı kalıp. 20 Şubat günü bir kitap hırsızlığı meydana geldiği, hırsızlığa konu olan kitapların Ebru Yalçın’ın çantasında bulunduğu, öğretmenlerin çocuğa karşı tavır ve davranışlarının maktulü intihara sürüklediği iddiaları ile ilgili araştırma sürüyormuş. Olaydan nice sonra suçlanan öğretmenlere kaymakamlığın bakışı, aynı şöyle:

“(…)İddialar ile ilgili adli tahkikat devam etmekte olup, konu ile ilgili idari soruşturma müfettişlerce yürütülmektedir.”

Madem soruşturma sürüyor. Öğretmenleri nasıl yerinden edebiliyorsun? Bir küçük kız kendini tavana nasıl asabilir? Ahırın tavanını bir gösterseniz… Bu işte başka iş olabileceği hiç mi aklınıza gelmiyor?

Sonra, iyice yansız düşünelim, bir ihtimal daha var diyelim, bu akla aykırı olayın, aynen böyle gerçekleştiğini varsayalım. O zaman, öğretmenleri değil, öğretmenlik yetisinde olmayanlara öğretmenlik yaptıranları sorgulamak gerekmez mi? Milli Eğitim bakanının istifası bile, etmezler ya, böyle bir ayıbı örtmeye yeter mi?

Öğretmen okulları yıllar önce kapatıldı; dün Meclis’te, Polis okullarını da kapattılar. Ülkeyi yöneten bu anlayışın yetiştirdiklerine, göreve yerleştirdiklerine, atamaları kayırmasız yaptıklarına inanan, bu anlayışa güvenen çıkar mı? Bu da ayrı bir soru.

Bu haber, bu durumuyla, tek yönlü, öğretmenlere söylenen kötü sözlerle, öğretmenlik mesleği yerden yere vurularak algılara yerleşti.

Artık bunun yürüyüşleri yapılır, öğretmenleri kınayan yaftalar hazırlanır, kitap okuyan, kitap seven herkesi bir yerlerinden hançerlerler… Ülkemize, öğretmenlerimize, kendimize küfür ettirirler…

Bir suçlama, aslı astarı araştırılmadan, devletin görevlisini yerinden bir anda edebiliyorsa, bu nasıl devlet yönetimi diye sormak gerekmez mi? Önce böyle bir ölüme, çocuk intiharı diyebilenleri iyi sorgulamak, bu olayın arkasında dönenleri araştırmak gerekmiyor mu?

Feza Tiryaki, 6 Mart 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x