Koca Çınar Benim Anam

Koca Çınar Benim Anam

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Haz 04, 2011 15:53

Koca Çınar Benim Anam

Doğa, bize pek çok ipucu verir dünyanın düzeni üzerine, eğer biz bunları görürsek, bunlar üzerinde düşünürsek…

Karşıdan bakarsınız koca, ulu bir ağaç! Dalları göğe direk...Gövdesi kalın mı kalın. Asırlık bir çınar...Kollarınızı açsanız yarısını bile saramazsınız. Gövdenin kabukları genç ve diridir, pırıl pırıl yanar.

Günlerden bir gün birden ortalık alt üst olur. Bir fırtına patlar, sel, su, şimşek, yıldırım...Sanki kıyamet kopar...O göğe direk sapasağlam görünen ağaç yıkılıverir bu gürültü patırtının ardından...

Bazen bunların hiçbiri olmaz. Durduk yerde, bir sabah veya bir gece, ağaç kendi kendine yıkılıverir...

Şaşkınlığınız geçince bir bakarsınız, yıkılan gövdenin içi boş! O pırıl pırıl yanıyor görünen kabukların içi yok. Kurtlar kemirmiş…Yalnızca toz parçaları, ağaç kurtlarının artığı küçücük odun parçaları var ağaç gövdesinin içinde!

Yine meyve almışsınız eve. Mevsim meyveleri…Tabakta uzunca bir süre öyle duruyor. Olgunlaşsın diye bekliyorsunuz. Kocaman, taptaze, sert, mis kokulu elmalar, ayvalar, armutlar...Mevsimine göre, erik, şeftali, kayısı, portakal…

O da ne, bir gün ayvanın sap tarafında bir karartı beliriyor. Minicik. Nokta kadar. O gün buna önem vermiyorsunuz. Ertesi gün bu nokta biraz daha büyümüş. Yine iş güç arasında ne o meyveyi temizleyip yiyebiliyor, ne de önlemini alabiliyorsunuz. Dolaba koymak, çürüyen yeri kesmek gibi...Bir kaç gün böyle geçiyor...Bir de bakıyorsunuz o belli belirsiz görünen leke meyvenin yarısından çoğunu sarmış. Sonunda bir ur gibi tamamen bitiriyor, kapkara yapıyor meyvenizi, o önce, küçücük bir lekeymiş gibi başlayan çürük...

Ayrık otu, yaban otları, zararlı otlar da böyledir. Bahçenizi, bağınızı, tarlanızı bakımsız bırakmaya görün...İhmal edin...Bu otlar kıyısından köşesinden girer tarlanıza, bir bakarsınız her yanı sarıvermiş....Asıl ürün boğulmuş...Kalmamış, kaybolup gitmiş...

Öykülerimizi tek tek ele alırsak:

Ben yurdumu kocaman bir çınara benzetirim. Ölümsüz ağaç da denilen, yüzlerce yılı, onlarca yüzyılı devirebilen çınar ağaçları gibi bizim Cumhuriyetimiz...

Binlerce yıllık Türk devlet geleneğine bağlı kökleri...Çınar ağaçları kadar bağımsız, tek başına büyüyen, başı göğe yükselen, boyun eğmeyen...

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle güçlenen, şekillenen, büyüyen Cumhuriyetimiz...

Kurulduğu andan beri ağaç kurtlarının saldırısına uğrayan, kurtçuklarca kemirilmeye çalışılan, içine girilmeye çalışılan Cumhuriyetimiz...

Atatürk döneminden sonra da, sen ben kavgalarımızla, aymazlığımızla veya kandırılarak korunmasını ihmal ettiğimiz Cumhuriyetimiz...

Bu tür ulu ağaçların en büyük düşmanı, onu alt edecek tehlike ne yazık ki o bildiğimiz küçücük ağaç kurtlarıdır...

Eğer kurtlar girmişse içine, uzun yıllardır onu içten içe kemirip duruyorlarsa, biz onların varlığını farkedene, tedbir alana kadar olanlar olur...

Vaktinde farkedersek koruyucu tedbirlerle önüne geçebilir, en azından kuruyan dallarını temizler, yeniden yeşertebiliriz...Eskisinden daha güçlü büyür gider o zaman...Yeni yüzyıllara ulaşır...

Yeter ki, iş işten geçmeden tehlikeyi görelim, elele verelim...Şimdi olduğu gibi...

Çürüyen meyvelere yapabileceğimiz hiç bir şey yoktur. Çürüyen kısmı temizlemekten başka! Çürük meyveler sağlam meyvelerle bir arada aynı tabakta, sepette bir süre birlikte olurlarsa, diğer meyveler de hızla çürür. Hele birbirine değerlerse, yanyana olurlarsa...Sonunda tek sağlam meyve kalmaz!

Bu yüzden işini bilen manavlar hergün meyve sandıklarını elden geçirir, çürüyenleri atarlar.

Yabancı bir dile boyun eğmiş, gericilere kul olmuş, misyoner öğretmenlerce de elimizden tamamen alınacak eğitimi, bağımlı olmuş yargıyı, çürümüş devlet kurumlarımızı ilerde böyle temizlememiz gerekecek...

Satılan savılan kurumlarımızı, fabrikalarımızı, topraklarımızı da yabancılardan, küresel sermayeden geri almak gerekecek...

Atatürk Cumhuriyetini, böylece yeniden yaşatmak...

Ayrık otuna da bir kez kandık mı işimiz çok zordur ama ümitsiz de değildir...Bunun için de elbirliği etmek, birlik beraberlik içinde olmamız gereklidir. Ayrık otlarının iyice temizlenmesi gerektiğinde de anlaşmamız şarttır...

Siz hiç bir örümcek durduğu yerde nasıl avını yakalıyor izlediniz mi? Yakınından geçen sineği, arıyı, böceği görünmeyen ağlarıyla sarar. Bir tarafından yakaladı mı avını, gerisi kolaydır. Sarar, sarar, kımıldayamaz hale getirir onu...Gerisi artık keyfine kalmıştır, ne zaman canı isterse o zaman yer.

Örümceğin ağından kurtulan koskocaman bir balarısını izlemiştik çocuklarla yıllar önce. Koş anne, arı kurtuluyor! diye seslenmişti oğlum. Nefes almaktan bile korkarak savaşı izlemiştik.

Arı ağlara yakalanmış, işi bitmişmiş gibi öyle bir süre kımıldamamış, güç toplamış, sonra örümceğin işi gevşetmesinden de yararlanarak kendini kenara atıvermişti. Az sonra da uçmuş gitmişti...

Kedi, yere konan kuşa, kuşun dalgınlığından, aymazlığından ve belki de onun çevresine güvenerek tedbir almamasından yararlanıp pençe atar. Bakarsınız kuş kedinin elinde oyuncak olmuş. Kedi kuşu havaya atıp atıp tutuyor. Pençesini tam geçirmeden oyunun tadını çıkarıyor...Kuş ölmüş gibi hareketsiz duruyor yerde, kedinin pençelerinin arasında...Ama o da ne kuş birden „pırrr...“ diye fırlayıp gökyüzünün yücelerine uçuvermez mi? Meğer ölü taklidi yaparmış...

Bir anne düşünün, evlâdı kötü bir evlilik yapmış, kızı veya oğlu kandırılmış veya başlarında gençlik rüzgârı esmiş bu gençlerin, bir yalan rüzgârına kapılmışlar, ardından gitmişler bir bilinmeyenin...Aldatılmışlar...Gözleri bağlanmış...

Analarını atalarını dinlememişler…Köklerini unutmuşlar…

Biz anneler, vatanımızı evlâdımız olarak görüyoruz, bu yüzden acı çekiyoruz, hiç abartmıyorum, çocuğundan koparılmış, çocukları öksüz ve yetim bırakılmış anneler gibiyiz...

Yüreği yanık, bağrı dağlanmış...Ama çaresizliği içine hiç mi hiç sindirememiş, kendine yedirememiş bir anneyiz...

Evlâtları esir alınmış anneler…Artık ne gülmesi gülme, ne sevinci sevinç olan anneler...

Aklı, gözü gönlü hep evlâdında olan...

Acaba ne yapıyor? Kendini koruyabilecek mi? Bu günleri atlatabilecek mi? Yeniden ayaklarının üstüne basabilecek mi? Yeniden dönebilecek mi eski günlerine? Eteklerine bağlanan taşları, sırtına yüklenen yükleri atabilecek mi iş işten geçmeden…

Kurtulabilecek mi üstüne çullanan belâlardan? En önemlisi, başına gelenlerin, gitmemek üzere başına geçenlerin, “felâketi” olduğunu anlayabilecek mi, henüz vakit varken?

Uyanacak mı, gözünü açacak mı? Bölücülere ve işbirlikçilerine hakettikleri tokadı atacak mı? Dur diyecek mi?

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1929 yılında, Yalova’da Millet Çiftliği’ndeki dev bir çınar ağacının dallarını kesilmekten kurtarmış, ağacın kesilmesi yerine, yeni yaptırılan köşkün biraz öteye taşınmasını emretmiştir. Bunun nedenini soranlara şöyle dediği söylenir:

“Ağaç çınardır. Çınar ise devlet!”

Bu ağacı kesmeye kalkana da: “ Sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki kesmeye muktedir görüyorsun kendini ?”diye çıkışmıştır.

Atatürk Türk kadınları için de şöyle söylemiştir:

''Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkân yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim." diyemez.”

Millî Mücadele'de unutulmaz kahramanlıklar gösteren kadınlarımız hiç unutulabilir mi?

Çocuk yaşta, subay babasıyla birlikte cephelerde savaşarak sayısız kahramanlık gösteren Nezahat Onbaşı.

Bebeğinin örtüsünü ıslanmasın diye mermiye örten ve kendisi sonra donarak ölen Kastamonulu Şerife Bacı.

Kurtuluş Savaşında savaşan ve sonra o günleri yazan Halide Onbaşı.

Büyük Taaruz’a katılan, savaşta esir olan Erzurumlu Kara Fatma.

Kurtuluş Savaşında erkek kılığına girip asker gibi savaşan Halime Çavuş.

Kurtuluş Savaşında savaş gerisinde kadınları örgütleyip cepheye malzeme hazırlamaya yardımcı olan Hafız Selman.

Cepheye mermi taşıyan ve ilk kadın milletvekillerimizden Satı Hanım.

Düşmana yol gösteren öz oğlunu, affetmeyip kurşunlayarak dağa çıkan Domaniçli Habibe.

Kurtuluş Savaşında, Çanakkale’de, Yunanlılara yardım etmeyince fırına atılıp yakılan Nazife Kadın.

Millî Mücadele’de, çete savaşlarında vurulup şehit olan Gördesli Makbule.

Pozantı’da, Fransızları tuzağa düşüren Klavuz Hatice.

Millî Mücadeleye katılarak savaşta yaralanan ve kurtuluş sonrası öğretmenlik yapan İstanbullu Saime Hanım.

Afyon’da savaşmış Tarsuslu Adile Onbaşı ve böyle yüzlerce, binlerce isimsiz kahraman kadınlarımız…


Ozan Yârenî, Nene Hatun’a yazmış bu türküyü. Bir Türk anasına…Demin radyoda, yılların Türk halk müziği sanatçısı Seyit Al çalıp söyledi.

Anamız olan bu “koca çınar,”vaktiyle evlâdını (vatanını) nasıl korumuş bir hatırlayalım; bu, insanın içine işleyen, gözleri yaşartan türküyü bir dinleyelim…


Şerefle tarihe yazmış adını,
Çünkü benim anam Erzurumlu’dur.
İstiklâl uğruna kurmuş vâadini,
Çünkü benim anam Erzurumlu’dur.
***
93 Harbi’nden geliyor izi,
Şehit, Aziziye’nin dağları düzü,
Araştırdım, anam öz Dadaş kızı,
Çünkü benim anam Erzurumludur.
***
Benim anam, analardan baş idi,
Şehit vermiş, iki gözü yaş idi,
Sırtında cepheye mermi taşıdı,
Çünkü benim anam Erzurumlu’dur.
***
Yârenî’nin ilk sevdiği vatandır,
Şehitleri, dağlarında yatandır,
O dediğim ana, Nene Hatun’dur,
Çünkü benim anam Erzurumlu’dur.

Doğadan örnek alalım… Koca çınarlarımızı ise hep hatırlayalım, unutmayalım…Aziz vatanımıza sahip çıkalım ki düşman ellerinde, bölücülerin elinde oyuncak olmasın, ziyan olmasın…Atalarımızın kemikleri sızlamasın…

Feza Tiryaki, 4 Haziran 2011
Yazıya ek:
Türkü: http://www.youtube.com/watch?v=QmA0-OT3 ... re=related
Sesli Nutuk: http://www.bilginozkaynak.com/index.php ... olar&vid=7
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: Koca Çınar Benim Anam

İletigönderen Sabırlı_Vatandaş » Pzr Haz 05, 2011 20:30

Alıntı: Satılan savılan kurumlarımızı, fabrikalarımızı, topraklarımızı da yabancılardan, küresel sermayeden geri almak gerekecek...


Evet, hepsini son hissesine kadar almalıyız. Bunda şüphe yok. Fakat bu hainlerin efendileri bu satışları yaparken buraları da düşünmüştür. Bence o bizim görmediğimiz, perde arkasındaki gizli anlaşmalarda bunların temeli atılmıştır. Misal Telekom'u alanlar tekrar satmak istese bile örneğin 50 yıl boyunca Türk sermayeli bir firmadan teklif dahi alınmayacaktır vb şerhler mutlaka düşülmüştür. Şeker fabrikaları gibi, şimdi özelleşecek Çaykur gibi (ki liste hepimizce malum) stratejik tüm kurumlar uzun yıllarca tekrar yerli sermayeye geçmeyecek tarzında şartlar mutlaka koyulmuştur o anlaşmalara. Diyeceğim şu ki, çok düşük bir ihtimalle diyorum, eğer vatansever bir iktidar galip çıksa bile seçimlerden, yani en iyi seçim sonucunun bile, sonrasında çok işimiz var. O halde bile bu pislikleri temizlemek kansız olmayacak kanımca. Çünkü bu sefer bu anlaşmaların bozulması sebep gösterilerek çöreklenecekler üstümüze. Yanlış anlaşılmasın gözüm korkmuyor bu tablodan, sizlerin de aynı yüreklilikte olduğuna da inancım tam. Sadece o tabloyu çizmek istedim. İşimiz gerçekten zor. Başımıza örülen çorap çok uzun. Çıkartabilmemiz çok zahmetli olacak.

Bugün yine bir video izledim. İnsanlara yine erzak dağıtılıyor. Makarnaya pirince oyunu, yani fikrini, idealini satan bu halk. üzgünüm ama umutlarımı da karartıyor. Gelecek gerçekten gözümde çok karanlık. Bunlarla mı yapılacak kurtuluş hareketi diye gece gündüz düşünüyorum. Çalıştığım yerde insanlarla sürekli tartışma halindeyim. Garip olan; gerçekleri yüzlerine vurunca susup kalıp cevap veremiyorlar. Fakat gel gelelim bu ihaneti kabullenme noktasında hepsi 3 maymunu oynuyor. Neymiş RTE bizi dünyada en iyi temsil edebilecek insanmış. Yahu diyorum ne temsili adam sattı her şeyimizi. Bu memlekete, sana bana ait olan her şey bugün ya Yorgo' nun ya Solomon' un elinde diyorum. Uzun uzun 1 saat anlatıyorum, dinliyor hadi ya diyor şaşıp kalıyor da, ama sonunda adamın fikrini yine değiştiremiyorum. Bahane de şu "Ötekiler daha mı iyi". İşte çıldırma noktası. Demek ki adamın kafasında yer etmemiş hiç birşey ve etmeyecek. Hani sloganları var ya "Ne sihirdir ne keramet.." aynen de öyle sanki bir sihir, herkes efsunlu, herkes leyla. Dolayısıyla vardığım kanı budur: çırpınmamız boşuna.Neden mi?:

Size belki çok kaderci bir izlenim çizeceğim ama; tıpkı Osmanlı'nın yıkılışı, paylaşımı gibi. Takdir-i ilahi buna karar vermiş. Biz önce bu aymazlığımızın, bu gafletimizin, vurdumduymazlığımızın, bu münafıklığımızın diyetini bir ödemek zorundayız. Önce canımız iyice yanmak zorunda. Bu bir kan uykusu ve biz bu uykudan canımız yanmadan ve bol miktarda kanamadan uyanmayacağız! Bu belli. Aksi halde yukarıda anlattığım şuursuzluğun hiçbir şey açıklaması olamaz.

Hulasa-i kelam: damarlarımızdaki asil kana, maalesef birkaç soysuzun da kanı karışmış. Önce bunun akması tüm hücrelerimizden temizlenmesi lazım. Ondan sonra ne mi olacak? İşte o asil kan, son yüzyılın hesabını soracak!
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Kullanıcı küçük betizi
Sabırlı_Vatandaş
Salık Takımı
Salık Takımı
 
İletiler: 101
Kayıt: Cmt Tem 31, 2010 9:42


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x