Küçücük Kuşlar, Dereyi Taşlar
Durup dururken aklıma neler neler de geliyor.
Nasıl oluyorsa, ne ilgisi varsa günümüzle, bir bakıyorum, Roma dönemi, Neron’un intiharı düşüyor aklıma. Nasıl olmuştu?
Zalim Neron’un zalim annesi önce taht için, güç için, kocasını zehirliyor; arkasından hemen oğlunu daha yirmi yaşındayken tahta çıkartıyor. Kral Neron ne mi yapıyor? Önce üvey kardeşini öldürtüyor, peşinden kendini tahta çıkartan annesini, peşinden karısını öldürtüyor. Onu yetiştiren öğretmeni bunlara dayanamıyor intihar ediyor. Sonra deli ya, deliye soru sorulmaz, Roma’yı yaktırıyor (yıl 64). Yangını sarayında elinde çalgısı, zevkten dört köşe seyrediyor. Bundan dört yıl sonra da, çıkan ayaklanmada öldürüleceğini anlıyor kendini öldürüyor…
*
Ah, yine buralarda değilim. Ta, Hunların dönemine uçmuşum. Dönemin hileleri, oyunları takılıyor aklıma:
Büyük Türk Hakanı Mete Han ölünce yerine oğulları, torunları geçiyor. Çinlilerin oyunlarıyla, sonunda, dünyayı titreten imparatorluk ( Milattan önce 48 yılı ) ikiye bölünüyor: Kuzey Hun Devleti, Güney Hun Devleti. Bu da Çinlilere yetmiyor. Türk tehlikesinden tamamen kurtulmak için kafayı çalıştırıyorlar. İki Türk devleti arasında savaş çıkartıyorlar. Savaşta Güney Hun’a yardımcı oluyorlar, Kuzey Hun devleti yeniliyor, devlet dağılıyor. Güney Hun devleti kısa bir süre sonra Çin’in korumasına giriyor, sonra tamamen Çin egemenliğine geçiyor. Sonuç: Bölündükten yüz elli yıl sonra, Çin oyunuyla, devlet bitiyor…
*
Nereden estiyse aklıma, birden, “Ergenekon Destanı” geliveriyor. Türk’ün Diriliş Destanı:
“Bölgede yaşayan bütün boylar birleşip yenemedikleri Gök-Türklerin üstüne yürüdüler. Göktürler savunmada beklediler. Sonra bir gün Tatar Hanı geldi vuruştular. Göktürler yendi. Bunun üzerine bütün illerin hanları buluştular; Türklere tuzak kurmazsak işimiz zor dediler ve bir tuzak hazırladılar. Savaşırken yenilmiş gibi yaptılar, kötü, bozuk mallarını bırakıp savaş alanından kaçtılar. Göktürkler düşmanlarını arkalarından kovaladılar. Düşman bir anda geri dönüp saldırınca da şaşırdılar, yenildiler. Düşman, Göktürkleri kılıçtan geçirdi, küçükleri esir aldı. Göktürk Han’ın küçük oğlu sağ kaldı, kardeşinin oğlu sağ kaldı. Sağ kalanlar bir yolunu bulup eşleriyle kaçtılar, Ergenekon’a vardılar. Geride kalan malları, hayvanları toplayıp dağların arasına gizlenen, yolu izi olmayan Ergenekon’a sığındılar. Burada dört yüz yıldan uzun süre kaldılar. Çoğaldılar. Demir dağı eritip Ergenekon’dan çıktılar. Bozkurt (Börte Çene) başlarında eski yurtlarını savaşarak geri aldılar, öz yurtlarına yeniden yerleştiler…”
*
Malazgirt’e, 26 Ağustos’a gidiyorum sonra da, Malazgirt Savaşı’na:
“Bizans ordusu, Türk ordusunun sayıca kat kat üstünü. Alpaslan kılıcını kuşanıyor, beyazlar giyiniyor, ordusunun başına geçiyor; askerlerine şöyle sesleniyor: “Ben savaşa hazırım, savaşmak istemeyen hemen şimdi geri dönsün. Ben hükümdarlığımı değil, şehitliğimi düşünüyorum. İşte kefenimi giydim, ölürsem beni böyle gömün.” diyor. Savaşta Türk ordusu, düşmana büyük bir cesaretle, coşkuyla saldırıyor. Savaşın sonunu Türk tarihi şöyle yazar: “Malazgirt Savaşı kazanıldı, düşman komutanı esir alındı.”
*
Eylül ayı değil mi? En önemli kararların alındığı (Sivas Kongresi, 4 Eylül – 11 Eylül 1919), büyük savaşların yapıldığı (Yunan’la yapılan Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılması, 13 Eylül 1921), Yunan’ın kovalandığı ( 30 Ağustos Zaferi, 1922), İzmir’de denize döküldüğü günleri anımsıyorum…
Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın düşmana son darbeyi vurduğu, “Büyük Taarruz”u zaferle sonuçlandırmasından sonraki günler… 9 Eylül, Türk ordusunun İzmir’e girişi… Sonrası, yeni devletin geliştirilme, yükseltilme çalışmaları…
Padişahlığa son verilmesi (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923), halifeliğin kaldırılması (Mart 1924)… Türk devrimleriyle yükselen Cumhuriyetimiz…
Saltanatın kaldırılma günü 1 Kasım (1922), önümüze hileyle, oyunla konan geleceğimizi bir dayatmayla oylama günü 1 Kasım (2015)… Ülkemizin geldiği, getirildiği durum… Yeniden saltanat düşleri kuranlar…
*
Sonra aklıma, sesiyle sazıyla, sözüyle Aşık Veysel düşüyor. Ders kitaplarımızda, “Türk Halk Yazını’nın (edebiyat) son aşığı diye yazar. Yurtseverlerin durumunu, bir fikirde birleşilmesi gerektiğini anlatan bir dörtlüğü:
“Kim okurdu kim yazardı / Bu düğümü kim çözerdi / Koyun kurt ile gezerdi /
Fikir başka başka olmasa.”
Bu dörtlükten, birleştirici, öğüt verici şu sözlerine gidiyorum:
“Şu âlemi yaratan bir / Odur külli şeye kâdir / Alevi Sünnilik nedir / Menfaattir varvarası.”
“Vatan bizim, ülke bizim, el bizim / Emin ol ki, her çalışan kol bizim / Ay yıldızlı bayrak bizim, mal bizim / Söyle Veysel öğünerek, överek.”
“Türk’üz, Türkler yoldaşımız / Hesaba gelmez yaşımız / Nerde olsa savaşırız / Türk’üz türkü çağırırız.”
“Türklerdir bizim atamız / Halis Türk’üz kanı temiz / Şarkı gazeldir hatamız / Türk’üz türkü çağırırız.”
*
Sonra şeytan bu ya, aklıma, küçük çocuklarla derslerimizde çokça oynadığımız bir çocuk oyununu getiriyor: “ Eşek” oyunu. Herkes bir kâğıda seçtiği sözcüğü kimseye göstermeden yazar. Ebe, ne sorarsa sorsun, yanıtı yazdığı sözcük, örneğin eşekse bu seçtiği sözcük, “eşek” olacaktır, bilirsiniz. Ebenin, sınıfın bilmediği, herkesin kendi belirlediği tek sözcüklü yanıta karşı en güldürücü, en tuhaf soruyu sorabilmek, soruyla yanıt arasındaki gülünç ilişki, akılla güldürmek oyunun amacıdır. Diyelim ki, birinin seçtiği yanıt, “padişah”. Soruyu ne sorulursa sorulsun, “padişah” diye yanıtlayacak. Oyunun ebesi sırayla soruyor:
“En büyük hayalin nedir, ne olmak istersin?” Önceden yazdığın yanıtı gösterir, yüksek sesle okursun: “Padişah!”
(Burada bütün sınıf güler, olur mu öyle şey! Hah, hah, ha!..) Sorular gelir:
“Erken seçimin gerekçesi?”
“Terör neden azıttı, kim azdırdı?” Eğer “padişah” yanıtı buraya denk gelirse bir duraksatır soranı, artık kimse gülemez…
“İstiklal Marşı’nı Arapçaya çevirtmişler, öyle okutmuşlar, kimin işi bu aymaz iş!” Yine gülemezsin yanıtı ne olursa olsun.
“Osmanlı devletini, milletini düşmana teslim eden, sonra da İngiliz gâvurunun gemisiyle kaçan hain kimdi biliyor musun?”
Yıkılmış bitmiş, yenilmiş, düşmana teslim olmuş, düşmanla Sevr anlaşmasını, Türk’ün ölümünü imzalamış, vatanı işgal ettirmiş Osmanlı devletinin yerine Kurtuluş Savaşı’yla kurulan çağdaş Türk devletinin başına ne denemez?
Sorun sorabildiğiniz kadar. Yanıtlar hep aynı sözcük olduktan sonra…
“Senin baban kimdir” deyin örneğin. “Parayı sevene, aç gözlüye ne denir? Cebinde ne saklıyorsun? Ayakkabı kutusunda ne olur? Toplum kurallarına kim uymaz?”
Yanıtlar “eşek” olsun, “deve” olsun, “akrep” olsun, fark etmez… Ağlanacak durumuna gülebildikten sonra, istediğin sözcüğü seç, söyle…
*
“Sanatçılar Girişimi Bildirisi” yayınlanmış. “Baş sorumlu, sorumsuz Cumhurbaşkanıdır.” dermişler. Terör örgütünden, teröristi kollayan, kayıran malum partiden tek söz etmezlermiş. Adını vermeden MHP’nin, HDP’ye karşı olan, kendi deyişleriyle, “uzlaşmaz tutumunu” yererlermiş. Aynı oyu aldı diye de anımsatırlarmış… Pkk terör örgütünü, örgütün partisini kınamadan sorumlunun yalnızca birini gösterirlermiş, terör örgütünü, kıyımlarını ve partisini görmezden gelirlermiş... Türk ulusu değil, Türkiye halkı derlermiş… Tarık Akan başı çekermiş bu listede. Arkadan gelirmiş tanıdığınız bildiğiniz ünlü adlar… Eskinin solcuları… Kendi elimizle ünlü ettiklerimiz… Edip Akbayram, Rutkay Aziz, Müjdat Gezen, Levent Kırca, Genco Erkal, Zeynep Oral…
Türkiye Sanatçılar Birliği” de bildiri yayınlamışmış. Adları var, kendileri, katılımcıları, ünlüleri (!) yok, aradım taradım bulamadım. Onlar, Pkk terör örgütünü sert bir dille eleştirmişler, ABD, AB suçlu demişler, “AKP ve HDP yöneticilerinin yüce divanda yargılanmaları kaçınılmazdır. Vatanımızı böldürmeyeceğiz, Anayasamızı değiştirtmeyeceğiz diye yazmışlar. “Meclis’te terörist istemiyoruz, Türkiye’nin vatansever sanatçıları olarak bu cennet vatanı dağ eşkıyalarına ve düşman kuvvetlerine bırakmayacağımızı duyuruyoruz demişler. Tabii, ağızlara yapışmış, aslında denmemesi gereken, ‘Türk’ü, K.rdü, Laz’ı, Çerkez’i ile…” tekerlemesini de bir yere eklemişler… Bildiriyi müzisyen İnci Özdil okumuş. Bu grupta kimler varmış adlarını yazmamışlar, liste yayınlamamışlar… Kimmiş böyle saygın bir tutum takınabilenler? Ara ki bulasın. Yedi kişi oturmuş masada bildiri okumuşlar.
Üçüncü bir grup daha çıkmış ortaya: “Bağımsız sanatçılar insiyatifi.” Aman aman, halimiz yaman, bu sevgi pıtırcıkları, “Barış(!)” istiyoruz derlermiş. Başlarında Ayşen Guruda, Haluk Bilginer, Meltem Cumbul, Fazıl Say, Teoman, Nejat İşler… Acımadan, gözünü kırpmadan askerini polisini öldüren, yoluna bomba döşeyenlere, eli kanlı teröriste, canilere, bu işin sorumlusuna tek söz edemezlermiş…
Ülkemizin sanatçı(!) durumu da tıpkı aydınlarımızın durumu gibi… Sanatsız, sanatçısız kalmışız da haberimiz yokmuş… Doğruyu diyenlerin ise adı var kendileri yok. Madem listeniz yok neden ortaya çıkarsınız? (Moral bozmak için mi?) Varsa neden yayınlamazsınız? Teröristin partisini destekleyenler, teröriste tek laf etmeyenlerin adları ise oku oku bitmiyor. Yine teröristi suçlayan ama baş sorumlu iktidar partisine, partinin başına tek söz diyemeyenler kendilerini sanatçıdan sayıyorlar…
Bölücülük, aymazlık kol geziyor…
Yurdun her yanında yürüyüşler düzenleniyor teröre teröriste karşı. Bu toplantıların çoğunda baş suçlu, iktidar partisi anılmıyormuş bile. Yanlış sloganlarla bilmeden bölücülük yapılıyor, bölücü hainlerin ekmeğine yağ sürülüyor… Teröristle, halkımız karıştırılıyor, yolcu otobüslerine saldırılıyor, ülkemizin bir yöresi sinsice, toptan gözden çıkarılıyor… Çünkü 1 Kasım seçimi için iktidar partisi kolları sıvamış, bu toplantıların çoğunu kendileri düzenlerler, akılları karıştırırlarmış… “Cambaza baka baka bir hal olurmuş millet…"
En iyisi bir de tekerleme diyelim, akılları başa devşirelim:
“Keçi keçi kestane, / Keçi varmış bostane / Çalıdandır yuvası, / Şeker getir ağası”
“Uzun elleri kolları/ Dili bir karış, fırın küreği / Burnu sümük kuyusu, / Ağzı boncuk kutusu “
“Gece silahlı, gündüz külahlı, / Davul derisi suratlı / Gözleri endam aynası / yüzleri misket elması”
“Küçücük kuşlar, dereyi taşlar / Kurbağa ağaca çıkınca şaşıracak akıllar…”
Feza Tiryaki, 16 Eylül 2015