KUŞDİLİYLE
Hacivat, Salah Birsel’in bir oyununda (Hacivat’ın Karısı) Karagöz’e soruyor:
“ Karagöz’üm sen dil bilir misin?”
Karagöz: “Bilirim.” Hacivat: “Hangi dilleri?”
Karagöz başlıyor saymaya: “Sığır dili, koyun dili, manda dili…” Hacivat sözünü kesip uyarıyor: “Yabancı dil, yabancı!” Karagöz, neden sonra soruyu anlayıp, bilirim, diyor. Hacivat: “Konuş bakalım.”
Karagöz, “Anca, manca, tanca, fanca…” diye anlaşılmaz sözleri sıralamaya başlayınca Hacivat dayanamıyor:
“O ne biçim konuşma, birader! Hangi dille konuşuyorsun?”
Karagöz’de yanıt hazır: “Sen anlamazsın. Buna kuşdili derler.”
Geçen hafta bazı siyasetçilerin, kendi aralarında, Türk ulusunun karşısında böyle anlaşılmaz sözlerle konuştuklarını görünce, Karagöz’le Hacivat’ın bu söyleşisini anımsadım.
Kuşdili değilse neydi o “şapşik”li muhabbet?
Bir kere Türkçemizde böyle bir söz yok. Kuşdilinde varsa bilemeyiz…
Şimdiki gençler bilmezler. Kuşdili, sözcüklerdeki ünlülerin başına “g” konarak söylenen bir uydurmaca dilin adı. “Bana baksana sen!” diyeceksin örneğin, şöyle dersin:
“Baganaga bagaksaganaga segen!” Şapşal mı diyeceğiz, kolay: “Şagapşagal”
Bu “şapşik” de nereden çıktı şimdi peki?
Şapşal deseydiler anlardık. Alık, şaşkın, aptal, beceriksiz deseler, kime ne dendiğini bilirdik. Şapşal şapşal bakana, şapşalca söz diyene, üstüne bol gelen, ağzı burnu bir yerde şapşal bir giysiyle dolaşana, ayaklarının ucunu dışa doğru açarak palyaçolar gibi yürüyene, aklını kullanmayıp şapşalca davranana, ondan bundan ensesine şaplak yiyene, yalakalıkta sınır tanımayana, her söze maydanoz olana, kurtlar sofrasında bile bile kurtlara yem olan salağa, varını yoğunu aptalcasına yitirene, çaldırana, değmeyene verene, değerlerini bir bir elinden çıkarana, her denene inanana, abuk sabuk konuşana, çok konuşana söyleselerdi, şapşallığın gereği yok deselerdi, anlardık…
Eskiden, çamaşır yıkarken kullanılan genellikle kabaktan yapılma, saplı su tasına da şapşal derdik. Bir tür tahta fıçının da adı şapşaldır.
Neyse şapşallığı bırakalım, sözü fazla uzatmayalım da sadede (asıl konu) gelelim.
Terörist başına, baş katile, liderim, sayın Öcalan diyebilen, iki arada bir derede, bulduğu her fırsatta, bir adadaki hapishanede yatan bu on binlerin katilini ziyarete giden, geçen yıl Cumhurbaşkanı adayı yapılarak iyice bir parlatılan, bölücü, ayrılıkçı partinin (HDP) başkanı Demirtaş, bu sözü bilgiağında yazarak kullanmış, Hürriyet gazetesine göre bu “şapşik”sözü “sosyal medyayı”( sosyal basın yayını) sallamış. Sosyal iletişim ağları nasıl sallanıyorsa, bu söz ne demekse…
Demirtaş, küçük harfle söze başlayarak, tümce sonuna da nokta koymayarak, demiş ki: “ ayrıca beni çok sert eleştirenler dahil hepinizi seviyorum, şapşikler ”
Bu iş burada kalmış mı?
Ne gezer… İktidarın ikinci önemli kişisi, hükümetin sözcüsü, yaşlı başlı Arınç da bu kişiye, bu, Türkçede olmayan, ilk kez duyduğumuz uyduruk sözle, bir tartışmada yanıt yetiştirmiş. Hürriyet haberi, şu başlıkla vermiş:
“Bülent Arınç: Türkiye “şapşiklerin” ülkesi değildir.”
Sanki, Türkçede böyle bir söz varmış, böyle bir söz kullanılıyormuş, ne olduğu belirsiz, uydurulmuş, asılsız, kaba, ne anlama geldiği anlaşılmayan, kulağa gelişi, yazılışı, söyleyişi çirkin mi çirkin bir söz, ülke yönetiminin en üst katlarına çıkmış birine yakışabilirmiş, bunu duyan örnek almazmış, bu söz dillere düşmezmiş, Türkçemiz durduk yerde kirlenmezmiş, bozulmazmış gibi…
Bu söz yalnızca başlıkta mı kalmış? Nerede… Bakın, haberin gerisi, soru soran gazetecilere denilenler:
“Demirtaş kendi takipçilerine “şapşik” diyor. Bu şapşiklere verilmiş cevaptır. Bu cevabı aynen kendisine iletiyorum.”
Başka bir gazetede, AKP’li Arınç’tan Demirtaş’a “şapşik” göndermesi, başlığıyla yazılmış bu haber. Sonra eklemişler:
“AKP’li Arınç ile HDP’li Demirtaş dalaşmaya devam ediyor.” Bir başka yerde, “Arınç’tan “şapşik” tepkisi” denmiş. Haber 7 adlı bir yayın, bu sözü bir güzel kullanıvermiş, örneklemiş:
“Arınç’tan şapşik Demirtaş’a: Adam gibi cevap ver!”
Tüm bunlar olurken, bir gazeteci haberinin başlığını güne uyduruvermiş:
“Dünyanın en şapşik köpeği Zappa” diye bir şeye benzemeyen bir haber yazmış. Aynı Arınç, yıllar önce söylediği şu sözüyle ünlü değil miydi: “Şeyini şey ettiğimin şeyi…” sözü nasıl unutulabilir?
İşte dil kirlenmesi böyle başlar. Duyan duymayan, bilen bilmeyen bu sözü kullanacak artık.
Türkçemizin bazı seslerine nasıl kıydıysak, Türkçemize özgü o güzelim sesleri nasıl, hangi akla hizmet, gözden çıkardıysak, Türkçemizi bozuk para gibi nasıl harcıyorsak, Türkçemizin onu sevmeyen ellerde bozulmasına izin veriyorsak, bu şapşikli atışmadan da irkilmemiş, üzülmemiştir çoğumuz… Türkçemizi kuşdiline çevirdiler. Ne dediği anlaşılmayan kişiler haberci, yazım kurallarına uymayanlar gazeteci olmuşlar. Türkçeden başka her dille ilgilenen, Arap harfli eski yazımı geri getirmeye odaklı bir anlayışın elinde Türk Dil Kurumu. Yaptıklarına, yapacaklarına ne aldıran, ne topluma duyuran, uyaran aydınlar var. TRT derseniz, almış başını gidiyor. Okul adlı yayınlarını bir izleseniz, tüyleriniz diken diken olur…
Dilini gözden çıkaran, bir iki sesini yok saysam ne olur ki diyenlerden medet umuyoruz…
Bilgisayarımın yazım tuşlarında o harfler yok bahanesine sarılarak, özellikle en çok “ı” sesini yok sayıyoruz. “Ü” sesini, “ö” sesini, “ş” sesini, “ç” sesini unutan unutana. Yumuşak g’yi ( ğ ) hiç saymayalım. Çoktan gözden çıkarılmış. Kuşdiline benziyor yazım dilimiz. Son günlerde gözüme çarpan, irkilerek okuduğum bir iki yazım örneği vereyim:
“Anne malesef doğüm esnasında öldü bebeği en son annesini görsun diye getirdiler”
Acıklı bir resmi anlatıyor yetişkin birisi. İlginçtir, yazanın sahte mi değil mi bilmem, soyadı, Öztürk. Ne nokta, ne virgül imi var yazıda. Doğum sözü doğüm olmuş, görsün deneceğine görsun denmiş. Ne ses uyumu, ne doğru anlatım… Maalesef demesini bilmiyorsan, bu Arapça sözü yazma, yerine, “ Ne yazık ki!” de o zaman. Yabancı bir dili yeni öğrenenler gibi çoğumuzun Türkçesi. Ölmek yazacak, olmak yazıyor, ö’leri kullanmıyor ya. Olur diyecek, ölür diyor. Aradaki anlam ayrılığının büyüklüğüne bakınız. Nişanlıları övmüşler: “Cok sirinler, cok yakismislar.” Sirin ne demek acaba? Cok ne demek peki?
Bir hanım, bir parti başkanına övgü düzmüş: “Seninleyiz baskanım.” Kanına mı basılacak, ne demek bu baskan?
Bilgiağında sağlık sayfasında doktordan bir bilgilendirme yazısı: "Kastiginiz bu kaslari gevsetiniz.” Oh oh, yazıyı noktalarına uygun bir okuyun da durumun gülünçlüğünü görün. “Kastiginiz”, kaslari…”
Türkçemize hiç mi acımıyorsunuz! Türkçemizi böyle yazarken çocuklarımızdan, gelecek kuşaklardan utanmıyor musunuz?
Bu yapılanlar, sesleri değiştirmek, dilimizi, eskiden azınlıkların konuştuğu gibi yazmak, okumak yetmiyor, Türkçemizde olmayan seslerle de yazı yazan yazana: “Şekline bax” yazmış biri, bir sözünün arasında, üstelik e sesini de ters çevirmiş, burada gösteremedim. Türkçe seslerle, Atatürk abecesi ile yazı yazmıyorsan Türkiye’de, sosyal paylaşımlarda işin ne? Git memleketinin yoldaşlarıyla yazış, konuş, bize ne… Burası Türkiye! Burada Türkçe konuşulur. Hem “Türk demek, Türkçe demektir.” sözünü bilmez misin?
Türkçemizde olmayan seslerle yazı yazmak nasıl yaygınlaştı, dilimizin arasına nasıl sokuldu bu virüsler, bunlar örnekleri:
“Dolandıcılıkla suçlanan birinin Lux yatıyla shox yapmasını başka biülkede…” Reza parayi bastırır hepsini satin alir.” Bir bozuk anlatım daha: “Halka hizmet yerine saaray delisine hizmet kurali islemekde…”
Bir üniversite bizi şöyle bir yazı diliyle bilgilendiriyor: “ Dogu edebiyatı… Siir dili… Bes asır… Bir de özlü söz yazılmış: “Dilin müsterisi kulaktır. "Müsteri?"
Türk Dil Kurumu’nun tüm bunlar umurunda değil; diriyi unutmuş, ölüyle uğraşıyor. Her yıl mezar taşlarını okumak ile ilgili konferansları, sunumları var. Neden mi? Mezar taşları eski yazıyla da ondan. Mezar taşı sözleri ile bir dilin dil kurumu ilgilenir mi? Tarih kurumu, din kurumu, araştırmacılar ilgilense neyse… Bazı öğretim üyelerini de ölünce bu kurumda hemen anıyorlar. Oysa onlardan binlerce var, her gün kimler ölüyor, ne öğretmenler, ne büyük yazarlar, dil bilimcileri ölüyor, hiç biri anılmıyor. Anılanların asıl özelliği, eski yazıyla ilişkileri, dinsel konularla, tarikatlarla senli benlilikleri…
Kuşdili deyince, kuşların dilleriyle ilgili ilginç öyküler duydum bu yazıyı hazırlarken.
Ötücü kuşlar yumurtadan çıktıklarında ötmesini bilmezlermiş. Anne kuştan bunu sonra öğrenirlermiş. Diğer küçük kuşlar da öyle imiş, doğduklarında ses çıkarabilirler yalnızca, ötme onlara öğretilir, deniyor. Çayır kuşunun yuvasına birkaç yabancı kuş (keten kuşu) yumurtası koymuşlar. Çayır kuşu yumurtadan çıkan yavrularına ötmeyi öğretirken yabancı yavrular da çayır kuşlarının ötüşünü öğrenmişler. Sonra bu yabancı yavruları kendi soylarıyla yani keten kuşlarıyla birlikte bir kafese koymuşlar. Çayır kuşlarıyla büyüyen kuşların ötüşü değişmemiş, çayır kuşu gibi öterlermiş… Hiçbir kuşun ötüşünü duymayan, yalnız büyütülen bir kanarya kuşu, güzel ötemezmiş, yalnızca sesler çıkarırmış…
Kuş bile dilini kendiliğinden bilmez, öğretilince öğrenirse, yoksa yalnızca sesler çıkarırsa, insanoğlunun diliyle başına gelenlere şaşmamalı.
Dilimizi doğru öğrenmiyor, kurallarına uymuyorsak başımıza gelenlerden yakınmaya yüzümüz olur mu?
Kuşdili konuşmak, kuşdili gibi yazmak nereye kadar?
Bir ünlü Türkçü yazarımız, bir başkasının hazırladığı bir resimli yazıyı paylaşmıştı bilgiağında. Yazı aynen şöyleydi:
"Korktuklari sey olun !!.
“Türk” olun!"
Yazıdaki yazım yanlışlarını, bu yanlışların bir yazarımızı bile rahatsız etmediğini görünce, dayanamamış, yanlış yazımı eleştirmiş, keşke doğru Türkçeyle ("Korktukları şey olun!.. "Türk" olun!") bu güzel söz yazılsaydı demiştim.
Bu eleştirime yazarımızın tepkisi ne mi oldu? Yanıtı kopyalayıp buraya aldım:
‘Tenkit, bu gibi hallerde işin en kolayı! Bu güzel paylaşımın da tadını kaçırmayı başardınız ya, tebrîkler..”
Bu durumda, kuşdiline devam. Hep birlikte Türkçeyi Türkçenin kurallarıyla değil, kuşdiliyle yazalım.
İşi azıtanlar, kuşdilinde üstün başarı kazananlar bize yol göstersinler. İşte en son gördüğüm yazı örneklerinden biri:
“walla arqadaşlar chouq öwdü bhende meraq eddim bhi baqiim dedim..!! x]] ama hangi qanalda chıqı0 bulamadım.”
Söylendiğine göre, okullarımıza kırk bin yabancı öğretmen alınacakmış, yüz binlerce öğretmenimiz işsizken, eğitimimizin adı milli eğitim iken, dilimiz de İngilizce değil Türkçeyken! Bu duruma göre artık Türkçe değil yaşamları boyunca kuşdili konuşacak çocuklarımız…
Bizler eskiden oyun olsun, küçük çocukların kafalarını karıştıralım, onlara bilgiçlik taslayalım diye arada sırada kuşdili konuşurduk. Ya, yakında, kuşdili resmi dilimiz olursa, toptan, yediden yetmişe kuşdili konuşmaya, yazmaya başlarsak…
Bunda suçlu aramayın. Suç bizim, hepimizin…
Feza Tiryaki, 29 Temmuz 2015