Madenler ve Emperyalizm
Türkiye, gelmiş geçmiş en büyük yıkımlardan birini yaşamaktadır. Ulusal varlıklarımız, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız yabancı sermayeye, yabancı madencilik şirketlerine pazarlanabilmektedir.
Emperyalist Avrupa Birliği'nin dayattığı "uyum" adı altındaki yasalarla Türkiye, topraklarını, madenlerini ve zenginliklerini "işletme hakkı", "mülkiyet hakkı" gibi tartışmaların konusu haline getirebilmiştir.
Türk mühendisleri, Türk şirketleri her türlü yerli çaba desteksiz bırakılmakta ve yabancı şirketlerin kapitalist hâkimiyet alanlarında satılabilir değişkenler olarak, kaynaklarımız günübirlik politikalara hapsedilmektedir.
Çevresel sorunlar olarak dillendirilmeye çalışılanların, "yapay gündemler", "ajitasyon politikaları" ve Türkiye'yi "kültürel Vandalizm"le suçlamak ötesinde bir anlamı bulunmamaktadır.
Bilim insanları bağımsızlık birinciyle çalışmalarını sürdürmekte ve ne yazık ki sabotajlarla, "elektronik harp" temelli yeni nesil suikastlarla yok edilebilmektedirler.
(Tanıtım Bülteninden)
Kaan Turhan
Asya Şafak Yayınları
ilknokta.com
BİRİNCİ BÖLÜM
Bergama Sonrası Hasankeyf Kalkınma Politikalarının Tasfiyesi
Sözde Çevrecilik Hareketleri Kapsamında Kalkınmanın Engellenmesi
Bergama Olayı ve Türkiye'yi Kültürel Vandalizme Hapsetmek
Türkiye ve Altın Varlığı
Akkuyu, Yusufeli, Yortanlı Kalkınma Projelerini Yabancıların Engelleme Girişimleri
Avrupa ve İsrail'in Dicle ve Fırat'a İlgisi ve GAP'ın Yükselen Değeri Ilısu
Türkiye'nin Nükleer Enerji Atağı Hangi Ülkelerin Çıkarlarına Ters Düşüyor
Ilısu Barajı ve Hasankeyf: Ajitasyon Politikalarında Doruk Nokta
İKİNCİ BÖLÜM
Sözde Çevreci Hareket Yeşillerin Boğaziçi Rüyası: Kürtçülere Ev Sahipliği
Türkiye'de Yeşiller Partisi
Avrupalılık ve Yeşiller
Yeşiller ve Kışkırtılan Etnik Milliyetçilik
Sözde Çevrecilerin İlgi Alanına Girmeyen Çevre Sorunları
Maden Rezervleri ve Atlasjet Uçak Sabotajı
Önsöz
Türkiye, gelmiş geçmiş en büyük yıkımlardan birini yaşamaktadır. Ulusal varlıklarımız, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız yabancı sermayeye, yabancı madencilik şirketlerine pazarlanabilmektedir. Emperyalist Avrupa Birliği'nin dayattığı "uyum" adı altındaki yasalarla Türkiye, topraklarını, madenlerini ve zenginliklerini "işletme hakkı", "mülkiyet hakkı" gibi tartışmaların konusu haline getirebilmiştir. Türk mühendisleri, Türk şirketleri her türlü yerli çaba desteksiz bırakılmakta ve yabancı şirketlerin kapitalist hâkimiyet alanlarında satılabilir değişkenler olarak, kaynaklarımız günübirlik politikalara hapsedilmektedir.
Bu savaşım ortamında gerçekleşenler, Türkiye'nin sömürgeleştirilmesinin görünür kılınmasının son örneklerindendir. Yabancı madencilik şirketleri, onların Türkiye'deki yerli işbirlikçisi vakıflar, dernekler; istihbarat verileri sağlamada çalışan ve bölgesel çapta geniş bir ağ içinde jeolog, antropolog gibi bilim insanı görünümlü etki ajanlarıyla, aleyhte propaganda sağlanmaktadır. Güneydoğu Anadolu Projesi, hidroelektrik Santralleri, barajlar; Türkiye'nin kalkınmasının önüne geçmek açısından engellenebilmektedir.
Çevresel sorunlar olarak dillendirilmeye çalışılanların, "yapay gündemler", "ajitasyon politikaları" ve Türkiye'yi "kültürel Vandalizm"le suçlamak özetinde bir anlamı bulunmamaktadır. Bilim insanları bağımsızlık bilinciyle çalışmalarını sürdürmekte ve ne yazık ki sabotajlarla, "elektronik harp" temelli yeni nesil suikastlarla yok edilebilmektedirler.
Türkiye'yi bitiren gerçekleri katıksız olarak Türk okuyucusuna ulaştırmak için işsiz kalmayı göze alarak, yazacağı yerleri sınırlandırarak yalnızlaştırmayı sağlayan "media"ya, patronlarının kulları, şeyhlerinin müritleri olan onlarca yayına ve olanağa sahip kimselere rağmen sadece kalemiyle değil tüm bedeniyle savaşanlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün ve şehitlerimizin manevi mirasına sahip çıkarak, savaşmayanların savaşanları yönetme beceriksizliğini ortadan kaldırmaya kararlıdır ve var olmayı sürdüreceklerdir. Çünkü Türk'üz ve başka Türkiye yok!
Türkiye'ye biçilen kara gömleği yırtmak üzere çıktığım yolda beni yalnız bırakmayan anneme, varlığıyla beni güçlendiren Murat Gülsün'e ve Süleyman Özmen'e; eşsiz desteğiyle değerli ağabeyim İsmet Arslan’a ve yayınevi çalışanlarına teşekkürü borç biliyorum.
kaanturhana@gmail.com
Kaan Turhan
Ankara, Eylül - 2010