Mahalle baskısı!!

Mahalle baskısı!!

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 21:39

Mahallede baskı var!

can.dundar@e-kolay.net



Önceki gece NTV’de Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın “Mahalle Baskısı” araştırmasını tartıştık.
Prof. Toprak, “Alışveriş merkezleri, toplu konutlar, otoyollarla çok gelişmiş görünen Anadolu kentlerinde moderniteyi deşince altından bunalım çıkıyor” dedi.
Bu bunalım, yayın boyunca “Neden” izleyicilerinin yolladıkları mesajlarda bir feryada dönüştü adeta...
Anadolu’nun dört bir yanında mahalle baskısına maruz kalmış izleyiciler şikâyet yağdırdılar.
Araştırmadaki bulguları doğrulayan bu mesajlardan birkaç örneği burada sizlerle paylaşmak istiyorum:
* * *
“İSTANBUL - Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde görev yapan bir memurum. Bizim belediyede 1994’ten beri her Ramazan’da yemekhane ve çay ocakları sürekli olarak kapalı tutuluyor.”
“ALİAĞA - 23 Eylül 2008’de, içki ruhsatı olan Tuna Restoran’da garson bana ‘AKP’li Belediye Başkanı’nın Türk vatandaşlarına içkiyi yasakladığını, ancak yanımdaki yabancının içebileceğini’ söyledi.”
“YOZGAT - Çekerek ilçesinde cumartesileri kurulan pazarda belediye hoparlöründen Kuran okunmadan satış yasaktır deniliyor. Yasağa uymayanları zabıta cezalandırıyor.”
“TRABZON - Turla gittiğimiz Uzungöl’de akşam yemeğinde rakı içmek istedik, restoran sahibi ‘Sadece İsrailli müşterilere içki servisi yapıyoruz’ dedi.”
“İSTANBUL - Geçen Ramazan’da oruç tutan başı açık bir arkadaşımla iki bayan olarak Gaziosmanpaşa’da iftar için bir restorana girdik. ‘Burası aile yeri. İki bayanı almıyoruz’ dediler.”
“ADANA - 67 yaşındayım. Belediye otobüsüne bindim, kimse yer vermedi. Arkamdan 22 yaşlarında başörtülü hanımlar bindi. Şoför bey ‘Lütfen hanımlara yer verelim’ diye yolcuları uyardı.”
“İSTANBUL - Ümraniye, Ferah Mahallesi’nde başım açık camdan bakarken bile rahatsız oluyorum. ‘Hayırlı akşamlar’ yerine ‘İyi akşamlar’ dememin bile garip kaçtığını hissediyorum. Yazın mahalleden çıkana dek gömleğimin üstüne ceket giyiyorum.”
“KAYSERİ - Bir yıl öğretmenlik yaptım. Örtünmeden dışarı çıkarsanız uygunsuz kadın anlamına gelen hakaretlere ve cinsel tacize maruz kalırsınız. Sürekli komşularınız tarafından izlenirsiniz. Ramazan’da açık restoran bulamazsınız.”
BURSA - Mudanya sahilindeki balık lokantalarına belediye içki ruhsatı vermiyor. Esnaf, kola kutuları içinde içki satıyor.”
“İSTANBUL - Arkadaşım Yeşildirek’te toptan iplik dükkânı açmıştı. ‘Hayırlı olsun’a gelen esnafın tamamına yakını ‘Duvara seccade asmazsan müşteri gelmez’ dedi. Arkadaşım seccade asmak zorunda kaldı.”
“BURSA - Kemalpaşa’da öğretmenim. Her Ramazan oruç tutamayan bir Müslüman olarak mahalle baskısını had safhada yaşıyorum. Çalışırken taşlanacağım korkusu bile yaşadım.”
“İSTANBUL - Sirkeci ve Eminönü tarafına toptan mal almaya giderken eşimi götüremiyorum. Esnaf kasten taciz edici şekilde bakıyor.”
“İZMİR - Cuma öğleyin Kemeraltı’nda bir dükkâna gittik. Kapalıydı. Zili çalınca bir erkek satıcı gelip ‘Cuma öğlenleri kapalıyız’ dedi. Namaza gitmeseler de kapalı tutup cumanın bitmesini bekliyorlar. Ve burası İzmir’in merkezi...”
“İSTANBUL - Ermeni arkadaşım devlet ihalelerinde iş alamadığından ismini değiştirdi ve çocuklarına Türk ismi koydu. Ermeni olan karısı da, okula giderken dayak yediklerini, üzerlerine tükürüldüğünü, alay edildiklerini anlatıyor.”
* * *
Mesajlar böyle uzayıp gidiyor.
Kendi yorumumu ve çareleri bir başka yazıya bırakayım.
“Mahalle”, daha uzun süre gündemde kalacağa benziyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hepimiz baskıcıyız

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 21:46

Hepimiz baskıcıyız

ahmethakan@hurriyet.com.tr



GENERALİMİZ, "Oğlum ver şu Hilmi’ye bir kırmızı şarap da doğru dürüst bir şey içsin" diyerek baskının dik âlâsını yapar mı?

Yapar...

Buna karşın "muhafazakâr demokrat" belediye başkanlarımız, "Alkolü Moda İskelesi’nden def etme" girişimini başarıyla yürütür mü?

Yürütür...

Başörtülümüz, "Beyaz Türk" semtlerinde hor görülür mü?

Görülür...

Buna karşın başı açığımız kenar semtlerde ancak başını örterek kendini rahat hisseder mi?

Hisseder...

* * *

Anadolu başka âlemdir...

Muhafazakârların devri iktidarında...

"Her şey serbest ama sıkıysa serbestlikten yararlan bakalım" diye özetleyebileceğimiz bir slogan, Anadolu şehirlerinin temel karakterini yansıtmaktadır...

Başörtülünün üniversiteye alınmadığı...

Ancak gençlerin şortla evlerinin balkonunda kahvaltı yapamadığı...

Tuhaf ve çıldırtıcı bir atmosferden söz ediyorum...

Durum şudur:

Büyük şehirlerin zengin semtlerinde dindarlar, kendilerini ne kadar "ötekileştirilmiş" hissediyorlarsa...

Anadolu kentlerinde de aykırılar, laikler, ateistler, ramazanda oruç tutmayanlar, türbansızlar, Aleviler, Kürtler, içki içenler kendilerini o kadar "ötekileştirilmiş" hissediyorlar...

Bir zamanlar...

Bu kadar egemen hale gelmemiş, bu derece muktedir olamamış dindarlarımız, hep yakınır ama hep yakınırdı...

"Eziliyoruz" derlerdi... "Ötekileştiriliyoruz" derlerdi... "Dinimizi yaşayamıyoruz" derlerdi...

"Dönemin egemenleri" ise şöyle çıkışırlardı yakınan dindarlara:

"Neden kendinizi ötekileştirilmiş hissediyorsunuz ki? Camiler açık, ezanlar okunuyor... Dininize, diyanetinize karışan mı var? Daha ne istiyorsunuz?"

Gün oldu... Devran döndü...

Kendilerini "ötekileştirilmiş" hisseden dindarlarımızın "mutlak iktidar"ı başladı...

Bu sefer "egemenin zehirli dili"ni kullanma sırası onlara geçti...

Son durum şudur:

Yeni dönemde kendilerini ötekileştirilmiş hisseden aykırılara, laiklere, ateistlere, ramazanda oruç tutmayanlara, Alevilere, Kürtlere, içki içenlere...

Zaman Gazetesi’nden falan şöyle sesleniyorlar:

"Hepsi yalan, hepsi uydurma... Zerre kadar baskı yoktur... Nereden çıkarıyorsunuz bu baskı hikâyelerini... Kendinizi öteki gibi hissedecek ne var?"

Alevilere çağrı

BIRAKIN, Allah’ınızı severseniz bırakın...

Bırakın Kültür Bakanı’ndan himmet beklemeyi...

Bırakın Cumhurbaşkanı’ndan vicdani bir tavır ummayı...

Bırakın Başbakan’ın harekete geçmesini arzu etmeyi...

Bırakın, lütfen bırakın...

Görmüyor musunuz?

O Madımak denilen otelde, "yanık insan kokusu" eşliğinde kebap yenmesine bir son vermek için hiçbirinin harekete geçeceği yok...

Madem...

Şu kadar derneğiniz, şu kadar örgütünüz var...

Hepsinden önemlisi şu kadar sızlayan vicdan var...

"İş başa düştü gayri" diyerek harekete geçin...

Bir yardım kampanyası başlatın, "Madımak Müze Olsun" diye...

İşte buradan söz veriyorum: İlk bağışçılardan biri ben olacağım...

Hafta ortası karnesi

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ Tarafsız Bölge’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesi Adeviye Hanım’dan, partidaşı Canan Hanım’ın yaptığı densizlikten ötürü özür dilemesi nedeniyle "yıldızlı pekiyi" aldı...

İHSAN KALKAVAN Galatasaray’ın UEFA şampiyonu olmasını Fethullah Gülen’e bağlayarak, "Şeyh uçmaz, mürit uçurur" sözünü bir kez daha haklı çıkarması nedeniyle "eylülde gel" sonucunu hak etti...

CHP Çankaya Belediye Başkanı’yla ilgili yolsuzluk iddialarını yargıya taşımasıyla aldığı puanı, kafatasçılıkta inat eden Canan Arıtman’a kapıyı göstermemede inat etmesi nedeniyle kaybetti...

AYTAÇ DURAK "Her seçim ayrı partiden aday olma" geleneğini bozmayıp, bu kez MHP’ye giderek, "Adanalı Fırıldak Kubi" lakabına liyakat kazanması nedeniyle ilişik kesme cezası aldı...

PENGUEN Kapağına yerleştirdiği "odun" resminin altına "İşte Canan Arıtman’ın soyağacı" ifadesini koyarak, soyağacı meraklısı Canan Arıtman’a attığı mükemmel golle hem sınıfı doğrudan geçti, hem de gönüllerimizde taht kurdu...

KEMAL KILIÇDAROĞLU Evindeki şöminesinin üstüne bir av hayvanı kellesi daha asıp purosunu tüttüren yaman avcı edasıyla bir kelle daha almanın derin hazzını yaşaması nedeniyle 10 puanı hak etti...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

‘I am Muslim’ dedim hayatımı bağışladılar!

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 22:03

‘I am Muslim’ dedim hayatımı bağışladılar!

muratbirsel@stargazete.com



Mahalle baskısı bize özgü zannetmeyin sakın, ben size Teksas örnekleri vereyim de "baskı" neymiş görün hele...

Ballandırarak anlatsam her biri saatlerce sürecek -başımdan geçmiş- gerçek hikayeleri köşeleyip hap yapalım...

Dallas'da ikinci günüm, yıl 1984, yaş 24... Saat sabah sekizde bir imtihana girmem gerek (bizim üniversite sınavının yüksek lisans için olanı). Sınav yeri bir lise, ben kendimi bildiğimden bir gün öncesinden oraya en yakın ucuz moteli buldum, akşam orada kalmaya karar verdim.

Taksicinin iki blok ötede durup düz yürü görürsün dediği motele kapağı attığımda bir daha asla geceliği 50 doların altında otelde kalmamaya yemin ettim. Ve canı sıkılınca karnı acıkan bir vatandaş olarak gece saat 10'da -hiç bir servisi olmayan- motelden dışarı çıkıp açık bakkal, büfe, hamburgerci bakmaya başladım.

Elli metre ötede ışıkları yanan self servise girdiğim anda herkes sustu, büyük bir sessizlik oldu. Büfeye doğru olan sıralar bozuldu ve etrafımda sadece siyahi-Amerikalılardan oluşan bir halka oluştu. (ve o zaman tek beyaz olduğuma uyandım ama bunda ne var ki?)

Kendimi büfenin önünde bulunca aşçıbaşı kıyafetli adama "Çikeeen eend potatoooo" dedim; tavuk patates siparişini verdiğim adam gözleri faltaşı gibi açılmış bana bakıyordu, sanki adamın sülalesine hakaret etmişiz, ifade o!

(Gerçekten cahil cüreti diye bir şey var, sonradan öğrendim ki o mekana girmiş tek beyaz adam olabilirim; canlı çıkmama çok şaştılar sonradan!)

Cahil cüretiyle ben de o ifadeye aynen bizim Türk usulü "Ne bakıyon lan dingil" bakışıyla cevap verince gergin hava bir anda bozuldu, aşçı kahkahalarla gülmeye başladı:

- Sen buralardan değilsin, değil mi? Amerikalı değilsin?

- Ben Türk'üm!

- Haaaa adam Türkmüş, kardeşler. Müslüman?

- Müslümanım. Elbette, üstelik karnı aç bir Müslüman!

Uzun hikaye, hayatımda yediğim en hızlı yemekti çünkü karnım doyunca ölümden dönmüş olabileceğimi ben de anladım. İmtihan iyi geçti, dönüşte taksi bulamadım ve bindiğim otobüste yine tek beyazdım; boş koltuğa oturduğumda o bölümdeki herkes kalktı, arkalara gidip oturdu.

* * *

Bir seferinde Teksas çölünün ortasında benzinci "yabancı"yım diye depoya benzin doldurmak istemedi, yanımdaki doğma büyüme Teksaslı arkadaşımla yumruk yumruğa kavga ettiler. (Güzel hikayelerim var, yerim dar.)

* * *

Bir de yazının anafikrine vesile hikayem var... Bakkaldan bira aldım, kasadaki kadın 21 yaşından büyük olduğumu ispat eden kimlik istedi. Ben de elimi cebime atarken "Topu topu iki bira için bu saçma kanuna uyan bir siz varsınız herhalde" diye söyleniverince kadın kasayı aniden kapatıverdi:

- Sen yabancısın, bu toprakların adamı değilsin, beğenmiyorsan, bizim kanunları saçma buluyorsan, git kendi ülkene! Benim beğenmediğim müşteriye hizmet vermeme hakkım var, seni de beğenmedim. Eleştireceksen dön git de kendi ülkeni eleştir!

Haklıydı kadın ve aslında kadının dediğini yapıyorum; burada kimse bana "beğenmiyorsan çek git" diyemez.

Hiçbirimiz hiçbirimize çek git diyemeyiz; birbirimizi sineye çekmeye mecburuz.

Farklılıklar her yerde var, her yerde benzer hayat tarzları yanyana geliyor -mahalleleşiyor- ve bir mahalle baskısı oluyor.

Önemli olan mahallenin sınırları!

Mahalle baskısı doğaldır, doğal olmayan sınırları zorlamak.

Mesela "bizim mahallenin sınırı yoktur, o sınır bütün vatandır" dediğinizde zorlar ve zorlanırsınız!


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Haber başka, spotu başka şey söylüyor!

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 22:27

Haber başka, spotu başka şey söylüyor!

mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr



PROF. Dr. Binnaz Toprak’ın "Türkiye’de farklı olmak: Din ve muhafazakárlık ekseninde ötekileştirilenler" başlıklı araştırması, siyasal İslamcı basın tarafından yaylım ateşine tutuldu.

Dün, vakit darlığından okuyamadığım için bir kenara ayırdığım gazetelere göz atarken 21 Aralık tarihli Zaman’da bir haber dikkatimi çekti.

Haberin spotu şöyleydi: "Açık Toplum Enstitüsü’nün, Şerif Mardin’in mahalle baskısı kavramından hareketle yaptırdığı araştırmadaki bir kısım ifadeler ilk ağızdan yalanlandı."

Bunu okuyunca heyecanlandım. Araştırmayı yapan Prof. Dr. Binnaz Toprak kendi araştırmasını yalanlıyor!

Haberin içinde Prof. Dr. Toprak’ın sözleri şöyle verilmiş: "Bize aktarılanların bir kısmı yalan olabilir. Karşı tarafa sorsak, biz böyle bir şey yapmadık diyecek. Biz yargı makamı değiliz. Hangisinin doğru söylediğini nereden bileceğiz."

Prof. Dr. Toprak başka şey söylüyor, gazetenin başlığı ve haberi sunan spotu başka şey!

Zaman’ın gerçekleri işine geldiği gibi eğip bükmesinin bir başka örneği bu!

İslamcı basının sık sık başvurduğu bir yöntem.

Bu tür gazeteleri okursanız, uyanık olmalısınız.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bir araştırma sonucunu sündürmeden önce...

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:04

Bir araştırma sonucunu sündürmeden önce...

aabir@bugun.com.tr


Bir haftadır içimiz dışımız "mahalle baskısı" oldu...

Prof. Dr. Binnaz Toprak (*) başkanlığında yapılan bir araştırmanın sonuçlarına dayanarak bir kısım medya "Türkiye'de AKP iktidarında artık dindarların laik baskı altında olmadığını aksine laiklerin dini baskı altına girdiğini" ispata çalışıyor. Diğer medya ise "Anadolu'da baskı her zaman vardı, bu Anadolu'nun normal düzeni, baskıyı abartıyorsunuz" demeye çalışıyor.

Arada başka konular var ama genel çerçeve bu.. Tartışmadan zarar gelmez. Öyle ya da böyle her tartışmadan kamuoyu bir şeyler öğrenebilir.

Ancak yapılan araştırma üzerine yapılan haberler, yazılan köşe yazıları bazen gerçekten insanı çıldırtıyor. Okuduğum haberler ve yorumlar karşısında "Bir Araştırma Raporu Bu Kadar Mı Çarpıtılır!" diye bas bas bağırasım geldi...

Sonra da kafamı, ben zamanında Philip Meyer'in Precision Journalism'ini (Bilimsel Gazetecilik- Gazetecinin Sosyal Bilimler Yöntemleri El Kitabı) Türkçeye çevirmek için niye gecemi gündüzüme kattım diye duvarlara vurayım... Hep söylüyorum: her gazetecinin, her muhabirin, her köşe yazarının eline gelen araştırmaların "geçerli" ve "güvenilir" olduğunu anlayabilecek kadar sosyal bilimlerde araştırma yöntemlerini bilmesi gerekir! Değerli gazeteci dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim, efendiler!

Tamam, Türkiye'nin kutuplaşmış ortamında, araştırma bulgularını kendi açınızdan oluşturduğunuz gerçeğin parçası yapmanızı haydi doğal karşılayalım. Bu "eğimleme" (kendi tarafına yontma) denilen kitle iletişimi olgusunu kabullendiğimizi varsayalım... Peki araştırmanın yöntem açısından ne kadar "geçerli" ve "güvenilir" olduğuna bakmaz mı gazeteci... Karşımızda dünyanın en güvenilir araştırmacısı olsa bile biraz yöntemi araştırmamız gerekmez mi? Araştırmanın yöntem kısmı okunmaz mı? Eğer bu rapor bilimsel bir kongrede tartışılsaydı... Bildiriyi dinleyen akademisyenlerin kafasında "yöntemle" ilgili kesinlikle şu konular oluşurdu. Ve yorumlarını ona göre yaparlardı...

BİR:

Tartıştığımız araştırmanın veri toplama tekniği "derimlemesine görüşme". (In-depth interview) Acaba görüşmeleri yapan gazeteciler İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener "derinlemesine görüşme" tekniğinin incelikleri hakkında bir eğitim aldılar mı? (Deneyimli gazeteciler olsa bile...)

İKİ:

"Derinlemesine görüşme" yoluyla toplanan verilerde en önemli sorun görüşmecilerin hipotezlerini kanıtlamak için görüşülen kişileri yönlendirmeleridir. "Mahalle Baskısı" gibi "kavramsallaştırılması" oldukça güç ve "yönlendirilebilir "bir konuda "yapılandırılmış anket" yöntemi niye kullanılmadı?

ÜÇ:

Araştırmada örneklem "olasılığa dayalı olmayan" örnekleme yöntemiyle seçilmiş... Amaca yönelik kurumlar belirlenip daha sonra kartopu tekniğiyle yeni görüşmeciler bulunmuş...

Yani araştırmadan elde edilen sonuçların genellenmesi mümkün değil? Bu araştırma sonuçlarına göre olsa olsa mahalle baskısı kavramlaştırılıp, ölçülebilir hale getirilebilir. Bu aşamadan sonra "yapılandırılmış anketle" bir genelleme araştırması yapılması gerekmez mi?

DÖRT:

"Derinleme görüşmeyle" toplanan verilerin en büyük sorunu "güvenilirlik". Yani başka üç kişinin aynı örneğe, ya da aynı şekilde seçilen başka örneğe giderek farklı sonuca ulaşmaları olasılığı yüksek... Hatta aynı veriye başka bir gözün bakıp başka sonuçlara ulaşamaması da olası...

O halde alınan verilerin tamamının raporlanması ve veri analiz yönteminin nasıl yapıldığının açıklanması gerekmez mi? Amaçları "gerçeğe" ulaşmak olan bilim adamları bu soruları soracaklarına göre amaçları "mahalle baskısı" ile ilgili gerçeğe ulaşmak olan gazetecilerin de bulguları "kendi gerçeklerine" eklemlemeden önce araştırmanın yöntemiyle ilgili bu soruları sormaları gerekmez mi?

Gerekir... Eğer sorsalardı ya da sorabilselerdi emin olun bir araştırma sonucu bu kadar sündürülmezdi... Anlayacağınız bilen sündürmez sadece kendine yontar!

Çekirgelik

Yan etkisi olmayan eylem yoktur (Barry Commoner)


[img]http://www.bugun.com.tr/images/logo.png[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bir mahalle baskısı anısı

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:08

Bir mahalle baskısı anısı

rcakir@gazetevatan.com


Mahalle baskısı tartışmalarına katkıda bulunmak için bir anımı anlatmak, bunun için de, daha bu kavramın bilinmediği 1990’lı yılların başına, bundan en az 15 yıl önceye dönmek istiyorum. İstanbul Gümüşsuyu’nda bir arkadaşımızın evindeki bir partideydik. Ev sahibi ve konukların çoğunluğu Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi veya mezunuydu. Partinin en popüler ismi, yakın bir zamanda, o günlerin moda tabiriyle “hidayete ermiş” bir arkadaşımızdı. İslami hareketin yükselişinin yoğun bir şekilde gözlenip tartışıldığı o günlerde bu arkadaşımızın elinden geldiğince İslamiyetin gereklerini yerine getirmeye çalışması biraz hayret, biraz tepki, çokça da ilgi uyandırıyordu.

Partinin bir anında, konuklardan biri, aldığı alkolün de etkisiyle “hidayete eren” kişinin yanına gitti ve ona “nasıl böyle bir şey yaparsın!” diye çıkıştı. Çok eski dost oldukları için önce şaka yapıyor sandık ama haddinden fazla ciddi ve öfkeli olduğunu anlamakta gecikmedik. İşin ilginci bir yandan “senden hiç beklemezdim” derken diğer yandan arkadaşımızın elindeki şarap kadehini gösterip arkadaşımızı “hem Müslümanım diyorsun, hem içki içiyorsun” diye eleştirmekten de geri kalmıyordu.

Baktık iş kavgaya kadar gidiyor, mecburen olaya müdahil olduk. Saldırgan arkadaşıma insanların tercihlerinde özgür olduğunu, ayıp ettiğini söylediğimi hatırlıyorum. Herhalde beni de “hidayetin eşiğinde” görmüştür.

Öbür mahalleye gelecek olursak

Bu olay “mahalle baskısı” nın sadece muhafazakâr kesimlerden kaynaklanmadığını her mahallenin farklı nedenler ve şekillerde olsa da kendi baskısını ürettiğini gösteriyor. Fakat ben bu anımı sadece bu gerçeği bir kez daha vurgulamak için anlatmadım. Çünkü bunun bir de devamı var. Hikayenin devamında, yine yolları Boğaziçi’nden geçmiş iki sosyal bilimci, Prof. Şerif Mardin ile Prof. Binnaz Toprak’ın önemli rolleri var.

Bilindiği gibi Prof. Mardin “mahalle baskısı” kavramını gündemimize soktu ve mahalledeki muhafazakâr havanın “AKP’yi bile dövebileceğini” söyledi. Prof. Toprak ise İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener’le birlikte yaptığı araştırmada muhafazakâr çevrelerin, cemaatlerin ve yerel yöneticilerin Anadolu’da gençlere, kadınlara, Alevilere, kısacası “öteki”lere baskı uygulamakta olduğunu gösterdi.

Girişteki olayın üç aktörüne dönecek olursak: Üçümüz de bugün üç ayrı gazetede köşe yazıyoruz ve doğal olarak “mahalle baskısı” tartışmaları sırasında da görüşlerimizi bildirdik. 15 yıl önceki kavgayı ayıranlardan biri olarak “Türkiye’nin yapısı, dinle ilişkileri ne olursa olsun insanların ‘öteki’ne hiç de iyi bakmadığını bize gösteriyor. Ülkedeki iktidar değişimlerine paralel olarak mazlumlar kolaylıkla zalime, zalimler de mazluma dönüşebiliyor” diyerek Prof. Mardin ve Prof. Toprak’ın önerme ve bulgularına katıldığımı söyledim.

Sırf dine yöneldiği için kendi mahallesinden yoğun bir baskı görmüş olan arkadaşımızsa “Dindar muhafazakâr kesimin beklentisinin, hep onların karşılaştığı haksızlık ve baskılara karşı çıkmak, habire ve hep katı laiklik anlayışını sorun etmek olduğunu gayet iyi bilen biriyim. ‘Meselenin bir de bu yanı var’ dediğiniz an, ‘hiç beklemezdik!’, ‘aslına rücu etti’ tepkisi ile karşılaşabiliyorsunuz, ‘laik kesim’den gelen birinin hep özür dilemesi bekleniyor” diyerek muhafazakâr çevrelere, kendileri gibi olmayan kesimlere baskı kurmamaları çağrısında bulundu.

Nereden nereye?

Yaklaşık 15 yıl önce kendi cemaatinden ayrıldığını düşündüğü arkadaşını sert bir şekilde “uyarmış olan” kişiye gelelim. “Binnaz Toprak’ın son çıkışından sonra, Anadolu’daki dindar cemaat baskısını bir kez daha iliklerimizde hissettik. Ve düzenli olarak almamız gereken ‘devletten bağımsız cemaat korkusu’ dozunu bu kez Boğaziçi markası ve Radikal sponsorluğunda bilimsel olarak aldık” diyen bu arkadaşımız şöyle devam etti: “Beyaz Türk’lerin, 100 yıldır totaliter/otoriter bir devlete sırtlarını dayayarak yarattıkları zihinsel, vicdani kargaşanın, ve artık bu çağın taşıyamadığı iki yüzlülüklerinin bedelini karşı tarafa ödetmenin en kestirme yolu, sürekli ‘cemaatler savaşı’ yapmak, ya da bu savaşı hiç unutturmamak, hep gündemde tutmaktır.”

Yani o tarihte muhalefette olan, dışlanan dindarların hak ve özgürlüklerine sahip çıkan biz ikimiz yaklaşık 15 yıl sonra “Beyaz Türk”lüğe terfi etmiş oluyoruz. Üçüncü arkadaşımızsa, tam da dindarların mazlumluktan iyice sıyrıldıkları bir dönemde “liberal demokratlık” payesine erişti.

Allah kabul etsin!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Mahalle baskısı

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:10

Mahalle baskısı

t.akyol@milliyet.com.tr


SOROS var ya; şu ünlü spekülatör, emperyalizmin baş komplocularından biri, “Turuncu Devrim”lerin babası...
Soros “Ilımlı İslam”ı desteklemiş, bu amaçla sosyal araştırmalar yapılmasını finanse etmişti!
Soros şimdilerde saf değiştirmiş olmalı ki, Anadolu’da dindarlığın nasıl bir sosyal baskı yarattığını araştırtıyor!
Soros’un desteklediği Açık Toplum Enstitüsü gibi kuruluşlar daha bir yıl önce “Türban takanlar azalıyor, toplumda şeriat özlemi yok” gibi araştırmalar yaparak sinsi bir şekilde “Ilımlı İslam”a destek vermemişler miydi?!
Şimdi aynı kuruluşlar, Anadolu’da dindarlaşma olduğunu, bunun da “ötekiler” üzerinde ağır bir “muhafazakâr mahalle baskısı” yarattığını söyleyen bir araştırma yayımladılar.
Daha ilginci ikisinde de Prof. Binnaz Toprak’ın imzası var!
Soros yeni bir oyun peşinde!

Bir yıl arayla
Bir yıl önce, Prof. Binnaz Toprak, Prof. Ali Çarkoğlu ile birlikte yaptığı araştırmada “Türban takanlar azalıyor, toplumda şeriat özlemi yok” sonucuna varmış, laikçi kesimin ağır eleştirilerine maruz kalmıştı. Binnaz Toprak bundan o kadar bunalmıştı ki, Milliyet gazetesinde “Türban Tartışmaları ve Bilimsel Araştırmalar” başlıklı uzun bir makale yazma ihtiyacını duymuştu. (14 Aralık 2007)
Prof. Toprak şöyle diyordu:
“Ne yazık ki Türkiye’de toplumsal sorunlar düşünce temelli değil, kamplaşmalar çerçevesinde tartışılıyor...
Önemli olan, tartışmaktan çok, karşı tarafa gol atmak...”
Gerçekten, araştırmalara “anlama” ve “metot eleştirisi” açısından bakmak yerine “bizim kabile”ye yarar mı yaramaz mı diye bakmak... Ya da karşı kaleye nasıl gol atarız diye...
Maalesef bizde çok yaygın; hemen bütün kesimlerde.
Bu “kabile”ci zihniyet, yazımın birinci bölümünde belirttiğim ‘komplocu’ kurgulara yol açıyor; “olay” tartışılamıyor, sadece kavgası yapılıyor.

Sorunun adı?
Binnaz Toprak’ın geçen yılki araştırmasında ortaya çıkan sosyal gerçek şudur:
“Biz de, Sayın Tarhan Erdem’in araştırmasında olduğu gibi, kendini dindar olarak tanımlayanların arttığını, buna karşın Türkiye’de şeriat özlemi olmadığını, örtünmenin yaş ilerledikçe artış, 18-25 yaş arasındaki kentli gençler arasında ise düşüş gösterdiğini saptamıştık.”
O zaman Cumhuriyet gazetesi Prof. Toprak’ı eleştiriyor, muhafazakârlar alkışlıyordu... Şimdi tam tersine!
“Kale” ve “gol” vaziyetine göre!
Şu birkaç noktayı da belirtmeliyim:
- Prof. Toprak’ın yönettiği yeni araştırma laikliğin tehlikede olduğunu göstermediği gibi, bütün kesimleri de kapsamıyor. Nitekim sadece “muhafazakâr sosyal baskı”yı araştırdığı için, Alevi dernekleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri gibi çevrelerle görüşmüşlerdir. Muhafazakâr kalemler bu kesimlerin hissettiği baskıyı küçümsememeli ve Toprak’ı eleştirmek yerine ‘camia’ya hoşgörü değerlerini yerleştirmek için çalışmalıdır.
- Muhafazakâr kitleler üzerinde de bir “baskı” araştırması yapılsaydı, hem resmi hem toplumsal elitlerin bu kesimler üzerinde nasıl baskılar kurduğu da ortaya çıkardı. Toprak’ın araştırması bu açıdan eleştirilebilir.
- Muhafazakâr kesimlerdeki değişimin incelenmemiş olması da araştırmanın ciddi bir eksiğidir.
Netice: Yok birbirimizden farkımız; onun için herkes kendi “öteki”sine hoşgörüyle bakmayı öğrenmelidir.
Rejim sorunu yok, hepimizde hoşgörü sorunu var.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Çapkın olmamız için mahalle baskısı var

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:14

Çapkın olmamız için mahalle baskısı var

serdar.turgut@aksam.com.tr


Türkiye’de birçok konuda mahalle baskısı olabilir de; en yaygın olarak uygulanan ve birçok insanın hayatını direkt olarak etkileyen bir tür baskı var ki; o nedense hiç tartışılmıyor.

Ben kafayı gözü yarsam da tepki alsam da birçok insanı kızdırsam da bu tür ‘mahalle baskısı’nı bugün gündeme getireceğim.

Özellikle benim yaşım civarına gelmiş erkeklerin üzerinde, çapkınlık yapmaları için büyük bir mahalle baskısı var.

Bu baskıyı ilişkiler konusunda yazılar yazan gazeteciler yapıyor, çapkın arkadaşlar yapıyor, evlilik kurumuna önyargıyla yaklaşan hemen herkes tavırlarıyla, yorumlarıyla uyguluyor.

Bu konuyu nasıl ele almam gerektiğini uzun süredir düşünüyordum. Çünkü kolayca yanlış anlaşılacak ve çok kolayca söyleyenin damgalanmasına neden olabilecek bir içeriği var.

Bir süre önce ilişkiler konusundaki yazıların ustası olan Ayşe Arman ile yaptığımız bir telefon sohbetinde, kendisinin yazılarını inceleme sürecinde olduğumu ve söylemi hakkında bir eleştiri denemesi yapacağımı söylemiştim.

Dikkat edin; yazı konusu hakkında değil eleştirim. Onu yazarın hangi üslupla söylediğine de değil. Konularını da beğeniyorum üslubunu da ve açıkça söyleyeyim; gazete yönetirken de yazarken de ‘Keşke her gazetede bir Ayşe Arman olabilseydi’ diye düşünmüşümdür. O tür yazılar yazdırmanın ne kadar da zor olduğunu pratikten bilirim. Becerebileni bulabilseydim hemen açacaktım köşesini.

Ama Ayşe Arman’ın soru söyleminde (discourse) bir nokta dikkatimi çekiyordu. Ve bunu arşivdeki tüm yazılarını yeniden dikkatli okuyarak tekrar gördüm. Telefonda bahsetmiş olduğum yazıyı bu kadar geç yazmamın da nedeni o dikkatli okumalardır.

Tek tek örnekler üzerinden gitmeyeceğim ama bence şu ortaya çıkıyor: Evli erkek ve kadınlara seks yaşamları hakkında soru sorulmasında bir sıkıntı var.

Hayır, hayır bunun utanmaktan filan kaynaklandığını düşünmüyorum. Ama şu var; aynı kadınla uzun süre birlikte olanların birbirinden sıkılmış olabileceği varsayımı. ‘Cinsellik, sevgililer’ söylemiyle sorular başladığında cevap vermeye zorunlu olanlar eğer evliyseler ‘mahalle baskısı’ altına alınıyor.

Bu çok belirgin biçimde Ayşe Arman’ın Şenay Düdek ile yaptığı söyleşide ortaya çıkmış. Cinsellik, sevgililer konusundaki sorulardan bunaldığı anlaşılan Düdek sonunda kendisini aseksüel olarak tanımlıyor.

Belki de gerçekten de öyledir ama o da beni ilgilendirmiyor. Bir insan neden bunu açıklamaya kendisini zorunlu hissetsin ki...

Arman, Kamer Genç ile yaptığı söyleşide bilinçaltını açığa çıkarıyor. Bence ‘Nasıl bir şey 40 yıl aynı kadınla birlikte olmak?’ diye soruyor ve sonra da ‘Peki gerçekten çapkınlık yapmıyor musunuz?’ diyor.

Bu iki soru benim ‘mahalle baskısı’ dediğim davranışın tipik yaklaşımlarıdır.

Sabah gazetesinden Şirin Sever’e de söyledim, burada da söylemeliyim: Ben artık bu baskıya isyan etmeye karar verdim.

Gazetelerde biz klasik tavırlı (eski kafalı?) insanların özelde kalması gerektiğini düşündüğümüz konuların açıkça yazılması ve konuşulmasının yani seks ve ilişkiler konusunda kamuoyuna açık bir söylem tutturulmasının, tabu sayılan konuları konuşturarak insanları rahatlatıcı etkisinin olduğunu de biliyorum.

Buna rağmen ben karımla özelimizde kalmasını tercih ettiğimiz bazı konuların öyle kalmasını tercih ediyoruz ve evet; ‘Ben karımı aldatmama kararındayım.’

Çapkınlık genel trend olabilir ama ben o doğabilecek arzularımı kontrol altına alma kararındayım. Çünkü ‘Bir insanın mutluluğu, arzularının var olmamasına değil ama o arzularının üzerinde nasıl kontrol sağladığının (Nasıl arzularının efendisi) olduğuna bağlıdır’ diyen Alfred Lord Tennyson’un düşüncesine tamamen katılıyorum.

Neden bunu deklare ediyorum, çok mu ahlaklı olma iddiasındayım, örnek insan mı olma arzusundayım?

Hayır hayır; ikisi de değil. Belki şaşıracaksınız ama çok eskiye dayandığı düşünülen evlilik müessesesi aslında o kadar da eski değil.

Romantik aşka dayalı evlilikler sadece 200 yıl önce başladı. Yani romantik aşkla başlayan evliliklerin tarihi sadece 200 yıl. Bu evlilik kurumunda birçok kavram henüz yerine oturmadı. İnsanlar hâlâ evlilikte düzgün davranmamın anlamını araştırıyorlar.

Bu henüz oturmamış olan ortamda siz benim yaşımdaki erkeklere ve biraz daha genç ama uzun evli kalmış kadınlara çapkınlık yapmanın normal olduğunu anlatır, çapkınlıklar, sevgililer sorusunu sorarsanız (bir psikiyatriste ‘depresyondayım diyerek’ gidin. Göreceksiniz; çoğunluğu size tedavi olmanız için çapkınlık yapmanızı tavsiye edecektir.)

Evlilik kurumu hep kadın ve erkek için baskıcı bir kurum olarak algılanmayı sürdürecektir. Bu yanlış algılama da sözünü ettiğim ‘mahalle baskısı’nı doğuracaktır.

Evet; ilk bakışta aşkın yaşandığı anda yapılan seks heyecanlıdır ve evliliklerde seks kadın ve erkek için monotonlaşabilir. (Türkiye dahil hemen her ülkeden bir erkek ile evlenmiş olan Zsa Zsa Gabor ‘Ben seks hakkında hiçbir şey bilmem çünkü daima evliydim’ diye müthiş bir espri yapmıştır). Ama bu yeni bir keşif değil. Ten alışkanlığı konusu, romantik aşka dayalı evlilik kadar eskidir.

Sorunu veri olarak kabul edip çözümü sıradan olanda ararsanız, belki işiniz kolaylaşır ama bu da anlamlı değil.

Bu tür tavır yerine evlilikte sadakatı ve bu sadakatın gece uyurken veya çocuğunuzu severken bir insana verebileceği huzuru, iç rahatlığını koymaya ve bu tavırlar üzerinde çalışma kararındayım.

Rana da ben de çılgınlık yapmayı iyi biliriz ve seks konuşmaktan da utanmayız. Örneğin; Sabah gazetesi ile yapılan söyleşide fotoğraf mizanseni tartışılırken bize önerilen alternatifler arasında, ayakkabı boya sandığına benim boyacı, Rana’nın da müşteri gibi oturması vardı. Ben buna ‘Bu benim için dayanabileceğimden çok fazla erotik’ dedim. Rana da hiç sektirmeden ‘Evet benim de ayakkabılarım o fotoğraf için uygun değil’ dedi.

Ben bu zihinsel çakışmaya âşığım. Bu otomatik gelen uyumluluk heyecanlandırıyor beni. ‘Ama sonra o fotoğrafı oğlumuz da görecek’ diyerek evde aile fotoğrafı çektirmeyi tercih ettik. Asıl önem verdiğimiz bu çünkü.


[img]http://www.aksam.com.tr/images/aksam_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

“Mahalle baskısı” yok diyenler neden öfkeli?

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:17

“Mahalle baskısı” yok diyenler neden öfkeli?

rmengi@gazetevatan.com


Ermenilerden özür kampanyası” da çok önemli olduğu için bu konuya girmekte biraz geciktim ama artık zamanı geldi. Siyaset Bilimci Prof. Dr. Binnaz Toprak bir yıldır üzerinde çalıştığı, Açık Toplum Enstitüsü ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından desteklenen araştırmasının sonucu ciddi ve haklı bir yankı uyandırdığını biliyorsunuz.

“Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” konulu, 12 ilde 401 kişiyle yüz yüze (Binnaz Toprak, İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener tarafından) yapılan ve Prof. Toprak’ın “Bu kadar vahim bir tablo beklemiyordum” dediği araştırmadan çıkan bulgular büyük bir kesimde endişe uyandırırken bir başka kesim (özellikle medyanın bir kesimi) tarafından ısrarla yalanlandı.

Son yıllarda giyim, kuşam, din, inanç, ibadet, etnik köken gibi konularda mahalle baskısının giderek arttığı, bu baskıyı ilk kez vurgulayan Prof. Dr. Şerif Mardin’in açıklamalarından sonra da uzun süre tartışılmış ve birçok konu gibi rafa kaldırılmıştı.

Her ne kadar o arada siyasetçilerin konuşmalarıyla, harem selamlık uygulamaları, Ramazan’da içki satan ve içenlerin dövülmesi gibi haberlerle bize kendini hatırlattıysa da yolsuzluklar, ekonomik kriz, iç ve dış siyaset sorunları, seçmen kütüğü skandalları ve benzeri ciddi konuların araya girmesi sonucunda “Türkiye’de radikal dinci kadrolaşmanın yoğunlaşarak artmasıyla iyice su yüzüne çıkan toplumsal kutuplaşma ve baskılar” bir süre gözden kaçtı.

Prof. Binnaz Toprak’ın Konya, Malatya, Kayseri, Batman, Eskişehir, Balıkesir’in de aralarında olduğu 12 ilde yaptığı araştırma ise bugüne kadar “münferit olay” gözüyle bakılan, böyle savunulan birçok baskının bu illerde sık rastlanan olaylar olduğunu gösteriyor. Atatürk resmini dükkanlara asmaktan çekinme, başörtüsü ve giyim kuşam baskıları, kız-erkek arkadaşlığından tutun da uzun saçlı gençlere, oruç ve namaz baskısına, “Müslüman ve Sünni”lik dışında kalan din ve mezheplere yapılan ayrımcılığa ve hatta selamlaşmaya kadar öyle baskılar söz konusu ki “Biz asla Malezya olmayız” diyenlerin durup düşünmesi gerekiyor.

İktidar bağımlılığı

Araştırmanın sonucunda ortaya çıkan önemli bir bulgu da “bütün bu olayların temelinde siyasi kadrolaşmayla ortaya çıkarılan kutuplaşmanın ve korkunun etkisinin olduğu”... İnsanların güce, iktidara bağımlı hale gelmesinin oynadığı rol...

Onun için açıkçası ben de asıl konunun doğal bir “muhafazakarlaşma, dindarlaşma” değil “dinin siyasallaştırılması” olduğunu söyleyen bazı siyaset bilimcilere ve meslektaşlarıma hak veriyorum. Türkiye’de her zaman büyük bir kesim dindardı ama başkalarının dinine, inancına, yaşam tarzına da saygılı, laik anlayışı benimseyen bir dindarlıktı bu...

Ne zaman ki “Siz başörtülüleri, dindarları dışlıyorsunuz, onlara zenci muamelesi yapıyorsunuz” veya “dindar cumhurbaşkanı seçiyoruz” gibi kutuplaştırmalar kasıtlı olarak yapılmaya başlandı ve laiklik sanki din karşıtlığıymış gibi topluma empoze edildi, ne zaman ki bazı partiler “dine ve dindarlara sahip çıkıyor” havası yarattılar o zaman düşmanca, birbirine tahammülsüz bir bölünmenin, toplumsal ortamın tohumları atıldı.

Bugün gelinen nokta işte o tohumların yeşermesidir. Sebep olanlar için büyük başarı, onlar siyasi meyvelerini toplayacaklar yine...

Ya Türkiye? Onun geleceği?

İşte bunu herkesin iyi düşünmesi gerekiyor. Hâlâ zaman kaldıysa tabii!

*****

Kadınlara önem verme yalanı

CHP 22 Temmuz seçimlerinde kaybolan (ve her nedense YSK ile iktidar partisinin hiçbir sorun yokmuş gibi davranarak seçim yaptığı) 5 milyon seçmenin bir yıl sonra ortaya 6 milyon seçmen olarak çıkmasını yerden göğe haklı olarak yargıya götürüyor.

YSK ve İçişleri Bakanlığı hakkında dava açılacakmış. Aynı zamanda “kişisel beyana ve adrese dayalı kayıt sisteminin” seçim güvenliğini tehlikeye soktuğu da tartışılacak. Seçmen kütüklerinde skandal boyuttaki sorunlar ve sistem düzeltilmeden belediye seçimlerinin yapılmaması büyük bir ihtimal.

Ama ortada bir başka skandal olay daha var. Dünyada kadın belediye başkanı oranı yüzde 9, Avrupa’da 10.5, Afrika’da 12 iken Türkiye’de bu oranın yüzde 0.56 olması.

Düşünebiliyor musunuz 3225 belediye başkanının sadece 18’i kadın. (9’u DTP, 5’i CHP, 2’si AKP, 1’i SHP, 1’i DYP) 81 ilin 80’inde erkek belediye başkanı var ve Başbakan Erdoğan “kadın toplantısında erkek spiker olmaz” dediği toplantıda “kadınlara 2009 yerel seçimlerinde daha fazla şans verileceğinden” söz ediyor.

Herhalde bu kez 81 ilin 2’sinin kadınlara verileceğini düşünüyor olmalı. Ya da 3225 başkandan 18 yerine 20’si kadın olur... Türban, çarşaf konularında devamlı kadınları düşünen “erkek siyaset”, ortada bu kadar açık bir hak yeme durumu varken iş “kota”ya gelince bunu kadına saygısızlık sayıyor çünkü...

Kendilerini “daha zeki” zannettikleri için bu okkalı yalanı da kadınlara yutturacaklarını sanıyorlar. Nüfusunun yarısından fazlası kadın olan ülkenin Meclis’inde yüzde 9.5 olan kadın oranı, belediyelerde yüzde 1’i bulmayacak, kalkıp saygıdan söz edeceksiniz ve kadınlar yutacak.

Pöhh denir buna... Nitekim denmiş de...

Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) bu inanılmaz tablonun değişmesi için irade göstermeyen parti liderlerini gerçek demokrasi görevine davet etmek üzere bir kampanya başlatmış.

Bugüne kadar ne kampanyalar yapıldı umursamadılar. Siyasette de, iş alanında da, eğitimde de kadınları kasten geride bıraktılar.

Onların giyimi, inancı üzerinden siyaset yaparken en temel haklarını vermediler. Türkiye’de kadınlara, kız çocuklara karşı işlenen suçlarda bile “suçluyu cezalandırmak” yerine mağdur kadınlar bir kez daha mağdur edildi ve bu alışkanlık haline geldi... Hiçbir siyasetçi tepkisi duymadık.

Ama bu kez KA-DER haksızlığı dünyaya duyurmayı mutlaka başarmalı. Kendisini ilgilendirmeyen yargı kararlarında bile Türkiye’ye uyarıda bulunan AB bakalım asıl ilgilendiren bu konuda uyaracak mı?

KA- DER’in kampanyasına sağduyulu tüm gazetecilerin ve vatandaşların destek vermesi gerekiyor.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hangi araştırmaya inanalım?

İletigönderen kgursu » Cmt Ara 27, 2008 0:21

Hangi araştırmaya inanalım?

oray.egin@aksam.com.tr


Prof. Binnaz Toprak, bundan iki sene önce yaptığı araştırmada Türkiye’de türbanlı sayısının sanılanın aksine azaldığını ortaya koymuştu. İslamcı Basın bu verinin üzerine atlamıştı elbette. “Ne diyordunuz, bakın ne çıktı” diyerek... Toprak’ın “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” adlı araştırmasından çıkan veriler bakın ne diyordu:

# Şeriat isteyenlerin oranı 1999’da yüzde 21. 2006’da bu oran yüzde 9.

# “Türkiye’de köktendinciliğin yükseldiğine inanıyor musunuz” sorusuna “Hayır” yanıtı verenler yüzde 61.3.

# “Laiklik tehdit altında değil” diyenler yüzde 73.1.

# Türkiye’de dindarlara baskı yapıldığını düşünenler 1999’da yüzde 42.4’ken bu rakam 2006’da yüzde 17.

# Çarşaf giyenlerin oranı 1999’da yüzde 3.4, 2006’da yüzde 1.1.

# Genel olarak başını örtenler 1999’da yüzde 15.7’yken 2006’da yüzde 11.4’e.

# Yüzde 83 Türkiye’de dindar çevrelerin laik yapmadığını düşünüyor.

Bu araştırmanın İslamcı cenahta sevinçle karşılaşması boşuna değil. Sonuçlar işlerine geliyordu. İrtica tehlikesinin bir balon olduğu düşüncesinin en önemli kanıtı sayılıyordu.

Peki aynı Binnaz Toprak ve ekibi, bugünlerde epey tartışılan ancak bu sefer İslamcıların hiç hoşuna gitmeyen yeni araştırmasında bakın ne gibi sonuçlara ulaşmış:

# “[L]aik kimliktekilere karşı olan iktidar kaynaklı ayrımcılık ve baskı, eğitim alanında cemaatlerin faaliyetleri, laik kimliktekilerin ticari hayattan dışlanması ve içki yasağı gibi konular ile ramazan aylarında oruç tutmayanlara karşı sergilenen hoşgörüsüzlük, cuma namazına katılma ‘zorunluluğu’ v.b. toplumsal baskılar, eskiden var olmayan yeni bir ortamın mevcudiyetine de işaret ediyor.”

# “Mülakatlarda, esnafından, işadamından, memuruna kadar iş yaşamında yer alan çoğu kişinin, ‘Ben de sizdenim’ mesajını vermek üzere cuma namazına gitmeye ya da kılıyor görünmek için kepenk kapatmaya başladığını, o tarihe kadar başı açık olan eşlerin örtündüklerini, selamlaşmanın ‘merhaba’ ya da ‘günaydın’dan ‘selamünaleyküm’e dönüştüğünü, içki içenlerin kamuya açık yerlerde içmekten imtina ettiklerini, hacca-umreye gitmenin ya da iftar daveti vermenin ‘moda’ olduğunu, ramazanda oruçlu olunmasa bile oruçluymuş gibi davranıldığını, işyerinde Zaman gazetesi bulundurmanın ya da dini cemaat toplantılarına katılmanın zorunlu hale geldiğini, laik ya da sol sendikalardan istifa edilip iktidar yanlısı sendikalara üye olunduğunu anlattılar.”

“Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler” araştırmasına karşı “400 kişiyle anket olur mu”, ekipte yer alanları kastederek “Gazeteciler akademik araştırma yapamaz” gibi çamurlar atıldı, atılıyor yandaş medyanın tetikçileri tarafından. Sonuçlardan hoşlanmayan çevreler, bundan sadece iki sene önce yere göğe sığdıramadıkları Toprak’ı ve araştırmasını, bu sefer karalamayı tercih ediyorlar.

Binnaz Toprak en son araştırmasını Prof. Şerif Mardin’in ortaya attığı “Mahalle baskısı” kavramından yola çıkarak yapmıştı. Tıpkı Mardin’e yapıldığı gibi bu araştırma da yandaş medya lincine maruz kaldı, kalıyor. İslamcı gazeteler, sonuçları çarpıtmaya bile çalıştılar geçtiğimiz günlerde.

Ne garip, ne çelişkili tavırlar değil mi?

Durun bitmedi ama...

Binnaz Toprak 2006’daki araştırmayı kimin için yapmıştı?

TESEV.

Peki bu kuruluşun finansmanını kim sağlıyor?

George Soros. Bizzat TESEV Başkanı Can Paker, Soros’tan iki milyon dolar aldıklarını açıklamıştı.

Peki Binnaz Toprak’ın şimdiki araştırması neresi için yapıldı?

Açık Toplum Enstitüsü, yani OSI.

Peki OSI’ın finansmanı nereden geliyor?

Kurucusu George Soros’tan!

Soros’un Türkiye’ye bakışı değişti


Türkiye’de irtica tehlikesi olmadığını söyleyip, bundan iki sonra “mahalle baskısı”na dikkat çeken Binnaz Toprak kendisiyle çelişiyor mu? Doğrusu bu ilk değil.

2007 yılında Milliyet’te yayınlanan ve Tarhan Erdem’in şirketi KONDA’nın araştırma sonuçları ise “Türbanlı sayısının 4’e katlandığını” gösteriyordu.

2003’te Türkiye’nin yüzde 3.5’i türban takarken, 2007’de bu oran yüzde 16.2’ye çıkmış.

Toprak, o zaman Milliyet’e yazdığı yazıda farklı sonuçlara değinmişti:

“Sorular arasındaki bu farklılıkların, farklı sonuçlar çıkarmış olması muhtemeldir. Kaldı ki bizim araştırmamızla Sayın Erdem’in araştırması arasında 1.5 yıllık bir zaman farkı vardır. Bu bir buçuk yıllık süredeki siyasal, sosyal ve ekonomik değişiklikler göz önüne alındığında, örtünme ve ‘türban’ oranlarında artış olması da tabii ki mümkündür.”

İster istemez sormadan edemiyorum: 2006’daki araştırmanın evinde Başbakan’ı ağırlayan, AKP’ye tam destek veren Can Paker’in TESEV’i için yapılmış olması sonuçları etkiledi mi?

Ya da 2008 yılına gelindiğinde, Toprak’ın her iki araştırmasının da finansörü olan George Soros fikir mi değiştirdi?


[img]http://www.aksam.com.tr/images/aksam_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Gerçek dindar baskı yapamaz!

İletigönderen kgursu » Prş Oca 08, 2009 4:04

Gerçek dindar baskı yapamaz!

rmengi@gazetevatan.com


Enteresan röportajlar çıkıyor ve gerçekle hiç alakası olmayan çok şey söyleniyor ama bazıları anlatıla anlatıla öylesine bıktığımız velakin birilerinin hâl⠓anlamıyormuş gibi” yaparak yıllar önceki tezleri ısıtıp ısıtıp öne sürdüğü sohbetler ki inanın içim bayılıyor. Üzerinde tartışmaya elim gitmiyor.

VATAN’da Mine Şenocaklı’nın yaptığı röportajda Ayşe Böhürler ise yeni bir araştırma; Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın 9 ilde 401 kişiyle yüz yüze konuşarak yaptığı ve “din-mezhep eksenli aşırı baskılar”ın dile getirildiği son kamuoyu araştırmasıyla ilgili görüşler bildirdiği için bazı noktalara değinmek istiyorum. Çünkü uzun bir röportajda, uzun cümleler arasında çok önemli noktalar gözden kaçabiliyor.

Ayşe Böhürler önce “Bir baskı varsa, hangi kesime yapılmış olursa olsun üzerine gidilmelidir” diyor. Daha sonra Prof. Toprak’ın araştırmasından çıkan sonuçları doğrulayan “işe alınmak için başını örtmek” gibi baskıları kendisinin de gördüğünü, bunun kişiliksiz bir davranış olduğu söylüyor. Ama o arada “baskı”nın tarifinde ve araştırmanın bazı sonuçlarını gözden kaçırmış olmak konusunda söylenecek şeyler var.

Mesela Böhürler görülen baskıların dindarların baskısının olmadığını, AKP veya Gülen cemaati ile de ilgisinin olmadığını söylerken raporun “1000 yıldan fazla zamandır Anadolu’da varolan İslâmı mevcut bir değer olarak kabul etmediğini” de satır arasında söylemiş. Söz konusu baskı “gerçek dindarlar”ın baskısı değil elbette, çünkü gerçek dindar kimseye ibadet baskısı yapamayacağını, böyle bir hakkın kendisine (hatta Hz. Peygamber’e bile) verilmediğini bilir.

Bunu yapanlar Kur’an’da mevcut olmayan görevleri kendine atfeden, bir takım cemaatlerin etkisi altında “Allah’la kul arasına birilerinin girme hakkı olduğuna” inandırılan, Takva filminde olduğu gibi beyni gerçek dinle alakasız, yanlış bilgilerle yıkananlardır.

Araştırma raporunun “İslâmı bir değer olarak kabul etmediği” sonucuna Böhürler’in nasıl vardığı anlaşılır gibi değil. Öte yanda (röportajda hiç dile getirmediği bir nokta) görülen baskının doğal bir muhafazakarlaşmadan çok AKP’nin hızla ve yıllardır yürüttüğü “partizan kadrolaşma”ya bağlı olarak ortaya çıktığı sonucu mevcut.

Anadolu geleneği mi?

Yani onun sık sık tekrarladığı veya ima ettiği “Anadolu’nun geleneklerine bağlı bir baskı” değil anlatılanlar... Eğer tümüyle öyle olsaydı araştırmayı yapan ekip konuşanları dinledikçe daha önce hiç duymadıkları, neredeyse panik ölçüsünde bir endişeye kapılmazdı.

Örneğin; Erzurum’da başı açık kadınların oruç tutmadığına inanıldığını, Malatya’da iş adamlarının işlerini yürütmek için Hac’ca gittiğini, Alevilerin korkudan Ramazan’da yemek yiyemediğini, bazı yerlerde oruç tutmayanların Alevi sayıldığını duyduklarında şaşırmaz, gelenek olduğuna göre bunları rapora almazlardı.

Herhalde “dinle baskı” konularında araştırmalar yapan bilimci veya gazetecilerin “Anadolu’daki gelenekler” hakkında yeterli bilgisi vardır.

Anadolu’da yukardaki türden baskılar ne zaman görülmeye başlandı ki gelenek sayılacak? Çoğumuz Anadolulu ailelerden geliyoruz, hangimiz ne zaman duyduk insanların namaz, oruç, baş örtüsü, Hac baskısı hissettiğini? Kaç yıldır duyuluyor içki içen veya oruç tutmayanlara saldırıldığını?

Araştırmada; Trabzon’da bir öğretmen “Ramazan’da ilköğretim hariç hemen tüm okulların kantinlerinin kapatıldığı, oruç tutmayan öğrencilerin bunu gizleme gereği duyduğunu” anlatmış ve “oruç tutmayanlara yönelik saldırılar oluyor, bunları görünce ülkemiz nereye gidiyor diye ürküyorsunuz” demiş.

Hakaret

Bir öğrenci üniversitede her yıl “oruç tutmadığı veya sigara içtiği için dayak yiyen arkadaşları olduğunu”, bir diğeri “iftar saatine denk gelen derslerin iptal edildiğini” anlatmış.

Bütün bunlar Anadolu’da eskiden beri; haydi diyelim 10-15 yıl öncesinde görülen şeyler miydi? Veya örneğin eskiden Cuma hutbelerinde “yılbaşını kutlamanın Hıristiyan adeti olduğu, içki içilip kumar oynandığı” söylenerek halk kışkırtılıyor muydu?

Gazdan (ve ihmalden) zehirlenerek ölen insanlar için çirkin yakıştırmalar duyulur muydu?

Çocuk tecavüzcüleri, uluslararası soyguncular “bunlar İslâmcıdır, ceza görmemeli” denerek siyasi güç tarafından korunuyor muydu?

Ne Anadolu’da ortaya çıkan baskıların ne de bu olayların “eskiyle, gelenekle” ilgisi yoktur, bunların hepsi yenidir. Anadolu geleneği bugüne kadar “dini siyaset malzemesi olmaktan” koruyan bir sigorta olarak çalıştı. Ama artık her koldan siyaset ve cemaat destekleriyle yayılan baskıya direnemiyor.

Bu gelişmelerin Anadolu geleneği olduğunu iddia etmek Türk toplumuna hakarettir bence...

Yarın devam edeceğiz...


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x