
Cengiz AYTMATOV’un "Gün Olur Asra Bedel" bedel adlı romanını okuyanlar bilir, orda çok dikkat çekici bir hikâye anlatılmaktadır. Juan-Juanlar'ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâye…
Milattan sonra 200’lü yıllarda Orta Asya’dan Kuzey’e doğru göç eden Juan Juanlar, Kırgızların hem komşusu ve hem de can düşmanıdırlar. Son derece gaddar ve acımasız olan Juan Juanlar, her fırsatta Kırgız kabile ve oymaklara saldırır, yakıp yıkarlarmış. Ancak Juan Juanların esir aldıkları genç Kırgız savaşçılarını köle yapmak için mankurtlaştırma yöntemi vardır ki, Cengiz Aytmatov inanılmaz bir akıcılıkla anlatır.
Juan Juanlar, esirin başını kazır, saç tellerini tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken bir kasap da oracıkta bir hayvanı öldürüp derisini yüzermiş. Sonra taze hayvan derisini, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Daha sonra, tutsakların boynuna, başlarını yere sürtmesin diye bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı kızgın güneşin altında bırakırlarmış.
Deri kuruyup büzüldükçe, başı saran hayvan derisi mengene gibi olurmuş. Acılar içinde kıvranan Kırgız esirlerin her beşinden ancak bir veya ikisi sağ kalırmış. Sağ kalanlar ise hafızalarını, kimliklerini kaybederlermiş. Juan Juanlar, belleğini yitiren tutsağı alır, yiyecek içecek verirlermiş. Bir süre sonra gücünü toparlayan tutsak, artık bir “mankurt” haline gelmiştir.
Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu artık bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş.
Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıymış. Ama mankurt isyanı ve itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık…
En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Sarı-Özek'in ıssız, engin, kavurucu çöllerine ancak bir mankurt dayanabileceği için, buralarda deve sürülerini gütme işi onlara verilirmiş. Böyle yitik yerlerde, bir mankurt bir kaç kişiye bedelmiş. Yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış demeden, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş… Şimdi ise bir çuval kömür, bir paket makarna...
Gördüğünüz gibi biraz zahmetli ama mükemmel sonuçlar veren bir uygulama… Günümüzde ki mankurtlaştırma uygulamaları ise bu kadar uğraştırmıyor. Birkaç köle yerine milyonlarca köle kendi isteğiyle, elinde kumandası ile efendilerine sadakatini gık demeden gösteriyor. Türk insanını mankurtlaştırma projesi tüm hızıyla sürüyor. Ülkemiz, beyinleri dumura uğrayan; ulusuna, tarihine, kültürüne, diline, bütün öz değerlerine yabancılaşmış kalabalıklarla doldu. Yabancılaşmanın da ötesinde köleleşme olgusu ile karşı karşıyayız. Beynini ve vicdanını, batı değerlerine göre biçimlendiren satılık ve kiralık ruhlar ülkesine döndük. İhanet koalisyonlarının oluşturduğu korodan çıkan sesler, vatansever çığlıkları bastırdı. Emperyalist dayatmalara en küçük itirazın adı paranoyaklık oldu.
Ömer YILDIZ ( Yazıları Facebook’tan takip etmek için : http://www.facebook.com/mryldz46 )
Mail adresi: mr_yldz@hotmail.com