Mehmet Akif ERSOY’umuz…

Mehmet Akif ERSOY’umuz…

İletigönderen Ram » Pzt Oca 24, 2011 11:24

Mehmet Akif ERSOY’umuz…

Son zamanlarda kaş yapayım derken nedense hep göz çıkartılıyor.

Sayın Başbakan Erdoğan olur olmaz “ucube” benzetmesinden önce yine bir inci dökmüştü. Hem bu sefer irisinden siyah bir inci!

Işıklar içinde yatsın, İstiklâl Marşı’mızın cennetmekân güftekârı “vatan şairi”, “millî şair” ve “İslam şairi” 1  Mehmet Akif Ersoy Arnavut imiş. Sayın Başbakan partisinin parlamento gurubu toplantısında BDP’ye nazire yapmak için böyle buyurmuşlardı!

Varsın buyursunlar. Bugüne kadar Cumhuriyet, Kemâlizm, devrimler, demokrasi ve benzeri öteki kazanımlarımız ile 10 Kasım’larda Atatürk’ü anma gibi son derece önemli bir millî günümüz hakkında unutmayacağımız ne kibar-ı kelâm’da 2  bulumadılar ki? Ama hamdolsun, nasıl altın yere düşmekle pul olmazsa, Sayın Başbakan’ın kelâmıyla da baş yargıç tarihe mal olmuş gerçeklikler değişmez!

Hazreti Mevlana’nın “gel, gel, ne olursan ol, gel…” dediği gibi, Mehmet Akif de ne olursa olsun, Kurtuluş Savaşı günlerimizden sonsuza dek Türk’lüğe mal olmuş, onun gerçek benliğini dünya âleme hikmetli, tanrısal dizeleriyle yansıtan ölümsüzleşmiş devâsa bir yurtseverimizdir! Rüzgâra göre yelken açan kimi sözde yurtseverimiz gibi laf cambazı değil!

Kaynaklara göre, kısaca, dönemin Istanbul’daki din adamlarından biri olan babası Osmanlı Arnavut’u İpekli Tahir Efendi (1826-1888) idi. Dini eğitim almak ve Osmanlı sınırları içindeki Kosovo’nun İpek kasabasına bağlı köyü Suşitsa’ya imam olmak istiyordu. Bu amaçla çocuk yaşta Istanbul’a geldi, ünlü hocalarla tamamladığı din eğitiminden sonra bir daha köyüne dönmeyerek Istanbul’da kaldı ve dönemin en muteberi olan Fatih medresesinde baş müderrisliğe kadar yükseldi. Ulemadan Derviş Efendinin ölümüyle dul kalan, ailesi Buhara’dan Anadolu’ya göçmüş, Istanbul’da doğma büyüme Özbek Türk’ü Emine Şerif Hanım ile 45 yaşında evlendi ve iki çocuk sahibi oldu:

-Istanbul’un Fatih ilçesi, Karagümrük semti, Sarıgüzel mahallesinden 1873 doğumlu oğlu Mehmet Ragif ve

-kızı Nuriye.

Ragif adı ebcet cetvelindeki sayılarla hicrî doğum yılı 1290’ı kaşılayan harflerin bileşiminden oluşur. Fakat insanlar bu adı zamanla Akif olarak telaffuz etmişler ve ad öylecce, Akif olarak kalmıştır..

Doğumundan sonra babasının imamlık yaptığı, Âkif'in de ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde nufûsa kaydedildği için doğum yeri Bayramiç olarak görünürse de gerçekte Istanbul’dur ve Akif de doğma büyüme Istanbulludur!

Babasıyla Arapça öğrenimine başladığı o dönemin “mahalle mektebi”’nden sonra çocuk yaşta ve ergenlik çağında Farsça da öğrendiği ilk ve orta okulu Fatih’te tamamlamıştır. Fransızca ile de zenginleştirdiği eğitimini zamanın gözde okullarından Mülkiye İdadi’sinin yüksek bölümünde üç yıldır başarıyla sürdürürken 1888’de babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yagınında evlerinin de yanmasıyla sıkıntıya düşer, zor yıllar başlar. Bu iki elim olgudan ötürü Mülkiye’yi bırakmak durumunda kalmış ve devlet memuriyet vadettiği için geçtiği dört yıllık Zıraat ve Baytar Mektebi’nin Baytarlık bölümünü (bugünkü Veteriner Fakültesi) 1893 yılında birincilikle bitirmiştir.

Bundan sonra, yine kısaca, yirmi yıl süreyle Istanbul’da önemli memuriyet görevlerinde bulunmuş, Anadolu, Arabistan ve Rumeli’nde teftiş gezilerine çıkarak bu teftişlerden birinde Arnavutlık’ta iken baba tarafından akrabalarını ziyâret etmiş ve 1898 yılında İsmet Hanım’la evlenerek ikisi kız, dördü erkek altı çocuk sahibi olmuştur.

Düşünür, hafız, İttihat ve Terakki üyesi, öğretmen, şair, vaiz, veteriner, Kur'an mütercimi, sporlardan güreşçi ve yüzücü, millî mücadelede Ankara’daki Sebil'ür-Reşad dergisinin dostu Eşref Edip ile ortak yayımcısı, sonrasında TBMM’de Burdur milletvekili ve İstilâl Madalyası sahibi Mehmet Akif Ersoy hakkında öğrenmek isteyenler için internette bir tık ile ulaşılabilecek daha pekçok bilgi var.

Geleyim asıl meramıma...

Her imparatorlukta aynı sonuç, aynı yazgı yaşanmıştır. Çöktükten sonra anavatan toprakları dışındaki uyruklar kalım endişesiyle anavatana göçmüşler, Osmanlı’da da, yakın bir geçmişe kadar sömürgeci Fransa ile emperyalist İngitere’de de bu böyle olmuştur. Hatta bâzan çökmeden önce başka nedenlerle de...

Örneğin, Kafkasya ile Kırım’ın 17. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıl ortalarına kadar Çarlık Rusyası tarafından işgâli edilmesi üzerine 1771 ve 1863 yıllarında, özellikle de “93 harbi” denilen Balkanlar ile Kafkasya’daki Türk-Rus Savaşı’ndan (1877-1878) sonra buralardan Anadolu’ya önemli göçler olmuş, yine Çarlık Rusya’sındaki 1917 Bolşevik ihtilâli ile 1920 yılındaki Sosyalist ihtilâlinin ardından sona eren Kafkas Cumhuriyeti ile Gürcistan ve Ermenistan’dan bir milyondan fazla göçmen Anadolu’ya gelmiştir. İster Osmanlı Devleti olsun ister de onun enkazı üzerinde Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarının yılmaz kararlılığı kadar milletin de insanüstü çabasıyla kurulmuş bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, her ikisinin de çevresindeki istikrarsız bölgeden kaçanlar için Anadolu cankurtaran topraklar olmuştur.

Bu tarihsel gerçeklik karşısında sormak lazım:

Babası çocuk yaşta Osmanlı Devleti’nin sımırları içindeki Arnavutluk’tan Istanbul’a gelip de geri dönmeyerek Istanbul’daki Osmanlı-Türk kültür çevriminde Türk dili ile büyümüş ve Türk diliyle yaşamış Özbek kökenli dul bir Türk hanımıyla evlenerek ondan Istanbul’da çocuk sahibi olmuş babası İpekli Tahir Efendi Arnavut kökenliydi diye, kendisi de Istanbul’da doğup yine aynı Türk kültür çevriminde büyümüş, eğitimini Türk dilinde yapıp tamamlamış, eserlerini Türkçe yazmış oğlu Mehmet Akif Ersoy’umuz da mı Arnavut oluyor yani? Altını çizerek belirteyim ki ne Arnavut milleti, ne başka bir millet ve ne de etnik kökenleri ayrı tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile herhnagi bir sorunum var! Çünkü bendeniz de yurt dışında yıllarca nihâyet bir Türk kökenli idim. Ne olduğunu iyi bilirim! Ama “kör kör parmağım gözüne” der gibi mugalatanın bu kadarına da pes doğrusu!

Sayın Başbakan’ın dediği gibi babası Arnavut kökenli olduğu için eğer Mehmet Akif Ersoy da Arnavut ise, yukarıda özetlenmiş olumsuz politik gelişmelerden biri ya da öbürü nedeniyle Kafkasya’nın çeşitli bölgelerinden, örneğin, diyelim ki Gürcistan’nın Batum dolaylarından önce Anadolu’nun Karadeniz sahillerinde bir yere göçen, ki böyle göçmen kökenliler Türkiye Cumhuriyeti’nde çok var, sonra da oradan Istanbul’a gidip yerleşenlerin Istanbul’daki Türk kültürü çevriminde doğup büyüyen, eğitimlerini Türk dilinde Istanbul’da yapan, vatan borcunu Türkçe ile TSK’da ödeyan, siyâset olsun ya da ticaret yaşamın çeşitli kesimlerine Istanbul’da atılıp zirveye yükselen çocukları nedir? Hâlâ Gürcü mü? Ya da Abaza, Çeçen, Çerkez, Gürcü kolu Laz ve diğerleri mi? Yoksa Türk mü?

İçeriden ve dışarıdan Kürtçülüğü kışkırtanlarla uğraşırken bir de bu mu çıkartılacak başımıza? Osmanlı’ya karşı Rumeli’de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Mezopotamya’da yürütülmüş “böl ve yönet” taktiği ne çabuk da unutuldu? Sanki son yıllarda bu kez de Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı uygulanıyor.

Anlaşılır gibi değil! Sayın Başbakan ataları, dedeleri yüz, ikiyüz yıl önce can havliyle Anadolu’ya göçmüş, o zamanlardan beri bu topraklarda beraberce yaşadığımız, hâlen de bireyleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan etnik guruplara niye ikide birde ısrarla göndermede bulunuyor? Bu göndermeler birleştirici ulus devletin manevi dokusunu zamanla hırpalayıp zedelemez mi? İstenildiği kadar reddedilsin, içinden loş bir ayrımcılık yansıyan, “üst kimlik”, “alt kimlik” gibi yapay tanımlamaların da fırsat düştükçe yinelendikleri bu göndermeler acaba kimin amacına hizmet ediyor? Herhâlde Türkiye Cumhuriyeti’nin değil de onu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isyenlerin olsa gerek!

Nitekim, Kemalizm bitmiş, ulus devlet dönemi kapanmıştır diyenler de böyleleri değiller miydi?

Siyasetin işlevi ile siyâsetçinin görevi güvenli devlet sınırlarına sahip, iç güvenliği sağlanmış, huzurlu bir demokratik hukuk devleti olması arzulanan Türkiye Cumhuriyeti’nde karnı tok, sırtı pek eşit vatandaşlardan oluşan özgür bir toplumu gerçekleştirmektir. Ama toplumlar homojen (bağdaşık) olmadıklarına göre, her devlette yöneten, egemen bir çoğunluk vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nde de bu çoğunluk, geniş Türk dünyasının en batı ucundaki Oğuz kökenli Anadolu Türk’ü olan bizleriz! Kesintisiz 940 yıldan beri!

Sayın Başbakan sık sık ne der?: “Kusura bakmasınlar, bu böyle biline!

Aşağıdaki de “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın” diyen, ışıklar içinde yatsın, millî şairimiz Mehmet Akif’ten bir alıntı:

    Artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım.
    Çünkü yaşadıkça yirmiyüzlü insanlar görmeye başladım
    .”

E. Fuat TEKÇE, Ocak 2011 - Güncel Meydan

 1  1920-1923 yılları arasında Burdur milletvekilli iken TBMM kayıtlarında geçen unvanı. 2  Kerametli söz, sözlerin büyüğü, büyüklerin sözü.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: E. Fuat TEKÇE

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x