
11 Eylül 2001’de New-yok’taki ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra ABD tarafından başlatılan Ortadoğu operasyonları için George W. Bush tarafından telaffuz edilen “Bu bir Haçlı Seferi’dir” sözü TBMM’nin ABD’ye sınırsız destek vermesini engelleyen etkenlerden biri olmuştu.
O yıllarda henüz “çıraklık dönemini” yaşayan ve bu büyük diplomatik sınav karşısında seçmen tabanıyla, cüretkâr Amerikan talepleri arasında sıkışıp kalan I. AKP hükümeti topu TBMM’ye atarak “Cumhuriyetin arkasına saklanmayı” tercih etti.
Oysa soğuk savaş döneminde, bu tür durumlarda devletin bekası için bir hükümet feda edilir ve sonraki hükümet, ABD ile aramızdaki “geleneksel dostluk ilişkilerini” yeniden tesis etmek için Sam Amcanın gönlünü alırdı. Eğer Cumhuriyetçi “merkez sol”dan sonra Demokrat “merkez sağ” da kredisini tüketmişse yani her iki kanat da ilişkileri tamir edecek güç ve itibara sahip değilse askerler yönetime gelir ve ABD’nin “sıcak dostluğu” yeniden kazanılırdı.
2 Temmuz 1960’ta Moskova’da olmaya hazırlanan Menderes, 1964’teki Johnson mektubu karşısında, “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” diyen İnönü, 1973’te “haşhaş ekeceğim” diye tutturan Ecevit, Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki Demirel ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Türk Amerikan ilişkileri ekseninde şekillenmiş “diplomatik yürütme” manevralarıdır.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte ABD, gözünü, petrol sahibi, İsrail karşıtı, Sovyet askeri altyapısına sahip olan ve Avrupa ile yakınlaşma eğilimi gösteren Arap ülkelerine çevirdi. ABD için en kolay askeri strateji, NATO’ya yeni bir misyon yüklemek ve 1. Körfez savaşındaki gibi koalisyonlarla hareket etmekti. ABD’nin en çok ihtiyaç duyduğu, desteğini beklediği NATO ülkesi de jeopolitik konumuna bağlı olarak; hiç şüphesiz Türkiye’ydi.
Oysa “Kızıl tehlike” geçtikten sonra İttihatçı-Cumhuriyetçi-Milliyetçi alt yapı üzerinde yeniden şekillenmeye başlayan Türk-Alman askeri yakınlaşması, ABD ile aramızda bir soğukluk meydana getirmişti. 1992’de ABD’nin Türk Deniz Kuvvetlerine ait Muavenet muhribini göstere göstere vurmasından üç hafta sonra gazeteci Uğur Mumcu öldürülmüş; 4 ay sonra da Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis şehit edilmişti.
2001’de Türkiye’nin, Avrupa modasına uyarak Saddam’la yeniden yakınlaştığı bir dönemde ve Alman Dışişleri Bakanının, “Afganistan bize ABD ile olan mesafesinden daha yakındır;” sözünün üzerinden 3 ay geçmeden 11 Eylül saldırıları oldu. 3 ay sonra da ABD, hem Ruslarla petrol anlaşması imzalayan Irak’a hem de Rusların 20 yılda giremediği Afganistan’a girdi.

2002’de Erbakan’ın çırakları tarafından kurulan AKP’nin % 34,28 oyla fakat; 363 sandalyeyle iktidara geldiği ilginç seçimlerinden sonra Türkiye’de Yasama-Yürütme-Dışişleri-MİT-Asker dengesi yani devlet bütünlüğü, henüz sağlanabilmiş değildi. Kısacası Türkiye, ABD’ye karşı soğuk savaş dönemindeki diplomasi merkezli iç siyaset hamlelerinden birini daha yapamadı. Meclis, 260 AKP’linin evet oyuna rağmen 1 Mart 2003’teki oylamada ABD’ye, Türk limanlarını ve kara yollarını kullanma iznini vermedi. 19 Mart’ta ise yalnızca hava sahasını kullanma izni verdi.
Bizim bu manevralardaki kazancımız, Arap diyarlarında pek de karşılığı olmayan “bir miktar onur”du; bir de daha önemlisi, ABD’nin gizli düşmanlığını kazanmıştık. Meclisteki retçilerin yani 68 kuşağı “Atatürkçü” CHP’lilerin tezkere tartışılırken ABD gemilerini “düşman gemisi” olarak ifade etmeleri, ABD’nin seçilmiş düşmanının “Atatürk Türkiyesi” olması için yeterli bir sebepti.
Amerikan istihbaratının Türkiye’deki hedefi, artık Kızıllar veya Dinciler değil, Atatürkçülerdi. Ergenekon ve Balyoz davaları bu düşmanlığın tezahürleridir.
Şimdi “Mental Fırtına” meselesine gelelim. Süleymaniye olayıyla bir krize dönüşen Türk-Amerikan ilişkilerinin bir sıcak savaşa dönüşmesi ihtimali, Orkun Uçar ve Burak Turna adlı iki uyanık gencin birlikte kaleme aldıkları “Metal Fırtına” adlı bilim kurgu romanda fantastik bir şekilde işlendi. Bir bilim kurgu savaş senaryosu için isim hiç de fena seçilmemişti.
Kitaplar ve gençlerin ayrı ayrı yazdıkları savaş romanları serisi, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bir araştırmaya göre Körfez Savaşlarından sonra ABD, Türk halkının düşman ülkeler algı sıralamasında Yunanistan’ı ikiye katlayarak İsrail’den sonra ikinci sırada yer aldı. (İsrail, % 40, ABD % 33, Yunanistan % 16) Bu dönemde, “Dünya Amerikan karşıtlığı” sıralamasında ilk üçe girdiğimiz başka araştırma sonuçları da yayınlandı.
Buraya bütün belirtilerini almakta zorlansak da aslında Türkiye ile ABD arasında “fırtına” sözünün hakkını verecek yoğunlukta bir savaş çoktan başlamıştı. Ancak bu savaş görüldüğü gibi metal mühimmat kullanılarak değil, “mental,” yani zihinsel hücumlarla cereyan etmekteydi.
Obezite sorunuyla karşı karşıya bulunan ve gelecek kaygısı taşıyan ABD’nin, beyin gücünün zirve yaptığı bugünlerde mental bir savaşı tercih etmesi anlaşılabilir bir durumdur. ABD, Türkiye’ye ve Türk Milliyetçiliğinin taşıdığı gelecekle ilgili değerlere karşı adeta bir intihar saldırısı başlatmıştır. Galiba “Atatürk’ün yaşadığı bir dünyada obez Amerikan çocuklarının mental başarılara imza atamayacakları” öngörülmektedir.
Bu yüzden de ABD, ideolojik saldırılarla İslam’ı Milliyetçilikten, Milliyetçiliği de İslam’dan uzak tutarak mental bölünmeler sağlamaya çalışmaktadır.
İşte Ülkücü hareketin değeri tam da burada ortaya çıkmaktadır.
ABD, Türkleri zafere götüren en büyük mental değerin, modern “Türk Milliyetçiliği” olduğunu, bu inkılabın ürettiği silahın ise Laiklik inkılabıyla güç kazanan ve halen “Allah Allah diye hücum eden Türk ordusu” olduğunu fark etmiştir. Bu ordu, ABD’nin sadece Ortadoğu’da değil, bütün dünya üzerindeki en büyük kâbusudur. Çünkü, diğer ordulardan farklı olarak “mental değerlerle” mücehhezdir.
Bu durumda bizim, hayali metal fırtınalardan bir an önce zihnimizi kurtarıp, bu “mental fırtına”ya karşı saf tutmamız gerekiyor. Muhatabımız Amerika, en büyük hücum silahımız, Kurtuluş Savaşındaki gibi “beynimiz” savunmada kalkanımız dinimiz, siperimiz milli kültürümüzdür.
Amerikan mental saldırısının silahları ise en başta para, parayla satın alınan gazeteciler, yazarlar, üniversite öğretim üyeleri ve Sivil Toplum Örgütleri ile seçmene onların sattığı yanlış bilgilerle ulaşarak bizi yöneten politikacılardır.
Bu silahlardan yoksun bir ABD’nin Muavenet’i kazayla vurması veya kafamıza çuval geçirmesi mümkün değildir.
İşte çocukların “Metal Fırtına” dedikleri iş, aslında bir “mental saldırı”dan ibarettir.
Mental: zihne,ait, zihni, akılla ilgili, ansal. Mental age akıl yaşı. Mental arithmetic akıldan yapılan hesap. Mental deficiency geri zekâlılık, Mental hygiene ruh sağlığını koruyan tedbir ve usuller. http://www.turkcebilgi.com/mental/sozluk
ŞÜKRÜ ALNIAÇIK
02 Ağustos 2011 haberiniz.com