Mezar Taşı Okuma Dersi

Mezar Taşı Okuma Dersi

İletigönderen Selçuk Tınaz » Çrş Ara 10, 2014 20:44

Siyaset alanında olup biten her şeyi değerlendirirken, niyeti ve hedefi doğru tahmin edebilmek için, dünyada ve özellikle Türkiye'de son 12 yıl boyunca, "O kadar da olmaz artık !" dediğimiz bir çok şeyin oluverdiğini görüp şaşırdığımızı hesaba katarak düşünmemiz lazım.

Sevr Anlaşması'ndaki şartların, yakın zamanda yeniden uygulanacağına inananlar tarafından 2015 yılı dünyada, "Türklüğe karşı küresel ve topyekün saldırı yılı" olarak seçildi galiba.

Bu küresel "demokratikleşme" hareketine gönüllü olarak katılan Almanya, evlerde bile Türkçe konuşmayı yasaklıyor.

Türkiye'de Arapça ve Kürtçe ezan serbest, Türkçe ezan yasaktır zaten.

Türkçe yazıp konuşmanın da yasaklanacağı günler fazla uzak olmayabilir, çünkü ayak seslerini duymaya başladık.

----------------------------------------------------

Kullanılmayan diller, ailecek öğrenilmez.

İhtiyacı en iyi şekilde karşılayabilecek, belli sayıda uzman yetiştirilir. O diller ile yazılmış bütün belgeler üzerinde o uzmanlar çalışır ve elde ettikleri bilgileri ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunarlar.

Tabii Osmanlıca'nın ayrı bir dil olduğu varsayımından hareketle bunları yazdım. Aslında o konu çok şüpheli.

Çocuklarımızın hepsine zorla Osmanlıca öğretmek isteyen gericilerin niyetini hepimiz biliyoruz.

Halkı uyandırmak amacıyla o niyetleri konuşmanın da faydası var mutlaka ama ben bu kötü niyetli silahı sahibine çevirmenin, daha iyi sonuçlar doğuracağını düşünüyorum.

Silahın geri tepmesini sağlamanın yöntemi, sahibinin kullandığı mazeretin, kullanım alanını genişletmek şeklinde olmalı.

Okullarda Osmanlıca öğretilsin diyenlerin mazereti ilginç ;

"Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz !"

"Analar Ağlamasın !" diyerek, Türkiye'yi bölüp parçalama işinde, suçu anaların üstüne attılar.

Bunun adı da "Dedeler Ağlamasın !" olur her halde.

Taşını okuyamadığımız dedemiz konuşabilseydi, mutlaka şöyle derdi ;

"Mezar taşımızı okumayı değil, bilim okuyup adam olmayı ve size emanet ettiğimiz yurdu koruyup, çocuklarınıza sağlam bırakmayı düşünün !"

Dedelerimizin hediyesi olan ülkeye hayatları boyunca zarar vermeye uğraşanlar, halkını ve toprağını bölüp parçalayıp yabancılara satmaya çalışanlar, dedelerimize ihanet etmenin utancını duymak yerine, onların mezar taşını okuyamadıklarına üzülüyorlar.

Mezar taşlarında Arapça harflerle yazılanların hepsini toplasak kaç sayfa tutar acaba ? Meraklısı öğrenip okuyabilir.

Bu iş için bütün çocuklarımızın değerli zamanını ziyan etmeye gerek yok.

O taşlarda yazılanların kimseye bir faydası dokunmaz ama ORHUN KİTABELERİ'nde çok önemli öğütler ve alınması gereken dersler var.

Onları ve onlardan binlerce yıl evvel Avrupa'nın Atlantik kıyısından Asya'nın Pasifik kıyısına kadar çok geniş bir coğrafyada yazılmış olan, özellikle de Anadolu'daki her anıt taşın üstünde görülen Ön-Türkçe yazıları okumak çok daha faydalı ve önemli bir iş olurdu.

Arapça yazılı mezar taşlarını okumak için okullara Osmanlıca dersi koymak isteyenler, Türkçe yazılı taşları okumak için Ön-Türkçe dersi koymayı neden hiç düşünmüyorlar acaba ?

---------------------------------------------------

"Kürt Sorunu"nun, alakasız yerlerde aranan çözümü bile orada ;

"Men, Kürt El-kan Alp-Urungu, Altunlug keşiğim bantım belde, el'im Tokuz kırk yaşım".

Günümüz Türkçesi ile ;

"Ben, Kürt İl-Hanı Alp Urungu'yum. Altından yapılmış okluğumu bağladım belime. Milletim ; Ben 49 yaşımda öldüm".

"Elegeş Yazıtı" diye anılan bu yazı, Kürt Elkanlığı'na (İlhanlığı) ve hükümdar Alp Urungu'ya ait bir anıt mezarın üstüne kazılmış. 'Yenisey/Altay-Sayan Türk' anıtlarından olan Elegeş Anıttaşı'nın, 7'inci satır sonu ile 8'inci satırın bütünü Kürtlerle ilgili.

Bu da Macar Türkologlara göre, Kürtlerin, bir Türk boyu olduklarını ortaya koyan belgelerden biri ve bir kısım Kürtlerin +460 yıllarında Saberler/Sabırlar/On-Ogurlar ile birlikte Kafkasların kuzeyine Yenisey Kürtlerinin bir kolu olarak geldiklerini kanıtlıyor.

Ayrıca biliniyor ki, 7'inci yüzyılın ilk yarısında Yenisey Irmağı bölgesinde "Altı Oğuzlar" ile komşu olan bir ilhanlığı, İskit-Sakalar'ın 'Kürt' isimli bir uruğu kurmuştu ve 39 harfli Türk alfabesini kullanıyorlardı.

Şimdi, gerçekler bilinmesin diye "Kartlı-Kırtlı" suçlama edebiyatı yapan kültürel faşistlere hiç aldırmadan, buldukları gerçeklerin aksini kanıtlamak için yıllarca uğraşan bilim adamlarının itiraflarına bakalım ;

Diyorlar ki ; "Orta ve Kuzey Asya'da Kürt vardır ve aynı 'Oğuz' gibi, bir Türk boyunun adıdır".

Sümer yazısını ilk okuyan kişi olan İngiliz Henry Creswicke Rawlinson, yaptığı çalışmalarda iki tane son derece sakıncalı bilgiye ulaşarak, Mezopotamya medeniyetinin Orta Asya kökenli ve Kürtlerin de Turan olduğunu bulmuştu.

Batı'da bilim, majestelerin çıkarlarına uygun olmak zorundadır. Bilimin bulduğu gerçekler bu şartı yerine getirmediğinde, majestelerin çıkarları bilimin gerçeklerini döver.

Britannica'dan Kürtlerle ilgili bölüm kaldırıldı ve İngiliz bilim camiasında da hemen unutuldu. Sümerlerin Türklüğü, Batı'daki en büyük tabuyu yıkarak, 'Türk ve 'Uygarlık' kelimelerini yan yana getirme felâketine yol açacağı için derhal reddedildi.

Yuvarlanıp yan yana gelmiş iki taş görünce hemen uygarlık etiketi yapıştıran Batılı bilimcilerin "Türk Uygarlığı" ifadesini kullanmaları yasaktır.

Kürt Teali Cemiyeti üyesi ve hızlı Kürtçülerden birisi olan Dr.Mehmet Şükrü Sekban, Paris'te 1933 yılında Fransızca olarak yazdığı "La Question Kurde" (Kürt Sorunu) adlı kitabında, çalışmalarının sonucunda Kürtlerin Türk asıllı olduğunu ve Orta Asya'dan, Karakurum ovaları civarından geldiklerini, Kürtçülük meselesinin hayalden öte bir şey olmadığını ve yıllar sonra üzülerek tüm hakikatleri gördüğünü yazmış.


-----------------------------------------------

Türkçe'nin en büyük özelliği konuşulduğu gibi yazılması, yazıldığı gibi okunması.

Arap harfleriyle bunun mümkün olmaması, Arap harflerinin fonetiğinin Türkçe'nin fonetiğine uymaması, Türk dilinin zenginliğini ve genişliğini ifade etmekten çok uzak, çok yetersiz ve çok elverişsiz oluşu nedeniyle, 1 Kasım 1928 tarihinde yapılan bir değişiklik ile Arap Alfabesi yerine Latin Alfabesini kullanmaya başladık.

Yapılan işi tek cümle ile anlatalım ;

"Kendi alfabemizin çocukları arasında, yeni bir seçim yaptık !"

Şimdi bu cümleyi biraz açalım ;

Asya'nın büyük bölümü, Orhun Yazıtları'nda görülen harflerin gelişimini gösteren piktogram ve petrogliflerle dolu. Türklere ait damgaların/harflerin oluşumunu ve binlerce yıllık gelişimini bu belgelerden takip etmek mümkün.

Halbuki, bugüne kadar, Ön-Türkçe damgalardan çok sonra ortaya çıkmış olan Arap, Yunan ve Latin Alfabelerinin gelişimlerini gösteren hiçbir kanıt bulunabilmiş değil.

Bu dillerdeki ilk yazılı belgelerin, alfabelerin son halleriyle yazılmış olması ve bu alfabelerin neden 'A' harfi ile başladıkları bir türlü açıklanamıyor.

Oysa çok basit bir açıklaması var ;

Alfabenin tanımı olan Ön-Türkçe bir cümle, 'A' dedikleri, aslında 'AT' diye okunan bir damga ile başladığı için...

Damgaların okunuşu ;

AT, ÖK, OD, UÇ, EB, İL, UQ, UN, US, UQ... diye gidiyor.

Damgaların oluşturduğu cümle ;

AT ÖK ODUÇ EB-İL UQUNUSUQ OLUMUN OQUŞUNUPULT ESİDİR EZİSİG UQUSUNUÇ

Anlamı şu ;

At Ök Oduç (Düşünceleri) Eb-İl (Halka) Uqunusuq Olumun (Okutmayı / Anlatmayı mümkün kılan) Oquşunupult (Alfabe) Esidir (Denilen) Ezisig Uqusunuç(Ezgiler / Kutsal şekiller)

Yani, her biri tek başına bir anlam ifade eden Türkçe damgaların (harflerin) ne işe yaradığını anlatan cümle. Diğer bir deyişle ; Alfabenin tanımı.

Bu cümleyi oluşturan damgalar, cümledeki sırasıyla Ön-Sami alfabesinde ; Alf, Bat, Gaml, Delt... diye, Grek Alfabesinde ; Alfa, Beta, Gamma, Delta... diye, Latin Alfabesinde ; A, B, C, D... diye sıralanmışlar.

Uzun lafın kısası ;

Biz Türkler, Arap harflerinin yerine Latin harflerini kullanmaya başladığımız zaman, kendi alfabemizin çocuğu olan alfabelerden birini bırakıp, diğerini almış olduk.

Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere Başbakanı olan ve kendisini 'yeminli Türk düşmanı' diye tanıtan Lloyd George ;

"Yakıp yıkmaktan başka hiçbir niteliği olmayan, evrensel uygarlığa hiçbir katkıda bulunmayan Türkler, Kızılderililerin akıbetine uğramaya müstahaktırlar" demiş.

Okuduğum kitabın yazarı ;

"Zavallı Lloyd George, aleyhimizdeki bütün yazılarını Türk Alfabesi olan Latin, yani, Etrüks Alfabesi ile yazdığının farkında bile değildi !" şeklinde not düşmüş.

Bize düşmanlık yapanlara kızmak küfretmek yerine onlarla böyle alay etmek, en zayıf ve yetersiz oldukları kültür ve uygarlık konularında cevap vermek daha akıllıca değil mi ?

Tabii önce okumak ve öğrenmek lazım.

Bizim nesil okula başladığında, Milli Eğitim Bakanlığı çoktan Amerikalı danışmanların(!) eline düşmüştü ve müstemleke tipi bir müfredatla özellikle tarih derslerinde, Greko-Latin hayranı Avrupamerkezci fabrikasyon bir anlatımla, genç beyinlerimizi etkilemeye çalışıyorlardı.

Bu hastalıklı düşüncenin ürünü olan parazitler, bedenlerimizdeki antikorları aldatan kanserli hücreler misali, çoğumuzun beyninde ne yazık ki hala yaşıyorlar.

Kullandıkları "Tarihe Yalan Söyletme" yönteminin iddiasına göre Batı, Yahudi-Hıristiyan ve Roma-Yunan kökleri nedeniyle ileri gitmişti ve bu köklerden yoksun olanlar, geri kalmaya mahkumdular.

Bu yüzden, ilerlemek için Batı'nın vesayeti altına girmek, ne diyorsa doğru kabul edip onu aynen taklit ederek, istediği her şeyi vermek ve yapmak zorundaydılar.

Bu uydurulmuş anlatıma bakılırsa, biz Türkler sadece savaşmayı, yakıp yıkıp, yok etmeyi biliyorduk ve iyi olan her şeyi onların ataları yapmışlardı.

Bizim tarihimiz 1071'de başlıyordu.

Daha öncesini merak etmek ırkçılığa girdiği için, YASAKTI.

BU YASAĞI ÇİĞNEYEN VE ÖĞRENDİKLERİNİ ANLATMAK İSTEYEN İNSANLARA İNANMAK, GÜNÜMÜZDE DE HALA GEÇERLİ OLAN EN BÜYÜK TABUDUR.

İNSANLARDA HİPNOZ ETKİSİ GÖRÜRSÜNÜZ. KAFALARINA YERLEŞTİRİLMİŞ UZAKTAN KUMANDALI ÇİPLER VARMIŞ GİBİ, BU BİLGİLERE KARŞI ROBOT OTOMATİKLİĞİNDE ŞİDDETLİ VE ALERJİK TEPKİLER GÖSTERİRLER.

İnsanlarımızın bu zavallı hali, türbanın neden oraya buraya sokulmak istendiğini ve bize şekil vermek isteyenlerin neden eğitimimize el atmakla işe başladıklarını da, çok güzel açıklıyor bence.

Batı'nın bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de yaptığı eğitim işleri, sömürgeciliğe mazeret uydurmak amacıyla kullandığı ve üniversiteler başta olmak üzere bütün kurumlarını, bütün kültürünü ve stratejisini üzerine inşa ettiği ünlü "Tarihe Yalan Söyletme" yöntemi ile ilgiliydi.

Tarih boyu göz diktikleri zenginlikler coğrafyasının en eski ve gerçek sahipleri biz Türkler olduğumuzdan, aynı yöntemi bize de uyarlamaya ve Asya'nın ortasındaki küçük bir bölge dışında bulunduğumuz her yerde bize işgalci diyebilmek için ;

"Siz 1071'e kadar çobandınız, sonradan açıldınız !" palavrasını yutturmaya çalıştılar hep.

Bu masala göre ;

"Asya'nın ortasında vahşi barbar göçebeler olarak, çoban çoban dolaşırken, birden bire aklımıza bu tarafa doğru seyirterek süper devlet kurmak esmiş ve sanki böyle en alt kattan kalkıp, ara kademelerden geçmeden paraşütle dünyanın zirvesine konmak mümkünmüş gibi, 1071'de dıgıdık dıgıdık gelerek, kuruvermişiz !"

Halbuki, bu topraklarda inanç, dil, kültür, devlet ve toplum yapısı olarak tam bir süreklilik var.

Batılı sahtekar tarihçilere inanmayıp araştırma yapanlar, Türk Tarihi'nin çok ama çok daha eskilere gittiğini kanıtlarıyla birlikte anlatıyorlar artık.

Ön-Türkler adı verilen ilk atalarımıza ait işaretler, bu topraklarda şu ana kadar bulunan en eski insan izleri.

Çatalhöyük'den Göbeklitepe'ye, Kemerburgaz Mağarası'ndan Trabzon Mağara Yazıtlarına, Van Ahtamar Yazıtından Side Hamam Yazıtına, Ödemiş Damgalarından Erzurum Cunni Mağarası Yazılarına, İstanbul Erenköy ve Fikirtepe bulgularından Van-Hakkari Tir-i Sin Yaylası Yazıtlarına...

Her tarafta keşfedilen yerleşim yerlerinde, mezarlardan çıkarılan eşyalara, sanat eserlerine ve doğaya, kendilerine (bize) has, felsefe, kültür, duygu ve yaşam tarzını gösteren yazı ve sanatlarıyla damgalarını vurmuş olan , bu toprakların en eski ve ilk sahipleriyle çok yakın akrabalığımızı, çok sayıda ortak kelimenin kullanıldığı dilin gramer ve fonetik yapısından tutun, DNA araştırmalarını kullanan genetik bilimine kadar, çok geniş bir akademik disiplin yelpazesinde kanıtlamak mümkün oluyor bugün.

TÜRKİSTAN'da ('Türk' dememek için 'Orta Asya' derler) Yenisey, Aral, Balkaş, Pamir, Kazakistan, Kırgızistan, Tamgalı Say, Talaş, Issıq Köl ve Başkurdistan'da bulunan onbinlerce pigtogram (mağara resmi) petroglif (yazı elemanlı kaya resmi-tamga) ve yüzlerce yazıtın aynıları ya da çok yakın benzerleri, geniş bir coğrafyaya dağılmış olarak Anadolu'da da mevcuttur.

Bunlar, aradaki bağı ve köken birliğini gösteren, Türklerin Anadolu'daki, binlerce yıllık varlığının kanıtlarıdır.

Bugün artık, bizimle olan akrabalıkları belgelerle ve her şekilde bilimsel olarak kanıtlanmış Anadolu Uygarlıkları'nı, okul kitaplarımızda uzaylılar gibi takdim ettiler bize.

Sanki başka bir gezegenden buraya bir süre misafirliğe gelip oturduktan sonra, aniden bütün millet toplanıp gemilere binerek uçup gidenlerin, devletleri de ortadan kalkıyordu.

Oysa işin aslı çok farklıydı.

Tarihte laikliği ilk kanunlaştıran Sümer'den Osmanlı'ya, devlet olmanın bütün felsefesi, kuralları ve kurumlarıyla kesintisiz bir süreklilik, nesilden nesile insan yaşamında, kültürdeki sentez çeşitliliğine rağmen temel bir devamlılık vardı.

Bütün kötü niyete rağmen, kendileri farkına varamadıkları için olsa gerek, burada yaşamanın sırrını gizleyemediler bizden.

Osmanlı'nın çöküş hikayesi ve onun yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş mucizesini takip eden mucizevi başarıları, Batı'dan gelen saldırılarla kesintiye uğramadan önce bize o sırrı açıkça gösterdi ;

Dünya Laboratuarı olan bu topraklar, tarih boyunca dünyadaki uygarlıkların, kültürlerin, düşüncelerin, tasarıların, rüyaların, masalların bir araya gelip birleşerek, kaynaşıp harman oldukları yer.

Burada oturan insanlar, toprağın hakkını verip, bu çorbadan bir sentez yapabildikleri sürece oturma izni alabiliyorlar. Toprak, kıymetini bilmeyeni barındırmıyor. Üzerinden atıp başkalarına şans veriyor.

Daha kurumsal bir şekilde ifade edelim ;

"Bu topraklarda, sentez yapamayanın devlet kurma şansı olmuyor. Sentez yapabilenin devleti ise, bu beceriyi devam ettirebildiği sürece yaşıyor !"


İngilizler Hindistan'ı işgal ettiklerinde "Biz işgalci değiliz. Eskiden de buradaydık, geri geldik" diyebilmek için, doğruluğu hala kanıtlanamamış olan "Hint-Avrupa" diye bir kavram uydurdular ve bilimsel ispat yapmak yerine, 'aptal yerine koyma' metoduyla dünyada çok sayıda insana ezberlettiler.

Amerikalılar da, bu örnekten hareketle ve Batı kültürüne çok uygun bir şekilde "Yanki-Anadolu" diye tarihi ve bilimsel(!) bir keşifte bulunabilirler tabi ama, başarılı olacaklarını hiç sanmam.

Türkçe'deki "Yeni" kelimesi, Asya'nın bazı bölgelerinde "Yengi" şeklinde telaffuz edilir.

Amerika'nın Avrupalılar tarafından kolonileştirilme sürecini anlatan filimlerde de, Asya kökenli Amerikan yerlilerinin Avrupalı istilacılara "Yeni gelenler" anlamında "Yengi" dediklerini duyarsınız.

"Yengi" sözcüğü, "Yengi"lerin dilinde "Yanki" haline gelerek, günümüzde de bütün Amerikalılara verilen genel bir lakap olarak hala kullanılıyor.

CIA Türkiye Masası eski Şefi Graham E. Fuller, AKP'nin ve Gülen Cemaati'nin misyonunu tarif ettiği kitabına "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" adını vermiş.

Anlaşılan, benim "Yanki-Anadolu" diye dalga geçtiğim konuyu ciddiye alan bugünkü Yankilerin "yengi" bir uğraşısı var ;

İşi gücü bırakmış, "YENİ TÜRKİYE" diyerek, Cumhuriyetimizi yıkmak için bütün kurumlarımıza kendi akıllarınca "Yengi" fikirler sokuşturmaya uğraşıyorlar.

Toprağın şartını öğrenip yerine getirseler bile, sentezden senteze fark var. Küflenmiş sebze ve çürümüş etle yapılan yemek yenmez.

Dünya kadar eski olan emperyalizmi, istediğinize sarıp dilediğinizle karıştırabilirsiniz ama pis kokusunu uzun süre gizleyemezsiniz.

Hiçbir tarihsel, kültürel, sosyal, yani bilimsel dayanağı olmadığı için uyduruk sloganlara asalak misali tutunmak zorunda kalan böyle bir çaresizliğin karşısına, başta gerçek belgelere dayanan bir tarih bilgisi olmak üzere, bilim, akıl ve mantık ile çıkarsak, bizi suçlamak için söyleyebilecekleri tek bir söz kalıyor ;

"Orantısız Güç Kullandınız !"

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x