Millî İrade Ne Âlemde? / Erhan SANDIKÇI

Millî İrade Ne Âlemde? / Erhan SANDIKÇI

İletigönderen Erhan Sandıkçı » Cmt Eyl 21, 2013 14:45

Millî İrade Ne Âlemde?

Başlıkta “millî irade” yerine “demokrasi” veya “millî egemenlik” de denilebilir. Hepsi benzer kavramlar.

Türkiye’de millî irade gerçekten uygulanmakta mıdır? Demokrasimiz ne kadar “gelişmiş”? Ulusal egemenlik sağlanabiliyor mu?

Gazeteci-Yazar Oktay Akbal, 1975’te Varlık Yayınları tarafından basılan “Atatürk Yaşadı mı?” adlı kitabında o gün için millî irade ve ulusal egemenliğin varlığını sorguluyordu:

    Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun mudur? Evet, özgür seçimler yapıyoruz, Türk ulusu oyunu serbestçe kullanıyor, dilediğini seçiyor. Ya da kullandığını, seçtiğini sanıyor, buna inanıyor. Bu her şeye rağmen bir aşamadır. Kan dökülmeden seçimler yapabiliyoruz. Büyük düzenler, dolaplar kurmadan, döndürmeden çok partili bir ülkede özgür seçimler oluyor. Bu, ulusun gerçekten egemen olması mıdır? Bir bakıma evet, bir bakıma hayır. Özgür seçimle de olsa Meclis’e girenler üç aşağı beş yukarı aynı kişiler değiller mi gene? Eskiden Meclis’e girenler daha çok aydınlar, eşraf, ağa temsilcileriydi. Şimdi aydınlar azaldı, ötekiler çoğaldı! Halkın gerçek temsilcileri gene azınlıkta, gene iktidardan uzakta!... Demek egemenlik kayıtsız şartsız ulusun değil hâlâ… Çünkü ulusun yarısından çoğu kara bilgisizlik içinde! Böyle olunca ne egemenliği bilir, ne de bunun anlamını, değerini, tadını! Bir ülkede bilinçsiz kişiler yarıdan çoksa orada “millî irade” diye bir şeyden bahsetmek kolay olmaz. Millî irade dediğimiz şey politika esnafının halkın gözünü boyayarak oyunu alması, geçip koltuklara kurulması mıdır? Değil elbet…

Cumhuriyetimizle yaşıt Oktay Akbal, 40 yıl önceki Türkiye’de demokrasi ve millî iradenin kâğıt üzerinde kalan kavramlar olduğunu böyle yazmıştı. Demokratik değerleri özümsememiş (veya demokratik değerler özümsetilmemiş) bir toplum, bireylere yüklenen hak ve sorumlulukları anlayamaz. Adalet, hak aramak, ifade özgürlüğü, çoğulculuk, eşitlik, yargı bağımsızlığı, şeffaf seçimler… bunların bilincinde olmayan (veya bu bilinç yüklenmemiş) bir topluluk, ulusal egemenliğin var olabileceği bir topluluk değildir. Demokrasi bilinci oluşmayan toplumlarda uygulamada gerçekleşen sistem demokrasi değil demagojidir. Demagog siyasetçilerin işi; insanları inanç, milliyet, değer, ideoloji, ekonomik hayâller gibi şeylerle kandırmak, sömürmek ve bundan siyasi kazanç elde etmektir. Türk toplumunda bu yurttaşlık bilinci geçmişte olmadığı gibi bugün de yok. Fakat o zamanlar henüz 12 Eylül yaşamamıştık, dolayısıyla yüzde 10’luk baraj, seçim sistemine girmemişti. İki seçim arasında aşırı şekilde artan seçmen sayısı kafaları karıştırmıyordu. Güvenilir olmayan elektronik seçim sistemi kullanılmıyordu. Tarikat-cemaat ağı bugünkü kadar genişlememişti. Bugünkü demokrasimiz, Akbal’ın 40 yıl önce değindiği sorunların yanında bir de bu sıkıntıları çekiyor.

Demokrasi bilinci demişken Uğur Mumcu’ya kulak vermekte fayda var:

    Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş bile konmuş olamaz.
    Yeni Ortam, 1974

Türk toplumunda uygarca paylaşılan bir sorumluluk bilincinin var olduğu maalesef söylenemez. Maalesef Türk toplumu iradesinin korumak ve kullanmaktan uzaktır.

Halkın bir bölümü cemaat-tarikat ağına düşmüş, biat kültürü ile yetiştiriliyor ve iradesini efendilerine satıyor. Önemli bir konumda meslek sahibi olduğunda meslek etiğini hiçe sayarak mensubu olduğu cemaatin militanlığını yapıyor. Seçim dönemlerinde de müridin değil şeyhin iradesi belirleyici oluyor.

Halkın bir bölümü toprak ağalarının kölesi durumunda. Bir çeşit kölelik yaşamı sürdürüyor, yurttaşlık haklarından yoksun, onun da iradesi ağanın elinde. “Demokrasinin namusu, olmazsa olmazı” denilen sandık başında ağanın dediği oluyor. Terör örgütü PKK’nın eline teslim edilen bölgelerde sandık başındaki başka bir tehdit unsuru PKK oluyor.

Halkın bir bölümü iktidarın faşizminden, fişlemesinden korkarak kendine sansür uyguluyor. İşten atılırım, hapse atılırım, aç kalırım korkusuyla etliye sütlüye karışmıyor. Gelene ağam, gidene paşam diyor. Ne kendi hakkını ne yurttaşlarının haklarını arıyor, aman bir yerde muhalif görünürüm diye ödü kopuyor.

Halkın bir bölümü Batı merkezli sivil örümcek kuruluşlarının elinde, kolejlerde, “geleceğin lideri” projelerinde, kültürel değişim programlarında… Demokrasinin “bilinç” ayağına sahip olduğunu zannetse de “bağımsızlık” ayağının eksik olduğunun farkında değil.

Halkın önemli bir bölümü, karşısına çıkarılan ve parlatılan liderleri sorgulamadan benimsiyor, kahramanlaştırıyor ve ortaya koydukları siyasi programlar araştırma gereği duymadan, siyasi partilerin yönetimindeki insanları araştırmadan sandığa gidiyor. Oyunu ya anne-babasından öğrendiği yere, ya şeyhinin buyurduğuna, ya ağanın emrettiğine atıyor.

Elbette bilinçli, duyarlı yurttaşlarımız yok değil, ve elbette Türk halkını “umutsuz vaka” olarak tanımlayıp karamsarlığa düşmek/düşürmek peşinde değiliz. Fakat gerçeklerden hareket etmeliyiz.

Bugün iktidar ve yandaşlarının ve hattâ muhalefet partilerinin “millî irade” diye yutturmaya çalıştığı sandık fetişizmi, sıralanan bu sorunlar nedeniyle millî iradeyi yansıtmaktan çok uzakta.

Bahsettiğimiz bu meseleler, halk iradesi ve demokrasi kültürü üzerine idi. Başka bir deyişle, egemenliğin yurt içindeki paydaşlarına değindik. Bir de dışarıdaki paydaşlar var. Üyesi dahi olmadığımız Avrupa Birliği’ne yasama yetkisinin devredilmesi gibi, kimi ikili anlaşmalardaki bağlayıcılıklar ve içişlerimize müdahale izinleri gibi, yabancılara devredilen kısmî egemenlik de “millî” iradeyi sorgularken önümüze çıkan unsurlar arasında.

Alıntıladığımız metinlerde, 40 yıl önce Oktay Akbal ve Uğur Mumcu, demokrasi ve millî irade konularındaki çıkmazlarımızdan yakınıyordu. Bugün aynı konularda daha büyük çıkmazların içerisindeyiz. Hem de sandık fetişizmi ve darbe paranoyasıyla kaplı sahte demokratlığın moda olduğu bir dönemde, sivil darbeyi yaşarken!..

Erhan SANDIKÇI, 18 Eylül 2013
sandikcierhan@gmail.com
Resim
http://www.milliiradebildirisi.org
İki Mustafa Kemâl vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemâl... İkinci Mustafa Kemâl, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemâl sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemâl odur!
Kullanıcı küçük betizi
Erhan Sandıkçı
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 142
Kayıt: Cmt Şub 19, 2011 21:34

Şu dizine dön: Erhan SANDIKÇI

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x