MİLYON KERE EBRU

MİLYON KERE EBRU

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Ara 21, 2013 12:14

MİLYON KERE EBRU


“Beş kere beş yirmi beş elde var Ayten. Bu kadar laf söyledikten sonra siz cemaat mi var derseniz… Sözlerime cemaatle karşı karşıya getirecek bir anlam yüklemek doğru değildir.”

Başbakan yardımcısı, “Bir banka genel müdürünün evinde ve bakan çocuğunun evinde çıkan para miktarını ölçülü buluyor musunuz? Açıkladığınız kesimden bir cemaati anlayabilir miyiz?” sorusuna karşı demiş bu Aytenli sözleri.

“Ben bir Ayten’dir tutturmuşum” diye başlar Ümit Yaşar, “Milyon Kere Ayten” adlı şiirine. Sevdasını, Ayten’e sevgisini örneklemelerle anlattıktan sonra da, “Bundan böyle dünyada / Aşkın adı Ayten olsun.” diye şiirini bitirir.

İki gündür tıpkı gezi olayları gibi herkesi şaşırtarak beklenmedik anda gelişen olaylar insanı ister istemez geriye dönük düşündürüyor. Akılları Ayten’e değil ama Ebrulara götürüyor.

Bu büyük yolsuzluğu gizlemek için çevrilen Ebrulu düzen.

Acınmayacaklara acıyor, sevilmeyecekleri seviyoruz. Beğenilmeyecekleri de beğeniyoruz, bunları başımıza taç yapıyor, şımartıyor, arsızlaştırıyor, paraya, şana şöhrete boğuyor, onlara “yürü ya kulum” dedirtiyoruz…

Bizim toplumumuzun durumu bu değildir aslında. Çok özgün eserler yaratan, güzeli seven, güzele vurgun bir toplumda bu çirkinler, çirkinlikler neden sevildi, seviliyor derseniz yanıtını düzenbazlarda arayınız derim. Bu çirkinleri topluma dayatanlarda arayın suçu… Gece gündüz bunlarla toplumun gözünü boyayanlara dönüp bakın…

Siz iyiyi güzeli sunmazsanız, durmadan bu sanatçı - şarkıcı bozuntularını, aç gözlüleri, toplumu sömürmek için yetiştirdiklerinizi alın size müzikçi, alın size şöhret, alın size siyasetçi diye öne sürerseniz olacağı budur doğal olarak…

Sanatçı olmayan, topluma bir şey veremeyen, üretemeyen, eser yaratamayan yurdunu milletini sevmeyen, büyük kurtarıcısına, devlet kurucusuna sırt dönen, her dönemin adamı, paraya tapan, güce teslim olan küresel asalaklar yığını ortalığı doldurur…

Siyaset de bu arada çalma- yeme- semirme düzeyine iner…

Ülkenin en önemli dönemeçlerinde bunlar bir ağızdan tuttururlar: “Açılıma destek verelim, çıkarımıza bakalım, biz akiliz, herkesten akıllıyız, üstünüz, özel yeteneğiz, özel seçilmişiz, başımızdaki büyükler ne derse onu yapalım, bölücülerin, teröristlerin insan hakları yok mu, ne isterlerse verelim gitsin, verelim kurtulalım…” derler. Sonra baştaki zihniyete diz çöker aman başımızdan eksik olmayın, siz ne yaparsanız arkanızdayız, en büyük sizsiniz, bu iktidar hiç gitmesin!..” diye açıktan yalakalık ederler…

Kimi bunların, Afrika’ya taşınır özel devlet uçağında göbek attırılmak için. Otel odalarında uygunsuz durumda yakalananlar bir de bakarsınız bakan düğünlerinde, devletin televizyonunda şarkı okumaya devam ediyorlar... Ağızlarında küfür, Türkçeyi bozarak, hırıltılarla kabaca gırtlaktan konuşarak, ona buna efelenerek, ortalıkta, ekranlarda dolaşıyorlar… Yabancı kadınlara, kızlara söz atarak, onların peşinde koşturarak televizyonculuğa başlayan kimileri şimdi televizyon bile satın alır, özel uçaklarına binerler, en tepelere yükselirler de bu nasıl oldu diye siz şaşkınlıktan küçük dilinizi yutarsınız. Kimi, bölücü ırkçılarla şarkı okur o bet sesiyle, bitmiş sesiyle bölücülük törenlerinde… Kimi batsın bu dünya der de batsın bölücülük, batsın sömürücülük demez… Dünya çapında çalgı çalmayı bilir de kimi, bölücülüğe tek söz etmez, kime ne hak verilecekse verilsin, buna karşı değilim der ülkeyi parçalamak isteyenlere sesini çıkarmaz… Kendilerine oyuncu denenler küçücük çıkarları uğruna, onursuzca iki dizi üstünde diz çökerler bu siyasetin önünde.

İşte kimi de böyle soyulan minareye kılıf yapılır. Dikkatleri başka yöne çekmek, halka iş çevirecekleri bir yabancıyı benimsetmek için o kişiyle birlikte ortaya çıkarılırlar.

Bu çift, magazin dünyasının kralı kraliçesi ilan edilirler. Televizyonlara çıkarılır, sahte sevgililer icat edilir, bunlarla vuruşturulurlar.

İzleyenler bunlara acır, korur, göstermelik sevdalara arka çıkarlar. Severler bunları çıkarsız, bir şey beklemeden içtenlikle…

Bunlar da karşılığında övünürler, böbürlenirler, halktan kendilerini ayırır, sınıf atlarlar; aç gözlülükte de sınır tanımazlar. Kırk milyon dolara bir değil iki yalı alırlar. Bir iki milyona değil, kırk milyona. Bir insanın ömrü alın teriyle böyle bir paranın kırkta birini bir araya toplamaya yetmez zaten. Toplam altı yüz metrekareden fazla oturma alanı olan bir ev. Amerikalı şımarık artistlerin, kendilerini mavi kanlı sayanların yaptıklarının aynısını, belki de daha aşırısını ülkelerinde yaparlar. Bu da yetmez, Bodrum’a uzanırlar. Villa kaparlar. O da yetmez yabancı adlı gökdelenlere girerler. Çalışma ofisi beğenirler, alırlar. Uçak bile az gelir bu açgözlülüğe, bu nereden kazandın, bu paralar nereden diye sorulmayan rüşvetçi hırsızlara… Sanki pek anlarlarmış, onlar için bir şey ifade edermiş gibi milyon dolarlara tablo bile satın alırlar bunlar…

Bakan oğullarını izlemek, bakanların akçeli işlerini, üst düzey yöneticilerin soygunlarını ortaya çıkarmak bizde neredeyse imkânsızdır; izliyorum, görüyorum, soygun izlerini bulacağım demek bizim ülkemizde akıl dışıdır. Buna karşın göz önünde oynanan oyunları, bu oyunda rol alan oyuncuları çok kolay görebiliriz…

Ülkemizi sarsan bu büyük soygunun, kara para aklamanın, altın kaçakçılığının, rüşvetin kilit adamını tam önümüze koymuşlar. Beş yıldır ortalıkta fink atıyormuş. Beş yıldır bu magazin dünyasıyla iç içeymiş. Halkın algısını aşka meşke çekerek, sevgili kavgasına didişmesine odaklayarak, milyonlarca dolarlık inanılmaz boyutlardaki mülklere aşk armağanları diyerek, milleti böyle inandırarak siyasetçilere bu adamla malı götürtmüşler. Küresel bir soygun çetesinin en önemli kişisini halka, belli etmeden, duyurmadan izletmişler. Onaylatmışlar. Sevdirmişler… Ağızlarımızın suyunu akıttırmışlar, eşini paraya boğan kocaya imrendirmişler. Bakan düğünlerine çağrılmış en son bu kişiler şarkıcı ve eşi olarak… Sosyete olmuşlar…

Uçmuşlar bunlar sizin anlayacağınız. Bir anda çalıntı, haksız, emeksiz, yolsuzluktan, casusluktan, dümenden, oyundan elde edilen paralarla havalara uçurulmuşlar…

Bakıyorsunuz, kaba saba, ergen görünümlü, saçlı sakallı bir İranlı genç, sokakta görseniz dönüp bir daha bakmayacağınız, sıradan biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üst birimleriyle al gülüm ver gülüm işlerine girmiş. Bizim vekillerimizle oyun arkadaşı olmuş… Bu kadar ayağa düşmüşüz… Bu kadar yerlerde sürünmüşüz…

“Sadece Sevdim” adında bir şarkı bile yazdırmışlar bu küresel oyuncuya. Şarkıcı karısına yazmışmış… Salya sümük dinleyenler dinlemiştir. İç çekenler, ayılıp bayılanlar bile olmuştur… Bilemiyorum… İki ünlüye şarkı bile vermişmiş sonra bu kişi… Öyle duygusalmış yani…

Şimdi öyle bakıyoruz olan bitene.

Yabancı basın iktidarın yanında. Aman bir şey olur giderler, işimiz yarım kalır Türkiye ile diye korkuyorlar sanki…

“Erdoğan’ın geleceği tehdit altında!” demişler, bir İngiliz gazetesinde, yolsuzluk rüşvet onları pek ilgilendirmemiş…

En acısını bir başka İngiliz gazetesi(Financial Times) bizim için yazmış:

“Türkiye’nin eski laik elitine gelince, iki hasım arasındaki kavgayı yalnızca birer gözlemci olarak izliyorlar. İçlerinden biri, “Alien Predator’a Karşı” filmini izlemek gibi bir durum. Kimi tutmam gerektiğini bilmiyorum!” diyor.”

Yazısının bir yerinde İngiliz gazeteci böyle yazmış. Bu Cumhuriyetin aydınlarına, Atatürkçülere “ eski laik elit” adı takılmış. Kuzey Kutbu’nda geçen bir bilim kurgu- korku filmine de gönderme yapılmış bu arada. İki uzaylı ırkın savaşına tanık olan bilim adamları gibiymişiz yani. Hangi tarafı tutacağını bilmeyen, canını kurtarmaya bakan…

Daha da acısı bugünlerde Türkiye’ye önder olacağına, hükümeti istifaya çağıracağına, küresel planın ikinci sahnesinin hazırlanmasına yardımcı oluyor ana muhalefetin lideri. Durduk yerde Amerikalı gazeteciye şöyle deyivermiş ABD gezisinde. Gazeteci de nasıl olmuşsa olmuş, tam bugün açıklamış bunu:

“Kılıçdaroğlu, Sarıgül için istifa edebilirim!” sinyali verdi.”

Bu gazeteciye koltuk düşkünü değilim demiş bir de CHP başkanı. Koltuğunu verebilirmiş. Kime? Sarıgül’e.

Amerika’nın bütün planları devrede. Böyle olacak, bu kişi başbakan yapılacak , hem cemaatın hem Amerika’nın adamı, Türkiye’yi bunlarla yıkacaklar deniyordu da bunun nasıl olabileceğini düşünemiyorduk. Neden, bu hep gülen, bölücüye göz kırpan, cemaata selam yollayan, iktidarın başına dünya lideri diyen bu şahsın CHP’ye geçirildiğinden beri İstanbul belediye başkanı adaylığı duyurulmadı ne bekleniyor diyordu siyaseti bilenler...

Meğer bir bekledikleri varmış…

İstanbul’un her yerine sözde korsan afişler konmuş, gazetelerin başlıklarında gördüm. Başbakanın büyük boy portresi. “Şamarlatmayacağız” yazmışlar altına. Ne kadar aşağılatıcı bir söz. Kişiyi korumak adına devletimizin adını, başbakanlığın değerini küçültüyorlar. Şamar, şamarlatmama sözü ve bir ülkenin yönetimindeki baş kişi. Siyasetin bu kadar yere düştüğü bir dönemi görmedik, hiçbir siyasetçinin döneminde görmedik diyorlar eski siyasetçiler yorumlarında. İktidarın partisi AKP’nin kurucularından Abdüllâtif Şener dün akşam Ulusal Kanal’da haykırıyordu:

“Üç çocuk ile ilgili yolsuzluk görüntüleri ortaya düştü. Yedi kasa para, para sayma makinesi almışlar. Genel müdürün ayakkabıları içerisinden dört buçuk milyon dolar para çıkıyor. Bunlar yaygın bir yolsuzluk ağının örüldüğünü gösteriyor. Cumhuriyet tarihimize dönüp bakın, en büyük yolsuzluk, kabineye bulaşmış yolsuzluk budur!”

Sonra devam ediyordu:

“ Böyle bir yolsuzluğun başında çocuklar, çocukların başlarında baba bakanlar, babaların başında başbakan var.”

“Bir lağım patlamıştır. Bu patlayan lağım çok fena kokmaktadır. Başbakana düşen utanç- mahcubiyet olmalıdır.”

Sonra soruyordu:

“Bir bakanın evine konan yedi kasayı iç – dış güçler, çeteler mi yerleştirdi?

Dört buçuk milyon dolar çetelerin yerleştirdiği paralar mıdır?”

Mecliste ünlü CHP’li vekil hukukçu Cihaner de konuşmuş bugün. Şu son sözü epeyce alkışlanmış:

“Mazbataları yavaşça yere bırakıp Meclis’i terk edin!”

Konuşmasındaki şu söz, son sözünden daha önemli değil midir? Türk diline, ülkemizin dil birliğine böyle demek ihanet değil midir? Nasıl alkışlarsınız bunu?

“Katliamları, yolsuzlukları soruşturacağınıza bunları açığa çıkaranların, halkın için “ hack” yapanların peşine düştünüz. Roboski’de çocuklarını katlettiğiniz bu halkın- bu arada heceleyeyim, yanlışlık olmasın: Dobroski değil, Ro-bos- ki- hiç ama hiç birinde siyasi sorumluluk hissetmediğiniz gibi, bu saldırıların sorumlusu olan valiler ve emniyet müdürleri için” Yedirmeyiz, adamlarımızı satmayız!” dediniz.”

Yurdumuzun adı sanı belli bir yerleşim birimine nasıl başka ad takıyorsunuz? Uludere ilçesinin Ortasu Köyü’ne ne oldu? Adı mı değişti? Roboski hangi dilden? Neresi orası? Dincilerin dini kullanmaları, devleti yönetenlerin fırsat buldukça bugün olduğu gibi topluca cami gösterisi, namaz gösterisi yapmaları gibi değil mi bu? Daha beteri değil mi? Hem “hack” ne demek? Bu sözün Türkçesi yok mu? Tarzanca konuşmak bir vekile yakışır mı?

Bu durumdan vazife çıkaranlar da eksik değil:

Yurt Partisi lideri Tantan, “büyük” operasyonu yorumlarken siyasetin yeniden dizayn edildiğini, seçim öncesi kurulacak koalisyonla Öcalan’ın serbest kalabileceğini ileri sürdü.” haberi manşetlerde. Bakın gazetelere, göreceksiniz. Aba altından sopa gösteriyorlar. Bölücüleri ortaya sürüyorlar.

PKK terör örgütü de boş durmamış. Kandil’den kendileriyle görüşmeye giden teröristin sözcüsü, destekçisi BDP heyetinden önce mi sonra mı anlayamadım, eli kanlıların temsilcisi Bayık konuşmuş:

“Şüphesiz AKP kendini bu durumdan kurtarabilir. Bunun tek yolu Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yallarla çözülmesi için adım atmaktır. Bu konuda AKP adım atarsa, kaybeden AKP değil, paralel devlet ve cemaat olacaktır!”

Kanlıların gözü karalığına bakınız. Her türlü pislik önemli değil, önemli olan küresel çeteye hizmet etmek, Türkiye’ye kötülük etmek, onlar için maşa olmak, Türkiye’yi parçalamak…

Bu arada bir içler acısı haber daha:

Şırnak’ta, Güçlükonak ilçesine bağlı Ağaçyurdu köyünde konaklayan göçerlerin bin beş yüz koyunu kar yüzünden telef olmuş. Hem haberi acı, hem de haberin bir ayrıntısı. Muhabir bu durumu anlatırken şunu sözlerine eklemiş:

“Hayvanları telef olan ve Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşan 65 yaşındaki Abdullah yıldız şunları anlattı.” demiş ve olayı aktarmış.

Burada da ikiyüzlü bir durum var. Bir kere bir insan 65 yaşına kadar yaşadığı ülkesinde hem de askerlik yaptığı, kamuya kaç kez işinin düştüğü, yanında yöresinde, her yerde Türkçe konuşulan ülkesinin dili Türkçeyi bilmemezlik edemez. Burası yalan. İkincisi, bunu böyle yazanın kötü amacı. Bir taşla bir kaç kuş vurmak istendiği açık. Bunu böyle demeleri, özellikle Türkçe bilmeyen diye üstüne basarak haber geçmeleri bölücülerin her yana sızdırıldığı, haber ajansları, haber muhabirleri aracılığıyla bile ülkemize bir yerel ağzı dolaylı olarak dayatmaktan çekinmemelerini gösteriyor. Kısaca bölücülerin gemi azıya almalarının belirtileri bunlar… Ortamı o kadar uygun bulmuş olmalılar ki bu akşam katil başının resmini bile çekip utanmadan, cezadan korkmadan, tepkiden çekinmeden yayınlatmışlar, en son görüntüsü diye açıklayarak…

Yine bu gün Meclis’te Yalova milletvekili İnce’nin heyecanlı konuşması, uyaklı sözlerle iktidarı eleştirmesi ilgi çekti. “Aradan 89 saat geçti nerede fezlekeler?” dedi. Bu konuşmada İnce, iktidara ahı olanları sıralarken, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde iktidarı eleştirmek adına da olsa söylediği, “Bu ülkeyi kuran iki ayyaş dediğiniz Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün ahı var!” sözü hiç yakışmadı… İçimizi kanattı…

Ebrulu haberlerin sonunu da şöyle bitirelim:

Sonunda daha bu olay patlak vermeden mal varlığına söz edenlere, bu konuda soru soranlara karşı Ebru Gündeş patlamış. Şöyle demiş:

“Eşim iş adamı, ben de yıllardır çalışan bir kadınım. Ailemiz, çocuğumuz için yatırım yapamaz mıyız? Birbirimize hediyeler alamaz mıyız? Biz bunların sürekli haber yapılmasından sıkıldık. Eşimin bir sonraki hediyesini merak edenler için şimdiden söyleyeyim, eşim bana Mars’ı satın alacak!”

Bu yolsuzluk soruşturmasının baş kişisi, rüşvet veren, malı da götüren küresel iş adamını, İranlı Reza Zarrab’ı, bu milyon kere Ebrular mı, yani İran’a ve iktidara hizmet ederken kendini saran onulmaz para aşkı, para hırsı mı götürür bir yerlere, hepsi kurtulur tek günah keçisi o mu kalır bilemem ama artık Ebru’sunu Mars’a götüremeyeceği açık…

Bu saatten sonra sular başka türlü akacak.

Dünyanın planı devreye sokulacak. Bir değil bin tanesi. Üstümüzde yüz yıllardır oynanan oyunlar, yüce önderimiz Atatürk’ün yüz yıl önce bozduğu Türk ulusunu yenme, tarihten silme oyunları bıkılmadan belki milyon kere, yeniden yeniden üstümüzde denenecek…

Eğer biz dedikleri gibi olaylara öyle bakar ve olanları öyle izlersek… Tüm bu olayları magazin izler gibi izlersek, olayları iki uzaylının savaşı gibi görür üstümüze sorumluluk, görev almazsak…

Ülkemizin geleceğini çetelere bırakırsak… Senin hırsızın benim hırsızım, senin partin, benim partim dersek… Atatürk devrimlerini çiğnetirsek, Atatürk ilkelerine sarılmazsak… Bir olmazsak… Oturduğu yerden kimse sevinmesin. Durumumuz bugünden de beter olacak…


Feza Tiryaki, 20 Aralık 2013
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x