Bahar geldi. Kır çiçeklerinin biri açıyor, biri kapıyor… Çiğdemler açtı, bitti. Nergis, menekşe, sümbül açtı. Lâleler sırada. Papatyalar yaz kış açık…
İnsan ömrü, geçirdiği baharla sayılırmış. Kaç yaşındasın diye sormak yerine, kaç bahar geçirdin? denmeliymiş; bahara vurgun olan gönüller böyle der…
Böyle günlerde, Silivri, Hasdal tutsakları neler yapıyorlar, nasıl dayanıyorlar bu tutsaklığa diye düşünmeden edemiyor insan. Beşinci baharı geçirecek kapalı duvarlar arasında, betonun içinde kimisi, neden içerde olduğunu bilmeyen, adları hiçbir suça karışmamış tutsaklar… Geçen yıl bu vakitler topluca duruşma salonunda tutuklanmıştı 163 yüksek subayımız. Darbe yapacaktınız diye. İkinci baharı görecekler demir parmaklıklar ardında. Duruşma sayıları da yüzü geçecek, ikiyüze gelecek, ikiyüzü aşacak, üçyüze yollanacak …
Bu sözleri Karacaoğlan söylemiş, hem çalmış, hem söylemiş:
“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken.
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran koydu mor sümbüllü bağ iken”
“Mor sümbüllü bağ iken viran olan yer neresidir acep? Yurdumuz olmasın?” derim son yıllarda bu türküyü ne zaman duysam… Mor sümbüllü bağ iken viran olan yer… Viran edilen, talan edilen yer… İkinci dörtlüğün sonunda da : “Yandım gittim anam, karlı dağ iken.” der ozanımız.
Baharın bu en güzel günlerinde bizim bağımıza kar yağıyor. Günün haberlerinden bir ikisini alıp yazsak, “Viran oldu bağımız” demek bile yetmez. “Talan ediliyoruz!” demek daha uygun düşmez mi?
Türkiye’nin doğa cenneti, yeryüzünün en güzel yerlerinden biri olan Urla’da üçüncüsü yapılan bir festival varmış. Yarın açılacakmış. Adı ne miymiş?” Mart Dokuzu Ot Festivali”. Ergenekon’dan çıkışımızın simgesi olan “Yeni Gün Bayramı’nın” Anadolu’da bilinen diğer adıyla, “Mart Dokuzu “ adıyla açılıyor bu ot festivali. Şimdi bu şenliği kimin düzenlediğine bakın, neyin aktivitesiymiş? Aktivite ne demekse. Demek karşılığı yok Türkçede.“ Slow Food Urla Birliği” aktivitesi. Aktivite etkinlik demek ama Türkçesini bilmiyorlar ki, böylesi kullanılmış. “Slow Food “ ne demek onu ben bilmem. Kendi dilini bırakıp yabancı dile meraklı olanlar bilsinler bunu da…
Gazete aynen böyle yazmış. Şenlik ülkemizde. Tanıtım dili yabancı. Slov bilmem ne etkinliğiymiş. Oraları, Hindistan gibi, Afrika gibi sömürgesi yapan, istediği yeri satın alan, parayı bastırıp istediği yere yerleşen, bayrağını diken frenklerin (yabancıların) bir etkinliği olmasın bu? Olur mu olur!
Bir de bu festival (şenlik), Türkiye’nin en hafif festivaliymiş. Başlığı öyle atmış Hürriyet gazetesi. Hafif, ağır olmayan demek. Güç olmayan, kolay. Bir anlamı da ciddi olmayan, ağırbaşlı olmayan. Önemsiz bulmak anlamına da gelir bu söz. Bir şenliğe böyle denir mi? Onu diyene sorunuz. “Slovfud” birliğine.
Türkiye’nin bir şenliğine bu adı (Slovfud) takmaktan utanmayanlar, gazetelere böyle garip başlıklar atanlar, sizi yadırgamayan duyarsızları bırakın ama yeni yetişenlerden bari utanınız. Beyza Selen Çavuş adlı daha on dört yaşında olan bir kızımız , “Yabancı Türkçe” adıyla bir yazı yazmış, dün görüp okudum bilgi ağında. Türkçe yerine yabancı adları kullananları yeriyordu. Bari bu pırıl pırıl gençlerden, Türkçe sevdalısı memleket evlâtlarından utanınız…
Sözcü’den, bu haber de: “Valiliklerden sonra Bakanlık da Atatürk’ü sildi!” demişler. Sağlık Bakanlığı’nın bilgiağı (internet) sitesinde Atatürk’ün resmi varmış bugüne dek. Yanında da,”Beni “Türk Hekimlerine” emanet edin” sözü. Atatürk’ün Türk hekimlerini yüreklendiren, gurur veren sözü. Şimdi kaldırılmış. İthal doktorların yolu açılırken engel mi görünmüş bu söz, yoksa Türk sözü mü burada uygun görülmemiş!.. Karar sizin. Türk hekimleri denir mi canım, Türkiyeli hekim demek varken değil mi ama. Ulus adımıza takanlar var unuttunuz mu? Bölücülerimiz alınır alimallah! Muhalefet bile iktidarla bu noktada aynı sözleri söyleyebildiğine göre. Bakanlık bunu yapınca kıyamet koparılmadığına göre… Bağımızda artık çiçekler mi açar, baykuşlar mı öter, neler olur, ne dersiniz?
Bu haber, “Yeni Gün Bayramı “ kutlamaları kapsamında Batman’da yaşanan vurdulu kırdılı, savaş gününün(!) ertesinde yöre valisinin dedikleri üzerine:
"O gün görev yapan memurlardan 600'ü Kürtçe biliyordu ve kafalarına taş isabet eden memurlardan çoğu da Kürtçe bilenlerdi. Olaylarda çocuk ve kadınlara vuran memurlar tespit edilecek.”
Gazeteler başlığı şöyle atmışlar: “ Kürtçe bilen polisler taşlandı”
O gün görev yapan 1800 (bin sekiz yüz) polis memurundan 600’ü ( altı yüz) Kürtçe biliyormuş. Yarı yarıya şimdilik sayılar. Yakında tam ortadan çatırdı duyarsanız, bu da ne, demesin kimse!
Bu sözler de gözdağı:
İzinsiz gösterilerdeki kargaşada bir polis yumruğuna çarptığı iddia edilen Mardin bağımsız milletvekili Ahmet Türk: "Beni yalancı çıkaran valiyle hesabım var."
Batman Valisi, bunu yanıtlamış: “Olayın kapatılması söz konusu değil. O memur tespit edilirse kesinlikle sonucuna katlanacak".
Demin, bir şehit polis haberi daha duyduk. Cudi Dağı’ndaki çatışmalarda, kaybettiğimiz altı polisten sonra bir polisimiz daha hayatını kaybetmiş. Sekiz terörist öldürülmüş, yedi şehidimiz var. Canımız yanıyor, şehit haberlerine içimiz dayanmıyor… Yirmi yaşındaki bir genç tanıdığım, bu işte bir tuhaflık yok mu diye soruyor, şehitlerimiz için. “Bu kadar çok kayıp olur mu?”
Oysa TRT radyosu bunu başarı olarak haber veriyor. Neş’eleri yerinde…
Çevre kirliliği(!) haberimiz var sırada. Siz kimyasal artıkların, lâğımın, isin, pasın, zehirin çevre kirliliği yaptığını sanın. Öyle değilmiş meğer. Adaların simgesi faytonlar çevre kirliliği yaratıyormuş, biliyor muydunuz bunu? En doğal pislik olan, gübre niyetine kullanılan atların pisliğinin çevre kirliliği yaptığını ilân eden tek ülke biz olmalıyız… Ne toprağı zehirler, ne suya karışır, zarar verir bu. Atların geçtiği yolları temizlersin. Bu pislik doğaldır, çevreye zararı olmaz, anında temizlersin olur biter.
Yerine elektrikli araçlar konacakmış. Sanki elektrik cepten. Sanki elektrikli böyle uyduruk araçlara binmek için gelir oraya gezginler… Beş binin üstündeki faytoncunun durumu da ayrı felâketmiş. İşsiz sokağa atılacaklar. 226 faytonun 86’sı hemen kamulaştırılacakmış. Yerlerine elektriklisi… Gazete, “Adalarda faytona veda!” demiş bu olan biten için.
Kısa kısa bir iki haber daha verelim:
“İngiltere’de hafta sonunda yapılacak karşılaşmada stada Türk bayrağı sokmak yasaklanmış.”
İstanbul’un adını Ayasofya Müzesi’nin tarihçi Başkanı tartışmaya açmış. Bozulmamış haline yani buranın eski ismine hazır olun. İstanbul adının kökeni Rumcaymış, Rumcanın bozulmuş haliymiş, iyi mi? Hem İstanbul demeye biz Cumhuriyetle başlamışız. Osmanlı döneminde buraya “Konstantiniyye”, “Stanpolis”, “Darül hilafe”, “Dersaadet” “Makarrı Saltanat” denirmiş. Padişahın biri, saatine Konstantinopolis yazdırmışmış, bu yazıyı da göstermiş Başkan gazetecilere. Bu Osmanlı’nın hoşgörüsüymüş. (Yani neymiş, ulusallık gerekmezmiş, Osmanlı atalarımız (!) örnek alınmalıymış… )
Son duyduğum haber de bana ait. Tarihî bir ana tanık oldum. Belki önceden de yapılmıştır, böyle denmiştir kimbilir ama ben kulağımla duydum bugün bu sözleri. Kelimesi kelimesine duydum. 23 Mart’ta, saat 13. 43’de söylendi. TRT radyosunda “Bizim Eller” dinletisinde, sunucu şöyle dedi, izleyici isteklerini sayarken:
“Ohio’dan, Amerika Birleşik Devletlerimizden bize yazan…”
Hadi hayırlısı, Amerika Birleşik Devletlerimiz dendiğini bile duyduk devletimizin radyosundan…
Siz hâlâ umutlu musunuz? Kafanızı bahar yelleri döndürüyor mu? Bize bahar bu gidişle gelir mi, çiçeklerimiz açar mı sanıyorsunuz?
Ben ölsem gam yiyeceğim…
Yaşar Okuyan bu sabah, televizyonda ( Ulusal Kanal) canlı yayında, Bizim yurttaş olarak yapacağımız çok şey var !”diyordu. “Daha ileri demokrasiden Allah Türkiye’yi korusun!” diye de bitirmişti sözünü. Uğur Mumcu’nun avukat kardeşi Ceyhan Mumcu da, “Eksik olan, öncü güç. Türkiye bunu ortaya çıkaracaktır, “dedi bugün.
Ozanımız söylesin son sözümüzü de. Belki bize iyi gelir, çığlığı duyarız:
“Aradılar bir tenhada buldular.
Yaslandılar şıvgalarım (sürgün, filiz) kırdılar.
Yaz bahar ayında bir od(ateş) verdiler,
Yandım gittim anam karlı dağ iken.”
Feza TİRYAKİ, 25 Mart 2012