‘MÜESSES NİZAM’ RAHATSIZ
2024 mezunu teğmenlerinin o bilinen ‘and içmeleri’nin bir ‘rahatsızlık’ yarattığı kesin.
Nitekim Yaşar Güler’in cumhurbaşkanı rahatsızlığını Millî Savunma’ya bakan adamına iletmiş olmalı, ki o da çıkmış ‘müesses nizam’ı rahatsız eden bu konuya ‘araştırma’ başlatmış diyorlar.
‘Müesses nizam’ yani bu Amerikan sosyolojisi ve ‘NATO kafa’nın ‘establishment’ı rahatsız olmuş.
Şimdi askerlikle kapı kulluğunu karıştırması ta Jandarma Komutanı olduğu günlerden gelen bu ‘tonton’ için (son gülen iyi güler) dediğimi bilenler bilir.
Burada o konuya girecek değilim.
Burada, Türkiye’de bir türlü anlaşılmayan ‘Darbe’ ve ‘Devrim’le ilgili kimi açıklamalar yapmak istiyorum.
Örneğin 27 Mayıs’ın, 72 ve 80 ‘Darbe’lerinden tamamen ayrı bir ‘olgu’ olduğunu, çoğu akademisyen bilmediği gibi siyasetçi ve onların medyadaki uzantıları da bilmezler.
Dahası Emre Kongar bile ‘Burjuva Demokratik Devrimi’yle ‘Millî Demokratik Devrim’ arasındaki ayırımın ‘derinliğine’ giremez.
Örneğin, 1923 Türk Devrimi’nin olduğu günlerde ‘burjuva’ mı vardı ki ‘Burjuva Demokratik Devrim’ olsun diyor.
O zaman 1789 Fransız Devrimi sırasında, Soylular ve Kilise’nin, nüfusun sadece %3’ünü oluşturduğu ve geriye kalan %97’lik kesimi ise Tiers-état denilen halk kesimlerinin oluşturduğu göz önüne alınırsa, bu Tiers-état, denildiği gibi sadece ‘Donsuzlar’dan mı oluşuyordu diye sormak gerekir.
Ya da onların ‘ne kadarı burjuva’ idi, bilen var mı?
Fransa’da 1614 yılında bir Genel Meclis (Etats-Généraux) kurulmuş ve bu mecliste üçlü düzen (trois ordres) denilen ve Soylular, Kilise mensupları ve Tiers-état yani üçüncü kesim temsilcileri yer almakta idiler.
Yani ‘burjuva’ denilen kesimler de bu ‘üçüncü kesim’ içinde idiler.
1789’da bu Genel Meclis 175 yıl aradan sonra, Fransa Krallığının ekonomik olarak ‘iflas’ noktasına geldiği günlerde, bizzat kral tarafından toplantıya çağrıldığı için toplandı.
Toplandı ama, kralın olduğu Versailles’da değil, Saraya yakın ‘ping-pong’ benzeri elmalarla oynanan Jeu de Pomme salonunda toplandı.
Toplanan 576 temsilcinin, Jeu de Pomme Andı denilen ve yeni bir ‘Anayasa’ yapmadan dağılmama sözü üzerine, 9 Temmuz’da bu Meclis ‘Kurucu Meclis’ (Assamblée National Constituante) adını aldı.
Kralın yan çizip toplantıyı dağıtmak istediği ortaya çıkınca, toplantının kralın askerleri tarafından dağıtılmasını önlemek için halk sokaklara dökülüp, Bastille hapishanesini bastılar (14 Temmuz).
Ancak Bastille önünde kralın askerleri tarafından ateş edilerek 600 ölü verdiler.
Böylece ülke genelinde, işçi, köylü, memur her kim varsa silaha sarılıp Şato’ları bastılar.
Yani ‘Devrim’, sözde ‘siyaset bilimci’lerinin söyleyip yazdığı ve böylece galat-ı meşhur olarak yaygınlaşan ‘Darbe’ ile gelmeyip, ‘Karşı-Devrime’ karşı ‘Direnme’yle gerçekleştirilmiş oluyordu.
Nitekim ‘Ayrıcalıkların kaldırılması’ 4 Ağustos’ta, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin onaylanması 26 Ağustos’ta olacak, Anayasa’nın kabulü ise iki yıllık bir çalışma sonucunda 3 Eylül 1791 yılında olacaktır.
Cumhuriyet’in ilanına ise ancak 21 Eylül 1792’de ulaşılabilecektir.
Neredeyse ilk üç yıl süren bu süreç, ardından nice kesinti ve ‘Darbe’lere maruz kalacaktır.
Yani Devrim ‘yürüyen bir süreç’, Darbe’ler ise ‘karşı-devrim’ tarafından yapılan kesintilerdir.
Böylece Türkiye’de 27 Mayıs, 1876’dan başlayan sürecin, 1908, 1923 ve 1960’lardaki bir devamı olurken, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010 ile 16 Nisan 2017 değişiklikleri birer ‘Karşı-Devrim’ girişimleri olmuştur denilebilir.
Bunların kiminin Halkoyu denilen ama gerçekte birer ‘Plebisit’le halka onaylatılması karşı-devrim niteliklerini değiştirmez.
Şimdi başa dönüp, ‘Establishment’ı rahatsız eden ‘Teğmenler olayı’na bakılacak olursa, yeni bir ‘Karşı-Devrim’ için bir gerekçe olarak kullanılabilir diyeceğiz.
Ancak Cumhuriyet Devrimi’nin yeni bir atılımı için bir ‘kıvılcım’ da olabilir.
Yeter ki, Özgür Özel’in ‘cesedimizi çiğnerler’, Ekrem İmamoğlu’nun ‘Hodri meydan’, Artvinli köylülerin ‘hesabı sorulsun’, Konyalı, Trakyalı, kısaca 81 ile bağlı köy ve kasabalarda halkın ‘Yeter artık’ demesiyle ‘bütünleşmiş’ bir ‘Halk hareketi’yle desteklenmiş olsun.
Ki hep birlikte Can Atalay dahil binlerce ‘rehine tutuklu’nun hapishanelerden davul-zurnayla çıkarılması da mümkün olsun.
Ancak ve ne var ki, halkın bu hak, hukuk ve adalet taleplerinin yeni bir ‘Kurucu Meclis’ tarafından bir ‘Anayasa’ya bağlanması da gerekmektedir.
Yoksa kafası esen bir ‘asker grubu’nun TRT’yi basması, hiçbir koşulda Devrim olarak nitelendirilemez.
‘Devrim’lerin ‘Burjuva’ niteliği ise, sadece ‘özel mülkiyet’ kavramına bağlı olup, bu da iki tümceyle özetlenebilecek bir ‘konu’ değildir.
Onu da bir başka yazıda ele alalım ki, kimi ‘fenomen danışman’lar da öğrensin!