Murat Öğretmenim

Murat Öğretmenim

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Nis 18, 2022 15:42



İlkokul öğretmenimden, uzun yıllardan sonra ilk kez geçen Kasım ayında haber almıştım. Sosyal iletişim sayesinde, 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlama iletilerinde görmüştüm resmini. Yüzü değişmiş, bakışları aynı.

İlk düşüncem, öğretmenim yaşıyormuş, zamanı durdurmuşuz duygusuydu, içimi saran acılı bir sevinçti. Saygı – özlem duygularıyla, gönül borcuyla eski günlere geri dönüvermiştim.

Yörede yaşayan eski öğrencileri, Atatürkçü Düşünce Derneği ve CHP parti üyeleri, üstlerinde kurumlarının adları yazılı karton duyurular bırakmışlardı geride. Öğretmenim Murat Altın, el örgüsü beyaz bir takke giymiş, cam arkasında oturuyor.

Önce şaşırmış, günümüzün dinci gündemine yoksa öğretmenim de mi kapılmış, Cumhuriyet öğretmeni kimliğini yitirmiş mi demiştim. Sorduklarım, yok öyle değil, yöresel bir başlık o taktığı, evde takar, çağdaş kimliğini koruyor, eskisi gibi, belleği yerinde dediler…

Sonra, laf arasında, inanmazsın belki ama seni sorduydu o görüşmede demezler mi? Çok sarsıldım. Murat öğretmenimle görüşmeyi, ona eski günleri anlattırmayı, anılarını dinlemeyi, dinlediklerimi yazmayı ne çok isterdim.

Yetiştiği okulu, öğretmenlik yaşamını, unutamadığı anılarını bilmek isterdim. Sonra, eskinin aydınlık dönemlerinde yetişen - sanırım kırklı – ellili yıllar-, ülkemizin eski güzel günlerine tanık olan öğretmenim bugünler için ne düşünüyordu? Suçu kime, neye veriyordu? Eski siyasetçileri sorguluyor muydu? Cumhuriyetimizin o yıllarını özlemle anıyor muydu? Hep aynı yörede yaşayan biri olarak, ülkemizdeki hızlı değişimi, bu son yılları nasıl gözlemlemişti, ne zaman, bu yoz, yabancı, geri, sevgisiz, çıkarcı, vatansız günlere savrulmuştuk? Dinciliğe – tarikatlara ne zaman teslim olunmuştu? Eskinin, Atatürk Cumhuriyeti düşmanı, Sovyet yanlısı; şimdinin çoğunluğu bölücü sahte solu için ne düşünüyordu? Dincilik nasıl siyasete girmişti böyle? Nerede yanlış yapılmıştı? Kurtuluş umudu görüyor muydu? Ne yapmalıydık?

Olmadı, umutlarım Nisan başında aldığım acı bir haberle söndü. Öğretmenimin ölüm haberi, bir Cumhuriyet çınarını yitirmenin acı haberi… Bu kayıp içimizi yaktı, kavurdu…

Murat öğretmenim artık yaşamıyor. Doksan altı yıllık ömrü sona erdi, kendisi sonsuzluğa göçtü… Öğrencilerinin, sevdiklerinin yüreğinde yaşayacak…
Geriye, Cumhuriyet öğretmenlerinin onurlu yaşamlarından kalan anılar, hayatta olan öğrencilerinin Cumhuriyete, öğretmenlerine, eski güzel günlere olan gönül bağları kalacak…

Murat öğretmeni ne kadar az tanıdığımızı da anladım bu arada.

Ölümünü duyuran haberde, kendisinin Köy Enstitüsü çıkışlı olduğu yazılmış. Köy Enstitüleri on iki – on üç yıllık bir dönem ( 1942 – 1953). Bu okullar kapatılınca aynı anlayışı devam ettiren, müzik aleti çalmaktan tutun, diğer tüm derslerin yanında, Milli Güvenlik Dersi, Eğitim Psikolojisi, Elişi Dersi bile verdiren, hastaya iğne vurmayı, alet tamiri yapmayı öğreten, el becerisi güçlü, yurtsever, çağdaş öğretmen yetiştiren Öğretmen Okulları dönemi başlamıştı. Yatılı, kız – erkek öğretmen okulları. Ardından gidilen iki yıllık Eğitim Enstitüleri, 1967 – 1968’de iki yıllık enstitülerin kapatılıp üç yıllık enstitü dönemine geçilmesi, üç yıllık eğitim veren Atatürk’ün önce Konya’da kurdurduğu (1926), sonra Ankara’ya taşıttığı (1937), 1980’de hiç acımadan kapatılan, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü…

Öğretmen okullarının yetmişli yıllarda ( 1973 – 1975) kapatılması, önce liseye, sonra Anadolu lisesi denilen yozlaşmış, yabancı dil ağırlıklı bir sisteme dönmesi, sonraki yıllarda (günümüzde) öğretmenliğin sertifika toplayan, okullarında yetişmeyen topluluklara dönüşmesi, öğretmen yetiştirme işinin tıpkı günümüzdeki subay yetiştirme işi gibi yüzyıllık okullarından alınıp üniversitelere bırakılması nedense hiç konuşulmaz. Kapatılan, kuruluşları 1848 yılına kadar uzanan ilk öğretmen okullarının, köklü bir geçmişe ve deneyime dayandığı gerçeği de unutulup gitmiştir.

Sonra köy enstitüsü öğrencilerinin, okullarının kapatılmasındaki rolleri de, kandırılmaları da konuşulmaz. Cumhuriyet düşmanı akımlar boş durmadılar, bu çocuklara el attılar, algıları sardılar… Fakir Baykurt, anılarında, Köy Enstitüsünde okurken, büyük bir övünçle, elden ele dolaştırılan dönemin Sovyet yanlısı, Atatürk Cumhuriyeti yerine komünist bir rejim kurdurmak isteyen, kendisi Kurtuluş Savaşı sürerken Moskova’ya gidip eğitim alan, Atatürk döneminde orduda isyan başlatmakla suçlanan, yargılanıp hüküm giyen Nazım Hikmet şiirlerini nasıl gizlice okuduklarını anlatır. Büyük bir işmiş gibi, başarıymış gibi anlatır. Atatürk’ün yolunda gidileceğine, emaneti korunacağına, Sovyet rejimi hayranlığına kapılınmış…

Öğretmen okulları da başarıları nedeniyle kapattırılmış olmalı. Yetmişli, seksenli yıllar geriye dönüşün hızlandırıldığı yıllar… Günümüze (dinciliğe) hazırlık yılları… Nedense yatılı öğretmen okullarını kimse savunmaz, adı bile anılmaz, yeniden açılsınlar denmez… Olmayacak duaya âmin denilmesi gibi, tek denilen; “Ah Köy Enstitüleri, vah Köy Enstitüleri…”

Murat öğretmen, tam bir Cumhuriyet öğretmeniydi. Her zaman traşlı, bakımlı, kravatlı, takım elbiseli… Köyde doğmuş, Cumhuriyetin imkânlarıyla okumuş, saygın, sevilen, ağırbaşlı bir kişilik…

Okulumuz yeniydi, iki katlı, büyükçe, enine uzanan, sevimli bir yapı. Avlusu geniş, karşısı selvilik, küçük bir koruluk.

İnanır mısınız, memleketime ilk ziyaretimde öğretmen çıktıktan sonra, bu yepyeni okulumuzun yıkılıp yerine daha yüksek, daha büyük, çirkin mi çirkin bir yapının yapıldığını görmüştüm. Okul ek yapılarla büyütüleceğine, “vur beline kazmayı!” Eskiyi yıkma, yerine yenisini, çirkinini, ruhsuzunu yapma tek bu dönemin işi değil, bunun yolu yavaş yavaş açılmış, devletten beleş para kazanma uğruna, kişisel çıkarlar uğruna geçmişe ihanet edilmiş. Bu yıkımlara kimse itiraz etmeyince de eskiyle bağımız kesilmiş, değil memleketimizin tarihi, kendi kişisel tarihimiz bile yok ediliyor çok uzun yıllardan beri. İçimizden kim, ben otuz kırk yıl sonra gittim, eski okulumu gördüm diyebilir?

Haydi gidin, okuduğunuz ilkokulları, ortaokulları, liseleri, yüksek okullarınızı arayıp bulun bakalım? Yerinde duruyorlar mı? Sınıfınız, kara tahtanız yerinde mi? Okullarınızın ne adı kaldı, ne türü kaldı, ne yeri kaldı… Eğitim sistemimizle bozuk para gibi oynamışlar çünkü… Ne güzelse, yolundaysa yıkılıp atılmış.

Murat öğretmen gibi o yılların tanıkları, öğretmen gibi öğretmenler, Cumhuriyet çınarları anlatabilirler yalnızca eski güzel yılları… Onlar da bu dünyadan göçünce, geriye tek bir anı kırıntısı da kalmaz…

Bir ünlü oyuncu (Şevket Altuğ, 1943) şu sözlerle eskiyi arıyor, zamane oyuncularını kınıyordu geçen gün:

“ Türk toplumunun değerleri değişti. Bütün yapılan işlerde tabanca, tüfek, millet birbirini öldürüyor. Bütün erkekler sakallı. Bizim zamanımızda sakal rol gerekirse bırakılırdı. Bu ortamda ben olamam. Çünkü biz yaptığımız işlerde topluma sevgiyi, hoşgörüyü, toleransı, birlikte yaşamayı, dayanışmayı öğretmeye çalıştık.”

Öğretmenlik de tıpkı böyle değişti. Neredeyse erkeklerin hepsi sakallı. Olmadı, kirli sakallı. Saç sakal birbirine karışmış haydut gibiler… Üst baş desek aynı çirkinlikte, özensiz. Kadınların çoğu sarılı, Arap ülkelerinde yaşıyor, Arap kadınlar gibiler, etekleri yeri süpürüyor. Komşuya mevlit dinlemeye, dini bir davete giden, erkekten kaçan, çalışmayan, muhafazakâr ev kadınlarıyla karışıyor görünüşleri.

Eskinin öğretmenleri öyle miydi ya? Takım elbise giyer, kravat takardı erkek öğretmenler, sinekkaydı tıraş, olmazsa olmazıydı onların. Eski albümlerinizi, büyüklerinizin eski resimlerini bir karıştırın nasıl giyinirdi Cumhuriyet erkekleri, kadınları? Avrupalı insandan ayıramazdın. Kadın öğretmenler, en çok, etek ceketli takım giyerlerdi, üstü yakalı gömlekli. Baş açık, saçlar düzgün taralı, boyunları yandan eşarplı, erkeklerin ceket cebi beyaz mendilli… Tüm devlet memurları özenli giyinirdi… Yıpranmasın diye masa başında çalışan memurların ceket kollarına kolluk takıldığını anımsar yaş yaşamışlar…

Öğretmenlik de kutsal bir meslekti, özveriyle yapılan, toplumda saygı gören…

Murat öğretmen, hepimiz için örnek bir kişilikti. Ondan hem çekinir, hem onu çok severdik. Derste çıt çıkmazdı. Parmak kaldıranaydı söz hakkı. Kötü bir söz duymaktan, azarlanmaktan ödümüz kopardı. Çalışan ödüllendirilirdi, güzel sözlerle övülürdü. Derste bir kez bile bizlere kızıp bağırdığını, sesini yükselttiğini anımsamıyorum.

“Öğretmen, Türkçemizin en güzel sözü.

Öğretmen; öğreten, mesleği öğretmek olan.

Öğretmenlik; öğretmenin görevi, işi.”

Murat öğretmen, her yıl mı böyle bir defter tutarmış, yoksa tek bizim dönemimizde mi tutmuş, memleketime bir gidişimde bana göndermişti, “Armağanım olsun madem kendisi de öğretmen artık, kendisi hakkında tuttuğum bu anı defterini alsın okusun, saklasın…” demiş.

Mavi kaplama kâğıdıyla kaplı incecik bir defter bu. Sayfaları çizgisiz. Başlıklar kırmızı mürekkepli kalemle, yazıları mavi mürekkepli kalemle yazılmış, ilk sayfasında;

“Öğrenci İnceleme Defteri

Öğretmen: Murat Altın” yazıyor

.Hemen burada, “Müsbet” ( iyi, olumlu) ve “Menfi” (kötü, olumsuz) öğrenci diye iki başlık var. Müspet öğrenci benmişim. Diğeri Hamdi imiş. Hamdi’nin nasıl biri olduğunu anımsayamadım, hiç izi yok belleğimde. Neden menfi diye ayırarak onu incelemiş, neler yazmış hakkında bilmek isterdim.

Defterin ilk sayfasında, okul adından başlayarak, sınıf, ad soyadı, doğum tarihi, cinsiyeti, ev adresi, okula kayıt tarihi, sağlık durumu başlıkları var. Ben sokağımızın Uğur Sokak olduğunu bile bilmiyordum, buradan öğrendim. Sağlık durumunda; kilo, boy, göğüs hepsi yazılı. “Vücut yapısı normaldir. Sağlık durumu iyidir. İki yıldır yalnız Asya gribi geçirmiştir.” kaydı tutulmuş.

“Aile durumu” başlığına yazılanlar çok düşündürücü. Gerçek bir öğretmenin, okulundan yetişmiş bir öğretmenin çocuğa, aileye bakışı:

“Anne ve baba sağdır ve özdür. Ailenin mali durumu iyidir. Evde aile rabıtası kuvvetlidir. Mazisi ile temiz bir ailedir. Çocuklarına düşkündürler.” Sonra kardeşler anlatılıyor.

Anne ve babanın özlüğü. Özle üveyin farkı. Bu durumun çocuk gelişmesindeki önemi. Hepsi bilinçli tespitler. Ya aile bağına dikkat çekmesi…
Sonraki başlık:

“Öğrencinin umumi ahvali (genel durumu) hakkında bilinen hususlar:”

Bu bölümde hani bir insan yedisinde neyse yetmişinde odur deriz ya, yedi - sekiz yaşındaki bir çocuğu çözmüş, geleceğini görmüş:

“Feza zekâ bakımından normal ve el mahareti bakımından normalin üstünde bir öğrencidir. Bütün derslere karşı alâkalıdır. Resim –iş ve ifade derslerinde fevkalâde kabiliyetlidir. Müthiş surette rekabet hissi vardır.” Bir yerde de: ”Yerine göre hiddetli, atılgan ve tutumludur.” yazılı.

Bu bilgileri nasıl edinmiş:

“Kardeşlerine anne ve babasına çok düşkündür. Ablasına rakip olmak hevesindedir. Ev işlerinde ablasından becerikli olup annesinin yardımcısıdır. Her akşam babasının çarşıdan gelmesine kadar uyumaz. Babasına kapıyı o açar.”

Bundan sonrası, “Davranış Kayıtları Fişi” başlığıyla verilmiş. Sayfa üçe bölünmüş:

“Tarih, Vaka, Düşünceler ve Notlar” diye.

28 Mart tarihinde şu olay anlatılmış, sonuna düşünceler yazılmış:

“Feza’dan bugün sınıfta bir şiir okumasını istedim. Her zaman sınıfta en iyi şiiri okuyan Feza okumak istemedi. Tahtadaki bir arkadaşına yazılı aritmetik problemini dahi okumak istemedi.”

“R harfini iyi telâffuz edememesine günden güne üzülmekte olduğunu seziyorum. Arkadaşlarının kendisi ile eğlenmesinden ürküyor.”

1 Nisan tarihlisi, hiç unutmadığım bir anımdan. O kitabı hâlâ saklıyorum. Başarı üzerine, yabancı ünlü bir yazardan.

“Bugün Feza’ya kooperatifteki başarısından kendisine hediye edilen kitabı verdim. Bunu hayatının sonuna kadar saklamasını, kitabı yüksekokullarda daha iyi anlayacağını söyledim. Çok memnun oldu teşekkür etti.”

“Meziyetlerinin teşhir edilmesinden çok zevk alıyor. Hassas olduğu anlaşıldı.”

8 Nisan tarihli anı oruç ile ilgili.

“Feza’ya oruç tutup tutmadığını sordum. Tutmadığını söyledi. Babası orucuna mani olmamı istemişti. Feza birkaç gün tuttuğunu, artık tutmayacağını söyledi.”

“Feza’nın her yönden azimkâr olduğunu öğreniyorum. Sözümü dinleyeceğine inanıyorum.”

Aşağıda anlatılan olaya koyduğu tanı, benim kendimden bile sakladığım tarafım. Kimseyi kendime güldürmemek, dosta düşmana açık vermemek, dile düşmemek…

16 Nisan:

“Bugün Feza deneme mahiyetinde tahtaya yapılan bir haritayı beceremedi. Evde yapacağını söyleyerek karalamasını arkadaşlarına göstermedi.”

“Fazlaca onurlu, arkadaşlarına küçük ve zayıf taraflarını göstermek istemiyor.”

21 Nisan:

“Dün Feza’nın babası ile konuşurken; Feza’nın evdeki sözlerini nakletti. (Öğretmenim istemiyor yoksa öğretmenime bahçede güllerden getireceğim) diyormuş. Bu gün Feza’ya sınıfa niçin gül getirmiyorsun diye takıldım. Dersten sonra bir baktım, Feza sınıfa bir kucak dolusu gül getirmiş.”

“Bu çocuğun büyüklerine karşı sevgi hissinin gün geçtikçe olgunlaştığını görüyorum.”

Bu da son olsun, 5 Aralık tarihli:

“Bu gün Feza güzel bir resim yapmıştı. Şaka olarak Feza bunu kopye (kopya) çekmişsin dedim. Birden ağlamaya başladı. Hemencecik de kopye çekmediğini ispat için yeni bir resim yapmaya başladı. Resme karşı fevkalâde kabiliyetli.”

“Çok içli şakalaşmaya gelmiyor.”

Öğrencileriyle bu derece ilgilenen, yalnızca ders vermeyen, yol gösteren bir öğretmen… Anısı önünde saygıyla, sevgiyle eğiliyorum…

Ruhu şad olsun…

*
Atatürk, öğretmenleri “Eğitim Ordusu” olarak tanımlamış, şöyle demiştir:

“Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim, kültür) ordusudur.”

Eğitimin önemini de; "Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder." sözleriyle anlatmıştır.

Neden eğitimimizle bu denli uğraşıldı belli olmuyor mu?

Murat öğretmenlerin yeri nasıl doldurulacak?

Murat öğretmenleri, Cumhuriyet öğretmenlerini yetiştiren çağdaş sistemi yeniden kurabilecek miyiz?

Öğretmenlik zor meslek…

Kantarın topunu kaçırdık.

“Ne dedik ne olduk, cümlemiz bir hendeğe dolduk…”

Feza Tiryaki, 17 Nisan 2022
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x