Türkiye’de nisyan/unutma, hâfıza yetersizliği vardır. Ah nisyanlaştırılmış, unutkan Türkiye. Sende hafızadan emare bırakmadılar ki. Hep bugünde yaşıyor, daha doğrusu yaşadığını sanıyorsun. Bir an hatırlıyor ama az sonra ne hatırladığını da unutuyorsun.
Ülkemizde bugüne kadar şeriatla ilgili sonu gelmez tartışmalar yapılmıştır. Hep şeriat gelecek denmiştir. Halbuki şeriat Arapça kökenli bir kelimedir ve şer kelimesi Arapça’da din anlamına gelir. Şeriat da dolayısıyla Arapça'da dini hükümler anlamına gelmektedir. Dinin hükümleri arasında da oruç, namaz yok mu? Farzlar ve haramlar yok mu? O halde bunlara uyuyorsak zaten şeriatı yaşıyoruz anlamına gelir. Ezcümle şu gerçeği ortaya koymamız gerekir:“Şeriat anlatılmaz, yaşanır!”
Ülkemizde bugüne kadar şeriatla ilgili sonu gelmez tartışmalar yapılırken Mustafa Kemal Paşa'nın sarf etmiş olduğu birtakım sözlerinde Şeriat’ın nasıl yer bulduğuna yoğunlaşmak gerekir. Ülkemizde yaşayan insanımızın çoğunun unuttuğu bu noktalara biraz yoğunlaşmakta fayda var.
Söze kitabın ortasından girelim, Nutuk’tan… Bakalım Atatürk şeriatla ilgili ne düşünüyormuş?
Bahsedeceğim hususlar Nutuk'un 14.Bölüm’ünde yer almaktadır ve ayrıntılarına Nutuk’un 2. Cilt'inde ulaşmak mümkündür.
Nutuk - Lozan Barış Konferansı Ve Saltanatın Kaldırılmasına İlişkin Gelişmeler , Hilafet Meselesi
TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU'NDA UKDE (DÜĞÜM) NOKTALARI
O zamanki Türkçe ile şöyle bahsediliyor:
Efendiler, hilâfet ve din meseleleriyle meşgûl olunduğu sıralarda, efkâr-ı umumiye ve bilhassa efkâr-ı münevvere için, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda bir noktanın ukde teşkil ettiğine muttali olduk. Cumhuriyet ilânından sonra da kanunda, aynı ukde muhafaza edildikten başka, ukde teşkil edecek ikinci bir noktanın daha idhâl edildiğini görenler, taaccüplerini gizlememişlerdi ve elyevm gizlememektedirler. Bu noktaları izah edeyim; 20 Kânunusani 1337 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 7. ve 21 Nisan 1340 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 26. maddesi Büyük Millet Meclisi’nin vezâifinden bâhistir.
Maddenin başında, Meclis’in ilk vazifesi olmak üzere, “ahkâm-ı şer’iyenin tenfîzi” vardır. İşte, bunun nasıl bir vazife ve ahkâm-ı şer’iyeden maksadın ne olduğunu anlamakta tereddüde düşenler vardır. Çünkü Büyük Millet Meclisi’nin, mezkûr maddede, “kavânînin vaz’ı, ta’dîli, tefsiri, fesih ve ilgası ve ilh...” zikir ve ta’dâd olunan vezâifi o kadar şümûllü ve vâzıhtır ki “ahkâm-ı şer’iyenin tenfîzi” diye ayrıca ve müstakilen bir klişenin mevcudiyeti zâid görülmektedir. Çünkü şer’ demek kanun demektir. Ahkâm-ı şer’iye demek, ahkâm-ı kanuniye demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü, asrî hukuk telâkkiyâtıyla kabil-i telif değildir.
Günümüz Türkçesiyle
Efendiler, hilâfet ve din konularıyla uğraşıldığı sıralarda, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanın halkın ve özellikle aydınların kafasında düğümlenip kaldığını öğrendik.
Bu düğüm kanunda Cumhuriyet'in ilânından sonra da bırakıldığı gibi, kanuna, düğüm teşkil edecek ikinci bir noktanın daha sokulmuş olduğunu görenler, şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi ve bugün de gizlememektedirler.
Bu noktaları açıklayayım: 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 7'nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 26'ıncı maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder.
Maddenin başında, Meclis'in ilk görevi olmak üzere, «şeriat hükümlerinin yürütülmesi» yer alır. İşte bunun nasıl bir görev ve şeriat hükümlerinden maksadın ne olduğunu anlamakta sıkıntı çekenler vardır.
Çünkü, sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin, «kanunları yapmak, değiştirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldırmak v.b.» gibi belirtilen ve sayılan görevleri o kadar geniş kapsamlı ve açıktır ki, «şeriat hükümlerinin yürütülmesi» diye ayrıca ve başlıbaşına bir klişenin yer alması gereksiz sayılmaktadır.
Çünkü, «şeriat» demek «kanun» demektir. «Şeriat hükümleri» demek «kanun hükümleri» demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü çağdaş hukuk anlayışı ile bağdaştırılamaz.
Bitti mi? Biter mi?
Mustafa Kemal Paşa yine Şeriat hakkında çok önemli tespitlerde bulunmaya devam etmiştir. 1909 yılına gidelim.
31 Mart isyanı olmuş, Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa Hareket Ordusuyla birlikte İstanbul’a gelmiş olan kurmay başkanı Mustafa Kemal’den bir beyanname hazırlamasını istemiş. O da yazmış.
Yazdığında tarihler 19 Nisan 1909’u gösteriyor. İşte “31 Mart Vakası Üzerine İstanbul Halkına Beyanname” başlıklı beyannamede şeriatla ilgili tespitin olduğu kısım:
“Millet, hayat ve ikbalinin biricik kefili olan meşrutiyetin sekteye uğratılmak ve Şeriat hükümlerinin ve umumi millî selamet ve saadetinin temeli olan anayasamızın ayaklar altına alınmak istendiğini gördü ve bu alçakça harekâta asıl sebep olanlara hadlerini bildirmek lüzumunu takdir ederek bütün varlığıyla İstanbul üzerine yürümeye karar verdi. İlk icra kuvveti olmak üzere işte bizi, İstanbul surlarının karşısında gördüğümüz bu Hareket Ordusu'nu buraya gönderdi.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s. 47, Ali Cevat, II. Meşrutiyetin İlanı ve 31 Mart Hadisesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1985, s.137-139; Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Derleyen: Sadi Borak. Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997, 2. Basım, s.271, 272; Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri/Doğumundan Samsun'a Çıkışına Kadar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1990, s.34-40; Celal Bayar, Ben de Yazdım, Cilt: 1, Baha Matbaası, İstanbul, 1965, s.583, 584.)
Demek Anayasamız (Kanun-i Esasi) Şeriat hükümlerinin temeliymiş. Ve bu yüzden Anayasanın, yani temeli olan Şeriatın ayaklar altına alınmasına karşı millet ile ordu birleşip Şeriatı ayakları altında çiğnemek isteyen alçaklara karşı İstanbul’a yürümüş.
Yine beyannamenin devamında Hareket Ordusu’nun görevinden bahsediyor:
“Hareket Ordusu'nun maksat ve vazifesi, meşru ve meşruti hükümetimizi hiçbir kuvvetin sarsamayacağı şekilde kuvvetlendirmek ve sırf şeriat kuvvetiyle sağlamlaştırılan anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat etmek ve meşru meşrutiyetimizin istikrarından memnun olmayan vatan ve millet hainlerine son ve kati bir ibret dersi vermektir.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s. 47, Ali Cevat, II. Meşrutiyetin İlanı ve 31 Mart Hadisesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1985, s.137-139; Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Derleyen: Sadi Borak. Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997, 2. Basım, s.271, 272; Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri/Doğumundan Samsun'a Çıkışına Kadar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1990, s.34-40; Celal Bayar, Ben de Yazdım, Cilt: 1, Baha Matbaası, İstanbul, 1965, s.583, 584.)
Yani Hareket Ordusu’nun maksat ve görevi sırf kuvveti Şeriat-ı garrâ ile sağlamlaştırılan Anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat etmekmiş.
Yani Şeriat eşittir Anayasadır Mustafa Kemal Paşa'nın gözünde. Fakat dahası var.
Beyannamede Mustafa Kemal’in şöyle bir sözünü de zikretmek icap eder.
“Din-i Şerif-i Muhammedîyi (Hz. Muhammed’in şerefli dinini) tezyif ve istihfaftan (zayıflatıp küçümsemekten) çekinmeyerek mefsedete (fesatlığa) kalkışan bir takım hafiyeler ve menfaatperestler elbette mukteza-yı Şer’ ve kanuna (Şeriatın ve kanunun gereğine) göre muamele görmekten halas edilmeyeceklerdir (kurtulamayacaklardır).” (Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk: Hayatı ve Eseri, Ank., 1963, s. 36.)
Beyannamedeki aynı sözler Atatürk'ün Bütün Eserleri’nde de şöyle yer almış:
“Faziletli din heyeti başımızın tacı ve sevincimizdir. Fakat melanet ve adi ve şahsi menfaat sağlamak maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek Muhammed'in mübarek dinini karalayıp küçük düşürmekten çekinmeyerek bozgunculuğa kalkışan birtakım hafiyeler, menfaatçiler elbette şeri kanunun gereklerine göre muamele görmekten kurtarılamayacaklardır.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s. 47, Ali Cevat, II. Meşrutiyetin İlanı ve 31 Mart Hadisesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1985, s.137-139; Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Derleyen: Sadi Borak. Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997, 2. Basım, s.271, 272; Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri/Doğumundan Samsun'a Çıkışına Kadar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1990, s.34-40; Celal Bayar, Ben de Yazdım, Cilt: 1, Baha Matbaası, İstanbul, 1965, s.583, 584.)
Hz. Muhammed’in şerefli dinini kötüleyip hafife alan hafiyeler ve çıkarcıların Şeriatın elinden kurtulamayacakları tehdidinin yer alması gerçekten çok şaşırtıcı değil mi?
Yine Mustafa Kemal’in; “Kadın ve Toplum” konusunda Osmanlı Dönemi'nde yayınlanmış bir yazısına da göz atmak gerekir. Kadınlarla ilgili konuşurken dahi “Hukuk-u Diniye (Dini Hukuk)” ve “Şeriat-ı İslamiye (İslam Şeriatı-İslami Hukuk kuralları)” tabirlerini kullandığını görüyoruz:
“Bir devr-i teceddütte en ziyade şeref veren bir şey varsa o da o devirde, o medeniyette kadının işgal ettiği mertebe-i içtimaiye olduğuna zerre kadar şüphe etmemek icabeder.
...
Tarihin baştan aşağı mütalaasından müsteban olan hakayik-i müsbitedendir ki, kadın, cemiyet-i beşeriye içinde layık olduğu mevki-i mertebeyi ihraz eylediği zaman, yaşadığı muhite, o muhitin icabettirdiği medeniyete pek büyük hizmetler ibraz etmiş ve şu hizmetten âlem-i insaniyet büyük istifadeler eylemiştir. Bugün en büyük mesele, hususiyle Avrupa medeniyetinin bizi asırlarla geride bırakıp ilerlediği şu zamanda, en mühim zemin-i tefekkür dahi bu hakayiki gözümüzün önünde tutarak kadınların istikmalde ne gibi vezaif ile muvazzaf olduğunu, ne gibi hidemata amade bulunduklarını tayin edebilmektir.
Bir defa heyet-i içtimaiye arasında kadının terakki için, tekâmül için bir lazıme-i gayrı murafık olduğu umumiyetle anlaşılır. Her sınıf halk bu fikr-i ulvi ile terakkiyat-ı medeniyeye olan hisse-i irfanını terk ve teberrua başlarsa, hiç şüphe yok ki Heyet-i Osmaniye metin ve esaslı hatvelerle tarik-i terakkide yürümeye başlar. Şimdiye kadar serdedilen mütalaattan şu neticeyi istihsal etmek isteriz ki, bizde alelumum kadın, kendisine bahşedilen hukuk-u diniye ve medeniyyeye rağmen terbiye ve tahsili en ziyade ihmal edilmiş bir kısımdır. Şu halde efkar-ı umumiyede bir kadının okumaya mecburiyeti olup olmaması hakkında tereddüt bulunması ile sabittir.
Şu hâlde bizim ilk atacağımız hatve külliyeti teşkil eden aile arasında fikr-i tahsili, taallum hissi ihtiyacını uyandıracak olacağı derkârdır. Bir defa kadınlarımız asırlardan beri bir din-i ulvinin kendilerine muhtaç kıldığı hukuk-u medeniyyeden bizzat istifade etmek için şeriat-i İslamiye’nin ta beşikten lahde kadar tahsilini emreylediği ilim ve marifet saye-i nuranuruna iltica ederler. Ve buna karşı göz yumanların havi ve herasını izaleye çalışıyorlar ise, vatana öyle büyük bir hizmet ifa ederler ki, bunun büyük olan mükafaatı istikbalde yine kendilerinin yetiştirmeye muvaffak olacakları evlad ve ahfadından bihakkın bekliyebilirler. Şimdi kadının en büyük vazifesi bundan ibaret olup bunun haricinde kalanlara maatteessüf ‘Hayal-i baid’dir demekten kendimizi alamayız.”
Bu önemli metnin, sadeleştirilmiş hali şöyledir:
“Herhangi bir ilerleme (yenileşme ve gelişme) çağında en çok şeref veren bir şey varsa, onun da o çağda, o uygarlıkta kadının yer aldığı toplumsal düzey olduğuna, zerre kadar şüphe etmemek lazımdır. Tarihin baştan sona değerlendirilmesiyle açıkça ortaya çıkan su götürmez gerçeklerdendir ki kadın, insanlık camiası içinde layık olduğu düzeyi kazandığı zaman, yaşadığı çevreye o çevrenin gerektirdiği uygarlığa pek büyük hizmetlerde bulunmuş ve şu hizmetten insanlık alemi için büyük yararlar sağlanmıştır. Bugün en büyük sorun, özellikle Avrupa uygarlığının bizi yüzyıllarca geride bırakıp ilerlediği şu zamanda en önemli düşünce platformu da, bu gerçekleri gözümüzün önünde tutarak kadınların gelecekte ne gibi görevler üstleneceklerini, ne gibi hizmetleri başarabileceklerini ortaya koymaktadır.
Bir defa, toplumda kadının ilerleme için, olgunlaşma için vazgeçilmez bir unsur olduğu genellikle anlaşılır bir hakikattir. Her sınıftan halk bu yüce düşünce ile uygarlığın ilerlemesindeki kadınların bilgi hissesini ve becerisini bağışlamaya ve serbest bırakmaya başlarsa, hiç şüphe yok ki Osmanlı toplumu sağlam ve esaslı adımlarla ilerleme yolunda yürümeye başlayacaktır. Şimdiye kadar açıkça ifade edilen değerlendirmelerden şu sonucu çıkarmak isteriz ki, bizde kadın; genel olarak kendisine bağışlanmış medeni ve şer’i hukuk haklarına rağmen, maalesef eğitimi ve öğretimi en çok ihmal edilmiş bir kesim olmaktadır. Bu durum, kamuoyunda bir kadının okumaya zorunlu olup olmadığı hakkında hâlâ tereddüt bulunması ile anlaşılmaktadır.
Şu durumda bizim atacağımız ilk adım, çoğunluğu bu yanlış düşünceye kapılmış, aileler arasında bu saplantının yıkılmasıdır, eğitim ihtiyacı duygusunu uyandıracak adımların atılmasıdır. Bir defa kadınlarımız asırlardan beri Yüce Dinin (İSLAMİYETİN) kendilerine bağışladığı medeni hukuktan bizzat yararlanmak için, İslam şeriatının,“beşikten mezara kadar öğrenilmesini emrettiği ilim ve bilimin” yardımcı ve aydınlatıcı ışığına sığınmalıdırlar. Ve buna karşı göz yumanların (İslam’ın kadınlara verdiği hak ve hürriyetlere kör ve sağır davrananların) korkusunu gidermeye çalışanlar ise, kadınlarımız vatana öyle büyük bir hizmette bulunurlar ki, bunun büyük ödülünü gelecekte yine kendilerinin yetiştirmeyi başaracakları çocukları ve onların çocuklarından hakkıyla beklemeyi hak kazanacaklardır. Şimdi kadının en büyük görevi bundan ibaret olup kendilerini ve erkek-kız nesillerini eğitim ve öğretimden mahrum bırakmamaktır. Artık bunun dışında kalanlara ne yazık ki “uzak hayallerle oyalanın!” demekten kendimizi alamayız.
Mustafa Kemal; kalbi inancını ve hayata bakış açısını yansıtan “Kadın ve Toplum”la ilgili bu kısa yazısında tam iki defa, Yüce Dinimizin kadınlara verdiği Hak ve Özgürlüklere parmak basmakta ve “Hukuk-u Diniye (Dini Hukuk)” ve “Şeriat-ı İslamiye (İslam Şeriatı-İslami Hukuk kuralları)” tabirlerini kullanmakta, böylece bunların doğruluğuna ve uygunluğuna dikkat çekmiş olmaktadır. Fakat bu metni günümüz Türkçesiyle güya sadeleştiren Arı İnan (Afet İnan’ın kızı) Atatürk’ün “İslam Şeriatı” (İslami Hukuk ve Ahlâk kuralları) kavramını farklı türlü aktarmıştır. Şeriatı şerait diye aktarmıştır. Yani, ya “Şeriat”la “Şerait”in farkını bilmeme gibi bir şeyin mi olduğuna yoksa başka bir maksadın mı olduğuna kamuoyu karar versin. (Bak: İş Bankası kültür yy. 18. Basım. Sh. 339)
Halbuki Şeriat: İslam’ın inanç, ibadet, ahlâk ve muamelat (hukuk) kurallarının tamamıdır.
“Şerait” ise; “şartlar, koşullar” anlamındadır. Arapça ve Osmanlıcada Şeriat kelimesinde “A” “ayın” harfiyle, Şerait kelimesindeki ise “elif”le yazılır.
Dahası tesettür ile ilgili Mustafa Kemal Paşa'nın şu sözlerini aktarsak herhalde birtakım çevre kıyameti koparır:
“Eğer kadınlarımız İslam’ın tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle ve faziletin icab ettiği bir tavr-u hareketle içimizde bulunur, milletimizin ilim, sanat ve içtimaiyat faaliyetlerine iştirak ederlerse, bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi takdir etmekten geri durmaz.”(M. Kemal, A. İnan, 1968)
Yine Nisan-Mayıs 1909 tarihlerinde kaleme alınan 10 Numaralı Not Defteri'ndeki maddelerde geçen kısımlar da önemli:
“4 Nisan (17 Nisan)
1. Serez ve mühim diğer merkezlerden: Ordu kumandanına telgraf.
2. Münasip görülecek noktadan ileriye bilgi.
3. Serez'de karargâhın binekleri hakkında. Soruşturma (Arkadaşlardan biri ile, İbrahim Bey)
4. Disiplin ve namaz ve şeriata uygun gerekli nasihatlerin yapılması hakkında emir.
5. Mevcut kuvvetleri ve ihtiyaç dereceleri kıtalardan sorulacaktır.
6. Tümen kumandanı tarafından kıtalara bir beyanname. Maksat, gayret, hamiyyet, İstanbul'dakilere ait hiç kimsenin hiçbir sözünü dinlememek, başlarına
Not:
1. Erzak için Refik
2. Hattın muhafazası ordudan sağlattırılmalı.
Sarık saran hafiyelerin din perdesi altındaki icraatı menfaatten başka bir şey değildir. Din, şeriat, vatan ve millet onurunun hakiki gerekleri, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini ve onun hükümlerinin uygulanması olan anayasayı muhafaza etmektir. İşte bizim hareketimiz gibi.”(Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.1, s. 37, Atatürk'ün Özel Arşivinden Seçmeler III, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994, s. 47-74; ATASE Arşiv No: Atatürk Özel Arşivi, Kutu No:7, Defter No: 10; Ali Mithat İnan, Atatürk'ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, Ocak 1998, 2. Basım, s. 54-68.)
Bu not defterinin “31 Mart Vakası” günlerinde tutulduğunu da kaydetmekte fayda var. Notlarda dikkat edileceği üzere “Disiplin ve namaz ve şeriata uygun gerekli nasihatlerin yapılması hakkında emir” hususu geçiyor.
Bu not defterinin içinde “31 Mart Vakası Üzerine İstanbul Halkına Beyanname” başlığıyla Hüseyin Hüsnü Paşa tarafından Mustafa Kemal'e hazırlatılan beyannamenin kayda geçirilmeden evvel Mustafa Kemal'in el yazısıyla hazırladığı taslak da yer alıyor. Biraz evvel bahsettiğimiz hususları bu taslaktaki halleriyle de belirtmekte fayda var:
“Millet; hayat ve ikbali olan meşrutiyetin sekteye uğratılmak ve şeriat hükümlerinin ve umumi milli selamet ve saadetimizin sığınağı olan anayasamızın ayaklar altına alınmak istenildiğini gördü. Ve bu alçakça harekâtın asıl sebeplerine mutlaka hadlerini bildirmek lüzumunu takdir ederek bütün varlığıyla İstanbul üzerine yürümeye karar verdi. Ve ilk icra kuvveti olmak üzere bizi, İstanbul surlarının karşısında gördüğünüz işte bu Hareket Ordusu'nu buraya gönderdi.
....
Hareket Ordusu'nun maksadı, meşru ve meşruti hükümetimizi hiçbir kuvvetin sarsamayacağı şekilde kuvvetlendirmek ve şeriatın katılmasına kuvvet sarf ederek sağlamlaştırılan anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat etmek ve meşru meşrutiyetimizin istikrarından memnun olmayan vatan ve millet hainlerine son ve kati bir ibret dersi vermektir.
....
Faziletli din heyeti başımızın tacı, yüceltilmeye ve saygıya değerdir. Fakat melanet sağlamak adi menfaat maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek Muhammed'in mübarek dinini karalayıp küçük düşürmekten çekinmeyerek bozgunculuğa kalkışan birtakım hafiyeler, menfaatçiler elbette şer-i kanunun gereklerine göre muamele görmekten kurtulmayacaklardır.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s. 39, 40)
Yine Atatürk'ün dualarla açtığı I. Meclis'te yürürlüğe giren ve Yeni Türk Devleti’nin ilk anayasası olan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 7. maddesini okuyoruz beraberce:
“Ahkâm-ı Şer’iyyenin tenfizi (Şeriatın hükümlerinin yerine getirilmesi), umum kavâninin vaz’ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilanı gibi hukuk-i esasiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir.”
Ayrıca I. TBMM'nin çıkardığı Nisabı Müzakere Kanununun 1. Maddesi de dikkate değerdir:
“BİRİNCİ MADDE - Büyük Millet Meclisi, hilâfet ve saltanatın, vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şeraiti âtiye dairesinde müstemirren inikat eder.”
Geliyoruz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk anayasası olan 1924 Anayasasının 1928’e kadar geçerli kalacak olan 26. maddesine. Şöyle yazıyor:
“Büyük Millet Meclisi ahkâm-ı şer›iyenin tenfizi, kavâninin vaz’ı, tadili, tefsiri, fesih ve ilgası (…) gibi vezâifi bizzat kendi ifa eder.”Demek ki Anayasaya göre 1928 yılına kadar TBMM’nin görevlerinden biri de Şer’î hükümlerin yerine getirilmesidir. Yani Cumhuriyet’in ilk 5 yılındaki vaziyet bu. Ezcümle Atatürk'ün şeriatla ilgili söylemleri aynen böyle. O yüzden şeriatla ilgili tartışma yaparken, hele ki Atatürk’ün üzerinden yaparken bu hususlarla ilgili biraz bilgi edinerek tartışmak daha doğru olacaktır.
Kaynakça:
Nutuk 2. Cilt, 14. Bölüm
Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.1, Kaynak Yayınları, 2002
Ali Cevat, II. Meşrutiyetin İlanı ve 31 Mart Hadisesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1985
Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Derleyen: Sadi Borak. Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997, 2. Basım
Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri/Doğumundan Samsun'a Çıkışına Kadar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1990
Celal Bayar, Ben de Yazdım, Cilt: 1, Baha Matbaası, İstanbul, 1965
Atatürk'ün Özel Arşivinden Seçmeler III, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994
ATASE Arşiv No: Atatürk Özel Arşivi, Kutu No:7, Defter No: 10
Ali Mithat İnan, Atatürk'ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, Ocak 1998, 2. Basım
Arı İnan, İş Bankası kültür yy. 18. Basım. Sh. 339
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 7. maddes
Mustafa Kemal. Prof. Afet İnan, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması Tarih Boyunca Türk Kadınlarının Hak ve Görevleri. 1968
Nisabı Müzakere Kanununun 1. Maddesi
1924 Anayasasının 1928’e kadar geçerli kalacak olan 26. maddesi