Mustafa Kemal’i Anlamadan Çıkış Yolu Bulamayız
Bir Türk aydını her şeyden önce emperyalizmi tanımak zorundadır. Emperyalistlerin Türk’e bakışı, Haçlılardan beri Batı’yla olan mücadelemiz, Osmanlı’nın dışındaki bütün İslam Dünyası’nın emperyalist Batı’nın hakimiyeti altına nasıl girdiği; Osmanlı’yı bu emperyalist devletlerin nasıl yıktığı, Cumhuriyetin nasıl kurulduğu ve bu Batılı devletlerin devletimiz hakkında ne gibi ‘iyilikler’ düşündüğü iyi bilinmelidir. Bunları yeterince kavrayamayan nesillerin, Batı’nın manipülasyonuna ve zihin kontrolüne karşı durmaları son derece güçtür. Bu manipülasyon ve zihin kontrolünün etkisine girenler kolaylıkla Batı hayranı olurlar ve kendi geçmişlerine küçümseyerek bakarlar; ‘Tarihimizle yüzleşelim’ gibi Psikolojik Harp sloganlarına kolaylıkla kapılır ve kendi devletlerini düşman gibi görmeye başlarlar.
Batı’nın tarihi soykırımlarıyla ve vahşet örnekleriyle doludur. Milyonlarca Kızılderili’nin ve Afrikalının Batılı devletler tarafından yok edildiğini unutmamalıyız. Şu garabete bakın ki, tarih boyunca mazlum milletleri en zalimce yöntemlerle sömüren bu vahşi, Batı şimdi insan hakları savunucusu pozuna bürünerek bizden hesap soruyor!
Bizim tarihimizde soykırımlar yoktur. Onlar zayıfı ezmenin bir hak olduğuna inanırlar, biz ise zayıfı korumanın bir vecibe olduğuna inanırız. Biz aman dileyene kılıç sallamadık, onlar teslim olanları bile katlediyorlar. İşte Irak’ta her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor! 1.5 milyon insanın katledilmesinden bunlar sorumludur.
Bizim tarihimiz sadece askeri zaferlerle dolu değildir. Tarihin derinliklerine inildikçe sadece ecdadımızın kahramanlıklarını, kazandıkları zaferleri değil, İbni Sinaların, Birûnilerin, Harezmilerin, Farabilerin, Uluğ Beylerin, Şeyh Ahmet Yesevilerin, Mevlanaların, Hacı Bektaş-ı Velilerin, Yunus Emrelerin medeniyete yaptıkları büyük katkılarını da görürüz. Böyle büyük bir millete mensup olmanın gururunu duyarak, özgüven içinde geleceğe bakmak varken, Batılıların ve yerli işbirlikçilerinin manipülasyonlarına kapılarak, yüce milletimize barbar ve istilacı kimliği biçenler, bu yüzden kendileri de bir kompleks çukurunda debelenip duranlar bu ülkeye neler kaybettirdiklerini düşünmek zorundadırlar.
Bugün bu ülkede müthiş bir zihin kontrolü uygulanmakta, ne yazık ki, bundan milli şuur sahibi insanlar bile etkilenmektedir. Batılılar hükmetmek istedikleri toplumları yeni kavramlar üreterek ve kavramlara yeni anlamlar yükleyerek kontrol etmekte pek mahirdirler. Çağdaşlaşma kavramı da bunlardan biridir. Aydınlarımızın çoğu bir çağdaşlaşma yarışı içindedirler. Operaya-baleye gitmek, ne tür olursa olsun batı müziği dinlemek, Batılıların hayat tarzlarını taklit etmek birçokları için bir çağdaşlaşma aracıdır. Halbuki böyle bir inanca kapılmanın vahim neticesi kendi kimliğimizi kaybetmek ve kendi halkımızdan kopmaktır. Ondan sonra artık ‘Bu halk bizi anlamıyor’ edebiyatı başlar. Kendisi ile aynı frekansta olmayanları halk nasıl anlayabilir ki?
Bakınız Nazilerden kaçarak Türkiye’ye sığınan ve İstanbul Üniversitesinde 20 yıl hocalık yapan Prof. Neumark, yıllar sonra İstanbul’u ziyaretinde, “Avrupa bizi niçin sevmez?” diye soran bir öğrencisine neler söylüyor:
“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupa Türkleri sevmez, sevmesi de mümkün değildir! Asırlardır Kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir! Batı sizi savaşarak yok edemedi, kendine benzeterek yok etmeye çalışıyor!”
Bir yabancı bilim adamının gördüğü bu gerçeği, bu ülkenin okumuşlarının görememesi gerçekten hazin bir durumdur ve nasıl bir zihin kontrolü altında bulunduğumuzun da vahim bir göstergesidir. Batı’nın, Türk düşmanlığından burada birkaç örnek vermek istiyoruz.
1880-1885 yılları arasında İngiltere Başbakanı olan Gladstone Türkler hakkında şunları söyler: “Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeliyiz!”
Bu sözler de yine bir başka İngiltere Başbakanı olan ve Yunanlıları üzerimize süren Llyod George’a aittir: “Türkleri Balkanlardan sürdük, Anadolu’dan da süreceğiz!”
Çanakkale Savaşı sırasında Türklere karşı kimyasal silah kullanılmasına “Bu insanlığa aykırıdır” diye itiraz eden müttefiklerine, İngiliz donanma bakanı ve daha sonra da Başbakan olacak olan Churcill (Çörçil) şu sözleri söylemiştir: “Türkler insan değildir!”
Türk askerinin Büyük Zafer’den sonra İstanbul’a girişini gören bir İngiliz subayı bakınız duygularını nasıl dile getirmiş: “Ruhumun isyan ettiğini duyuyordum. İngiltere imparatorluğu şerefinin, bütün Asya’ya karşı, çamurlara yuvarlanması gururumu yaralıyordu!”
Lozan anlaşmasının imza töreninde bulunan bir Amerikalı gazeteci ise şu tespiti yapmaktadır: “Batı’nın Doğu önünde eğilişi hiç bu kadar aşağılayıcı olmamıştı!”
Aydınlarımızın, I. Dünya harbi sonrasında umut kapısı olan, 14 maddelik Wilson prensiplerinin mimarı ABD Cumhurbaşkanı Wilson da Türklerin Avrupa’daki varlığını tehlikeli saymakta ve hatta Türkleri İstanbul’dan da çıkarmakta kararlıydı!
Ünlü ABD’li işadamı Rockefeller’in, 1956 yılında ABD Cumhurbaşkanı Eisonhower’a yazdığı mektupta, II. Dünya Harbi’nden sonra ABD ile kurulan askeri ve ekonomik ittifak ilişkileri sebebiyle ülkemizi ‘Oltaya Yakalanmış Balığa’ benzettiğini ve ‘OLTAYA YAKALANMIŞ BALIĞIN YEME İHTİYACI YOKTUR’ tespitini yaptığını da hatırlatalım!
Bu sözler aynı zamanda ‘Dostumuz’, ‘Müttefikimiz’ ve ‘Stratejik Ortağımız’ Amerika’nın bize bakışını özetlemektedir.
Evet, görülüyor ki Amerika’dan da hayır yoktur!
İttihatçıların pek güvendiği müttefikimiz Almanya, 1914’te Osmanlı hükümeti tarafından kapitülasyonlar kaldırılınca ilk itiraz eden devlettir! 11 Ağustos 1915’te, Ruslara “İstanbul’u size verelim, siz münferit sulh yapıp harpten çıkın” teklifinde bulunan da Almanya’dır. Bulgaristan Genelkurmay Başkanı Fiçev’in Soyfa’da Ateşemiliter olarak bulunan Yarbay Mustafa Kemal’e, “Balkan Savaşı’nı Alman subaylarından, bilhassa Golç Paşa’dan, Osmanlı Ordusu’nun durumu hakkında günü gününe aldığımız bilgiler sayesinde kazandık” sözleri üzerinde düşünmek gerekmez mi?
Bir Alman Vakfının Türkiye temsilcisi olan Alman istihbaratçısı Udo Steinbach bakınız Türk Milleti hakkında neler söylüyor:
“Sorun, Atatürk’ün bir Paşa fermanıyla yarattığı yapay bir ürün olan Türk devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ilkeleridir. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını, Türkiye’de yaşanan Kürt-Türk, Müslüman-Laik, Alevi-Devlet çatışmalarında görmekteyiz!”
Bu sözler de aslında, Almanya’nın günümüzde ülkemize nasıl baktığının çok açık bir ifadesidir.
İngiltere Dışişleri Bakanı ve Lozan Barış Görüşmelerinin başkanı Lord Curzon’un, Lozan anlaşmasından sonra İsmet Paşa’ya söylediği sözlerin nasıl olup da bizzat İsmet paşa tarafından kulak arkası edildiği, Batılı ülkelerle kurulan ekonomik ve askeri ilişkilerin hangi sonuçlara varacağının nasıl olup da kestirilemediği anlaşılır gibi değildir. Curzon, bilindiği gibi İsmet Paşa’ya Lozan’da şu sözleri söylemişti:
“Davayı kazandınız. İstediklerinizin hemen hepsini aldınız. Fakat unutmayınız ki bir gün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi çaresizlik içinde koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce gene bize gelecek ve Paris’ten, Londra’dan yardım isteyeceksiniz. İşte o zaman, şimdi elde etmekle haklı olarak iftihar ettiğiniz hakların çoğunu, birer birer, tekrar elinizden alacağız!” Neleri kaybettiğimiz burada tekrarlamaya gerek var mı? Acı olan siyasi iktidarların buna rağmen hala daha ‘Görülmemiş Kalkınma’ nutukları atabilmeleri ve bu safsatalara inananların bulunmasıdır.
“Peki, tamam Batı bu. Fakat Batı ile hiç mi ilişki kurmayalım? Dünyaya mı kapanalım?” diyebilirsiniz. Batı ile tabii ki ilişki kuralım; kuralım da Atatürk’ün kurduğu gibi, haysiyetli ve milli menfaatlerimizi hiçbir zaman göz ardı etmeyen ilişkiler kuralım.
Atatürk’ten sonra gelenlerin hemen hepsi Batıya teslim olmuştur. Ayrıca bilelim ki, Dünya sadece Batı’dan ibaret değildir. Atatürk’ün İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı’nı niçin kurduğunu da bir zahmet araştıralım.
Bu ülkenin, Atatürk’ten sonra, o yüce insanın onca uyarısı göz ardı edilerek, ‘Batı’ya ram olan iktidarlar’ ve aydınlar yüzünden bu kadar düşkün bir hale geldiğini görmeden hiçbir kurtuluş yolu bulunamayacağı artık anlaşılmalıdır. Önce durum doğru tespit edilmelidir.
İsmail Şefik AYDIN
"Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir."