Mustafa Kemâl ve Mevlana

Mustafa Kemâl ve Mevlana

İletigönderen Başkomutan » Cum Ağu 12, 2011 16:54

MUSTAFA KEMÂL VE MEVLANA

Mevlana, yalnız Türk ve İslam dünyasının değil, bütün insanlığın beğendiği bir düşünür ve sanat adamıdır. Mevlana, Türk tasavvuf edebiyatının zirvesine yerleşmiş bir değerdir. Türk kültürünün taşıdığı engin hoşgörünün sembolüdür. Fikir ve kişi özgürlüğüne olağanüstü değer vermiş, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir. En kötü insanı bile, bağışlanmaya, sevilmeye layık görür. İdama mahkûm edilmiş bir suçluyu birden çok kişinin katili olmasına rağmen korumasına almış, tekkesinde ıslah ederek topluma yararlı bir insan haline getirmiştir. Çünkü o:"Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra ne iz kalır, ne işaret."düşüncesindedir.

Çocuklara da aşırı sevgi beslemiş, kendisinin azametinden ürkerek secdeye kapanan bir çocuğun karşısında o da secdeye kapanmış, bu hareket karşılıklı olarak birkaç kez tekrarlanmıştır. Gençlere karşı da kalbinin sevgi ve acıma duygusu içinde olduğunu kanıtlayan örnekler vardır. Bunlar içinde bir olay çok anlamlıdır. Selçuklu Sultanı, savaştan ganimetle döner. Mevlana'ya ganimetten on deve yükü eşya ile on cariye gönderir. Mevlana, on cariyeyi evlenme çağı gelmiş on yoksul gence verir. Ganimetlerle de düğün dernekleri yapılır.

Mevlana, her insana karşı sevgi ve saygı besler. Hamamda geçen şu olay bu bakımdan çok anlamlıdır: Mevlana bir gün hamama gitmişti. Soyunup hazırlandı, yıkanma yerine girdi. Girdi, ama girmesiyle çıkması da bir oldu. Tekrar giyindi ve gitmeye hazırlandı.

Sebebini sordular. Dedi ki:

"Soyunup hamama girmiştim. Tellak beni görünce, bana yer açmak için bir şahsı havuzun başından uzaklaştırdı. Benim yüzümden rahatsız edilen o kişiye karşı utancımdan o kadar terledim ki dayanamayıp dışarı çıktım!"

Mevlana'nın dünyaca benimsenmesi ve evrenselleşmesinde, kültürümüzden kaynaklanan sonsuz hoşgörünün payı büyüktür. Doğumunun 800. yılının Unesco'ca dünya çapında kutlanmasında, adına kurulan Mevlevilik Tarikatı'nın İngiltere'den Amerika'ya kadar yayılmasında, Alman şairi Goethe'nin ve ünlü ressam Rembrant'ın ondan derinden etkilenmesinde şu sözünün rolü vardır: "Gel, gel, ne olursan ol, gel! İster kâfir, ister Mecûsî, ister puta tapan ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"

Yüreği insan sevgisi ile dolu bu yüce insan, Türk olduğunun bilincindeydi. Şiirinin manevi dokusunda Türk kültürünü işliyor, Türk'ün bakış açısını yansıtıyordu. Bir şiirinde "Türk gibi çevik ol, Acem gibi mıymıntılık etme" diyor ve Türklüğe ve Türk milletine övgülerde bulunuyordu. Mevlana şiirlerini Farsça yazdı. Mesnevi'sinin sadece 18 beyiti Türkçedir. Divan-ı Kebir'inde de az da olsa Türkçeye ve Rumcaya yer vermiştir. Mevlana'nın Türkçe yerine Farsça yazması eleştirilmiştir. Çünkü Farsça yazdığı için İran onu kendi şairi olarak kabul etmiş hatta ilkokullarda okutulan ders kitaplarına Şah ve ailesinden sonra onun resimlerini ve şiirlerini -metin örnekleri olarak- koymuştur.

Mevlana'nın Farsça yazmasını kimileri geleneksel olarak "O yüzyılda Türkçe, Anadolu'da ileri bir "şiir dili" olarak daha gelişmemiş bulunuyordu." hükmüne bağlamışlardır. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Orhun Yazıtları'nı, Kutadgu Bilig'i, Atabetül-Hakayık'ı, Divan-ı Hikmet'i ve Mevlana'dan iki yüzyıl önce DİVAN Ü LÜGAT-İT TÜRK'ü Anadolu'ya gelmeden var eden bir dilin şiire elverişli olmadığı veya yeterince gelişmediği gülünçtür. Mesele Anadolu ise DEDE KORKUT niçin dikkate alınmaz. Çok sonraları yazıya düzyazı biçiminde geçse de bu eserin dili şiirseldir ve Mevlana'nın şiir söylediği dönemde oluşmuştur. İşin aslı Selçuklu Devleti'nin edebiyat ve sanat dili olarak Farsçayı benimsemesidir.

Nitekim 1277'de Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçeden başka dillerin kullanılmasını yasaklayan fermanı bu yüzden çıkarmıştır. Öyle ki Mevlana Farça yazmaktan rahatsızlık duymuş "Egerçi Hinduguyem aslem Turk est" dizesini yazmak zorunda kalmıştır. Farsça olan bu beyit: " Her ne kadar Farsça yazsam da ben Türk oğlu Türk'üm." anlamına gelir.

Mevlana'nın Türk'e, Türk töresine göre kurulmasına esin kaynağı olduğu Mevlevi Dergâhına bağlı insanlar arasından çok sayıda Türkçü aydın yetişmesi sebepsiz değildir. Mevleviliğe bağlı bu kişiler, özellikle Cumhuriyet'in kurulma döneminde çeşitli görevler almışlardır.
Cumhuriyet'in kurucusu ulu önder Atatürk de Mevlana'ya ilgisiz kalmamıştır.

Atatürk'ün Mevlana'nın fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. Bir Konya gezisi sırasında söylediği şu sözler, Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: "-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz. Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi..."

Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergâhı eski postnişinlerinden Velet Çelebi de davet edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz. Mevlana'ya gelmiş, yüce Atatürk şunları söylemişti:

    "- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör… Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir.

    Hz. Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah'a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir."

Velet Çelebi, Atatürk- Mevlana ilişkisi konusunda şunları söylemektedir: Atatürk'ün İslamiyet'e şekilcilik katarak onu asıl ruhundan uzaklaştıranlara verdiği en mükemmel mesajlardan birisi. O birçok kez dinin insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla anlaşılmadığını belirtirken, Mevlana'nın da yanlış ve eksik yorumlandığına da temas etmiştir. Bir gün Konya milletvekili Naim Onat'ın sözde Mevlana'yı yermek istemesi üzerine Atatürk'ün söylediği şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle düşünülmesi gereken ifadelerdir:

"-Eğer Mevlana'yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana'yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek."

Velet Çelebi, Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya'ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Mevlana'nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadet'i ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Mevlana'nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamıştır.

Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken, Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergâhı ve türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması" emrini vermiştir. Bir süre sonra, Bakanlar Kurulu kararı ile dergâh, müze haline getirilmiştir.

Atatürk, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9′uncu defa geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21 Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde geçirmiştir.

Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı anlattıklarına göre, Atatürk müze müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel'e çevirisini yaptırmıştır.

Atatürk çevirideki: "Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen. Garip âşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır." açıklamasını işitir işitmez şöyle demiş:

    "Hz. Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi… Doğrusu ben, 1923 yılındaki ziyaretim sırasında, bu dergâhı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergâh ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergâhı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermiştim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir müze olmuş..."

Cemal Kutay'ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal'e emrindeki yardımcılarının "Paşam Hz. Mevlana'nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı. Bu bir sakınca doğurmasın" demeleri üzerine Atatürk'ün verdiği cevap ilginçtir:

Eğer, Hz. Mevlana'yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım. Çünkü, Hz. Mevlana'yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktadır."

Dr. Hüseyin Yeniçeri
12 Ağustos 2011 Ortadoğu Gzt.
http://www.mevlana.com/mevlana_dosyalar/ataturk.htm
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 8 konuk

x