Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 16, 2011 4:10

26 Ağustos'un Anlamı ve Bugünkü Vaziyet Türkiye'nin Yeniden Kuşatılması

26 Ağustos'un Anlamı ve Bugünkü Vaziyet Türkiye'nin Yeniden Kuşatılması -Yeni Emperyalizm- Ve Geçmişin İşbirlikçileri...

Bugün 26 Ağustos. Yani "Büyük Taarruz'un başladığı gündür. "Büyük Taarruz'un "Büyük Zafer" ile sonuçlanması zamanın emperyalizminin, o emperyalizmin önde gelen ve adına "Düvel-i Muazzama" denilen emperyalist devletlerin "Tarihi yenilgisini" anlamaları ve dünya dengelerinin değişmesidir. Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün "Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ile ilgili olarak söylediği şu sözler, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin temel Felsefesinin esaslarından birisini de anlatmaktadır.

1-"MAZLUM MİLLETLER"...

İşte o sözler şöyledir:
"...Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü, savunduğu dava bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu'nun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile birlikte olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini takip edecektir..." Bu sözler 7 Temmuz 1922 günü söylenmiştir.

2- SARSILAN DÜNYA...

26 Ağustos milletler cemiyetinde tarihsel bir döneminde başlatılacağı gün olacaktır. 30 Ağustos Zaferi'nin dünya dengelerini değiştirmesi ile zamanın emperyalizmi "müstemlekelerini kaybetmeye" başlamıştır. "Mazlum milletler emperyalizme karşı ayaklanmaya ve bağımsızlıklarını elde etmeye girişmişlerdir. Emperyalist devletlerin mazlum milletleri "Siyasi ve iktisadi bir köle" gibi kullanmalarının, kaynaklarını paylaşmalarının" sonu gelmeye başlamıştır.

3- EMPERYALİST ÖFKE...

"26 Ağustos" Büyük Taarruz'un başladığı gün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin doğuşuna doğru ve o'nun neticesinde Cumhuriyet'in ilanına ve tarihi Lozan'a da gidişin son adımlarındandır. 26 Ağustos ve 30 Ağustos kutlanırken bu tarihsel anlam o kutlamaların içinde yok ise o zaman demektir ki, "Büyük zafer'in anlamı tam olarak" kavranamamıştır. Emperyalizm dün "Büyük zafere öfkelenmiştir. Onun neticelerine öfkelenmiştir. " Ve emperyalizm hala o öfkenin getirdiği aşağılık kompleksi ile Türkiye üzerinde oyunlar oynamakta ve tarihsel bir öç alma siyasetini takip etmektedir.

4- TÜRKİYE'NİN KUŞATILMASI...


Cumhuriyet'in ilanına gidilirken İzmir İktisat Kongresi Mustafa Kemal Paşa'nın isteği ile toplatılmıştır. O kongrenin toplanmasında görev alanların başında Hamdullah Suphi Bey de vardır. İzmir İktisat Kongresi, iktisadiyatta "Devletlerarası ilişkileri kabul etmiştir" Ama,

1- Müstemlekeciliği, 2- İktisadi teslimiyeti reddetmiştir. Fakat, şimdiki zamanda emperyalist devletlerin yeni temsilcileri Türkiye'nin siyasi ve iktisadi kuşatılması, kaynalarının paylaşımının peşindedirler. İzmir İktisat Kongresi, devletlerarası iktisadi münasebetleri kabul etmiştir. Ama, "Milli tarım", "Milli endüstrinin yüceltilmesi"ni de esas almıştır.

5- MİLLİ NE VARSA...

Şimdi "uyduruk bir globalleşme" Türkiye'yi de sarmalına almaktadır. "Yeni mazlum milletler ortaya çıkarmaktadır" İşte işgal edilen, parçalanan, bütün kaynakları paylaşılan Irak onlardan sadece birisidir. Türkiye üzerindeki siyasetleri ise değişik yollarla ortaya konulmaktadır.Cumhuriyet'in millileştirdiği ne varsa tek tek yabancılaşmaktadır. Ve bu yolda siyasi iktidar tarihsel hatalar yapmaktadır. Özelleştirme adı altında tarihsel hatalar ile devreye sokulan siyaset sonucunda, Limanlar dahil yabancılaşmakta, toprak satışları, yapılmaktadır. Milli tarım, milli endüstri artık son demlerini yaşamaktadır.

6- MİLLİ DEMİRYOLU...

Mesela Brüksel'in son talepleri arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin "Demiryolları"nın bile özelleştirilmesini, yani "satılmasını" talep etmektedir. Cumhuriyet o zamana kadar yapılmış olan demiryollarını da millileştirmiş ve "Demiryolu siyaseti ile" Türkiye'yi demiryolları ile örmüştür. Ancak, bu demiryolları şimdi yetim kalmış bir çocuk gibi boynunu bükmüş, son anlarını beklemektedir. "Tüyü bitmedik yetim hakları ile de yapılmış" bu demiryolları yakında "yabancılaşacaktır" Ve böyle bir ortamda 26 Ağustos günü vardır. Eğer bu yabancılaşmalar varsa, demek ki 26 Ağustos'un anlamı tam olarak kavranılamamıştır.

7- REZİL HARİTALAR...

30 Ağustos Zaferi ile tarihsel yenilgisini alan zamanın emperyalizmi bunu hiç affetmemiştir. Anadolu'yu parçalayamamıştır. Mabadına Türk Ordusu ve milletinin tekmesini yemiş çekip gitmiştir. Ama, "öç alma" peşindedir.
Mesela, tetikçi PKK terörünü ortaya çıkarmış ve ardından da, ulus devlet, milli devlet, üniter yapı üzerinde sistemli bir tartışma başlatmıştır. Ve bunu başlatırken, tetikçi terörü ortaya çıkarırken de o eski rezil, kepaze, alçak Sevr haritalarını çizmeye ve dağıtmaya başlamıştır. O rezil harita bir NATO toplantısına kadar indirilmiştir. Ama, oradaki Türk subaylar o haritayı masaya koyanların ağzının payını vermiştir.

8- 20 AĞUSTOS 1922 GÜNÜ...

"Anadolu'yu parçalamak isteyen zamanın emperyalizmine karşı" Büyük Taarruz başlatılmadan önce Mustafa Kemal Paşa 20 Ağustos 1922 günü "Gizlice" Akşehir'e gitmiştir. Orada komutanlarla gizli bir toplantı yapılmıştır. Ve Başkomutan olarak şu emri vermiştir:


"...Taarruz 26 Ağustos'da Afyon'un Güney bölgesinde baskınla başlayacaktır. İkinci ordu iki kolordusunu gece yürüyüşleri ile gizlice Birinci Ordu emrine aktaracak. Suvari Kolordusu'da gece yürüşleri ile Sandıklı'ya giderek piyadelerin düşman cephesini yarmasına müteakip içeri dalarak düşmanı çöktürmeye uğraşacaktır..." (Geniş bilgi ve belgeler için, Bak, Taylan Sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete, Üç Dönemin Galerisi. Kum Saati Yayınları)

9- İŞBİRLİKÇİLER...

Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşı çıkan "işbirlikçiler" vardı. Bunlar ABD ya da İngiltere mandaterliği peşindeydirler. İstanbul'daki işbirlikçi Hükümet de İngiliz altınları ile kurduğu bir orduyu Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali orduları üzerine saldırtmış, bu ordularımızı arkadan vurdurmuştu. Onun yanında 16 ayaklandırma ile Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali orduları yine arkadan vurulmuşlardı. Yani hem emperyalist ordular hem de işbirlikçilerin kuvvetleri ile savaşılmıştır.

Resim

10- KİMLER VARDI...

"İşbirlikçi İstanbul hükümeti" şöyle teşekkül etmişti.

"1- Adem-i Merkeziyetçi ve İngiliz istihbaratı ile işbirliği içinde olan Prens Sabahattinciler,

2- İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (Partisi)

3- 1909 ayaklanmasını çıkartarak Anadolu'da ve İstanbul'da kan döken Derviş Vahdeti uzantıları.

4- Prens Sabahattin ile işbirliği içindeki zamanın "liberalleri"

5- Saray'ın tayin ettiği istediği isimler.

11- ANLAMINI İYİ BİLMEK...

30 Ağustos Zafer'ine giden 26 Ağustos'un ve onun neticesindeki Cumhuriyet'in, Cumhuriyet'in esaslarının, siyasi ve iktisadi esaslarının, Lozan'ın "siyasi ve iktisadi bağımsızlık" ilkesinin esaslarını iyi bilmek gerekmektedir. Bunları bilmeden, bu esaslara bağlı kalmadan 26 Ağustos ve 30 Ağustos üzerinde konuşulamaz. Ama şimdilerde bu "Büyük Zaferi'in anlamı karşısında olan kimileri" de vardır.

12- TARİH VE ZAMAN...

Şimdiki zamanda önemli tarihsel hatalar yapılmaktadır. Devletlerarası siyasi, iktisadi işbirlikleri elbet de olacaktır. Ama, bu işbirlikleri, iktisaden bir iktisadi teslimiyeti getiriyor ise, bunu bin defa düşünmek gerekmektedir.

Milli endüstri yabancılaşıyor, bütün iktisadiyat olması gereken devletlerarası ilişkilerin dışına çıkıp da tam bir iktisadi teslimiyet tarihsel hatalar ile gidiliyor ise bunun anlamını ve sonuçlarını iyi düşünmek, eğer bütün finansal yapı yabancılaşmakta ise bunun nelere mal olacağını iyi hesap etmek gerekmeketedir.

Geçmişte "Kapitülasyonlar döneminde de" Bütün iktisadiyat yabancılaşmış, Anadolu tam bir müstemleke olmuştu. Şimdi, yine yabancıların siyasetleri dahiliyetinde, Anayasa'nın nasıl olması gerektiği hesapları bile yapılmaktadır. Bunları düşünmek gerekmektedir.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



27 Ağustos: Büyük Taarruzun İkinci Günü

27 Ağustos: Büyük Taarruzun İkinci Günü, Ama Herkes Suskun Fakat Dışarısı Konuşuyor: "Köylüye Destekten Vazgeçin- KKTC 'den Vazgeçin- Montrö Gözden Geçirilsin - Toprak Satışı ve Maadin Nizamnamesi -Lozan'ı Gözden Geçirin Anayasanızı Şöyle Yapın"

26 Ağustos'du, Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin doğuşuna, parçalanmak istenilen Anadolu topraklarının kurtarılışına giden yolun, Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin "Büyük Taarruz"un başladığı gün, Peki hiçbir ses, hiçbir açıklama, siyasetten hiçbir ses duyduynuz mu? Varlığını ona borçlu olanlardan, varlığını 26 Ağustos'a borçlu olan TBMM'den bir ses duydunuz mu? Ama, bakın önde gelenler nelerdir?

AB'li Rehn, "KKTC'nin tarihe gömülmesi siyasetine devam etmektedir. Washington'un egemenlik hakkımız olan Montrö anlaşması üzerinde hesaplar yaptığı verilen haberlerdendir. Anayasamızın nasıl yapılması gerektiği artık "dışarılara" kalmıştır.

1- KAÇAK KULELİLİ...

Peki 27 Ağustos günü ne olmuştur? Emperyalist işgalcilerin ordusu bozguna uğramaya başlamıştır. Balmahmut Güneyi'ndeki tayyare alanlarını bozarak tayyarelerini Uşak'a doğru kaçırmıştır. Ama, orada da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Ordusu'nun baskısını yaşayacaktır. İkinci Tümen'imiz Akçasar'a varmış, Küçükköy'e kadar olan demiryolu üzerinde emperyalist ordu ile savaşa başlamıştır. Bakınız o gün ne olmuştur?

Kuleli Askeri Lisesi'nden kaçarak Türk Ordusu saflarında da yer alan Bayramiçli Lütfü Osman şehit olmuştur. Teğmen Süreyya ağır şekilde yaralanmıştır. Bunlar ve ötekiler Kuleli Askeri Lisesi'nden kaçarak Ankara'ya gelmiş ve cepheye yetiştirilmişlerdir.

2- KÖYLÜLERİMİZ VE AB...

Şimdi dikkat: 26 Ağustos'da taarruza başlayan Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Orduları içinde yer alan Türk köylüleri çocukları, şehirlerimizin genç çocukları şehit düşmeye başlamışlardı. Köylü çocukları subaylar ve Mehmetçikler vuruşuyorlardı.


Şimdi bir habere bakalım: Avrupa Birliği'nin talebi ile Hükümet'in tarıma desteğe son vereceği haberi dikkat çekmektedir. Yani Türk Milli Tarım'ının çökmesine bir adım daha tarihsel hata ile böylece atılmış olacaktır. Verilen habere göre, 2011 yılından itibaren de destek alımları yapılmayacak, gübreye ve ilaca destek verilmeyecektir.

3- "İTHAL EDİVERİN"...

26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz Cumhuriyet'e giden yolun adımlarındandır. Cumhuriyet Milli Tarım, Milli Endüstri esasına da İzmir İktisat Kongresi ile getirmişti. Ama "Şimdilerde" ne olmaktadır? Türk köylüsü tarihsel hatalar ile "perişanlığa" itilirken, yabancı tarım ürünleri ithalatı ile yabancı tarım ürünü istilası başlamıştır. Böylece Türk köylüsünün çiftçisinin milyar Dolarlık kaynakları yabancı tarım dünyasına aktarılmış olmaktadır. Ve Büyük Taarruz'da şehit olan Türk çocukları, köylü çocukları, şehirli çocuklar önlerinde burada saygı ile eğiliyorum. Vatan topraklarında yatmaktadırlar.


4- VE YILDIRIM KEMAL...

27 Ağustos günü Büyük Taarruz'un ikinci gününde bakın başka ne olmuştur? İzmir'li genç teğmen Yıldırım Kemal hastadır. Ateşler içindedir. Kabına sığmaz bir gençtir. Birden hastahaneden kaçıp gelmiş, Suvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa'nın önünde hazırola geçmiştir. Ve şöyle demiştir: "...Taarruz haberini alır almaz hastahaneden çıktım ve geldim.Emrinizdeyim. Vazife veriniz..."

Paşa şöyle demiştir: "...Eski vazifenize devam ediniz..." Yıldırım Kemal şu istekte bulunmuştur: "...Kılıcımı sallayarak İzmir'e önde girmek isterim. Beni en ilerdeki alaya göndermenizi istiyorum..."

5- İKİ SAAT SONRA...

Yıldırım Kemal'in istediği olmuş, Aradan iki saat geçmiştir ki, Altay Paşa'ya Yıldırım Kemal'in şehitlik haberi gelmiştir. Ve Küçükköy İstasyonunda emperyalist ordularla savaşan Yıldırım Kemal, Vatan topraklarına verilmiştir. Ve o istasyonun adı da Yıldırım Kemal İstasyonu olmuştur. Şimdiki Yıldırım Kemal ismi oradan gelmektedir. İkinci Alay'dan İstanbul'lu Selahaddin, Beşinci Alay'dan Kırıklareli'li asteğmen Mehmet Azmi de o gün Mehmetçiklerle beraber şehit olmuşlardır. Ve Büyük Taarruz baskını devam etmektedir. (Geniş bilgi ve belgeler için bak Taylan Sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete. Kum Saati Yayınları)

6- BU NE SESSİZLİK...

Türkiye Cumhuriyet'i Devleti'nin kuruluş günlerine doğru gidişin önemli tarihsel dönemeci 26 Ağustos, Büyük Taaruz Günü için hiç ses yoktur. Geçmişte savaştığımız Batı Avrupa emperyalist devletlerinin önemli bir kısmı şimdi Avrupa Birliği içindedirler. Geçmişte bunlara Düvel-i Muazzama denilmişti. Ama, işte o Düvel-i Muazzama Milli Mücadele ve Anadolu İhtilalinde tarihsel yenilgisini almıştır. Anadolu'yu parçalayamamışlardır. Yenilmiş ve gitmişlerdir.

7- AMA, ONLAR KONUŞUYOR...

26 Ağustos'ta sessizlik vardır. Ama, Avrupa Birliği, Brüksel konuşmaktadır. Anayasanızı şöyle yapın demektedirler. KKTC'den artık vazgeçin demektedirler. Türk çiftçisine, Türk köylüsüne tarımsal destek vermeyin demektedirler. Teröre siyasi çözüm bulun demektedirler. Çünkü, emperyalizmin tetikçisi terörü siyasi ve lojistik olarak desteklemişlerdir. Yeni bir vakıflar Kanunu istemişlerdir. O kanun tarihsel hatalar ile çıkarılmıştır. Yeni Vakıflar Kanunu Lozan'da reddedilen "Kapitülasyon" esaslarını da taşımaktadır.

8- "KILIÇTAN GEÇİRİLDİLER"...

27 Ağustos günü ne olmuştur?İkinci Tümenimiz, Akçasar'a yürüyordu. Düşman Balmahmut istikametinde çekilmek isterken Suvari Kolordusu yollarını kesmiştir. Düşman çekilirken bütün köyleri yakmıştır. Taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmamıştır. Ama, Suvari kolordusu birlikleri yetişmiştir. Suvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa'ya şu haber gelmiştir: "...Balmahmut istikametinde çekilen düşman dağıtılmış ve kılıçtan geçirilmiştir..." Tabiii yeni şehitlerimiz de olmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği taarruz emrine göre "düşman cephesi artık yarılmıştır."

9- ŞİMDİKİ ZAMAN...

26 Ağustos neden sessizce karşılanmıştır? Bu ne sessizliktir? Ebedi dostluklar da yoktur, ebedi düşmanlıklar da, ama, bu tarihsel gün acaba "...Aman AB'li devletler alınırlar..." düşüncesi ile mi sessiz karşılanmıştır. E ama zaten tarih kitaplarından Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali geniş bilgileri çıkarılmaya başlanmadı mı? Şimdi Türkiye "Üreten Türkiye olmaktan" çıkarılıp tarihsel hatalar ile neredeyse "tam tüketen bir toplum" haline dönüştürülmektedir.

10- VE MAADİN NİZAMNAMESİ...

26 Ağustos günü Büyük Taarruz başlatılmıştı. 27 Ağustos'da devam etmiş Vatan topraklarının kurtarılması savaşı sürmüştür. Ama bakınız ne olmuştur? Bir süre önce yine tarihsel hatalar ile "Yabancılara toprak satışlarının önü açılmıştır" peki bu geçmişte olmuş mudur? olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Batı Avrupa Devletleri'nin isteği ile Kapitülasyon kanunları dahilinde yer alan Maadin Nizamnamesi çıkarılmış ve yabancılara toprak satışının önü açılmıştır. Lozan'da bu da ortadan kaldırılmıştır. Ama işte yeni tarihsel hatalı kanunla geri dönmüştür.

11-BİZİM TARİHİMİZ...

Hiçbir Avrupa ülkesinde, devletinde bizim tarihimize benzer tarih yoktur. Bizim Ordumuz gibi "Kurucu Güç" olan orduları da yoktur. Yedi düvel üzerimize çullanmıştı.


Anadolu'yu müstemleke haline getirmişler sonra da paçalamak istemişlerdi. Ama, tarihsel yenilgilerini de almışlardır. Peki 26 Ağustos Büyük Taarruz'un başladığı gün bu ne sessizliktir? Ama dışarısı konuşmaktadır. "Tarıma destek olmasın. Montröyü gözden geçirin, Lozan'ın gözden geçirilmesi gerekmektedir. KKTC'den vazgeçin.

Yani KKTC Türklerinden ve Akdeniz'deki menfaatlerinizden vazgeçin. Üretmeyin ithal edin. Bankalarınızı yabancılaştırın. Limanlarınızı özelleştirin. Yani yabancılara satılmasının önünü açın. Sonrası mı?

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



ABD'nin Akdeniz ve Karadeniz'e ilgisi kuruluşundan hemen sonra başlamıştır.
9 Kasım 1862 yılı Osmanlı-ABD anlaşması...

26 Mart 1922 Komiserler

26 Mart 1922 Komiserler: "Çanakkale Bir Daha Olmasın" Ağustos 2008: "Montrö'yü Gözden Geçirin" Dünkü Ve Bugünkü Siyasetler...

Gürcistan'daki olayların ardından "Türkiye'nin boğazlar hakimiyeti ve bunu temin eden Montrö Anlaşması" şimdi yine tartışmaya "açılmıştır" İşin özü budur. ABD ile Batı Avrupa Devletleri'nin temel siyasetlerinde Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın durumu tarihsel süreçte de hiç tartışmalardan uzak bırakılmamıştır. Şimdiki zamanda Karadeniz siyaseti için yine Boğazlar ve Montrö anlaşması "şal altından da olsa" yeniden masaların üzerindedir.

1-26 MART 1922 DE NE OLDU?...

Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni sürdürdüğü sırada, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin tam olarak başarılmayacağını düşünen o zaman adına Büyük Britanya denilen İngiltere, Fransa ve İtalya Yüksek Komiserleri, Poincare, Curzon, Schanetzer Saray'a ve Sadrazamlığa şu ültimatomu vermişlerdir:


"... Yakın Şark'taki durumu müzareke ettik. 1914 de Çanakkale Boğazı'nın kapatılması yüzünden Avrupa'nın göze almaya mecbur kaldığı tehlike ve fedakarlıklara bundan böyle hiçbir zaman maruz kalmaması için icab eden tedbirler alınacaktır. Müttefik Kuvvetler Gelibolu'da devamlı olarak kalacaklardır..."

2- ÇANAKKALE VE TARİH...

Zamanın emperyalist donanmaları Çanakkale'yi geçememişlerdi. ABD kurluşundan itibaren Karadeniz siyasetini tesbit etmiş ve Karadeniz'i açılmak istemiştir. Batı Avrupa Devletleri de aynı siyaset içinde olmuşlardır. Çanakkale Zaferi sonunda tarihsel kayıtlar şöyledir: "...Bu zaferle Mustafa Kemal hem Anadolu'nun işgalini önlemiş hem de müttefik devletlerin Karadeniz'e çıkmaları engellenmiştir. Dünya dengeleri Çanakkale ile değişik bir hal almıştır..."

3- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Putin Rusyası'nın dünya dengeleri ve bölge siyaseti üzerinde rol almaya başlaması ve ardından Gürcistan olayları, Boğazlar ve Montrö Anlaşması'nın ABD ve Batı Avrupa devletleri tarafından yeniden gündeme getirilmesine neden olmuştur. Zaten uzun zamandır da Washington Montrö Anlaşmasının gözden geçirilmesini ve yumuşatılmasını istemekteydi. 26 Mart 1922 tarihli Yüksek Komiserler talepleri ile bugün Montrö Anlaşması'nın yumuşatılması siyaseti az farkla örtüşmektedir.

4- 1922: ORTAK YÖNETİM...

1922 yılının 26 Mart günü başlayan, 23,24,25 ve 26 Mart günleri devam eden Yüksek Komiserler Poincare, Curzon, Schantzer toplantısında şu karara varılmıştır: "Boğazlar milletlerarası bir komisyonun idaresinde bulunacak, geçişler bu komisyonlar tarafından düzenlenecektir. Müteffik Devletler buralarda asker bulunduracaklardır. Milletler Cemiyeti de Boğazlardan geçişi düzenleyecek heyete nezaret edeceklerdir." Yüksel Komiserler'in aldıkları bu kararlar oldukça uzundur.

5- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Bundan bir süre önce Boğazlar meselesi ve Montrö yeniden tartışılmaya başlandığında İstanbul Limanı'nın düzenlemesinin uluslararası bir şekle dönüştürülmesi de teklif edilmişti. Aynı zaman içinde Washington Montrö Anlaşması'nın gözden geçirilmesini yine talep etmiştir. Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın 1- Stratejik, 2- İktisadi stratejik özellikleri tarihsel süreçte ne ise bugün de o sürecin siyaseti içinde görülmektedir.

6- KARADENİZ VE KAYNAKLAR...

Karadeniz su altı kayanakları bakımından zengin olduğu gibi, petrol ve doğalgaz alanlarının kontrolü, ve Rusya'nın da Kardeniz'den kontrolü altında tutulması bakımından önemlinin de ötesinde öneme sahiptir. Batı Avrupa Devletleri'nin olduğu gibi Washingtonun da tarihsel siyaseti Karadeniz üzerinden hiç eksik olmamıştır. ABD tarihsel süreç içinde sürekli olarak Karadeniz'e açılmak ve yerleşmek istemiştir. Batı Avrupa Devletleri Çanakkale Savaşı sırasında bu siyasetlerinde başarılı olacaklarına inanmışlarsa da Çannakale'de tarihsel yenilgilerini yaşamışlardır.

7- 9 KASIM 1800 YILI VE ABD...

ABD'nin Akdeniz ve Karadeniz'e ilgisi kuruluşundan hemen sonra başlamıştır. Washington'un temel dış siyasetelerinden birisi de bu olmuştur. 9 Kasım 1800 günü zamanın ABD Başkanı Adams bir emrivaki ile George Washington harp gemisini İstanbul'a göndermiştir. Bu karasularımıza giren ilk ABD savaş gemisi olmuştur. Bir ABD'li seyyahın notlarına göre Türkler ABD'nin nerede olduğunu bile bilmiyorlardı.

ABD'nin Karadeniz siyaseti o zamanlardan başlamaktadır. 1825 yılında bugünkü limanlarımıza konsoloslarını tayin ettirmek istemiş bunda da başarılı olmuştur. ABD daha sonra İngiltere gibi devletlere verilmiş olan Kapitülasyon haklarının kendisine de verilmesini istemiştir. 1828 yılında ABD Delos adlı ticaret gemisini emrivaki yaparak Karadeniz'e çıkarmıştır. Osmanlı Devleti bu emrivakiyi de kabullenmiş, Anadolu'da ticaret faaliyetleri başlamıştır. Anadolu'nun müstemleke haline gelmeye başladığı yıllarda o zamanlardır. 1862 yılında ABD ile Osmanlı devleti arasında artık bir ticaret anlaşması imzalanmıştır.


Kapitülasyon şartlarını taşıyan o anlaşma ile ABD imtiyazlı devlet olarak kabul edilmiştir.

8- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamana bakarsak: Mesela limanların özelleştirmesi, yabancılara açılması ve o hakimiyet altına sokulması siyaseti geçmişten de gelmektedir. ABD'nin Anadolu'da ticaretini artırması ile mesela pamuk piyasasına hakim oluşu vardır. Şimdi de çökmekte olan Türk pamuğu yerine ABD ve Yunanistan pamuğu hakim olmaya başlamıştır.

Cumhuriyet'in ilanın ardından Lozan'da Kapitülasyonların kaldırılmasına Batı Avrupa devletlleri karşı çımışlardı. Ama, karşılarında Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin Başkenti Ankara vardı. Mağlup emperyalizm kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmişti. Ardından da Montrö Egemenlik Anlaşması gelmişti. Şimdi yine hem kapitülasyonların peşindedirler. Hem de Montrö Anlaşması'nın gözden geçirilmesini istemektedirler.

9-DEĞİŞMEYEN SİYASET...

Türkiye üzerinde değiştirmedikleri siyasetleri vardır. Mesela misyonerlik. Bakınzı 1810 yılında ABD'nin Massachussettes kentinde American Board adını taşıyan bir misyonerlik teşkilatı kurulmuştu. Ardından da ABD'nin Kudüs siyaseti Batı Avrupa devletleri ile birlikte yeni şekilleri ile başlamıştır.

Anadolu'da yabancı okulların geniş imtiyazlar ile açılmaları bu tarihlere rastlanmaktadır. Aynı tarihlerde geniş imtiyazlara sahip azınlık okullarının açılmaya başladığı görülmektedir. Bugünlerde Anadolu'da misyonerlik faaliyetleri yaygınlaşmıştır. Anadolu'da etnik araştırmalar yapmakta ve bunu belli bir merkeze göndermektedirler.

10- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamanda ABD ve Batı Avrupa develetlerinin karadeniz siyasetleri devam etmektedir. Putin Rusyası'nın etkinlik almaya başlaması Karadeniz siyasetlerini daha da etkin hale getirmektedir. Şimdi dikkat. Cumhuriyet azınlık okullarının imtiyazlarını kaldırmıştı.

Şimdiki siyasi iktidarın tarihsel hatalar ile çıkardığı Yeni Vakıflar Kanunu ile yabancılar geniş imtiyazlar elde ederlerken sanki yeni kapitülasyon haklarını yeniden elde etmişlerdir. Azınlık okulları da geçmişteki imtiyazlarına tekrar kavuşmuşlardır.

Ve bu arada Montrö Anlaşmasının gözden geçirilmesi talepleri vardır. Eğer özetlersek Türkiye geçmişteki çöktürülüş şartlarına çekilmek istenilmektedir. Lozan üzerinde zaman, zaman, tartışmalar açılmaktadır. Şimdiki halde durumun sadece bir bölümü böyledir.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 30, 2011 0:31

30 Ağustos'a Giderken

30 Ağustos'a Giderken Orgeneral Koşaner'in Tarihsel Uyarısı Cumhuriyet Ve Türk Ordusu -
Yeni Emperyalizmin Türkiye Üzerindeki Siyasetlerine Cevaplar- "Yuvalanmış" Olanlar...


28 Ağustos günü emperyalist düşman orduları artık tam olarak dağıtılmaya başlanmıştı. Çember içine alınmaktaydılar. "Baskın" şeklinde başlayan Büyük Taarruz'un neticeleri alınıyordu. Dumlupınar'a doğru kaçan düşmanın yeni bir cephe tutması da önlenmişti. Türk Ordusu çemberi daraltıyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın karargahı sürekli olarak cephenin en ön saflarında yer almıştır. Türk Ordusu son hücum hazırlıklarına başlamıştı. 29 Ağustos günü yine şehitler verilmişti. Mehmetçikler arasında Yüzbaşı Şekip'de vardı.

1- ÇEMBER VE İMHA...

Türk Ordusu, Anadolu'yu yakıp yıkan, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayan, cinayetler işleyen, köylerimizi yakan emperyalist ordu kalıntılarını "imha etmeye karar vermişti. Ve 29 Ağustos gecesi Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay) tümenlerine şu emri vermiştir: "...Yarın Murat Dağı'nın Kuzey'indeki Belova geçidi tutularak ormanların arasındaki yoldan düşman kuvvetlerinin çekilmesine engel olunacaktır..." Emir "bırakın kaçsınlar" değildir. "İmha emri"dir. Çünkü, cinayetler işleyen düşman ordusuna karşı ancak bu emir verilirdi.

2- ULUS VE MİLLİ DEVLET...

Anadolu'yu parçalamak, Anadolu'da devletçikler kurmak, Türkleri ortadan kaldırmak, Anadolu'dan sürmek siyasetindeki zamanın emperyalizmi, bir gün sonra yani 30 Ağustos günü "tarihi yenilgisini" kesin olarak alacaktır. Emperyalist ordularla savaşan Türk Ordusu, ne yazık ki emperyalistlerin altınları ile kurulan ve 16 iç ayaklanma çıkaran kuvvetler tarafından da arkadan vurulmuştu. Ama, onlar da derslerini almışlardı. 30 Ağustos'a gidilirken Cumhuriyet'in, Ulus ve Milli Devlet'in, Lozan'ın da tarihsel ışıkları ortaya çıkmaya başlayacaktır.

3- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Türk Ordusu bir yeni 30 Ağustos'a giderken Komuta Kademesi deşiklikleri de Türk Ordusu'nun yerleşmiş esasları dahilinde yapılmaktadır. Türkiye üzerindeki yeni siyasi ve iktisadi, stratejik dış hesapların da ardı arkası gelmemektedir.

"Emperyalizmin tetikçisi" olarak ortaya çıkartılan terör örgütü o güçler tarafından siyasi ve lojistik olarak desteklenmiştir. Türkiye'ye Osmanlı İmparatorluğu'nun çöktürülmesi dönemindeki "Kapitülasyonlar yeniden dayatılmaktadır" Ulus ve Milli Devlet üzerindeki açık ve sinsi siyasetler sürdürülmektedir. Cumhuriyet'in ilanının ardından "millileştirilmiş ne varsa" limanlarına, milli tarımından, milli endüstrisine, bankalarından ulaşımına kadar, ne varsa tarihsel hatalar ile "yabancılaştırılmaktadır."

4- VE KARADENİZ SİYASETİ...

Montrö Anlaşması Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin neticelerinden birisidir. Yani Türkiye'nin Boğazlar ve Karadeniz karasuları egemenliği.

Şimdi bu egemenlik hakkının "gözden geçirilmesi" istenilmektedir. Türkiye'nin Akdeniz menfaatleri de vardır. KKTC'nin kuruluşu, Kıbrıs Türkleri'ni yok olmaktan kurtarmış, bir yeni, devlet doğmuştur. Şimdi KKTC'nin tarihe gömülmesi siyaseti de vardır. Eğer KKTC tarihe gömülürse Kıbrıs Türkleri "esir hale gelecekler" Türkiye'nin Akdeniz menfaatleri de bir bölümü ile tahrib edilmiş olacaktır.

5- VE KOMUTANLAR...

Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatırken yeniden düzenlediği Türk Ordusu şimdiki zamanda dünyanın en güçlü ordularının başında yer almıştır. Komutanları ve Mehmetçikleri ile tarihin büyük imtihanından geçmiş, 30 Ağustos Zaferi'ni eline almış bulunan Türk Ordusu komutanları şimdi devir teslimlerde "görevleri gereği" önemli mesajlar vermektedirler.

6- CUMHURİYET VE ORDU...

"Cumhuriyet'in ilanı" Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Dönemi'nin İkinci Meclisi'nce yapılmıştır. Bu İkinci Meclis'te zamanın önde gelen komutanları da kendi seçim bölgelerinden seçilmiş olarak o Meclis'te yer almışlardır. Türk Ordusu bir bakıma "Kurucu güç" özelliğini taşımaktadır. O özelliği yanında savaşta milleti de yanına alışı" vardır.

7- "ORDU TARAFTIR"...

30 Ağustos gelirken komutanların devir teslim törenleri de yapılmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı'na getirilen Orgeneral Sayın İlker Başbuğ'dan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini devralan "Orgeneral Işık Koşaner" devir teslim töreninde yaptığı konuşmada "...Türk Silahlı Kuvvetleri ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir..." demiştir.

8- DIŞARIYA VE İÇERİYE...


Gelecekte Genelkurmay Başkanlığı'na getirilecek olan Koşaner, bu açıklaması ile dahiliyetteki ve hariçteki bazı merkezlere önemli mesaj göndermiş olmaktadır. Türkiye'nin ulus devlet, üniter yapısı, Cumhuriyetin temel kavramları üzerinde kendi danslarını yapmakta olanlar bu mesajı iyi tahlil etmek durumundadırlar. Çünkü, bu mesajı veren emperyalizme tarihsel yenilgisini yaşatmış olan Türk Ordusu'nun bir komutanıdır.

9- BÜYÜK FELSEFE...

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin temel felsefesi, düşünüşü, Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Felsefesi'ni esas almaktadır. Bundan sapması, saptırılması, da mümkün değildir. Çünkü tarihsel bir süreçte "şehitlerle birlikte yazılmış" bir esastır. Komutan Koşaner'in sözleri ile daha önce açıklamalar yapmış bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ'un o daha önceki, açıklamaları ile de örtüşmektedir.

10- BAĞIMLILIK VE ZAMAN...

Orgeneral Koşaner'in şu sözleri üzerinde de düşünmek gerekmektedir. Koşaner konuşmasının bir bölümünde şöyle demektedir. "...Ülkemiz, hayati dönemdeki sorunlarının çözümü ve hayati çıkarlarının korunmasında dış kaynaklı siyasi ve ekonomik yaptırımlarla bağımlı hale getirilmeye çalışılmakta, dayatılan yapısal reformlar yoluyla sürekli baskı ve tehdit altında yıpratılan ve sıkıştırılan bir ülke konumuna düşürülmek istenilmektedir..." Orgeneral Koşaner'in bu sözleri, Cumhuriyet'in esaslarında da bulunmaktadır.

11- İLİŞKİ VE TESLİMİYET ...

Cumhuriyet devletlerarası siyasi ve iktisadi ilişkilerin olması gereğini elbette kabul etmiştir. Ama o ilişkiler "Olmaması gereken" yerlere yani, siyasi ve iktisadi teslimiyete gider ise, işte Cumhuriyet bunu reddetmektedir. Kapitülasyonlar Cumhuriyet'in reddettikleri arasındadır. Orgeneral Koşaner'in sözleri Cumhuriyet'in de temel esasları dahiliyetindedir.

12- "POSTMODERN TABAKA"...

Kara kuvvetleri Komutanı Koşaner'in şu sözleri önemlinin de ötesinde bir yer tutmaktadır, Koşaner şöyle demiştir: "...Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri, içinde yuvalanan postmodern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı, ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametlerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler...."

13- TARİHEN NOT DÜŞMEK...

Orgeneral Koşaner'in bu sözlerine itiraz edebilecek var mıdır? Olması mümkün değildir. Bu sözleri "tarihen not düşülen" açıklamalardır. Tabii bu sözlere, "şeyhlerinin kerameti kendilerinden menkuller" itiraz edebileceklerdir. Ama, tarihsel bir gerçek Türk Ordusu'nun bir komutanı tarafından ortaya konulmuştur. Zaten askerler "açık" konuşurlar. Orgeneral Koşaner'in belirttiği gibi Türk Ordusu'nun belli esaslardaki taraflığı da "siyaset değildir" Türk Ordusu'nun tarihsel görevi dahiliyetindedir. Ve 30 Ağustos gününe gelinmektedir.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



"HAKKINIZI HELAL EDİN"...

Evinin Önündeki Türk Kadını - Ve Vapurdaki Süvari Zabiti Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Günleri...

Şimdi dinleyiniz: Mondros'tan sonra İstanbul'da bütün Vatan toprakları gibi işgal edilmişti. Ve işte o zamanlar, Gedikpaşa semtindeki bir sokaktaki oldukça bakımlı iki katlı bir evin önünde bir Türk kadını, kucağında bebeği ve yanında kapının önüne atılmış bir beşik... Eskiden evden yavaştan ut sesleri gelirmiş. Evin ninesi bilirmiş ut çalmayı... Nine hayata veda etmiş. Ve bu Türk kadını kocası ile yalnız kalmış... Ve bir gece genç adam eve gelmiş, "...Emir öyledir ben gidiyorum... Vatan için vazifedir... Öyle çağırdılar..." eşini öpmüş ve çocuğunu son bir defa kucaklamış...

İNGİLİZCE ŞARKILAR...

Bir gece vakti, bu Türk kadını komşuları kapı önünde görmüşler boynu bükük, küçük çocuğu kucağında. Ve evden ingilizce şarkılar gelmekte... Çünkü hani geçen hafta anlatmıştım ya, işgal zamanı Türkler evlerinden de atılmışlar yerine yabancılar, ya da yabancı işbirlikçileri yerleştirilmişler demiştim ya... İşte öyle... Zavallı masum Türk kadınının Üsküdar'da amcası varmış... Ve gece kadına yardım etmiş amcasının evine göndermişler... Ah sen çilekeş millet. Neler görmüşsün neler yaşamışsındır... Ve de acaba o "Emir var... Vatan vazifesine gidiyorum diyen genç İstanbul'a dönmüş müdür dönmemiş midir? meçhuldür... Belki de meçhul bir şehit kabrinde kalmıştır...

VAPURDAKİ NAMUS KURŞUNU...

Mütareke, yani Mondros sonrası günler yaşanmaya başlanmıştı. Akşam üzeri köprüden Kadıköy'e hareket eden vapurun alt kat salonundan bir genç suvari zabiti geçti... Bütün başlar ona çevrilmişti. Çizmeleri pırıl pırıldı. Savaştan getirdiği üniforması belli ki yeni yıkanmış ve iyi bir ütü görmüştü. Dik omuzları ile yürürken çizmelerindeki mahmuzlar şıkırdıyordu... Ve belli idi ki yeni traş olmuştu... Sanki düğüne gider gibi... Vapurun arka açık tarafına çıktı... Orada da oturanlar vardı...

"HAKKINIZI HELAL EDİN"...

Genç zabit vapurun arka yanında durdu. Sırtını demirlere verdi hafif geriye doğru kaykıldı... Ve bağırdı "...Ey millet... Biz bu günleri bu yabancı bayrakları mı görmek için onca cephede dövüştük... Ve artık bana hakkınızı helal ediniz... Ben bu milletin verdikleri ile okudum... Cephelerde vuruştum... Lakin işte şimdi bunlar var... İşgal bayrakları var... Bana hakkınızı helal ediniz..." Ve sonra silahını çıkardı... pırıl pırıldı. Şakağına dayadı tetiğe bastı... Ve birden vapurun üzerindeki martılar uçuşmaya başladılar... Genç Türk zabiti bir "namus kurşunu" ile kendisini vurmuştu... Ve Marmara'nın sularında kaybolmuştu... Ve martılar sanki onun düştüğü yerin üzerinde daire şeklinde uçuşuyorlardı... (Ve şu anda ben, benim daktilomun tuşlarına damlamakta göz yaşlarım) Bana bunu anlatanların da gözlerinde yaşlar görmüştüm... Genç Türk zabitinin şerefli hayatı böyle bitmişti...

MUSTAFA KEMAL PAŞA...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a 13 Kasım 1918 günü gelmişti. Beyoğlu Havva sokaktaki gizli karargahı Salih Fansa'nın evinde bunu kendisine Sapancalı Hakkı Bey anlatmıştı. İttihat ve Terakki'nin en üst seviyelerine kadar çıkan Sapancalı Hakkı Bey bunu Mustafa Kemal Paşa'ya anlatmıştı. Ve işte o anda Mustafa Kemal Paşa'nın da gözleri dolmuştur... Mustafa Kemal Paşa'nın o gizli karargahını o zaman çok az kişi bilmiştir.

BİR SİLAH OYUNU...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a gelip "teşkilatlanma çalışmalarına" başladığında o zamanlar Albay rütbesinde olan İsmet Bey (İsmet Paşa) Harbiye Nezareti'nde silahların tasfiyesine memur edilmiş. Teşkilat-ı Mahsusa silahları da buna dahildi. Teşkilat-ı Mahsusa silahları en iyi cinstendi... Mustafa Kemal Paşa bunu öğretmiştir. Harbiye Nezareti'ne zaman zaman gidip gelmektedir. Çünkü yapacağı işler vardı... Ve işte bir gidişte daha önce kendisini ziyaret edeceğini bildirdiği Albay İsmet Bey'in odasına girmiştir...

O SİLAHLAR...

Mustafa Kemal Paşa ile İsmet bey konuşurlarken, Mustafa Kemal Paşa Albay İsmet Bey'e şöyle demiş: "...Vaziyetin vehameti ve müşkülatı ortada. ...İşgal devletleri silah ve mühümata el konulmasını kabul ettirmişlerdir. Mütareke ahkamı (şartları) o yoldadır. Şimdi bu silahlara ileride ihtiyaç olacak... Silahların elde kalmasını temin etmek mühimdir... Silahlardan kurtarılabilecek olanlar kurtarılmalıdır..." Bu konuşma oldukça uzundur... (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

İŞARETLİ SANDIKLAR...

Mutabakata varmışlar. Albay İsmet Bey, Teşkilat-ı Mahsusa silah sandıklarının üzerine sadece kendilerinin bilecekleri işaretler koydurmuş. Kuvvayı Milliyeciler'in silah depolarını basmaları sırasında ilk bu sandıklar kaçırılmıştır... Aradan yıllar geçmişti. Fahrettin Altay Paşa Çankaya'da idi...

İsmet Paşa o zaman başvekil... Sohbet ederlerken içeriye Mustafa Kemal Paşa girmiş... "...Neye gülüşüyorsunuz öyle..." demiş... İnönü'nün cevabı: "...Paşa'ya silah oyununu anlattım da ona gülüyoruz... "Mustafa Kemal Paşa bir an durgunlaşmış..." "...Ne Azap dolu günlerdi o işgal zamanları..." demiş... (Bak, Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, Bana bunları Altay Paşa anlatmıştır)

VE SARI ZEYBEK DAĞLARI...

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçmektedir... İzmir, Türk İzmir zamanın namussuz emperyalizminin işgalini yaşamaya başlamıştı. Benim meslek ustalarımdan Falih Rıfkı Atay 28 Mayıs 1919 günü İzmir'de idi. Ve "Sevgili İzmir" başlıklı 28 Mayıs 1919 tarihli yazısının bir bölümünde şöyle der:

"...Kordon'un arkası Sarı Zeybek'in gezdiği dağlara kadar Türk'tü İzmir Türkleri'nin toprağa nasıl bastıklarını görmek, İzmir dağlarından rüzgarın koparıp getirdiği türkü parçalarını duymak insana hangi milletin vatanında olduğunu bir anda öğretir..." bu bir ruh halidir. Onlar bunları yaşamışlardır... Ve de bu günlere kolay mı gelinmiştir...?

ADALARDAKİ KARE...

İşgal zamanıdır. Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatıyordu. İstanbul'da Adalarda'ki işgal komutanı Fransız Kare idi. O zamankilerin deyimi ile "adaların kralı" haline gelmişti. Türkleri evlerinden atıyor metreslerini ve işbirlikçilerini yerleştiriyordu... Ve bir gece, Dayı Maksut, Yenibahçeli Şükrü, Mülazim Yusuf ve Salih Reis toplandılar... Yüzbaşı Dayı Mahsut "...Azıttı bu herif...bitirelim gitsin..." dedi. Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü başını salladı: "iyi olur ki hem de nasıl..." dedi. O sırada Gebze Boğazı'nı onlar tutuyorlardı... Lakin artık kaçırılacaklar kaçırılmıştı... Dayı Maksut'a ve ötekilere Ankara'dan emir gelmişti.: "...Artık Anadolu'ya..." Ve Mülazim Kare böyle ve "kelleyi kurtarmıştı"... Doktor Fahri tek başına o işi yapacaktı ama, ona da bir emir geldi ki "... Antep'teki savaşa katıl..."

MAHMUT CELAL VE ŞEREF BEY...

Mahmut Celal Bey... Mahmut Celal Bey Kuvva döneminde bu isimle çalışmıştı. O Celal Bayar'dır... da İstanbul'dan kaçmış Anadolu'ya geçiyordu. Yolda Teşkilat-ı Mahsusa'nın ünlü ismi Kuşçubaşı Eşref bey ile karşılaştı. Sordu: "... Sizin oralarda vaziyet nedir...? Eşref Bey şöyle demişti. "...Mustafa Kemal Paşa Adana'dan ayrılmadan önce bir miktar silahı bizim çiftliğe gönderdi. Şimdi o silahlar icab edenlere dağıtıldı harekete geçiyorlar..." Mustafa Kemal Paşa Adana'daki Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığını Saray ve Sadrazam'ın emri ile bırakırken silahların bir kısmını Anadolu içlerine kaçırmıştı... Tarih daha 7-8 Kasım 1918'dir... (Bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

DİNLEYİNİZ FALİH RIFKI'YI...

Bakınız Falih Rıfkı Atay işgal zamanını yaşamış Kuvvacı yazardır.

Eski Saat isimli bir yazısında şöyle anlatır o zamanları:

"...Zaferleri, sırmaları ve taçları kızıl çamur içine katıp sürüyen büyük bozgunu görmüş olanlardanım. Ben inkirazı (çöküşü) gördüm genç dostlarım. İnkiraz (çöküş) denen şeyi tarihte masal gibi okumak insana yılgınlık verir... İnkiraz ve kurtuluş ...Bu kelimeleri söylemek şimdi ne kolay... Bir milletin bayrağı o milletin başı gibi düşer... İstanbul sokaklarında yedi düşman marsının birbirine karıştığını duymuş olanlardanım. ...Dünyanın en karabahtlı insanı ne demek biz biliriz... Size dünyanın en bahtlı insanı ne demek olduğunu sorarlarsa, göğsünüzü kabartarak kendinizi gösteriniz..." Evet dostlarım... Hangi ihanetleri, hangi alçaklıkları yaşadı bu millet ....Rezil emperyalizmin yaptığı Anadolu Katliamları... Bayraklarımızı gönderinden indirdikleri zamanlar... Ve ama sonunda Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali... Ve hür bir Vatan'a ulaşmak...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Sal Ağu 02, 2011 2:22


Halil Paşa Ve Kaçış

Halil Paşa Ve Kaçış- Bir Baskın- İşbirlikçiler- Ve Giritli Çeteci- Kibar Ve Bekirağa Bölüğü...

Düvel-i Muazzama, yani zamanın emperyalist işgalci devletlerinin donanması 30 Ekim 1918 Mondros teslimiyettinden sonra Marmaraya demirlemeye başlamıştı.
Kadıköy rıhtımında o babayiğit sandalcıların her zamanki neşeleri kaçmış, sandallarında "kederlice" oturmaya başlamışlardır. Ve yine "bana anlatıldığına göre" "martılar bile susmuşlardı"...

Ya da, Türk insanlara öyle gelmeye başlamıştı. Ve lakin rıhtıma bakan evlerin pencerelerinden dışarıya Rumca şarkılar iniyor, bütün rıhtım boyu yayılıyordu... Cephelerden dönmüş savaş subayları yıpranmış, üniformaları içinde başları dik ama, kederlice yürüyorlardı... İstanbul'un Türk mahallelerini kahır bulutları sarmıştı sanki...

ALTIYOLDAKİ ÇOCUK...

Kadıköy'den Moda'ya çıkarken "Altı yol" vardır. O zamanlar oraların civarı konaklar, bahçeler içinde evlerdi. Moda dersen bir başka dünya. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmeden "Gebze boğazını tutması emrini verdiği Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü'nün karargahının bir bölümü Altıyol'da bir binada idi. Kadiköylü bir çocuk. Kadıköy bıçkınlarından "Trablus Reşit"i tanırdı. Zaten Trablus Reşit'i kim tanımazdı ki? Trablusgarp savaşına katılmış Trablus Reşit demişlerdi. Trablus Reşit Yenibahçeli'nin karargahından çıkmıştı ki, o Kadıköylü küçük çocuk yolunu çevirdi...

GÖBEKLİ AMCA...


Trablus Reşit çocuğun başını okşadı. Çocuk "çok büyük iş yaparcasına, "Reşit abi" dedi, "...Şu göbekli amca senin çıktığın yerin ne olduğunu sordu. Çok mu gelip giden var dedi..." O göbekli amca akşam üzerleri hep geçermiş. Pırıl pırıl redingotu, elindeki şık bastonu, parlak papuçları ile dikkati çekenlerdendi. Ertesi günü akşamı Trablus Reşit adamı bekledi. Çocuk adamı göstermişti. Trablus Reşit peşine takıldı. Uzaktan tarassut... Adam konak gibi bir eve girmişti. Trablus Reşit ertesi gece o eve İngiliz işgal zabitlerinin girdiğini gördü...

KONAĞA BAKIN...

Trablus Reşit, durumu Yenibahçeli'ye anlattı. O sırada İstanbul Kuvvası'ndan geçmişte Enver Paşa'nın yaverliğini yapmış olan Suvari Kaymakamı Safet Bey, Avukatı Ziya Karaca, Kireçburunlu Hasan Pehlivan da oradaydılar. O konağa gelip gidenler arasında İngiliz zabitleri de varmış. İşte o zabitlerin de konağa geldikleri gece konağın basılmasına karar verdiler. Öldürme olmayacak, iyi bir ders verilecekti. Lakin mecbur kalınırsa bazı vücutlar ortadan kaldırılacaktı. Yani öteki tarafa postalanacak...

"HÖST... BİTERSİN..."

İşte o gece, Trablus Reşit, İpsiz Recep'in birkaç adamı, Hasan Pehlivan ve suvari zabiti Kuvvacı Kemal karanlık iyice basınca konağın bahçesine süzüldüler. Önce konak bahçıvanı bağlandı. Ardından konağın büyük kapısından girdiler. Salonda gramfon çalmakta şampanyalar içilmekteydi. İngiliz yüzbaşı birden durdu, şaşkınlığı gidince tabacasına sarılmak istedi...

O anlamış olsun ya da anlamamış olsun, Trablus Reşit "...Höst tek dur bitersin..." dedi. İki İngiliz Yüzbaşının tabancalarını aldıklar. Trablus Reşit konak sahibine "...Bak şimdi ceza bu..." dedi birkaç tokat... Sesi belki de sokaktan duyulmuştu... İngiliz Yüzbaşı'nın cebinden bir not defteri çıktı. Bazı vesikalar... Bunlar Kuvva merkezine gönderildi...


İŞBİRLİKÇİLER...

İngiliz Yüzbaşı'nın cebindeki not defterinde bazı "işbirlikçilerin" isimleri olduğu sonra anlaşıldı. Defterdeki işbirlikçilerin "mühim şahsiyetler" olduğu anlaşıldı. Bir süre sonra defter Ankara'ya ulaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Topkapı Kuvva Merkezi'ndeki gizli telgrafhaneye baskıncılara verilmesi için bir şifre gönderildi:

Hepsinin gözlerinden öpüyordu.

Ne isimler yoktu ki o defterde. Tüccardan kimi tanınmış isimler... İngilizler ile ticaret çıkarcılığı... O işi de işgal subayları aracılığı ile yapmaktaydılar. Yani Şair Nazım'ın dediği gibi bir yanda ateş, öteki yanda ihanet... Trablus Reşit ertesi günü o küçük çocuğa bir çift rugan potin almıştı. Çünkü ayakları çıplaktı garibin... Öğrenildi ki, babası Suriye'de şehit düşmüştür...

HALİL PAŞA KAÇIYOR...

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçmeden Bekirağa Bölüğü Komutanı yardımcısı Yüzbaşı Şadi Bey'e, "...Benden sana ileride bir emir gelecek icabını yapacaksın..." demişti ya. İşte Yüzbaşı Şadi aklından bunu bir türlü çıkaramamıştı. Ne demekti Mustafa Kemal Paşa'dan öyle hususi bir emir almak... Büyük işti doğrusu. Öyle düşünüyordu Yüzbaşı Şadi...

Mustafa Kemal Paşa'dan husisi bir emir almak... Mühimdi. Mühim olmaktı... İşte günler böyle geçiyordu. Bir ara Yüzbaşı Şadi'nin emir eri kapıyı vurup girdi. Bir topuk vuruşu vardı ki, sormayın. "...Komutanım üsteğmen Yavuz bey gelmiştir..." biraz sonra üsteğmen Yavuz içeriye girdi. Sırım gibi bir zabitti... Son cephelere yetişmiş oralarda çifte su verilmiş çeliğe dönmüştü.

Yüzbaşı Şadi içinden "... Allah nazardan korusun..." diye geçirdi. Üsteğmen Yavuz kısaca konuştu "...Mustafa Kemal Paşa'nın emridir. Halil Paşa istenilmektedir..." dedi.

BİR MAVZER VE FİŞEKLİK...

Yüzbaşı Şadi üsteğmene parolayı sordu. Mustafa Kemal Paşa sana gelecek olan sana "...İzmir'i özlediniz mi?..." diyerek demişti. Şadi bey beklediği cevabı almıştı. Teğmen hiç duraksamadan "...İzmir'i özlediniz mi..." demişti. Üsteğmen vazifesini yapmıştı ayrıldı ve gitti.

Yüzbaşı Şadi Bey İşbirlikçi Damat Ferit'in İngilizlerin de istediği ilk tutuklattırdığı Halil Paşa'nın yanına gitti. "...Paşam çıkma zamanı gelmiştir.

Mustafa Kemal Paşa'nın emri vasıl oldu nihayet..." dedi.
Halil Paşa "Hazırlık yap. Çıkışta bir parabellum, bin mavzer ve yeteri kadar cephene ve fişeklik, uzun bir pardesü..." emrini verdi... .Halil Paşa Enver Paşa'nın amcasıdır. Mavzeri de parabellumu da iyi kullanırmış... Yüzbaşı Şadi Bey yıllar sonra bana bunları anlatırken dolabından çıkardığı bir tabancayı göstermişti. Halil Paşa'nın armağanı imiş... Ne de heyecanlıydı bunları anlaltırken...

VE GECE YARISI...

Yüzbaşı Şadi, bütün tedbirleri almıştı. Gidilecek ilk noktada silahlar ve öteki istenilenler hazır olacaktı. Gece yarısını bulmuştu zaman. Halil Paşa Yüzbaşı Şadi Bey ile birlikte Bekirağa Bölüğü hapishanesinden sıyrılıp duvarların dışına çıktılar... yüzbaşı Şadi ilk tedbir olarak yanında getirdiği bir yedek tabancayı da Halil Paşa'ya vermişti... (Bak Taylan Sorgun: Bitmeyen Savaş. Kum Saati Yayınları) Yüzbaşı Şadi Bey durumu komutan Ali Bey'e de anlatmıştı. Halil Paşa Sivas'a Mustafa Kemal Paşa'nın yanına gidecek oradan da silah temini için Sovyet Rusya ve Azerbaycan'a geçecekti...

GİRİTLİ ÇETECİ...

Giritli çeteci Naci de Damat Ferit'in tutuklattırdıkları arasındaydı. Teşkilat-ı Mahsusa'da çok işler görmüştü. Daha önce de Girit de vuruşmuştu. Onun için adı Giritli Naci idi...
Aslında da Giritliydi zaten. Birgün Ali Bey'in odasına girdi ve şöyle dedi..."

Kumandan sana rahatsızlık verdik. Kusura da kalma. Teşkilat-ı Mahsusacı olduğumuzdan bizi de buraya tıktılar. Lakin çoluk çocuk perişandır. Şimdi senden maruzatım burada bir kantin açayım da çoluk çocuk geçsin..." Albay Ali Bey'in gözleri dolmuştu...

İZMİRLİ ALİ BEY...

Yakın zamanda İzmir Belediye Başkanı Kibar Osman Bey Vardı. Osman Kibar'ın amcası Kibar Ali sigara kağıtlarının sahibi olan Ali bey, İzmir İttihat ve Terakki Şubesi mensuplarındandı. Bekirağa Bölügü'ndeki çoğu masrafları kimseye haber vermeden o ödemekteydi. Özellikle de Giritli Naci bey gibi durumu iyi olmayanların yardımına da koşmaktaydı. Giritli'nin nasıl döğüştüğünü nasıl vuruşma günleri yaşadığını iyi bilirdi. Giritli Naci izin isterken oradaydı... Ve gözleri dolmuş komutan Ali Bey'e "Ver izni" demişti. Ve izin alınmıştı...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Galata Köprüsünün yanında İngiliz işgal donanmasına ait denizaltı -1919


Mustafa Kemal Paşa Ve "Bekirağa Bölüğü"...

Mustafa Kemal Paşa Ve "Bekirağa Bölüğü"... Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit'in Tutuklattırdığı Ziya Gökalp, Tevfik Rüştü Ve Yunus Nadi...

"Elveda Rumeli" dizisi oralar bizim vatan topraklarımızdan iken oralardaki Türkleri'in yaşadıkları trajedeyi anlatıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde elimizden çıkmaya başlayan Vatan toprakları. "...Elveda Rumeli..." O dizisinin jenerik müziğini dinlerken insanın içinin yanmaması mümkün mü? Zamanın emperyalizminin Balkanlar'daki yeni harita çizmeleri siyaseti ile başlayan Türk katliamları. Saray'ın talihsiz, akılsız siyasteleri ve sonunda Elveda Rumeli...

TIBBİYELİ MUSTAFA...

O dizideki, Tıbbiyeli Mustafa, Manastır'da "Türk dünyasını savunmaya hazırlananlarca" gönderilmiştir. Çok Tıbbiyeli Mustafalar vardı, benim ailemden de Askeri Tıbbiye'de okuyanlardan bazıları Tıbbiyeli Mustafa gibi oralara gönderilmişler... Onların hayatlarını dinlemişimdir. Oradaki "Vatansever Kaymakam" ile Sütçü Ramis'in çocukları... Hele hele o mavzerle attığını vuran Sütçü'nün kızı... Hepsi ayrı destansı yaşamlar... Türk Yunan Harbi çıkınca Manastır Askeri İdadisi'nde okumaya başlayan Mustafa Kemal'in gönüllü yazılmak istemesi... O dizi bizim o zaman dilimindeki hayatımız...

SÜTÇÜ VE VATAN...

Türk Yunan harbi çıkmıştır. Dizide Sütçü Ramis'in damadı "intikam için" gönüllü yazılmak istediğini söyler. Sütçü, o gün görmüş Türk insanı "...Lazım ise Vatan için harbertmek harbederiz... Lakin intikam için harb olmaz..." derken Türk'ün bir büyük anlayışını ortaya koymaktadır. Bizim yakın tarihimizdeki bütün savaşlarımız "...Vatan sevdasındadır..." Vatan topraklarımız işgal edilince, milletimiz katledilmeye başlayınca cephelere koşmuş bir milletimizdir. Alnımız açık başımız diktir.

ELVEDA RUMELİ...

"Elveda Rumeli" sonrasındaki yıllarda Anadolu'ya da veda etmemizi zamanın emperyalizmi istemişti... Birinci Dünya Savaşı sonunda işgalleri ve o işgal zamanındaki katliamları yaşadık... Çilekeş bir millet... Lakin başı dik ve de inatçı ve de Vatansever millet... Ama, işbirlikçilerin ihanetleri" de yüreğimizdeki acılar. İşbirlikçi her zaman rezildir. Elveda Rumeli dizisinde bir paşanın oğlu vardır. Ahlak düşkünü... Ve lakin Tıbbiyeli Mustafaların elinden kurtulamamıştır sonunda... Ben öylesine yaşananları da yaşayanlardan dinlemişimdir...

MUSTAFA KEMAL VE BEKİRAĞA...

Mondros Mütarekesi Teslimiyet Anlaşması. 30 Ekim 1918... İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit iktidarı zamanıdır. İttihat ve Terakki'nin bütün ileri gelenleri, vatansever yazarlar hepsi tutuklanmış ve Bekirağa bölüğüne kapatılmışlardı. Çünkü, İngilizler de öyle istemişlerdi. Onlarla beraber öteki işgal devletleri... Düvel-i Muazzama Komiserleri... Mustafa Kemal Paşa Toroslar eteklerindeki karargahının dağıtılmasının ardından 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a geldi. Ve bir süre sonra Bekirağa Bölüğü'ndeki mahkumları ziyaret etmeye başladı...

VE O GÜN...

Yakın tarih belgesel araştırmalarımı yaparken, Bekirağa Bölüğü Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şadi Bey'i bulmuş günlerce konuşmuştum. Bana o anlatmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın Bekirağa bölüğü'nü ziyaret günlerinden birisidir. İttihat Ve Terakki'nin Katib-i Umumiyeliği'ne kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey ile konuşmakta. Mithat Şükrü şöyle der: "...Bizi yalnız bırakmayacağınızdan emindik. bugün, yarın diye bekliyorduk. Bu acılı durum içinde bize büyük kuvvet verdiniz. Kendi Vatan'ımızda işgalcilerin bizi düşürdükleri hal budur. Bu durumdan kimler müftehir (övünmek) olabileceklerdir. Bilemiyorum..."

"ÇEKİLEN IZDIRAPLAR"...

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçmek için hazırlanmakta. Mithat Şükrü Bey'e şu cevabı verir:
"...Sizleri yalnız bırakmam düşünülemez Mithat Bey... İçine düşülen durum için sizinle aynı düşünceleri paylaşıyorum. Yalnız Bunun geçici olduğunu biliniz. Bu çekilen ızdırapların bir gün geride kaldığını hep beraber yaşayacağız..." Mustafa Kemal Paşa dediğini yapmıştır. İttihat ve Terakki'nin Katib-i Umumiliği'ne (Etkin Genel Sekreterlik) kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey, Cumhuriyet sonrası milletvekiliğine seçtirilmişti...

VE DAYI MAKSUT...

Mustafa Kemal Paşa Bekirağa Bölüğü ziyaretini bitirmişti. Çıktı. Yanında yaveri de vardı. İki atlı bir faytona bindiler... Faytoncu cephelerde vuruşmuştu. Tanıdı Mustafa Kemal Paşa'yı. Yaver bir ara arkaya baktı. İnzibat Komutanı Yüzbaşı Dayı Mahsut uzaktan uzağa onları izlemekteydi... Mustafa Kemal Paşa böyle koruma işlerine kızardı. Cumhurbaşkanlığı zamanında da hiçbirşeye aldırmadan milletin arasına muhafızsız girmiş dolaşmıştır. Yaver Mustafa Kemal Paşa'ya "...Bizim Dayı Mahsut uzaktan bizi takiptedir..." dedi. Dayı Maksut, Mustafa Kemal Paşa'nın yaverine usulünce haber salmıştı.

BİR ÇEMBER...

Dayı Maksut, İngilizler'in ve Damat Feritçilerin, Mustafa Kemal Paşa'nın aleyhinde konuştuklarını, Zeynelabidin Hocaefendi'nin de sağda solda kepaze konuşmalarını duymuştu. Onun için de Mustafa Kemal Paşa'ya karşı bir hareketi önlemek için hem kendisi Mustafa Kemal Paşa'yı izliyor hem de adamlarına Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında geçilmez bir tedbir aldırmıştı. Ama, Mustafa Kemal Paşa bunu bilmiyordu. Çünkü böylesine korunmaları hiç benimsememiştir.

BEKİRAĞA SOHBETLERİ...

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in İngiliz'lerin isteği ile tevkif ettirdiklerinin arasında Tevfik Rüştü Bey de vardı. Bir gece yine tevkif edilenler arasında bulunan, Hüseyin Cahit, Ziya Bey (Gökalp), Tevfik Rüştü, Birinci Ordu Komutanlarından Mahmut Kamil Paşa sohbet ediyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa Bekirağa Bölüğü'ne gittiğinde Komutan Albay Ali Bey'e "...Arkadaşlarımızı bulundukları yerde görmek istiyorum..." demiş ve koğuşa doğru yürümüştü. Sohbet içindekiler Mustafa Kemal Paşa'yı görünce yerlerinden kalkıp bir ümide koşar gibi yürüdüler.


"BUNDAN EMİNDİK"...

Zamanın önde gelen bu isimleri İttihat ve Terakki mensubu oldukları için tevfik edilmişlerdi. Suçlanmaktadırlar.
Tevfik Rüştü Bey, Cumhuriyet kabinelerinde Dışişleri Bakanlığı da yapmıştır. Hepsi birden "Mustafa Kemal Paşa'ya soran gözlerle" bakmaktaydılar.
Yüzbaşı Şadi Bey kahveleri söylemişti. Mustafa Kemal Paşa'ya "...Bizi yalnız bırakmayacağınızdan emindik..." diyen eski arkadaşları ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki sohbet bu defa da geç saatlere kadar sürdü. Gazeteci Yunus Nadi Bey'de sohbete katılmıştı.

"BİR ŞEY YAPACAK"...

Mustafa Kemal Paşa gittikten sonra tutuklular kendi aralarında konuşuyorlardı. Yüzbaşı Şadi Bey'e güvendiklerinden O'nun da konuşmaları dinlemesine birşey demediler. Çünkü Yüzbaşı Şadi deneylerden geçmiş, iyi imtihan vermişti. Tutuklulardan Yunus Nadi ile Mithat Şükrü "...Bize öyle geliyor ki, Mustafa Kemal Paşa durmayacaktır. Buna karakteri müsait değildir. Zaten Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği şifrede de bu müzakere şartlarını kabul etmiyorum, kendi karakterime uyanı yapacağım demiş..." diye durumu anlatmıştı. Hepsi birden bunda hemfikir olmuşlardı.

"HESAP SORARIM"...

Mustafa Kemal Paşa' gitmeden önce Albay Ali Bey'e şunları söyleyecekti: "...Çanakkale'de benim komutam altındaydınız. Buradakiler bizim arkadaşlarımızdır. İsteklerini yerine getirmek icab eder. Eğer burada onlara bir kötülük gelir ise bunun hesabını zamanı gelince sorarım. Sizden bir fenalık beklenmez. Siz de bu arkadaşlara saygı duyanlardansınız. Etrafa dikkat ediniz..." Mustafa Kemal Paşa Bekirağa bölüğünden ayrıldıktan sonra, Damat Ferit de İngilizler de hop oturup hop kalkmışlardı. Ama yapabilecekleri birşey yoktu.

İşte size tarihten bir kesit...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Pzr Eyl 04, 2011 3:07

İstanbul Kuvvası Ve İhanetle Hesaplaşma...

İstanbul Kuvvası Ve İhanetle Hesaplaşma... Talat- Enver- Cemal Paşalar'ın Ayrılışı- Borç Aramak Ve Satılan Saat...

Mondros Teslimiyet Anlaşması ile Sevr'e giden yol artık açılmıştı. İttihat ve Terakki'nin lideri Talat Bey 1-2 kasım 1918 günü gecesi Kuruçeşme'de arkadaşı Poroy'ların evindeki son yemeğini yiyordu. Enver ve Cemal Paşaların gelmesi beklenmekteydi. Cemal Paşa gelmişti. Ama, Enver Paşa gecikiyordu. Çünkü o Enver Paşa bir tanıdığından "borç para almaya" gitmişti...

O ünlü Enver Paşa hazinenin bir tek kuruşuna el sürmemişti. Zamanın güçlü adamı Sadrazamlık yapmış Talat Paşa'nın yurt dışında, Almanya'da ev kirasını ödemek için "altın köstekli saatini sattığı" bana o zamanı yaşayanlarca anlatılmıştı... Anadolu'da savaşa başlamış olan Mustafa Kemal Paşa kaç defa onlara yardımlar göndermişti ama, zaten Ankara'nın durumu da mali bakımdan içler acısıydı. Maliye Bakanı'nın kasası tamtakırdı. Ve Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali öyle sürüyordu...

"MİLLİ MÜDAFA GRUBU"...

Talat Paşa İstanbul'dan ayrılmadan yaptığı son bir toplantıda geride kalacak olanlara Merkez-i Umumi'de şu talimatı veriyordu: "...Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde olunacaktır... O'nun gücü bu işlerin üstesinden gelecektir..." (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

Mustafa Kemal Paşa'nın 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelişinin ardından başladığı teşkilat çalışmaları, "Müsellah Milli Müdafaa Grubu'nu" doğurmuştu... İstanbul Kuvvası'nın da esası bu olacaktı...

"VAKİTTİR EFENDİM"...

Poroy'ların Kuruçeşme'deki evlerinde Talat Paşa'nın sevdiği yemekler hazırlanmıştı. Yemek sessizce geçti... Vakit ilerlemekteydi. Kara Kemal Bey'in teşkilatlandırdığı mevnacılar reisi Salih Reis yemek yenilen odaya girdi... Belinde Trablus Kuşağı vardı. Kuşağın içinde kabzası görülen ünlü silahı...

Talat Paşa'nın karşısında ellerini önünde kavuşturdu ve şöyle dedi: "...Vakittir efendim..." Talat, Enver ve Cemal Paşa'lar kendi kaderlerine doğru yola düştüler ve gecenin karanlığında kendilerini, taşıyan motorla gözden kayboldular. Bir tarihin insanları son vedalarını yapmışlardı...

MİLLİ MÜDAFAA GRUBU...

Müsellah (Silahlı donatılmış) Milli Müdafaa Grubu:
M.M Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde İstanbul'da geniş bir teşkilat haline gelmişti. İstinye- Gebze- Topkapı- Şile- Üsküdar- Kavaklar- Eyüp- Kasımpaşa- Kadıköy- Topkapı- Şehremini grupları kurulmuştu. Savaş'tan dönmüş subaylar, avukatlar, semtlerin önde gelen isimleri, bazı muhtarlar, eczacılar, öğretmenler, doktorlar, emekli memurlar, bazı polisler o gruplarda yer almışlardı.

Ve tabii İstanbul'un ünlü bıçkınları...


SALİH REİS...

İttihat ve Terakki döneminde Kara Kemal Bey'in mavnacıları teşkilatlandırması bir "sendika özelliği" de taşımıştı. İşin başına getirilen Salih Reis aslında okumuş, yazmış adamdı. Gözünü budaktan esirgemez denilenlerdendi. Emperyalistler işgal devletlerinin toplayıp depolara kapattıkları silahlar Salih Reis'in emrindeki takalar ile Anadolu'nun giriş yerlerinden İnebolu'dan Anadolu'ya kaçırılıyordu...

"MÜSELLAH" TEŞKİLATI...

"Müsellah Milli Müdafa Grubu'nda" yer alanlar yemin ettirilerek teşkilata alınmışlardı. Sarıyer'deki M.M Grubu'nda o zamanki Pertevniyal mektebi müdürü Aziz Bey ile Doktor Süreyya Hidayet Bey'de vardı. Hidayet bey meslekten olduklarından Doktor Fahri ile yakın arkadaştı. Çengelköy'deki teşkilatın başında da piyade binbaşısı Cemal Bey vazife yapmaktaydı. Hepsi Mustafa Kemal Paşa'ya bağlı olarak çalışıyor, önemli emrileri oradan alıyorlardı...

ALIN VE GETİRİN...

Doktor Hidayet Paşa çevresi geniş bir isimdi. Kadıköy Moda'da bir evde verilen bir ziyafet bir İngiliz Binbaşı "...İstanbul'daki gizli teşkilatı öğrenmeye başladık..." diye ağızdan bir laf kaçırmıştı. Hidayet Bey bunu arkadaşı Doktor Fahri'ye ulaştırdı.

Doktor Fahri de Yüzbaşı Dayı Maksut'a... Dayı Maksut teşkilata haber uçurdu: "...İngiliz Binbaşısı akşamları Serkldoryan Kulübüne devamlı gidiyor, alın ve getirin..." İşte o iki cümlelik emir yetmişti bile...

VE O GECE...

Dayı Maksut'a bağlı Müsellah Grubu Serkldoryan önünde nöbete durdu. Doktor Fahri oyun oynamak maksadı ile kulübe girdi. Bir baktı ki bir masa da Ali Kemal ile bir İngiliz binbaşı oturmaktadır. Başka İngiliz subayları da vardı. Garsonlar arasında M.M'e İstanbul Kuvvası'na dahil olmuşlar da vardı. Doktor Fahri, aradıkları İngiliz Binbaşı'nın adını o garsona verdi.

Garson etrafına bakmadan "Tencere ve kapak" dedi. Doktor Fahri hemen anlamıştı. Tencere kapak, Ali Kemal ile İngiliz Binbaşı idi... Geç saaterde İngiliz binbaşı kulüpten çıktı... Doktor Fahri de arkasından... İngiliz binbaşının yan tarafına birden bir namlu dayandı ve bir baktı ki kolunda bir İstanbul bıçkını...

Adamı alıp götürdüler ve istedikleri bilgileri elde ettiler...

İHANETİN BEDELİ...

İstanbul Kuvvası'nın ele geçirdiği belgelerden "ihanetçilerin" de bazılarının isimleri öğrenilmişti. O sırada İngilizler'in istediği ile kurdurulan Nemrut Paşa Harp Divanı'na da hizmet eden bu ihanetçiler yüzünden çok ocaklar sönmüş, işgalcilerin mahzenlerinde çok sayıda Türk zulüm çemberinden geçmişti...

İstanbul'un karlı bir gecesiydi. Beyaz kar tanecikleri işgal altındaki İstanbul'un kederli kaldırımlarını caddelerini sanki örtmek için yağar gibiydi.

(Bu sözler bana anlatılmış tanımlamadır...) Ve Şair Nazım'ın dediği gibi "Hava kurşun gibi ağırdı"...Kuvvacı Sami cephelerde dolaştırdığı silahını özenle yeniden temizledi. Üsküdar'da bir rezil ihanetçi cezalandırılacaktı... Sami'nin yanında Üsteğmen Kamil vardı. O da Tatavla'daki bir İngiliz ajanının hesabını görecekti...

VATAN'A İHANET...

Dayı Maksut'un bulunduğu Kuvva Merkezi'nde iki kağıt hazırlandı. Üsküdar'da hesabı görülecek olanın üzerine, "...Ben Vatan'ıma ihanet eden sefil bir İngiliz uşağıyım..." yazılı olan kağıt bırakılacaktı.

Tatavla'da hesabı görülecek olanın üzerine ise, "...Çok ocaklar söndürdüm, İngiliz'e uşaklık ettim..." yazılı kağıt bırakılacaktı...
Sami, Üsküdar Paşakapısı köşesinde beklemeye başladı. İhanetçi görüldü. Gece karanlığı bastırmıştı. Sami bir yay gibi fırladı. Gecenin karanlığında bir tarakka ve namludan fışkıran alev... Hepsi o kadar... Sami kağıdı adamın göğsüne iliştirdi ve karanlıklarda kayboldu...

TATAVLA'DAKİ SİLAH...

Üsteğmen Kamil Tatavla'da yolun başında bekledi. Baktı ki "ihanetçi" geliyor. Gündüzden evi tesbit edilmişti. Gecenin karanlığında üsteğmen Kamil baktı ki evden ışık sızmaktadır. Kapıyı hafifçe tıklattı. İçeriden Rumca bir ses "...Kim o..." Kamil, yavaşça "...Acele haber var..." dedi. Kapı açıldı. Adam sanmıştı ki İngiliz'den haber geldi. Kapı açılır açılmaz bir tarakka ve namludan fışkıran alev...

Kamil kağıdı bıraktı, korkusuzca ıslık çalarak yürüdü, karanlıklara karıştı... Kuvva Merkezi'nde Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, Yüzbaşı Cemil, Yüzbaşı Dayı Maksut, Doktor Fahri bekliyorlardı. İki görevli geldiler ve sakince "...Tamam..." dediler...

Hepsi o kadar...

O zamanlar ateş ve ihanetin görüldüğü zamanlardı...

VE KARTALLI KAZIM...

Şair Nazım, Kuvva destanında şöyle anlatır Kartallı Kazım'ı "...Yatıyor filintasının arkasında Kartallı Kazım / Kız gibi Osmanlı filintası / Parlıyor arpacık / namlunun ucunda / yüz yıllık yoldaymış gibi uzakta ve / bir damlacık / Kazım emir aldı merkezden: Gebze'deki İngiliz tercüman vurulacak / köylerde teşkilat kurmuş tercüman Mansur / satıyor bizimkileri..."

ATEŞ VE İHANET...

Evet Şair'in dediği gibi "...Ateşi ve ihaneti..." görmüştük. İşbirlikçi reziller görmüştük. İhanetin en sunturlusunu yaşamıştık. İşbirlikçi Damat Ferit'in kurduğu Harp Divanı'nda nice Vatanseverler hiç eğilmeden durmuşlardı... Ama velakin bu işlerin sonu da olacaktı...

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmıştı.

Zamanın rezil emperyalizmi ile hesaplaşıyordu... Evet dostlarım. Nazım'ın Kartallı Kazım şiiri uzundur. Devam ederiz.

Ve "Uzak Asya'dan dört nala gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim"...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.


Mustafa Kemal Paşa Ve Halil Paşa

Mustafa Kemal Paşa Ve Halil Paşa - İşgal Tevkifleri - Hamdullah Suphi: Çanakkale Yemini -Cepteki Gazete....

Mondros Teslimiyet Anlaşması sonrasındadır. Emperyalizmin, yani, zamanın Düvel-i Muazzaması'nın işgal kuvvetleri İstanbul'a girmeye başlamışlardı. Üsküdar çamlıca gibi semtlerde kuşatılmıştı. İngiliz İşgal kuvvetleri ile öteki işgal devletlerinin askerleri kimseyi Üsküdar'dan karşıya geçirmiyorlardı.

Harbiye Nezareti'ni de bastılar. Saray ve Sadrazamlık, yani zamanın hükümeti işgal kuvvetlerine karşı "ateş açılmaması emrini" vermişlerdi. Bahriye nezareti de işgal edildi. İşgal kuvvetleri işgalin ve yaşananların haberlerinin Anadolu'ya duyurulmaması için telgrafhaneleri de bastılar...

TEVKİF EDİLENLER...


Bana şöyle anlatılmıştı, "...Milliyetperver erbab-ı kalemden Süleyman Nazif, Tasvir-i Efkar sermuharriri (başyazarı) Velid bey, ileri Sermuharriri Celal Nuri, Vakit Sermuharriri Ahmed Emin bey, İstanbul Muhafızı Said Paşa da tevfik edilenler arasındaydılar. Talim ve Terbiye Cemiyeti katibi Hakkı Efendi ise hasta yatağındaydı, başına süngülü nöbetçi diktiler... Kafkas Fırkası Kumandanı Kaymakam (askeri rütbedir) Kemal, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Miralay Şevket Bey'i de alıp götürdüler... Ve yerlerde sürükleyerek..."

CEPTEKİ GAZETE...

Ankara'ya kaçmak için çalışan Şadi Bey'in otomobilini durdurmuşlardı. Şadi Bey'i bulamadılar. O sırada oradan geçmekte olan bir işbirlikçiyi görüp durdurdular. "İşbirlikçi" cebindeki gazeteyi gösterdi. Gazeteler Alemdar ile Peyam-ı Sabah idi. İşgal kuvvetleri bu gazeteyi görünce o işbirlikçiyi hemen bırakmışlar. Çünkü bu gazeteler, Mustafa Kemal Paşa ile Kuvvayı Milliyecilere ateş püskürüyor" maceracılar, devlet hainleri" diyordu.

O TELGRAFÇILAR...

İstanbul'u basan işgal kuvvetleri telgrafhaneleri basarlarken bazı telgrafçılar bunları sökerek kaçırdılar. Bir kısmı İstanbul'daki gizli kuvva Merkezleri'ne kuruldu. Bir kısmı Anadolu'ya kaçırıldı. Kocaeli yarımadası Kuşçalı köyü, Süleyman Ağa'nın evine de bir telgraf kurulmuştu. Başında da zamanın kahramanlarından telgrafçı Ali Efendi vardı. Yunus Nadi Bey, Anadolu'ya kaçırılırken bu köyde konaklamıştı.
Mustafa Kemal Paşa ile haberleşmesini de bu kahraman telgrafçı Ali sağlamıştı...

"ZAMANI GELİNCE"...

Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'nın ilk kurmaylık yılları Selanik'te Üçüncü Ordu da geçmişti. O zaman o Selanik bizimdi. Halil Paşa Balkan dağlarında Sırp, Bulgar çeteleri ile vuruşmuştu. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Irak'ta idi. Ve bir İngiliz Ordusu'nu kumandanları General Touwhsend ile birlikte esir de almıştı Orası Kutülamere idi. Mütareke günlerini İstanbul'da geçirmeye başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa da İstanbul'a gelince Halil Paşa ile uzun bir görüşme yaptı. Halil Paşa bu görüşme sonrasındaki hatıratına şu notu düşecektir: "...Mustafa Kemal Paşa beni şuna inandırmıştı ki, kendisinin isteği olmadan bir harekete geçmek yanlış olacaktı. Zaten bu işi yapsa yapsa Mustafa Kemal Paşa yapardı..." Mustafa Kemal Paşa da o görüşmeden sonra Halil Paşa'ya "...Zamanı gelince sana haber veririm..." demişti.

BABA HAMDİ'NİN EVİ...

İngilizler Halil Paşa'yı da tevkif ettirmek istiyorlardı. Çünkü, hem Mustafa Kemal Paşa ile temasında şüphelenmişler hem de Irak'tan kuyruk acıları vardı. İşbirlikçi Damat Feritle görüştüler. İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit de Nemrut Paşa Divan-ı Örfisi'ne (Harp Divanı) emir verdi.

Halil Paşa artık aranıyordu.
Saklanmasının hikayesi uzundur. (Bak Taylan Sorgun: Bitmeyen Savaş) Halil Paşa, nihayet Çamlıca'daki Baba Hamdi'nin evine gitti. Baba Hamdi su katılmadık ittihatçı idi.

KUVVE-İ SEFERİYE...

Halil Paşa kapıyı çaldı. Baba Hamdi kapıyı açtı. Gece karanlığı idi. Halil Paşa pardesüsünü çıkardı. Baba Hamdi başladı söylenmeye "...Vay vay vay yahu sen Kuvve-i Seferiye'nin cephaneliğini de beraber getirmişsin bakarım koca paşa... Vay anasını keyiflendim be... Yak yakabildiğince ha ne dersin... İsterim bir maraza çıksın da görsünler..." Baba Hamdi sokağa fırlayıp o silahlarla işgalcilere saldırmaktan söz ediyordu...

MÜNİR'İN EVİ

Halil Paşa burada çok kalmadı. İttihatçılar'dan doktor Münir'in evine geçti... Bir akşam oturmuş konuşuyorlardı. Doktor Münir aşağıya inmişti. Bir ara top gibi gürledi. "...Paşam davran..."

İngilizler Halil Paşa'nın namını biliyorlardı. Üç bölük askerle evi sarmışlardı. İçeriye girdiler... Çarpışacak zaman bırakmamışlardı... Ve Halil Paşa'nın silahlarını aldılar... Halil Paşa kıs kıs, gülüyordu... İngiliz Yüzbaşı sinirlendi, "...Niye gülüyorsunuz..." dedi...

Halil Paşa dalga geçti "...bari Irak'taki ordunuzu getirseydiniz dedi..." Halil Paşa'yı alıp Bekirağa Bölüğüne öteki tutukluların yanına kapadılar... Irak intikamını işbirlikçi Damat Ferit kararı ile almışlardı... (Bak Taylan Sorgun: Bitmeyen Savaş. Halil Paşa Belgeseli MUSTAFA KEMAL PAŞA...

Mustafa Kemal Paşa, zaman zaman Bekirağa Bölüğü'ndeki eski arkadaşlarını ziyaret ediyordu. Bir ziyareti sonrasında, Anadolu'ya geçmeden son ziyareti idi. Bekirağa Komutanı vekili Yüzbaşı Şadi Bey'i komutan Albay Ali Bey'in odasına çağırttı. Yüzbaşı Şadi Bey'e şu emri verdi:

"...Bir zaman sonra sana bir emir göndereceğim... Onu yerine getirceksin..." Aradan zaman geçti. Yüzbaşı Şadi Bey'e Sivas'taki Mustafa Kemal Paşa'dan bir emir getirilmişti ve şöyle deniyordu: "...Halil Paşa'yı oradan kaçırıp Sivas'a getiriniz..."

Halil Paşa kaçırıldı. Sivas'a gitti. Mustafa Kemal Paşa Halil Paşa'yı Azerbaycan üzerinden Sovyet Rusya'ya silah temini için gönderdi...

SÜLEYMANİYE'Lİ AHMET...

Süleymaniye'li şoför Ahmet. Şair Nazım O'nu şöyle anlatır. Kuvvayı Milliye Destanı'nda şoför Ahmet Anadolu'ya bir külüstür kamyonetle silah naklederken ve de cephane, dört lastik birden patlamış. Ve Nazım şöyle demekte: "...Süleymaniyeli şoför Ahmet soyun/ soyundu/ ceket, külot, pantolon, don ve kalpak/ ve kırmızı kuşak/ Ahmet'i postalları üzerinde çırılçıplak/ bırakarak/ dış lastiğin içine girdiler/ şişirdiler/ Bu şarkı nihaventtir/ Deniz kıyısında bir şehir/ Beyaz başörtüsü/ Saatta elli yapıyoruz/ dayan ömrümün törpüsü/ dayan da dağlar görsün anadan doğma şoför Ahmet'i/ dayan arslan/ Hiçbir zaman/ böyle merhametli bir ümitle sevmedi/ hiçbir insan/ hiçbir aleti..."

HAMDULLAH SUPHİ...

Vatan işgal edilmişti. Hamdullah Suphi Bey bir grup gençle Almanya'dan dönüyordu. Gençler orada tahsildeydiler. Lakin Vatan işgal edilmişti. Durulur muydu? Vapur tam Çanakkale'den geçiyordu ki, Hamdullah Suphi Bey güverteden yüksek sesle bağırmaya başladı şehit kabirlerine doğru

"...Vatan kapılarından içeri girerken, istikbalin bütün tarihi üzerinde tesiri devam edecek olan şu mübarek topraklarınızdan kuvvet ve ilham aldık. Başlarımızın üzerinde bugün bir musibet havası var. Fakat bizi işitiniz. Ümitsiz değiliz. Çünkü: Sizin gibi şehitleri olan bir milletin evladıyız... İnanınız ta içimizden duyarak söylüyoruz. Sizin muzaffer şehitliklerinizi esir bir Vatan kuşatmayacaktır..."

VE GÜMÜŞİ KALPAK...

Hamdullah Suphi Bey Ankara'ya gençler Anadolu'daki askerler arasına... Hamdullah Suphi Bey artık gümüşi kalpağı çapraz fişekliği ve de tozlu çizmeleri ile hem bir Kuvvacı hem de Bakandır. Ve Mustafa Kemal Paşa'nın yanında O'nun emrindedir... Kırlanmış saçları kalpağının dışına taşmaktadır... Milli Mücadele ve Anadohlu İhtilali sonrasında Çanakkale'ye de gitti. Şehit kabirlerini ziyaret ederken şöyle demiş:

"...Ey şehitlerimiz... Şimdi bahtiyarım... Çünkü Çanakkale'den geçerken size namus sözü verenlerdeniz..."

REZİL EMPERYALİZM...

Rezil emperyalizmin orduları Anadolu'yu yaktılar, yıktılar... Katliamlar yaptılar. Ama, sonunda Mustafa Kemal Paşa'nın Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ile tarihi yenilgilerini aldılar... Ve de lakin o siyasetlerinden hiç vazgeçmezler. Ama bilinecektir ki, bu Vatan tekin değildir...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Dipçe: Dahiliye Nezareti’ne

Allah’ın yardımıyla bugün Kutülammare müstahkem mevkii zapt ve işgal edildi. Beşi general olmak üzere 500 subay ve 13 bin İngiliz askeri esir alındığını arz ve müjdelerim.


29 Nisan 1916

Bağdat Valisi ve Altıncı Ordu
Kumandan Vekili Tuğgeneral Halil

Resim

Kut’ül Ammare Kahramanı HALİL PAŞA


Halil (Kut) Paşa (1882 - 1957)

Enver Paşa’nın ondan iki yaş büyük amcası. “Kut’ül Amare Kahramanı” olarak bilinir.

1882′de İstanbul’da doğdu. Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal ile aynı sınıfta okudu. İttihat ve Terakki Fırkası’na girdi. I. Dünya Savaşı’nda Kut’ül Amere cephesinde General Townshend komutasındaki İngiliz kuvvetlerini esir aldı. Ardından Irak askerî valiliğine getirildi. Goltz Paşa’nın ölümü üzerine 6. Ordu komutanlığına atandı.

Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Diğer İttihaçılarla birlikte Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldıysa da Yahya Kaptan tarafından kaçırıldı. Sivas’a giderek Heyet-i Temsiliye başkanı Mustafa Kemal ile görüştü. Buradan Azerbaycan’a giderek Enver Paşa ve kardeşi Nuri Paşa ile buluştu. Kurdukları İslam Ordusu’yla Ermeniler’e karşı savaştı. Bu arada Ankara Hükümeti adına Moskova yönetimi ile görüştü. Sovyetler’in Ankara Hükümetine gönderdiği külçe altınları getirdi.

Ankara Hükümeti’nin Türkiye’de oturmasına izin vermemesi üzerine Moskova’ya döndü.(1921)

Enver Paşa, Türkistan’da Sovyet yönetimine karşı savaş başlatınca, Halil Paşa Rusya’yı terk ederek Almanya’ya gitti(1922). Kurtuluş Savaşı’ndan sonra hükümetin izniyle İstanbul’a yerleşti.

1957′de İstanbul’da vefat etti. Anıları, “Kut’ül Amare Kahramanı Halil Paşa’nın Anıları: Bitmeyen Savaş” adıyla 1972′de yayımlandı.

Irak Ordusu Komutanı Halil Paşa Kutü’l-Ammare zaferinden sonra 6 ncı Orduya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:

Arslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür.

Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.

İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”

Kut Şehitliği


1920 yılında Bağdat’a 180 km uzaklıkta Kutü’l-Ammare’de inşa edilen şehitlik, etrafı duvarlarla çevrili büyük bir anıt şeklindedir. Burada 7 subay ve 43 er olmak üzere 50 şehidimizin mezarı bulunmaktadır.

Sonuç olarak; Kutü’l-Ammare Muharebesi; Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun zor şartlar ve imkansızlıklar içerisinde, Çanakkale’den sonra İngilizlere karşı kazandığı ve bir tümeni bütün personeli ile birlikte esir aldığı eşsiz bir zaferdir.

yenidenergenekon.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş Eyl 08, 2011 3:04

Mondros Ve Sevr'den Lozan'a

Mondros Ve Sevr'den Lozan'a- Emperyalizm- Hatay Ve Atatürk- Çete Reisi Olmak- Tarih Ve Kararlılık- Ve Zamanımız...

Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ün başlattığı zaferle sonuçlanan Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ardından Lozan Andlaşması gelmiştir. 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması ile Mondros'u izleyen Sevr anlaşmasını Osmanlı İmparatorluğu'na imzalatan zamanın emperyalist Düvel-i Muazzama devletleri Lozan'da, bu defa "Kendi mağlubiyetlerini kabul eden Lozan andlaşmasını" imzalamak "mecburiyetinde" kalmışlardır.


1- MONDROS VE AGAMEMNON...

Gün 30 Ekim 1918'dir. Zamanın önde gelen Düvel-i Muazzama içinde yer alan İngiltere'nin Agamemnon Zırhlısı Limny'de demirlemiştir. Agamemnon'a devasa bir İngiliz bayrağı çekilmişti. Amiral Galtroph, Osmanlı Devleti heyetini bekliyordu. Heyetin başında Rauf Bey vardı. Zırhlıya çıktılar. Amiral Galtroph Rauf Bey heyetinin önüne üzerinde İngiliz Kraliyet arması olan kırmızı kaplı etrafı altın simli bir dosyayı koymuştur.

2- "ŞARTLAR BUDUR"...

Rauf Bey, dosyanın kapağını kaldırmış şöyle bir bakmak istemiştir. Tam, "fakat" diye söze başlayacaktı ki, Arsör Amiral Galtroph şöyle demiştir:

"...İtilaf kuvvetleri adına Hükümetimden aldığım talimat budur. Mütareke şartları buradadır. Şimdi bunun müzakeresini yapacak durumda değilim, imzalayınız..." Rauf Bey ve heyeti Mondros Teslimiyet anlaşmasını imzalamışlardır. Anlaşmasının birinci maddesi şöyledir: "...İngiltere Hükümeti Kraliyet Sefaini Harbiyesi'nden (Limny) de (Mondros) da langererandaz (Agamemnon zırhlısında) 1918 senesi tesrinevvelinin 30'uncu günü nushateyn olarak imza edilmiştir..."

3- PARÇALANAN ANADOLU...

Mondros ve Sevr Anadolu'nun parçalanması, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihe vedasıdır. Emperyalizm, Birinci Şark Meselesi dahiliyetindeki siyasetini böylece gerçekleştirmiştir. Ancak, tarihi yanılgıları da işte o tarihlerde ortaya çıkmaya başlayacaktır. Bu anlaşmanın imzalandığı tarihte Mustafa Kemal Adana'da Yıldırım Orduları Grubu Komutanıdır. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği 7-8 Kasım 1918 tarihli şifresinde "...Bu mütareke ahkamını (şartlarını) kabul etmiyorum, kendi karakterime uyanı yapacağım..." demiştir. Anlatımı uzundur. (Bak Taylan Sorgu. Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü Belgeseli. Kum Saati Yayınları) İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karar verdiği an o andır.

4- VE LOZAN İMZASI...

Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zaferle neticelenmiştir. Şimdi sıra Lozan Andlaşmasına gelmişti. İngiltere'nin Agamemnon Zırhlısı'nda Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ne Mondros'u arkasından "Rezil Sevr" anlaşmasını imzalattıran zamanın Düvel-i Muazzaması, bu defa Lozan'da kendi mağlubiyetlerini kabul eden ve Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tarih sahnesine çıkışını kabul eden anlaşmayı imzalamak "mecburiyetinde" kalmışlardır. Çünkü mağlup edilmişlerdir.

5- EMPERYALİZMİN KAYBI...

Lozan anlaşması ile emperyalizm artık müstemlekelerini kaybetmeye başlamıştır.Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali bütün esir milletleri ayağa kaldırmıştı. Emperyalizmin rezil siyasetine karşı esir milletler ayaklanmışlardı. Ve işte bunun için emperyalizm Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ile Lozan'daki mağlubiyet imzasını hiç ama hiç unutmamıştır.

6- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamanda, yeni emperyalizmin 1- Globalleşme siyaseti, yeni müstemlekecilik olarak ortaya çıkmaktadır. 2- Brüksel durmadan Türkiye'ye Avrupa Birliği müzakeresi şalı altında "...Lozan'ı gözden geçiriniz..." diyip durmaktadır. 3- Türkiye üzerindeki siyasetleri bir taraftan Lozan'da reddedilen kapitülasyonların yeniden ihyasına dayanmakta, öteyandan da etnik kışkırtıcılık siyaseti öne çıkmaktadır. Eli kanlı PKK terör örgütü o kışkırtıcılığın ve bölücü siyasetin "tetikçisi" olarak ortaya çıkarılmıştır.


7- HATAY VE ATATÜRK...

Lozan sonrası Musul Meselesi BM'de görüşülürken emperyalizm kendi tetikçisi olarak Şeyh Sait ve Nasturi isyanlarını çıkarmıştır. Bu emperyalist tetikçi isyanları bastırılmıştı. Hatay meselesi ise Atatürk'ün hiç unutmadığı bir mesele olmuştur. Bunu mutlaka çözmek ve Hatay'ın Anavatan'a bağlanması siyasetini başlatmıştı.

8- ÇETE REİSİ OLMAK...

Atatürk "...Yurtta sulh, cihanda sulh..." demiştir. Ama Türkiye'nin menfaatleri söz konusu olduğunda yeniden savaşı bile göze almıştır. Bakınız Hatay Meselesi'nin tırmandığı bir gündür. Atatürk o zaman İstanbul'a geldiğinde zaman, zaman zamanın Park Oteli'nde kalmıştır. Birgün Park Otel'dedir. Yanında Fahrettin Altay Paşa vardır. Altay Paşa'ya demiştir ki, "...Bana ordudan genç birkaç zabit vereceksin. Cumhurbaşkanlığı'ndan istifa edip Hatay'a giderek bir çete kurucağım. Ve Hatay'ı Anavatan'a katmak için savaşacağım..."

9- YUNUS NADİ BEY...

Bu konuşma yapılırken Yunus Nadi Bey Atatürk'ü ziyarete gelmiştir. Altay Paşa'nın durumunu görünce soran gözlerle Altay Paşa'ya bakmıştı. Altay Paşa durumu anlatınca Yunus Nadi Bey Atatürk'e şöyle demiştir. "...Paşam, gazi hazretleri siz kararlılık gösterirseniz, Hatay sizindir. Bunu kabul edeceklerdir." Bu defa Atatürk Altay Paşa'ya Hatay sınırında büyük bir askeri geçit hazırlanması emrini vermiştir. O geçit resmine yabancı devlet büyükelçileri de çağırılmışlardır. Atatürk'ün hastalığı ilerlemektedir. Ona rağmen o geçit resmini, Türk Ordusu'nun geçisini iki saat ayakta izlemiştir. (Bak Taylan Sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete - Üç Dönemin Galerisi. Kum Saati Yayınları)

10- "ATATÜRK ÇOK KARARLI"...

O geçit resminden sonra Türk Ordusu'nu da gören yabancı devlet büyükelçileri merkezlerine şu raporu vermişlerdir: "...Atatürk Hatay meselesinde çok kararlı gözükmektedir. Yeni bir harbi bile göze aldığını söyleyebiliriz..." İşte bundan sonra gelişen olaylar sonrasında Hatay Anayurda katılmıştır.

11- ŞİMDİKİ ZAMAN VE KKTC...

Şimdiki zamana dönersek mesela "KKTC'nin durumu vardır" Kıbrıs'ta Talat siyaseti KKTC'den de gelen haberlere göre KKTC'nin tarihe intikal edeceğini göstermektedir. KKTC'yi egemen bir devlet olarak yaşatabilmenin tek çaresi ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kararlı olduğunu göstermektir. Eğer bu kararlılık gösterilmez ise KKTC tarihe intikal edecektir. Hangi siyasi iktidar olur ise olsun bunun da hesabını vermek mümkün değildir.

YENİ KAPİTÜLASYONLAR...

Şimdi yeni kapitülasyon baskıları Türkiye üzerinde yoğunlaşmaktadır. Geçmişteki gibi Anadolu bu yolla tam bir müstemleke haline getirilmek istenilmektedir. Üreten Türkiye yerine bir pazar Türkiyesi siyaseti vardır. Bakınız Lozan'da da zamanın emperyalist devletleri Ankara'nın kapitülasyonları kaldırılmasının istenmesine karşı direnmeye kalkışmışlardır. Hatta İtalyan Delegesi Kont Sforza "...Siz kapitülasyonların kaldırılmasına itiraz ediyorsunuz ama birgün iktisadi efendiniz yine biz olacağız..." bile demişti.


Bu haber Ankara'ya ulaştığında Atatürk "
...Kapitülasyonların kaldırılmasını kabul ettirinceye kadar müzakereleri kesiniz..." talimatını vermiştir. Ve bu siyaset sonucunda kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Şimdi ise yine bunun peşindedirler.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.


Bekirağa Bölüğü Hapishanesi

Bekirağa Bölüğü Hapishanesi- Mehmet Ve Fransız Yüzbaşı-
Ziya Bey Ve Kızı- Ve O Günler...


30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın imzalandığı gündür. Cephelerde destanlar yaratmış bir ordu, emperyalizme karşı vuruşmuş bir ordu hiçbir cepheden mağlup ayrılmamıştı. Ama müttefiklerimizin teslimiyeti bizi de Mondros'a taşımıştı. Arkasından rezil, kepaze ve alçak Sevr gelmiştir. Emperyalizm Birinci Şark Meselesi dahiliyetinde Anadolu'yu parçalamak sevdasına düşmüştü.

İTTİHAT VE TERAKKİ...

Çökmekte parçalanmakta olan bir imparatorluk vardı. Kapitülasyonlar Anadolu'yu müstemleke haline getirmiş, Düyun-u Umumiye devlete el koymuştu. Emperyalizm artık hükümetlere istediği kanunları çıkarttırıyordu. İşte bu ahval ve şartlar içinde İttihat ve Terakki tarih sahnesine çıkmıştı. İttihat ve Terakki'nin geniş bir kadrosu vardı. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali kadrolarının sivil ve askeri ile o İttihat ve Terakki içinde olmuşlardı.

KADERİ YAZANLAR...

Enver, genç kurmaylığında İttihat ve Terakki'ye katılmıştı. Mustafa Kemal'in daha Harbiye'de iken kurduğu gizli teşkilat Vatan ve Hürriyet Cemiyeti 1908 öncesinde Selanik'te İttihat ve Terakki ile birleşmişti. İttihat ve Terakki'nin içinden İttihatçıların öne çıkardığı Enver, yürekli, atak bir isimdi. Ama, kendi kaderini talihin önüne bırakmıştı. Mustafa Kemal ise "Kendi kaderini, daha doğrusu kendi geleceğini ve tarih sahnesine çıkışı, bir milletin geleceği üzerindeki büyük vizyonunu kendisi çizmiştir...


2 KASIM GECESİ...

Kasım 1918 gecesi İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi toplandı. Merkezi Umumisi Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa'nın yurt dışına çıkmasında ısrar ettiler. Ve 20 Kasım gecesi her üçü de Kuruçeşme'den hareket ederek kendi kaderlerine doğru yola çıkmışlardı. O yola çıkışından önce Talat Paşa'nın verdiği talimat şudur: "Mustafa Kemal Paşa'nın emrine girilecektir." Zaten Mustafa Kemal Paşa artık "Başa geçmesi istenilen"di. Çanakkale'de tarih sahnesine çıkmıştı. Çanakkale'deki sağladığı zafer daha o zaman Anadolu'nun işgalini önlemiş, emperyalizmin Rusya'ya doğru uzanmasının da önünü kesmişti.

GIYAPLARINDA İDAM...

Mütareke imzalanırken sadrazamlıkta bulunan Ahmet İzzet Paşa bir ay sonra istifa etmişti. Çünkü Saray'ın çevresinin emperyalizm karşısındaki tutumu bu dürüst komutanı buna mecbur etmişti. Yerine padişahın damadı olan Damat Ferit getirildi. Damat Ferit tam bir işbirlikçi olarak emperyalist işgal devletlerinin emrine girdi. O sırada Harp Divanı kurulmasını işgalci devletler istemişlerdi. Nemrut Paşa'nın başında olduğu Harp Divan'ı Talat, Enver ve Cemal paşaları gıyaplarında idama mahkum etti. Bir müddet sonra da başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali kadroları ile ileri gelen Kuvvacıları gıyaplarında idama mahkum etmekten geri durmadı...

ZİYA BEY VE KIZI...

Damat Ferit İttihat ve Terakki'nin bütün önde gelenlerini, aydınları, yazarları tutuklattırmış, Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne kapattırmıştı. İttihatçı yarbay Ziya Bey de bunlar arasındaydı. Ziya Bey'in kızı binbir güçlükle aldığı izinle babasını ziyarete geldi. Koridorda giderken hapishane görevlisi bir Ermeni'nin saldırısına maruz kalmakta idi ki, birden Yüzbaşı Şadi göründü. Ermeni görevliyi çizmelerindeki mahmuzları altına aldı...

"LEN HESABI SORULUR"...

Bu sırada bir Türk çavuş oraya geldi. Yine o sırada bir Fransız Yüzbaşı da oradaydı. Çavuş Fransız yüzbaşıya şöyle bağırıyordu: "...Len bunun hesabı sizden sorulur. Bilmiyon mu buradaki mahkumlara Mustafa Kemal Paşamız sahap çıkar... O sahap çıktıktan sonra yedi düvel gelseniz boşa düşesiniz..." Fransız subay iyi Türkçe biliyordu. Birden durdu. Birşeyler söyleyecek oldu. Mehmetçik durmadı:

"...Len bunların hesabı sorulmaz ise aha kendimi şuncacık tüfekle vururum. Mustafa Kemal Paşamız buraya bu hapistekileri görmeye gelir... Siz bilmiyonuz mu Çanakkale'de ne zopa yediniz... Şimdik hindi gibi şişersiniz... Lakin bak sen bizim Mustafa Kemal Paşamız geçenlerde yine geldiydi... Bir hesabı vardır ki, siz ona bakın..." Bana bunları Yüzbaşı Şadi Bey belgesel araştırmalarımı yazarken anlatmıştı...

ÖYLE GÜNLERDİR...

O işgal günleri öyle azap dolu günlerdir. Yüzbaşı Şadi Bey o Mehmetçiğin zekâsına hayran kalmıştır. Çünkü, daha Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçeceği haberleri ortada yoktur. Zaten birkaç gün içinde ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmek için oynadığı satranç, nihayet tutmuştu. O Anadolu'ya geçişin hazırlığı uzundur. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

"İŞTE ŞAH MAT"...

Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezareti'nden düzenlenen Anadolu'ya "kıtaat müfettişi" olarak geçiş tayini haberini alır almaz şöyle demiştir. "...İşte şimdi şah mat..." Satrança netice alındı mı "Şah mat" denilmektedir. Mustafa Kemal Paşa satranç oyununun neticesini almıştır artık... Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni "fiilen" başlatacaktır. Çünkü önceki hazırlıkları yapılmıştı...

"GAYRI GİDİYOM"...

Ermeni rezilin Yarbay Ziya Bey'in kızına karşı yapmaya kalkıştığı rezil hareket sırasında Fransız Yüzbaşına demediğini koymayan Mehmetçik, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçiş haberini alınca doğru Yüzbaşı Şadi Bey'e koştu. Selamı çaktı ve dedi ki "...Dimedim mi yüzbaşım... Bu bizim Mustafa Kemal Paşamız durmaz diye... Ben bilirim onu cephelerden... Emrinde savaştık Allah'ın izni ile... "Yüzbaşı Şadi Bey mehmetçiği yokladı, ve "...Ama kıtaat müfettişi olarak gider ne yapacağını nereden biliyorsun...?" Mehmetçik o bilmiş hali ile şöyle bir durdu ve dedi ki, "...Ben biliriiim, biliriiim Mustafa Kemal Paşamızı... Bunlara dünyayı dar etmeden durmaz..."

ERTESİ GÜN...

Ver ertesi gün o Mehmetçik ortalarda yoktur artık... O sırada Yüzbaşı Dayı Maksut'tan, Yüzbaşı Şadi Bey'e bir haber gelir haber şudur: "Senin bölükten bir çavuş geldi... Mavzeri çuvala sarmış, fişekliler de tamam yalvarıp duruyor komutanım beni bir yolunu bul gönder ki gidem..." Dayı Maksut, mahsustan sormuş, "Nereye gideceksin?"... Nereye olur mu demiş Mehmet, Mustafa Kemal Paşamız gitmiştir ya gayrı ne işimiz olur bizim İstanbul yerinde"

VE MEKTUP

Yüzbaşı Şadi Bey bu haberi dinlerken bir başaka çavuş gelmiş ve bir kargacık burgacık yazılı pusulayı Yüzbaşı Şadi Bey'e vermiş. Pusulada şöyle yazıyormuş: "...Gomutanım ben gidiyom gayrı dağlara... Gusura galma silahı da cephaneyi de bir güzel aldım... Hakkını helal et..." Ve o Mehmetçik kimbilir hangi cephelerde vuruştu. Çünkü Dayı Mahsut O'nu Gebze'ye Yenibahçeli'nin yanına göndermiş, eline de "Güvenilir" belgesini vermişti. O mehmetçik savaş sonunda köyüne dönmüş müdür yoksa bir meçhul şehit kabrinde midir?... Bilinmez ki... Bilinememiştir...

SAAT 4.45... SANDIKLI...

Kuvvayı Milliye Destanı bir şöyle der Şair Nazım:

"Saat 4.45/ Sandıklı civarı/ Köyler/ Sarkık siyah bıyıklı süvari/çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu/ Çukurova beygiri/ kuyruğunu karalığı vuruyordu/ dizkapaklarında kan / kantarmasında köpük/ İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük/ atları, kılınçları ve insanlarıyla havayı kokluyor/ Geride köylerden bir horoz öttü/ ve sarkık siyah bıyıklı süvari/ Saat beşe on var/ Kırk dakika sonra şafak/ sökecek/ Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.../ Evet dostlarım bu hafta da böyle... Ve kaç bin süvari İzmir'e doğru akıp gitmişti... Ve kaç bini meçhul şehit kabirlerinde ve kaç bini savaşın ertesinde tarlada sabanın ardında..


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cum Tem 18, 2014 2:42

Nemrut Kürt Mustafa Paşa!

Bayburt Kaymakamı Nusret Bey, 5 Ağustos 1920 tarihinde Beyazıt Meydanında,Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey 10 Nisan 1919...

Televizyon kanallarındaki tartışma programlarının gülü Mehmet Metiner şöyle buyuruyor: “Osmanlının son zamanlarında herkes Osmanlıdan yüz çevirirken Kürtler Türk kardeşlerinin yanına koşmuştur!”

Metin efendi sen, 1. Dünya Harbinde şehit olan Türkler için “ Onlar şehit değil, köpek ölüsünden farkları yoktur!” diyen Nemrut Kürt Mustafa paşayı duydun mu ve Fethi Okyar’ın “Nemrut Kürt Mustafa kadar kindar, zalim ve alçak kimselerin bulunabileceğine ihtimal vermiyorum” dediği bu Kürt’ün yaptıklarını duydun mu? Duymadınsa duy!

Mütareke döneminde vatanını ve milletini seven Türkleri yargılamak için Divan-ı Harp-i Örfi adında bir mahkeme kurulmuştu. Mahkemenin ilk başkanı Hayret Paşa idi. Ermeni Patriği Zaven Efendinin bizzat hazırladığı idam listesi İngiliz İşgal komutanı tarafından Başbakan Damat Ferit Paşa’ya verilmiş ondan da gereği için mahkeme başkanı Hayret Paşaya iletilmiştir. Bu insanlık dışı durumu kabul etmeyen Hayret Paşa görevinden ayrılmıştır. Bu istifanın akabinde Nemrut Kürt Mustafa Paşa “Ben bu işi yaparım” diyerek mahkeme başkanlığına talip olmuş ve bu göreve atanmıştır.

Bunu fırsat bilen Papazlar, Patrikler ve işgalciler idam listeleri vermiş Nemrut Kürt Mustafa da infaz etmiştir. İstanbul Üniversitesi’nin önünde, Beyazıt Meydanında nice vatansever asılmıştır. Bu nedenle Kürt Mustafa, Nemrut Kürt Mustafa Paşa diye nam salmıştır.


Bu Nemrut, Bayburt Kaymakamı Nusret beyi de idam ettiren nemruttur!

Olay şöyle cereyan etmiştir:

Osmanlı İdaresi, 1 Haziran 1915’de savaş mıntıkasında oturan Ermenilerin savaş alanı dışı olan Suriye dolaylarına gönderilmesini içeren “Ermeni Tehciri” kanunu çıkarmıştı. Bunun üzerine Erzurum’daki 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa emriyle, Bayburt harp sahası içinde olduğu için, Bölgedeki Ermeniler de Kaymakam Nusret Bey’in idaresi altında bölgedeki jandarma güçleri vasıtasıyla gerekli tedbirler alındıktan sonra salimen Erzincan’a sevk edilmişlerdir.

Nusret Bey, Bayburt’ta görev yaparken yetenekleri ve başarıları dikkate alınarak sırasıyla, Erzincan Mutasarrıf Vekilliğine, Ergani Mutasarrıflığına ve Urfa Mutasarrıflığına terfian atanmıştır.

Urfa işgal edildikten sonra, İngilizler, Mutasarrıflığa buyruklar, yağdırmaya başlar. Yine bir gün İngilizlerden buyruk getiren Ermeni’ye, tabancasını masanın üstüne vurarak , “ Git seni gönderene söyle ben onun emir eri değilim. Bir daha karşıma çıkarsan bunu beyninde patlatırım!..." diyen Nusret Bey’in bu tür davranışları İngilizlerin hoşuna gitmediğinden tehcir bahanesiyle görevinden alınarak polis ve jandarma eşliğinde İstanbul’a gönderilir ve burada Bekirağa Bölüğü adındaki hapishaneye konur. Daha sonra Mustafa Nazım Paşa başkanlığındaki Divan-ı Harp-i Örfi’de yargılanıp ve atılı suçlardan beraat eden Nusret Bey Erenköy’deki evine çekilir.


Nusret Bey’in bu özgürlüğü uzun sürmez; çünkü bir kere kurban seçilmişti. Ermeni Tehciri bahane edilerek, yeniden yakalama emri çıkarılır ve Nusret Bey Erenköy’de mahallenin ‘Şaşkın Bakkal’ adındaki bakkal dükkânında yakalanarak Bekirağa Bölüğüne götürülür.


Divan-ı Harp-i Örfi Mahkemesinin başkanı Nemrut Kürt Mustafa paşa ilânla şahit arayarak temin ettiği yalancı Ermeni tanıklarla Nusrat Bey’i yargılar ve idamına karar verir. Karar kendisine bildirilmeden Merkez Komutanlığına götürülür. Burada bir İngiliz Komutanı Nusret Bey’e Maltaya Sürgün edildiğini bildirir. Bu sırada odaya Nemrut Kürt Mustafa girer ve İngiliz komutana yalvarır, “ Aman Efendim bu adamı Malta’ya sürmeye ne lüzum var, biz onun idamına karar verdik asacağız aman onu bize bırakın”



Böylece Bayburt Kaymakamı Nusret Bey, 5 Ağustos 1920 tarihinde Beyazıt Meydanında idam edilmiştir.


Nusret Bey’le aynı kaderi paylaşan Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey de Ermeni tehciri dolayısıyla suçlu gösterilmiş; ancak Yozgat İstinat Mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmiştir. Bu karar dikkate alınmamış Divan-ı Harp önüne çıkarılmıştır.
Mahkeme başkanı Hayret Paşa, Kemal Bey’e dönerek şu ifadeleri kullanmıştır: “ Merak etme kaymakamım suçsuzsanız bu mahkeme onu ibra etmekle (Temize çıkarmak, aklamak) mükelleftir.


Gel gör ki Kemal Bey’in asılması için İngiliz ve Fransız işgal komutanları ve Ermeni Patriği Zaven ağır baskı yapıyorlardı.


Bu sırada mahkeme Başkanı Hayret Paşa istifa etmiş yerine Nemrut Kürt atanmıştı. Yeni Başkan Nemrut Kürt Mustafa, baştan suçlu gördüğü Kemal Bey'i sözde yargılar ve idama mahkûm eder.

Kemal Bey’in idamını küçük köşkün penceresinden seyreden hain Sait Molla, “Söyletmeyin şu alçak herifi! Hemen asın köpeği! Ne duruyordunuz it oğlu itler!” diye cellâtlara bağırır ve Kemal bey, Ermenilerin sevinç çığlıkları arasında asılır.

Bu Kürt Nemrut, Talat Paşa’yı, Enver Paşa’yı, Cemal Paşa'yı gıyaplarında idama mahkûm ettiği gibi, Mustafa Kemal Paşa'yı, Rauf Orbay'ı ve Kazım Karabekir'i de gıyaben idama mahkûm etmiştir!


Muhlis Aydın
Ekim 2010

* Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin verdiği fetvalardır bu idam kararları. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin verdiği fetva ile infaz, 10 Nisan 1919'da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda gerçekleştirilir.

TBMM 14 Ekim 1922’de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'i, Urfa mutasarrıfı Nusret Bey'i ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey'i Milli Şehid ilan eder.


Bu Zulüm Bitecek...

Mustafa Kemal Paşa o gün yine Harbiye Nezareti'ne gelmiştir. Yaveri Cevat Abbas,yanında Dayı Maksut,Şakir Paşa'nın odasının önündeler. Harbiye Nezareti'ndeki subaylar duymuşlardı Mustafa Kemal Paşa'nın geldiğini. Mustafa Kemal Paşa bir saat sonra çıktı Şakir Paşa'nın odasından. Koridordaki genç subaylar selam durdular. Mustafa Kemal Paşa en baştakine şöyle der " Söyle kimse kederlenmesin...Bu zulüm zamanları elbet geçecek..."

Esir Şehrin Fedaileri kitabından

www.dailymotion.com Video from : www.dailymotion.com


Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

Mustafa Kemal'in İşgal İstanbul'unda İlk Emri: "Silahları Vermeyin"
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x