
1838 Osmanlı İngiliz Serbest Ticaret Anlaşmasının ( Baltalimanı Anlaşması ) ardından 1839 Tanzimat Fermanının gelmesi kaçınılmazdı. Tanzimat-ı Hayriye Osmanlı’yı Batının ekonomik denetimine sokan yeni ticari ilişkilerin hukuki güvencesini sağlayacak düzenlemeler içeriyordu.
Osmanlının batıyla emperyalizmin çizdiği çerçevede başlayan ilişkilerinin yeni bir toplumsal doku oluşturması doğaldır. Osmanlının gayrimüslim uyruğu ticaret erbabının batının işbirlikçisi komprador burjuvaziye dönüşmesi için çok zaman geçmeyecekti. Türk esnaf-zanaatkar- tüccar zümresi düşerken yeni ekonomik yapının parlayan yıldızı komprador burjuvazi yükselmektedir. Batının himayesine giren gayrımüslim Osmanlı uyrukları adeta dokunulmazlık kazanmakta, ekonomik üstünlük etnik temelli ayrıcalıklara dönüşmektedir.
Her sosyoekonomik yapı kendi değer yargılarını oluşturur ve toplumun bu değerler doğrultusunda şekillendirir. Osmanlı batının denetiminde girdiği sonu bilinmeyen yolda ilerlerken geleneksel yapı değişmekte, yeni sınıflar ortaya çıkmakta, toplum ayrışmaktadır. Ekonomik gücün Müslüman-Türk kökenli Osmanlı uyruklarının elinden çıkışının bu kesim üzerindeki psikososyal etkisi büyük olmuştur.
Yukarıda anlatılan süreçten en çok ve çabuk etkilenenler arasında Osmanlı aydınları ayrı bir yer tutar. Osmanlının klasik döneminde Arap-Fars etkisinin oldukça yoğun olduğu İslami bir düşün ve sanat atmosferi içinde ayrıcalıklı konumdaki bu kesim üzerinde yeni sürecin etkisi şok olarak tanımlanabilir.
Osmanlıya ekonomik ve askeri olarak üstünlük sağlayan ve denetimine alan bu yeni güç merkezi kısa sürede bizim aydınların da merkezi olacaktır! Toplumun geleneksel dokusunu yadsıyan, değerlerini küçümseyen, batının ekonomik- kültürel temellerini algılayamadan tüketim ve gündelik yaşamda onlara özenen bu kesim Tanzimat Münevveri olarak adlandırılacaktır! Batı karşısında kapıldıkları aşağılık duygusunu kendi toplumunun değerlerini toptan reddederek, halkını aşağılayarak aşmaya çalışan, emperyalizmin gönüllü kapıkulluğuna soyunan bu anlayış günümüze kadar sürecektir.
Tanzimat münevverlerinin Kurtuluş Savaşı dönemindeki ardıllarına da Mütareke Münevveri demek adet olmuştur. 30 Ekim 1918’ de imzalanan Mondros Ateşkes anlaşmasından 9 Eylül 1922 Kurtuluş Savaşı zaferi arası Mütareke dönemi, bu dönemde işgal altındaki İstanbul hükümetlerine de Mütareke Hükümetleri olarak adlandırılır. Milli Mücadelenin merkezi Mustafa Kemal’ in Ankara’sı ile İngiliz uşağı Damat Ferit’in Mütarake İstanbul’u arasındaki tercih dönemin turnusol kağıdıdır.
Türk halkı Ankara’ nın yönetiminde kurtuluş mücadelesi verirken Teslimiyetçi mütareke hükümetlerinin hararetli yandaşı mütareke münevverleri işgali alkışlamaktadır! İstanbul’ un seçkinleri işgalci güçlere yaranma yarışı içindedirler. Mütareke İstanbul’ undan günümüze hiç değişmeyen üçlü koalisyon omuz omuza soysuzluk yarışı içindedirler: İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Ali Kemal gibi kozmopolit aydınlar, Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi İslam Teali Cemiyeti üyeleri, Seyit Abdülkadir gibi Kürt Teali Cemiyeti önderlerinin günümüzdeki izleyicileri ihanet koalisyonunun mirasçılığına soyunmuş görünmektedirler.
Türkiye’nin siyasi coğrafyasının parçalara bölündüğü BOP haritaları kozmik kasalardan çoktandır çıkmış, ortalarda dolaştırılmaktadır. Brüksel ve Atlantik ötesinden uzun zamandır Atatürk felsefesinin, ulus devlet anlayışının Türkiye’ deki sorunların kaynağı olduğu, Kemalizm’den bir an önce kurtulmamız gerektiği söylenmektedir. Yetiştikleri cemaat kültürü nedeniyle ulus devletle, üniter yapıyla, demokrasiyle, çağdaş olan her şeyle doku uyuşmazlığı içinde olan siyasal oluşumla dış dinamikler Türkiye Cumhuriyeti’ nin müesses nizamına karşı müttefik olarak hareket etmektedirler.
Milli özelliğini çoktan yitirip uluslar arası sermayenin uzantısına dönüşmüş işbirlikçi sermayenin, köşe başlarına açılımcı sömürge aydınlarını yerleştirdiği yazılı ve görsel medyası Türk halkını kesintisiz bilinç bombardımanına tutmaktadır.
Mütareke münevverlerinin ardılı çağdaş sömürge aydınlarının görevi halkın direnç ruhunu yok ederek emperyalizme kayıtsız şartsız teslimiyete götürmektir. Bireysel ve ulusal bağımsızlık tutkusunu ortadan kaldırmak, tarihinden koparmak, efendisine itaatten başka bir şey düşünemeyen köle psikolojisine alıştırmak sömürge aydınlarının tam gün mesaisini almaktadır.
Taraflardan birinin Türkiye ve Türk milleti olduğu ihtilaflı konularda mutlak be mutlak karşı tarafa hak vermek bizim çağdaş münevverlerin en doğal refleksidir. Ankara’ ya karşı Brüksel’ in, Washington’ un yanında olmak, Kandil’ den gelen sesleri armonize ettikten sonra halka sunmak sömürge aydını olabilmenin icaplarındandır.
Sistemin izin verdiği ölçüde açılım, buyurduğu ölçüde kapanım, güç merkezleri arasında salınım, fırsat bulduğunda Türk’e ait değerlere toptan saldırı yine sömürge aydını olmanın gereklerindendir. Son günlerde hız kazanan Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız Türkiye- Batı sömürgesi Kürdistan açılımıyla münevverlerimizin açılımı arasındaki hayranlık uyandırıcı uyum bir yerlere not edilmelidir.
Alçalmanın, aşağılaşmanın, soysuzlaşmanın, kendi halkından kopup güç merkezlerine kapılanmanın somut örneğini mi istiyorsunuz? Bizim sömürge aydınımızın sıfatına şöyle bir bakıvermek yeter de artar bile!
Av. Hüseyin ÖZBEK, 31 Ağustos 2009