Müzik Evrensel Yalanı
Çağdaşlıktan yoksun, belli bir hedefe odaklanmış, geçtiği yerleri ezen yıkan fil benzeri bu kafa, müziği de kullanıyor. Hem de nasıl kullanıyor.
Bizim dilimizden olmasın da ne olursa olsun her dilden çalıyor bunlar devletin televizyonu ve radyosunda. Adı, Türkiye (Devlet) Radyosu, Televizyonu. Kısaltılmış yazımıyla TRT. İşlevi devleti çökertme yayını, devletin dilini yok etme kanalı.
Önce kulağımıza duyumlar geliyor. Olamaz, bu imkânsız, buna kim cesaret edebilir demeye kalmadan duyduklarımızı gerçekleştirecek ilk adımlar ortaya çıkıyor.
Biraz durup düşünmek, tüm yapılacakları, izleyecekleri yolu bize gösteriyor.
Radyolarının hepsi “Anadolu Kuşağı” adıyla başlıyor. İktidara geldiklerinde işe buradan başladılar. Bu sözü dillerine doladılar. Neden Anadolu Kuşağı? Ülkemizin Trakya’sını ne yaptınız? Anadolu Kuşağı Erzurum Radyosu, Anadolu Kuşağı Çukurova Radyosu (Adana değil, artık buranın merkezi ne hikmetse Mersin), Anadolu kuşağı Diyarbakır radyosu… Her bölgeyi bir yayında birleştiriyor, ortak yayın numarasına yatıyor, sonra diğer bölgeye atlıyorlar. Böleceklerini düşündükleri bölgelerin adlarıyla da adlandırıyorlar yayınları. Trakya bu radyolarda yok. Anadolu Kuşağı Edirne dediklerini duymadım örneğin. İstanbul’dan sonra radyoları yok… Trakya bölgemiz için Balkan adını seviyorlar. Bu adı, TRT4 kanalını kapatarak kendi açtıkları Müzik adlı kanallarında her akşam kullanıyorlar. Bu söze sarılmalarını sakın Balkanlardaki topraklarımızı geri alacaklar, oralarda yaşayan soydaşlarımızın haklarını savunacaklar, karşılıklılık ilkesi yürürlüğe girecek, ne verilirse karşıdan da o istenecek sanmayın, bu adı sevmelerini böyle anlamayın. Tam tersi, oraları Türk’ten ayırıyorlar. Bölgede yaşayanların, Türklerin dışındaki kökenlerin, yabancıların vatanımızı ortak bölge, ortak vatan saymalarını istiyorlar, bunun çabasındalar. Nasıl Anadolu derken Kurtuluş savaşı öncesine, Cumhuriyet öncesine gidiyorlar, aynı öyle… Bu adı kullanmayı çok seviyorlar. Nasıl Türkiye’yi Türk vatanı saymıyorlarsa, Türk’ün simgeleriyle uğraşıyorlarsa, Balkan dediklerinde de düşündükleri aynı…
Haberleri izlemeye, ülkemizin düştüğü durumu görmeye dayanamadığımdan, abuk sabuk dizilere yıllardan beri bir kez bile göz atmadığımdan, hele o yarışma adı altındaki iğrençliklere, bayağılıklara bir saniye bile bakamadığımdan akşamları TRT’nin müzik yayınlarına takılıyorum can sıkıntısından… Her açışımda bu yayını, başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor, üzüntüden ölüyorum…
Türk müziği yerlerde sürünüyor, süründürülüyor… Türk Sanat Müziği gazino müziği kıvamında, içkili eğlence müziği gibiymişçesine veriliyor çoğu kez, gazino şarkıcıları tarafından sunuluyor izlenceler. TRT sanatçıları sanki kayıp! Bir gece bakıyorsun canlı yayın Aya İrini Kilisesinden. (Hıristiyan bir ülkede, ülkeye camiden müzik yayını yapılır mı?) Kilisenin duvarları gösteriliyor, pencereleri, süsleri… Karşıya Fatih resmi konmuş gösteriliyor… Anlayana bir şeyler anlatmak istiyorlar, anlamayana da algılarını etkileyerek bilinçaltlarına alıştırma yaptırıyorlar… Her gece Balkanlar’da bunlar, Karadeniz’deler… Buralarda bulup buluşturup birilerine başka dilden türkü - şarkı okutuyorlar. Anlamadığımız dilden söyletiyorlar birilerine, anlamadığımız ağızları bize dayatıyor, dinle diyorlar dinle! Sen kimsin ki senin egemenliğin geçsin ülkede sen bir etnik kökensin tıpkı bu dinlettiklerimiz gibi, sus otur yerine, dinle, diyorlar… Türk ulusunun, Türk kültürünün egemenliği, bilinerek, bir amaçla her gece, her gün çiğneniyor…
Bizim kuşak, yabancı müzik furyasıyla ilk karşılaşan kuşak sayılır. Televizyon yayınları başlamamıştı daha ülkemizde, önce bu işi radyolardan başlattılar. Kültür kırımı, kültür tutsaklığı…
Radyolardan bu İngiliz şarkıcıların, Fransızların, Amerikanların az reklamı yapılmazdı.” Holivut “ bunları pazarlamakla uğraşır, Fransız, Alman, İtalyan şarkıcılar filmleriyle ünlenir, her eve sokulurlardı kendi dillerinde söyledikleri şarkılarla… Filmlerde onların müziği bize dayatılır, öğretilir, benimsetilirdi. Müzik dersimizde bile yabancı dille şarkılar öğrenirdik. Ne dediğini bilmediğimiz şarkıları dinlerken şaşkınlaşırdık. Ne diyor bu derdik. Öğrendiğimizde ise daha da hayal kırıklığı yaşardık. O herkesin ayıldığı bayıldığı şarkıcıların söyledikleri şarkıların sözleri bizi şaşırtırdı. Gözler yumuk hayal içinde dinlenen şarkı bakardınız bir köpeğe seslenirdi, yediği elmayı armudu överdi; sıradan değersiz sözlerle dinleyene bir şey söylüyormuş duygusu verirlerdi, bizi aldatırlardı…
Gençlerin kimi, müziği dilimiz Türkçeyle dinlemeyi bıraktı o zamanlar. Bu yabancıların diliyle söylenmiş şeyler müzik niyetine dinlenmeye başlandı. Bu miyavlamaları, ciyaklamaları şarkı diye dinlemeye zorlanırdık. Kendini bu akımdan, bu beyin yıkamasından kurtaran kurtardı, kurtaramayan bunlara hayran bir ömür sürdü: Ben sana hayran, sen cama tırman misali…
Bunların dilini kullanan, bir de dansçılarıyla büyük şeytanın simgesini, üçgen içindeki gözü sahnede çizen Sertap’ı Avrupa şarkı yarışmasında birinci seçmelerini anımsayınız.
Kendi dilini bıraktığı, el diline sarıldığı, küresel çeteyi onların işaretini çakarak selamladığı için ödüllendirildi bu kadıncağız… Biz de alkışladık, övünç duyduk bu başarıdan… Tıpkı Yahudi sembolleriyle bozuk bir Türkçeyle roman yazan Türklüğe küfreden birine Nobel ödülü vermeleri gibi. Batı hep işini bilir, insanları kendine köle etmeyi, ülkeleri sömürge etmeyi iyi bilir…
Kendileri kendi dillerinden müzik dinlerler, şarkı söylerler; başka kültürlere gelince bu hakkı onlara görmezler. Müzik evrenseldir, dil gerekmez dendiğini herkes duymuştur. İşlerine geldiği için böyle derler…
Bunu diyenler müziğin önce sesten meydana geldiğini savunurlar. Sözden söz etmezler. Müzik sesle sözden oluşur. Yalnız sesten oluşan müzikte bile kendi kültürün büyük rol oynar. Kendi kültüründen geleni beğenir, seversin. Seni anlatanı dinlersin…
Yabancıların sesine, sözüne bu kadar kucak açan, kendini onların kuyruğuna kaptıran toplumlar bile bir yere kadar buna dayanır, sonra akıllarını başlarına alır, kurtulurlar tutsaklıktan… Bizim tutsaklığımız sürüp gidiyor…
Şöyle bir düşünürsek, bizim ayılıp bayıldığımız yabancı şarkıcıların ülkelerinde bizden bir ses dinlenir mi? Bir zamanlar vitrin süsü gibi Tarkan’a, Mustafa Sandal’a Almanya yer açmıştı, bizim dilimizden şarkılarını arada özel radyolarında çalmışlardı… O şarkılar da bizi anlatmayan, mucuklu, haşırtılı, hışırtılı, sözleri olmayan Tarzanca şarkılardı. Amerika’da böyle bir şey hiç oldu mu duymadım. Amerikalı, Türkçe şarkı niye dinlesin, devleti böyle bir şeyi niye yapsın? Bizden birinin ağzından, bizim dilimizle bir şarkıyı ülkesinde Yunan dinler mi, hem de akşamın en güzel saatinde böyle bir işkenceyi kabul eder mi? Arap bizim şarkımızı bizim dilimizden televizyonunda çaldırır, dinler mi?
İngiliz bunu yapmaya tenezzül eder mi? Fransız bu aşağılanmayı içine sindirir mi, dilini mi yitirdi, başka dili niye dinlesin?
Müzik evrenselmiş…
Sömürge yapılmak istenilen toplumlarda geçerli olabilecek bir söz… Bölünecek, yutulacak, parçalanacak toplumlarda bu iş için başvurulan yollardan biri de müzik yoludur.
Şu an TRT yayını açık bunları yazarken. Saat 21. 15. TRT Müzik şu anda tam da bu dediğimi yapıyor. “Başucu Şarkıları” adlı bir yayın başladı. Siyah boyalı saçları at kuyruklu bir şarkıcı kadın, “Konuk da ben, sunucu da ben, şarkılar da ben!” deyip bir İngilizce şarkıya başladı. Kendini ıslıkla alkışlayanlara, seyircilerine “Mersi!” diye de bağırdı şarkısı bitince. Adı Işın Karaca imiş. Arada iki laf etti abuk sabuk, ikinci İngilizce şarkısına başladı.
Burası Türkçe konuşulan, dili Türkçe olan, Türk memleketi, Türk ülkesi, Türkiye Cumhuriyeti. Devletin tek müzik yayınında, akşamın bu en çok izlenir saatinde İngilizcenin işi ne? Dilimizi eşek arıları mı soktu da bu dille söyletiyor bunlar şarkıları…
Dün Bulgarca bilmem nece, “Mestanlı/ Bulgaristan” adlı yayınlarında söylettiler. Halkoyunu oynar gibi giyinmiş bir kız bağırdı da bağırdı anlaşılmaz seslerle… Daha önceki günlerde Yunanca - Rumca söylettilerdi çıkana. “Dünyanın Türküsü” adlı yayınlarında maşallah Türkçeden başka her dil, her dilcik var… Türkü Türk’ü anlatır. Dünyanın türküsü olur mu hem?
Karadeniz’den bir yayın yapıyorlarsa yine ölü dilleri söyletiyorlar, söylenen dile bu kez Lazca diyorlar. Yok Gürcüce, Rumca, Ermenice… Vatandaş hiç duymadığı, rüyasında görse korkacağı bu garip sesleri dinlemek zorunda bırakılıyor… Bırakın isteyen o dilleri evinde dinlesin, ocağında dinlesin…
Birbirini anlamayan, ortak bir dili olmayan, daha doğrusu dil olmayan, dil denemeyecek aşiret ağızlarından birine de Kürtçe adını takarak dil yaratma adına devlet televizyonunda kaç yıldır 24 saat aralıksız yayın yaptırıyorlar. Bu ağızla şarkı söyletiyorlar, türkü dinletiyorlar… Hepsi bölücülük adına…
Bir yandan yabancı dillerle müzik… Bir yandan ölü dillerle, olmayan dillerle müzik… Bir yandan İngilizceyle müzik. Sömürgelerin olmazsa olmaz dili İngilizceyle…
Tüm bunları da devlet radyosu ve televizyonu yapıyor…
Milyonlara baskı yaparak, milyonları etkileceğini bilerek yapıyor!
Evrensel bir tuzak bu.
Müzik evrensel değil. Müzik herkesin diliyle güzel.
Devletin diliyle dinlenir müzik, devletin eliyle yapılan yayınlarda…
Müzik evrenselmiş… Yok ya? Sen niye ülkende böyle yapmıyorsun? Sorarlar o zaman size:
“Senin annen güzel mi?”
Feza Tiryaki, 27 Kasım 2013