N’OLACAK ŞU FRANSA’NIN HALİ ?
İŞID’ın son saldırısı üzerine yine herkes ‘polis’ kesildi.
Stad’ın yanında ‘Suriye pasaportu’ bulundu mu bulunmadı mı?
Kiralık arabalar Polo muydu Seat mı?
Kuşkusuz ‘kamuoyu’nu bilgilendirmek gerekir.
Bu bir ‘media’ görevidir, ama o kadar.
‘Media’ mensuplarının, kendi ‘düşünce kalıpları’ ya da ‘şablon’larla, moda deyimle olayları ‘okuması’ bir ‘iş’tir.
Ancak bu ‘iş’ o kadar sıradan mıdır?
Cogito ergo sum
“Düşünüyorum, o halde benim” (1644) sözünü, Descartes, üç yıl önce (1641) ‘ego existo’ (varım) diye yazmıştı.
Yani düşünüyor olarak ‘ben’, ancak ‘düşünebildiğim için’ var olabilirim.
Demek ki, salt ‘akılyürütme’ yetmemekte, ilgili konuda ‘derin düşünme’ (refléxion) de gerekmektedir.
Son olayda, Polo’nun izlediği yol, Brüksel’den Paris’e kadar izlenebilir, ki polis tarafından saniye saniye ortaya çıkarılabilmiştir.
Oradan ‘terörist’in ailesine, arkadaşlarına vb ulaşılabilir ve ulaşılmaktadır.
Ne var ki, son olaylara dayanarak, Fransa’nın ‘ABD’nin dümen suyuna girmesi’ amaçlanmıştır gibi bir ‘vargı’ya varmak için ancak ‘gazeteci’ olmak gerekir.
Bir an için ‘varsayalım ki’, ‘saldırı’ bu amaçla yapılmıştır, ama Fransa’nın ‘tepkisi’ ne olmuştur?
Fransa’nın ‘tepkisi’, ‘Devlet-Ulus’ kavramına yeniden yöneliş olarak da pekala ‘okunabilir’.
Devlet-Ulus kavramının özü
Paris’teki terör olaylarını yorumlayan Xvaier Raufer, ‘Devlet dişlerini gösterecektir’ diyerek başlıyor sözlerine.
Raymond Aron’a gönderme yaparak; Devlet-Ulus diyor, “içeride barış ve dışarıya saygı”yla başlar.
Kuşkusuz Raymond Aron’dan çok önce, Mustafa Kemal Atatürk de ‘yurtta barış dünyada barış’ diye bir formül ile sürmüştü.
Ne var ki bu ‘formül’, sıradan bir ‘şablon’ olmayıp bir ‘süreç’e, bir ‘derin düşünme’ye işaret ediyordu.
Ve ‘içeride barış’, ancak ve sadece, içeride bir ‘egemenlik’ kurmakla başlar.
Egemenlik de, hem içeride ve hem de dışarıda ‘düşman’ın belirlenmesini gerektirir.
Böylece, ülke içindeki ‘dostlar’ ‘Ulus’, dışarıdakiler de ‘bağlaşık’ olarak tanımlanabilir.
Demek ki, gerek ülke içinde ve gerekse ülke dışında belirlenecek ‘düşman’lara karşı, Devlet dişlerini gösterecek ya da Fransa’da yöneticilerin dillendirdiği gibi ‘topyekün savaş’ açılabilecektir.
İşte Fransa tam da bu noktadadır.
İŞID başdüşmandır
Evet, İŞID başdüşmandır ama İŞID nedir?
ABD’li ‘yüksek komutanlar’ın bile, İŞID’ın ‘ne’ olduğu konusunda kesin bilgileri yok.
Efendim, kendileri kurmuşlardı.
Kendileri kurmuşlardı ama, bugün kendilerinin de akıllarının ermediği bir ‘gelişim’ gösterdi ‘İŞID’.
İŞİD, bugün Irak ve Suriye’deki ‘terörist grup’ olmaktan çok daha farklı bir ‘olgu’ oldu.
Avrupa kökenli ‘militan’ların ötesinde, Avrupa toplumlarının içinde yuvalanan bir ‘virüs’ örneği gelişmesini sürdürmekte, yandaş bulabilmektedir.
Brüksel yakınlarındaki Molenbeek mahallesi türü, yoğunlukta oldukları yerler olduğu gibi, kervan geçmez köylere değin yayılmış bulunmaktalar.
Demek ki, ‘başdüşman’ olarak ilan edilmenin ardından, Fransız bakanların da dillendirdiği gibi, hemen Irak ya da Suriye’de saldırıya geçmek yetmemektedir.
Ülke içinde de ‘barış’ın ya da ‘güvenliğin’ sağlanması gerekmektedir.
İşte Fransa, Sarkozy örneği onbinlerce ‘şüpheli’ye ‘elektronik kelepçe takmak’ gibi uç öneriler dahil, içeride ‘yapılabilecek ne varsa’ yapacaktır.
Irak ya da Suriye’de ya da Afrika’daki kolonilerinde yapacakları, ‘dışarıya saygı’ ilkesiyle ne denli uyumlu olacak, göreceğiz.
Ancak ‘ülke içinde’, Fransız halkının birlik ve güvenliğine yönelik herhangi bir hatayı affetmeyeceği konusunda kararlı.
Bugün milletvekilleri ve senatörlerden oluşan Büyük Millet Meclisi (Kongre)’nde bütün ‘temsilcilerin’ ayakta ulusal marşı söylemeleri de ‘Ulusal birlik’ konusunda bir ‘izlenim’ vermeye yeter.
Sadece Fransa mı?
Son olaylar üzerine Fransız ve Belçika polisi ‘eşgüdüm içinde’ çalışmaya başladı. Almanya ve hatta tüm Avrupa ülkelerinde benzer bir işbirliği örnekleri verilmekte.
Fransa polis kadrosuna 5000 ek kadro açtı.
Askerî harcamalarını hızlandıracak.
Yine benzer gelişmeler tüm Avrupa ülkelerinde, yavaş yavaş da olsa uygulamaya konulacak denilebilir.
Demeki ki ne oluyormuş?
Avrupa’daki ülkeler ‘Avrupa Birliği’ üyesi olsalar bile, herbiri birer ‘Devlet-Ulus’ olarak, ‘içte güvenlik’ ilkesine ağırlık vereceklermiş.
‘Dışarıya saygı’ konusu bir başka yazının konusu olabilir.
Zaten şimdi, ‘Üçüncü Dünya Savaşı’na gidiyoruz diye yazsam, Belçikadan gelen siyah Polo’nun içinden böyle bir ‘belge’ çıkmadı denilecektir.
Yine de birkaç şey eklenebilir
Molenbeek’te, daha önce Belçika Federal savcısını ‘hayret’e düşüren bir olay olur.
‘Köktendinci’ bir sanık, yani İŞID’cı, beni Suriye’ye ‘Devlet’ gönderdi demez mi ?
Güya Belçika ‘MİT’i, bizim Erhan gibi, ‘polisin bilgi kaynağı’ olarak Suriye’ye çok sayıda ‘adam’ göndermiş.
Bu inançlı ama ‘saf’ gençlerden hala Türkiye dahil Orta-Doğu’da bolca bulunmakta.
Ancak bir kısmı Lawrence olmaya özenirken, bir bölüğü de ‘hakikat’ı keşfedip ( !), Paris’lerde ‘eylem’ koyabilmekteler.
İşte bizim ‘gazeteci’lerimizin bir türlü bulamadıkları ‘elebaşları’ bu yeni moda ‘Lawrence’ler.
Demek ki, İŞID’la ‘doğru dürüst’ savaş yapılabilmesi için, önce, her ülkenin, kendi ‘Lawrence’lerini geri çekmesi gerekmektedir.
‘Dışarıya saygı’nın birinci koşulu da budur.
Yoksa, denildiği gibi, cepte akrep taşımanın sonu gibi olur.
Ve Piyes’te duvara asılı bir tüfek varsa, eninde sonunda patlayacak demektir.
O zaman biraz da, devletlerin duvara ‘ne’ astıklarına bakmak gerekir.
Habip Hamza Erdem