Bütün dünya ülkeleri, dışarıdan aldıkları sattıkları her şeyin parasını, nakit olsun, banka havalesi, kredi olsun, ne olursa olsun, BIS (Bank for International Settlements – Uluslararası Transfer Bankası) yoluyla birbirlerine aktarırlar. Bu tezgâhın temelini atan da, işleten de Rothschild ahtapotunun kollarıdır.
BIS, 60 ülkenin Merkez Bankalarının ortak yönetimi altındadır, ancak bu 60 merkez bankasından hiçbiri, tümüyle kendi ülkesinde kamuya ait değildir. Kiminde yarıya yakın hissenin, kiminde tamamının sahibi Rothschild-Rockefeller karteli’dir.
Üretim masrafı bir kaç kuruşu aşmayan bir kâğıt parçasının üzerinde 20 Türk Lirası yazıyor. Bunlardan iki tanesini verip içinde onlarca kişinin emeği olan 1 kilo pirzola alıyoruz. Aynı, kâğıt, aynı mürekkep, tek fark rengi ve boyu; bunun üzerinde 200 Türk Lirası yazıyor. Bunlardan bir tanesini verince 5 kilo pirzola alabiliyoruz. Kim belirliyor bu kâğıt parçalarının karşılığı olan emeği.
Evet, yine Rothschild-Rockefeller karteli.
Çünkü cebimizdeki parayı basan, kullanıma süren yer de onların kontrolünde. Cebinizden bir banknot çıkarıp, bakın üzerine, kim basmış onu; “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” diyeceksiniz, bakmadan. Bir kaç defa, dikkatle okumadan göremeyeceksiniz, öyle olmadığını. Orada yazan, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” denen nedir biliyor musunuz; bu “Özel banka”nın sahibi veya sahipleri kimlerdir biliyor musunuz?
Evet, yine onlar.
Hemen her gün en azından bir kere, soruyor musunuz, yahut birisi soruyor mu size, “Dolar ne kadar olmuş” diye. Neden? Çünkü cebimizdeki o kâğıt parçaları ile kaç kilo et alabileceğimiz bu sorunun cevabına bağlı.
Dolarları kim basıyor diye sorarsanız, cevap yine aynı; Rothschild-Rockefeller karteli, “Federal Reserve” adlı özel banka.
1930’larda, 40’larda, Anadolu’dan gelen saf köylü Haydarpaşa’da trenden inip vapurla karşıya geçer. Eminönü’nde, Yeni Cami avlusunda iki genç kavga etmektedir. Kendi köyünde böyle bir durumla karşılaşıldığında herkesin yaptığını yapar; koşar kavga edenlerin arasına girip, ayırmaya, sakinleştirmeye çalışır. Köylü vatandaşın arkasında kalan kavgacı, onun sırtına sarılarak oradan yetişme gayretindedir.
Bir süre sonra kavga durur, kavga edenlerin biri bir yöne, diğeri başka bir yöne doğru uzaklaşır; köylü vatandaş da bir “sevap işlemiş” olmanın hazzıyla yoluna devam eder. Köyünde görmediği, tatmadığı, kokusuyla iştahını kabartan simitlerden bir tane almak için tezgâha yanaşır. Simidin parasını ödemek için elini attığında cüzdanının gitmiş olduğunu fark eder.
Yalancıktan kavga edenlerin yankesici olduğunu, çok geç öğrenmiş olur. Köyünden uzak, yol yordam bilmediği İstanbul’da beş parasız, ortada kalmıştır.
Günümüzde, paylaşım kavgaları, çıkar savaşları diye adlandırılan savaşların senaryoları da buna çok benzer.
Bu savaşları modern dünyanın yankesicileri, Rothschild-Rockefeller karteli icat eder. Kendilerinin kılına zarar gelmez ancak karşıt duruma getirilen ülke halkları çoğu zaman kavganın neden, nerede, kim tarafından başlatıldığının bilincinde olmadan birbirini yok etme çabasındadır.
Savaşan taraflar silahlarını, toplarını, tanklarını, uçaklarını, tüm savaş aletlerini Rothschild-Rockefeller karteli ve onun yan işletmelerinden satın alırlar. Atılan her mermi, her roket ya onların fabrikalarında üretilmiştir ya da üreten firma onlara patent hakkı ödemektedir.
Ekonomisi, savaş yüzünden hırpalanan, parasal gücü azalan, tükenen ülkelerin borç para almak için çalacakları her kapının ardında Rothschild-Rockefeller karteli vardır.
Savaş sonrası ülkenin yeniden inşası için yine paraya ihtiyaç vardır; gidilecek yer de yine aynı yerdir.
Savaş olmayan dönemlerde de ülkeler “kredi” alırlar bir “dost” ülkeden. Krediyi veren, “ülke”nin kendisi değildir, orada iş yapan bankerlerdir ve bu bankerlerin tümü, göbekten Rothschild-Rockefeller karteline bağlıdır. Bu kredilerle, o dost ülkeden tüketim malları alınır, o dost ülke şirketlerine kamu ve özel ihaleler verilir fakat üretime yönelik bir yatırıma harcanmaz bu kredi. Ana para görünmeden, arka kapıdan geldiği yere döner; krediyi alıp borçlanan, üstüne faizle birlikte bir defa daha öder o ana parayı.
Ekonomik bağımsızlık olmadan "tam" bağımsızlık olamaz, hatta “yarım” bağımsızlık bile olmaz.
Biz bağımsız değiliz.
Bu durumda olan da, yalnız biz değiliz; bütün dünya ülkeleri bunun içinde, derece derece.
Şimdi soralım kendimize, nasıl çıkacağız bu kıskaçtan?
1923 İzmir İktisat Kongresinde, Mustafa Kemal, bize yol göstermişti…