Nay Nay Ninay!
Önceki gün, ulusça, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık.
23 Nisan; sevinci, övüncü, coşkuyu anlatan çocuk şiirleriyle, çocukların oynadığı halk oyunlarıyla, türlü tören giysileriyle, geçit törenleriyle, alanlarda oynanan çocuk oyunlarıyla, sahne gösterileriyle çocukluğumuzun unutamadığımız en güzel bayramıdır. “23 Nisan kutlu olsun” şarkısını, şarkının “Sevinin çocuklar, övünün büyükler” diye süre giden sözlerini kim unutabilmiştir? “Nasıl sevinmez insan, bugün 23 Nisan” , “Geldi 23 Nisan, neşe doluyor insan” dizelerini bir çocuk okumaya kalksa, arkasını içimizden bir anda getiririz… Şiirleriyle, coşkusuyla, kutlamalarıyla belleğimize kazınmış, adını duyduğumuzda içimizin kıpır kıpır olduğu, kıvançla dolduğu onur günümüzdür 23 Nisan.
2015 yılında olduğumuza göre, bu 23 Nisan, 23 Nisan 1920’nin 95. inci yıldönümü.
23 Nisan, devletimizin temelinin atıldığı, yeni Türk devletinin kuruluş günü. Egemenliğin Türk ulusuna devredildiği büyük gün. Ankara’da toplanan, yeni seçilen milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açtıkları gün. Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, Meclis başkanlığına seçildiği gün. Kurulan bu meclisin, Atatürk’ün önderliğinde, Başkomutanlığında, Türk Kurtuluş Savaşı’nı yönetmesi, ulusumuzun kendi geleceğine el koyması… Bu yönüyle, bu bayram; Ulusal Egemenlik Bayramı.
Daha sonraki yıllarda, devletimizin kurucusu, Başöğretmenimiz, Cumhurbaşkanımız Atatürk tarafından, Türk çocuklarına armağan edilmesiyle de, bu bayram, aynı zamanda çocuk bayramıdır.
Türk devletinin kuruluş gününü kutlama bayramını, yüce önderimiz Atatürk, çocuklarımıza armağan ederek, çocukların, ülkemizin geleceğindeki yerini göstermek istemiştir.
Çocuklara, “Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.” demiştir. Atatürk’ün, çocuklara seslenişi:
“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”
23 Nisan, Türk çocuklarının en büyük bayramı. Bu sözü, bilerek yineliyorum, bu bayram Türk çocuklarının bayramı, dünya çocuklarının değil çünkü ulusal bir bayram. Ulusal demek, ulusa ait demek. Ulusun günü demek. Bayramımızı, küresel çetenin işbirlikçileri, allem kallem ederek çoktan çocuklarımızdan aldılar. 1979 yılında, bayramımızın anlamını ilk kez sulandırdılar. Neymiş, Unesco Dünya Çocuk günü ilan etmişmiş o yıl, o günü. Devletin radyosu ve televizyonu TRT eliyle, ülkemizde bir anda bu bayram, dünya çocuk şenliğine çevriliverdi. Yabancı çocuklarının gösterileri, izleyende, “aman da ne ilginç” algısı yarattı. Bayram, şenliğe, sıradan bir eğlenceye dönüştürüldü. Ulusal egemenlik, bu günün önemi, Kurtuluş Savaşımız unutturulmaya; kanla irfanla kurulan Cumhuriyetimiz belleklerden uzaklaştırılmaya çalışıldı. O zamanlar yine de, dayatılan bu şenlik yozlaşmasının yanında, bayram, bayram gibi, alanlarda büyük gösterilerle kutlanıyordu. Okullarımızda bir hafta, bu konuya ayrılıyordu. Şimdi, 1989’dan beri de, araya, hiçbir Müslüman ülkede olmayan “Kutlu Doğum” adıyla bir hafta süren bir kutlama sokuşturuldu. 23 Nisan geriye itildi, çocuklar kafa göz sarılarak hafta boyunca dinsel törenlere sokuldu. Bu yetmedi, yine 80’li yılların icadı, “Sözde Ermeni Soykırımı” uydurmacasını bayramın hemen arkasına, ilgisiz bir tarihe, 24 Nisan’a taktılar. Bilerek bayramın coşkusunu gölgelediler. Ulusa, yatıp kalkıp bu konuyu konuşturdular, büyük yalanı bayramın önüne geçirdiler. Sevinci, övüncü körelttiler… Yetmedi, Çanakkale Kara Savaşlarının yıldönümünde, 25 Nisan gününde de, ortalık şafak ayini yapmaya gelen, işgalci, atalarımızın katili yabancı askerlerin torunlarıyla doldurulmaya başlandı. Yine her 24 Nisan’da, yabancı askerlere, törenler yaptırıldı, bayrakları gönderlere çektirildi, onlara selam duruldu. Atatürk’ün söylemediği bir takım sözler uydurularak, saldırgan yabancıya bizim evlatlarımız oldunuz denilerek, Çanakkale’de yapılan törenlerde, saldırgan yayılmacılar kutsanıldı, şımartıldı.
Son on üç yıldır da, 23 Nisan’ı türlü bahanelerle kutlatmamayı, özünden uzaklaştırmayı artık sinsice değil açıktan yapıyorlar.
Devletimizin kurucusu yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna 23 Nisan’da, devlet yönetimini temsilen göstermelik olarak Meclis başkanını gönderiyorlar.
Onlar böyle yaparlar da, iktidarın valisi boş durur mu? Tekirdağ valisi, önceki günkü kutlamalara katılmamış, bir ilki başlatmış. Demek ki, bundan böyle devleti ulusal bayramlarda temsil etme geleneği de tarihe karışacak.
Atatürk'ün Cumhurbaşkanı iken başlattığı, 23 Nisan'da devlet görevlilerinin bir süreliğine yerlerini çocuklara bırakma geleneğini bilirsiniz. Yine bir vali, hem de İstanbul valisi, görevini göstermelik de olsa bir çocuğa bırakmaya yanaşmamış... Bu geleneğe de böylece ilk kez karşı çıkılmış. Neymiş? Ayrımcılıkmış koltuğuna bir çocuğu oturtmak. Öbürleri ne dermiş?
23 Nisan’ın ertesi günü okullar tatil olurdu, çocuklarımız bayram kutladıklarını anlarlardı, bu yıl, bu tatil gününü de kaldırdılar. Nisan sonunda sınavlar için beş gün tatil var, bayram için bir gün bile yok.
Devletin televizyonu, ulusal bayramları canlı yayınla yayınlamak zorundaydı önceleri yasalar gereği. Bu iktidarla bu da kalktı. Devlet televizyonu TRT, bayramı kutlamıyor, “TRT Çocuk” ta bile bayram yayını yapılmıyor. Anıtkabir’de törenin başladığı saatlerde, yayına, “Canım Kardeşim” adında başrollerde bir köpek olan çizgi film koymuşlardı. Çocuklarımız köpekli öykülerle avutuluyor en kutlu günlerinde. Tarihi, benliği, Türk büyükleri öğretilmiyor. TRT’nin birinci kanalı, ana kanalı ise işi iyice gırgıra almıştı bayram sabahı. Şımarık mı şımarık, argolu konuşan, iki sözünde bir “abicim” diyen, yayınına sözüm ona kendi yerine iki çocuk konuk çıkaran bir erkek sunucu, maskaralık üstüne maskaralık ediyordu. Konuk küçük kızın gözlerinin güzelliğinden söz etmeler, kameraya, yaklaş, çek gözlerini diye yılışarak emirler vermeler, yayına, Türkiye’de başka çocuk kalmamış gibi kendi oğlunu çıkartmalar… Konuk kız çocuğu, yabancı (Lara) adlıydı. Adına sürekli vurgu yapıldı. Bir ara, “Alara” dendi, kız düzeltti: “Benim adım Lara.”
Sunucu, yayında arada bir, ileti okuyor, Türkçenin başını gözünü yarıyordu. Gülmeyi, Noel Baba gibi, “ Ho ho!” demeyi de bayram etmek sanıyordu:
“Valla süper yapıyorlar abicim, büyümüş de geri küçülmüşler gibi, maşallah!”
Bayram ekranı bir sirke çevriliyordu: ” Sarp ağbi, Lara abla, yav!” “ Bülent bey babasına bak, oğlunu al demiş, oh, ho ho ho!..”
Çocuğundan da şöyle söz ediyordu: “Sarp, arada arıza veriyor.”
TRT Türk, Suriyeli Araplarla uğraşıyordu aynı anlarda, bayramın adını da değiştirmişler, ekrana yazmışlar, tek, “Çocuk Bayramı” kısmını bırakmışlardı:
“23 Nisan Çocuk Bayramı” .
Anıtkabir’de hep birlikte İstiklal Marşı okunuyor, "Pekaka" terör örgütünün partisi HDP’nin temsilcisinin dudakları bile kıpırdamıyor.
TRT Belgesel, aynı anlarda ne gösteriyordu Türk ulusuna dersiniz? “Yok olmadan keşfet: Vaşak”. Bir yaban hayvanının peşine düşmüşlerdi belgesel ekibi. TRT Müzik, bir alana on binleri toplamış, çocuk bayramını pop müziğinden aşk şarkılarıyla, ”Nana narım, nanara, nay, var mısın o zaman” diyerek kutluyordu. Görüntüde aşk acıları çeken ağlayan bir kız. Ya “Diyanet” adlı TRT’nin yeni kurulan yayını ne yapıyordu? Üç türbanlı, alnı kara bantlı kadın sunucu, izlence sunuyorlar, ellerini Meryem Ana ikonu gibi birleştirip konuşuyorlar, bir çocuğa da dua ettiriyorlar:
“Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize hayırlı kıl, bizi Ramazan’a ulaştır!”
Her karış toprağına bedel ödenerek, şehitler verilerek kurtarılan vatanımızın en büyük bayramına iktidar kurumlarınca verilen değer buydu.
Geçen gün iyice gördük ki, artık bu bayramın ulusal egemenlik yanı anlatılmıyor, gösterilmiyor; bu gün, çocuk şenliğiymiş gibi kutlatılmaya çalışılıyor. Din ağırlıklı eğitim de, çağdaş eğitimi, çağdaş çocuğu yok ediyor, çocuklarımızı küresel çeteye tutsak yetiştiriyor…
TRT’den, canlı yayında, şarkıcıları aracılığıyla şunu duyurtuyorlar:
“Yeryüzündeki tek çocuk bayramına hoş geldiniz!” Bu abuk sabuk söz yetmiyor, ardından daha da abuğu deniyor:
“Biz buraya kopmaya geldik!”
Devletin şu andaki başından da aynı anlarda şu bildiri yayınlanıyordu:
“ Türkiye’nin ve dünyanın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.”
Türkiye’nin ve dünyanın, ortak, ulusal egemenlik bayramı mı varmış?
Yine Çanakkale’de bu yıl, daha da beteri yapılmış her yılki aşağılanmanın. Saldırganlardan bir özür dilenmediği kalmış. İngiltere Prensi, Çanakkale’de yüz yıl önce sanki bir futbol maçı oynanmış, savaş sanal bir bilgisayar oyunuymuş, onca askerimizin kanı dökülmemişmiş, kendileri çok uzaklardan gelip, çıkarları için Türk vatanına saldırmamışlarmış gibi:
“Bugün, biz buradaki insanların kahramanlığını ve insanlığını hayranlıkla hatırlamamız gerekiyor. Şehirlerini, köylerini bırakıp canlarını feda ettiler.” deyince bizim Diyanet altta kalır mı? Vatanını koruyan Mehmetçiğin suçu neyse, yurdunu korumak ne zamandan beri suçsa:
“Bizleri milletler halinde yarattın, biz çatıştık… Tanışmak yerine çatışmaya yöneldik… Bizi affet Allah’ım!” demiş, Diyanet görevlisi kürsüde. Bu sözlere, törende, bizimkilerce “amin” denmiş.
Aynı görevli, saldırganların ölülerine de, hayatlarını feda etmiş şehitler, demiş.
Yine dün bir ilke daha imza atılmış. Anıtkabir, bir gösteri alanına çevrilmiş. Tek uzanmadıkları yer vardı, sırası gelmiş, onu da bitirmeye, saygınlığını tuz buz etmeye yeltenmişler… 1915 yılına göre giyinen askerler, orada ortalığı doldurmuşlar. Gösteri yapılacak başka bir alan kalmamış mı? Demek ki kalmamış… “Saray” dan sonra, eski giysilerle askere poz verdirme, ortalığa böyle dökülme sırası buradaymış. Orada, ziyaretçilere “1915 Barış Feneri” dağıtılmış. Sanırsınız biz saldırdık başka bir ülkeye de, şimdi boyun büküyor, barış diyerek özür diliyoruz… Bu yapılan ne anlama geliyorsa, amaç neyse, neden Anıtkabir bu işe alet edildiyse… Üstelik bu densizlik, 24 saat kesintisiz sürecekmiş…
Popçu Mustafa Ceceli’nin, bayram günü, 23 Nisan’da, TRT 1 ekranlarında, ulusal bayram adına çoluk çocuğumuza, aygın baygın sözlerle göbek attırması, içinde bulunduğumuz durumun tam bir göstergesiydi aslında:
“Nay ninay nay, eller havaya! Oh oh oh, oyna!”
Feza Tiryaki, 25 Nisan 2015