NE YAPILIYOR? NE OLUYOR?
Bütün dünyada kullanılan bir yöntem bu; algıları basın yayınla istediğin gibi yönlendirmek. Savaşmadan insanlığı tutsak etmek. Herkesi istediğin kalıba kolayca sokmak… Yapacaklarının önünde hiçbir engel koymamak.
Bunu geçen yıllarda o uydurdukları salgın masalında gördük. Yattık taçlı salgın, kalktık taçlı salgın (Corona)… Şu şunu dedi, şurada şu oldu, aman virüs yağmuru var, dışarı çıkmayın, camları dahi açmayın… Maske! Birbirinizden uzak durun, kimseyle görüşmeyin. Toplantı mı, aile ziyaretleri mi, aman ha! Bayramlarda camdan el sallayın! Bayramı balkonlardan kutlayın! Uzak durun, kopun sevdiklerinizden, hatta kimseleri sevmeyin… Yalanı, olanı biteni sorgulamayın!
Adım adım ülkemiz değişirken, değiştirilirken, dinsel kurallar laikliğin önüne geçerken, gazetelerde, televizyonlarda birden bire açıklık saçıklık arttı. Bakın şeriat falan gelmiyor, yok öyle şey demenin bir algı yönlendirmesiydi bu. Ortalık yarı çıplak gezenlerle, onların haberleriyle dolu. Bu yerden pıtırak gibi türeyen, çıplaklarıyla öne çıkan ünlüleri kimler merak ediyorsa. Her yan dizi oyuncusu, yeni türeyen popçularla doldu. Diziler sanki Mars’ta çevriliyor. Oralardaki oyuncu kadınlar ülkemizde değil, Avrupa’da bile değil, bilinmeyen herkesin yarı çıplak dolaştığı bir ülkeden gibiler. Üstlerinde gece gündüz uçuk saçık gece tuvaletleri, erkeklerde cakalı takım elbiseler, ya da eski hippilerin salaş giyimleri, hepsinde bir tafra, bir tavır… Aile yemeğine gidilecek, evin kızı, gömlek niyetine göğsüne, bikini benzeri bir bez bağlıyor, her yanı ortada. Oyuncuların etek boyları kısala kısala ortada etek falan kalmadı. Bir diğeri yürürken, sokakta yürümüyor, evinin banyosunda dolaşıyor gibi. Ünlü (!) kadınların hamile karınları kabartmalı tablo örneği gazete manşetlerinde. Yine bu ünlüler mayolu resimlerini gazetelere dağıtıyor olmalılar, Korkusuz gazetesinin başında bunlardan en az üçü beşi her gün boy gösteriyor. Bir dizide evin kızını üç kez evlendiriyorlar, biri bitiyor, diğeri. Seksenlik dedeyi bile düğün dernekle evlendirdiler dizinin birinde. Yaşlı koca nineye gelin hamamı kuruldu. Akıllarınca yaşlılıkla alay ediyor, alay ettiriyorlar. Dünya boş, gününü gün et, günü yaşa, memleketini, ulusunu boş ver. Yaş yaşamışlara da kötü gözle bak, saygı gösterme büyüğüne, demek isteniyor. Tüm konular evlenme, cinsel çekim, onu bırakıp onu alma, aldatma… Artık evlilik çocuk oyuncağı ya. Eskinin çekindiren zina yasası yok. Kıy imam nikâhı, onu bırak onu al…
Sonrasında da boşanma aşamasında işlenen cinayetlere şaşırıp kalıyoruz. Ya kadın programları, utanç verici. Herkes özelini ortaya saçmış, komşusuna anlatamayacağı çirkinlikleri marifetmiş gibi milyonlara açıyor, çocuğunun babasını yayıncıların yaptırdığı testlerle ekranda öğreniyor kimisi. Erkek 57, kadın 25 yaşında, kadının başkasından iki çocuğu var, birlikte yaşadığı adam deniyor bu dedesi yaşındakine, kimi yerde de, bu adamların adı imam nikâhlı eş. Bebeğine tecavüz ediyorlar yakın çevresindekiler, birlikte yaşadığı adam da içinde, bu haberden kimse rahatsız olmuyor, bunları duyacak çocukların ruhsal durumu kimseyi ilgilendirmiyor, her pislik ortalıkta. Kırk dört yaşındaki adam, 25 yaşındaki kadını kıskanıyor, kadının çalıştığı yerde kadının yüzüne kezzap atıyor. Belinden tabancasını çıkarıp kadınları vuran vurana. Arada kovboy kadınlar da çıkıyor, biri çıkıyor, kameralar önünde kahvede oturan erkeğin üstüne ateş ediyor, öldürüyor.
Neden bu kadar kötülük, bu kadar arsızlık, aşırı çıplaklık, bu kadar utanmazlık ortalıkta kol geziyor? Biz böyle miydik eskiden? Hiç düşünmüyor musunuz, neden? Ne yapılmak isteniyor? Bunların sonu nereye gidecek, bizi ne bekliyor? Tüm bunlar geleceğimizin hazırlık çalışmaları mı? İran gibi mi olunacak bu dönemin sonunda? Niye kötülük anlatılıyor topluma gece gündüz?
Son algıya saldırı haberi de, Diyarbakır’dan bir ağalık bölgesinden naklen yayınla yapıldı. Daha 30 Ağustos’tan çok önce kayıp çocuk haberi ortaya atıldı. Bayram günü de devam etti, son yılların modası kutlanmayan bayram haberlerini bile bastırdı kayıp kızın haberi. Sahnelerde bayram kutlama adına 30 Ağustos gecesi meydanlarda, sahnelerde salınan derin dekolteli, derin mi derin yırtmaçlı bayan şarkıcıların, erkek popçuların haberlerini de bastırdı, güme gitti manşetlere çıkmaları, Antalya’yı falan şarkıcı Zonguldak’ı filan şarkıcı salladı haberleri... Kayıp çocuğun haberi her gün temcit pilavı gibi toplumun önüne sürüldü. Arkası yarın tadında anlattılar utanmadan, engellenmeden bir küçük kızın aile içinde öldürülmesini. Gizli kalması gereken bilgiler, ifadeler anında basına servis edildi, bakanlar milletvekilleri işe katıldı, ortada boy gösteren göstereneydi.
Bir yazarımız bu durumu haklı olarak Komiser Kolombo dizisine benzetti, bir zamanlar polisiye öyküleriyle televizyonumuzu saran diziye. Dedektifçilik oynattılar, dedi. Aklınıza gelen her yazar bu konuyu işledi. Olay, tüm TV'lerin ekranlarına her gün ama her gün taşındı.
Sekiz yaşında bir kız çocuğu kayboldu diye başladılar. Ayrıntıları devamlı tekrar ettiler. Kuran kursuna gitmiş, geri dönmemiş. Özellikle “kurs” sözü hiç atlanmadı olay anlatılırken. Şu saatte yol izleme kameralarında çıkmış. Sonra eve gelmiş mi, gelmemiş mi? O uyuyormuş, o kirli çamaşırlarını komşuda yıkıyormuş, öbürü tarlada, bir diğeri çarşıda çocuklarına giyecek alıyormuş. Muhtar Ağa benzinlikten benzin almamış, mendil almış. Benzin faturası neredeymiş? Bu tür pis bir cinayetle yeni tanışıyormuş gibi toplum, bu işi soruşturacak birimler, sessiz sedasız işi yürüteceklerine, kim katil sorusuna odakladılar herkesi. Önce çocuk canlıymış da kaçırılmışmış havası verildi. O gün köye gelen 150’nin üstünde araba aranmış, soruşturulmuş. Daha sonra 12 binin üstünde araç aranmış. 130 kişinin ifadesi alınmış. Yedi köpekle 11 bin dönümde arama yapılmış. Köy mezarlığı toprak altını gösteren elektronik araçlarla taranmış. Azıcık düşünmeyle, tecrübeyle çözülebilecek olayda aşırı abartıya kaçılmış, görevliler boşa kullanılmış, kim neyi ispat etmek istemişse... Ya da neden işi böyle uzattılarsa... Her kayıpta, her ölümde aynı ilgi gösterilse tamam da... Burada özellikle başka bir durum söz konusu, çıkarılan tantana o biçim, kadın yayınlarına bile çıkıp konuşuyor anne, hepsi ortalıkta, severek isteyerek... Yoksa işi ört bas etmeleri ne kadar kolaydır. Köy dedikleri yere önceleri mahalle dediler, on beş yirmi evlik bir yere. Korunmuş, yağmalanmamış, yağmalatılmamış bir tarım bölgesi, her yan tarla. Tek bir ailenin bölgesi burası. Hükümet içinde hükümet gibiler. O derece bağımsız, ayrıcalıklı, sanki ay üzerinde bir bölge. Köyün muhtarı yani adı koyulmamış ağası 500 dönüm sulu tarlam var diyor. Açıkladılar altı bin dönüm tarlası varmış bu vatandaşın. Nasıl onun, nasıl almış, nereden onun, bu uçsuz bucaksız araziler, büyük kente yirmi dakikalık mesafede nasıl böyle korunmuş, hiç kimse gidip oralara yerleşmemiş, tek bir aykırı yapı dikilmemiş…
Hele gömüt (mezar) işi. Akılla alay ediliyor gibiydi her yapılan. Mezar yeri olarak gösterilen yer, mezarlıkta değil, yol kenarında bir yer. Valilik yaptırmışmış. Bizim kültürümüzde olmayan çocukça gösteriler yapıldı, kim düzenlediyse bu işleri, kimse de şaşırmadı, ne bu demedi. Günlerce üstü boz toprak kenarları beton döküm yol taşıyla gelişigüzel çevrilmiş mezar yeri dedikleri yer, çocuk eşyalarıyla, oyuncaklarla, gelinlik benzeri beyaz, renkli tüllü elbiselerle dolduruldu. Üstüne defter kâğıtlarına, kartonlara yazılmış mektuplar, yaftalar kondu. Çocuğa seslenilen, çocukça sözler. Kamera bunları çekiyor, bir el, kaldırıp kaldırıp iyi okunsun diye kâğıtları öne çıkarıyor. Bir ölümle bu kadar oynanmaz, ayıptır, oynattılar.
8 Eylül’de gösterilen yerde ölü çocuğu bulduklarında, kıyamet koptu, neredeyse tüm kanallar canlı yayındaydı. Aynı gün Tunceli’de dört askerimizin ölüm haberi de gazetelerdeydi, beş dakika sonra unutuldu, gitti. Neden devrildi askeri zırhlı araç, ne oldu da dört askerimizi yitirdik, konu bile edilmedi.
Konya’daki dört sığınmacının öldürüp bir evin bahçesine gömdüğü kızın haberi gazetecileri fazla ilgilendirmedi. Zaten ilgilenilsin denilenler hep ön planda, hep manşetlerde.
Ülkemizde neler oluyor, toplumu ilgilendiren ne kararlar alınıyor kimse bilmiyor. Bilinse de ilgi çekmiyor çünkü basın yayın bunlar konuşulsun istemiyor. Varsa yoksa magazin. Bir köpek küçük bir köpeği öldürmüş, ana haberlerde ilk haber.
Bu arada en büyük devrimimiz, bizi birleştiren, ileri götüren, ulusun tutkalı, şu ana kadar dokunamadıkları “Türk Yazı Dili” darbeyi yemiş! On yılı aşkındır geldim geliyorum darbesi nihayet yapılmış. "Ortak Türk Alfabesi" adı altında duyurdular geçenlerde. Haberiniz var mı?
Ülke ayağa kalkmalıydı, aydınlarımız çığlıklar atmalıydı... Bizi biz yapan, sular seller gibi okuyup yazdığımız Türk Yazı Diline, en büyük Türk devrimine dokunulamaz, denmeliydi!
Yok yok gündemimiz bir aydır Narin. Oyun bozmayalım!
Hele bir katil kimmiş öğrenelim, gerisi hava civa… Önemsiz. Rahatınıza bakın, verileni alın…
Feza Tiryaki, 20 Eylül 2024