Nereden Nereye: Canilikten, Pîr Sultanlığa Göz Dikiş
Nasrettin Hoca kadıyken, bir komşusu şikâyete gelmiş:
“Hocam, senin kara öküz, benim akça ineğimi boynuzlamış, ineğim öleyazmış…Bunun cezası nedir?”
Hoca kestirip atmış:
“Hayvanın aklı yoktur, hayvan ne yaptığını bilmez. Demek ki, hayvana ceza verilmez!”
Komşusu:
“Aman Hocam, yanlış demişim. Benim kara öküz, senin akça ineğini tekmelemiş, boynuzlamıştı…”
Hoca’nın kaşları çatılmış:
“Ha…Şimdi durum değişti, demiş. Açıp kara kaplı kitaba bir bakayım!”
Toplumsal bir dert için, toprağı, geçimi için, haksızlığa uğradığı, ekmeği elinden alındığı için başkaldırma, hakkını arama var, bir de bunların hiç birini talep etmeden, yapılanı yıkarak, okulları yakarak, mühendisi, öğretmeni, neyi bölgeden kovmak için, korkutmak, dehşet saçmak için önüne geleni katletmek var…
Kendi köylerini sırf dehşet saçmak, halkı kendine boyun eğdirmek adına kalleşçe basmak, kadını erkeği, çoluğu çocuğu, bebeyi nineyi kurşunlarla delik deşik etmek var…
Toprak köy yollarına döşediği, dünyada kullanımı yasaklanan kalleş kara mayınlarıyla, sivil, asker demeden yoldan her geçeni havaya uçurmak, kolları bacakları koparıp, bedenleri parçalayıp, yaralı kurtulabilenleri sakat bırakmak, yarı ölü süründürmek var…Kim olduğuna bakmaksızın herkesi hedefine almak, hele hele vatani görevini yapan, yurdunu koruyan Mehmetçiklere pusu kurmak, kanlarını acımasızca dökmek var…
Şimdi bu iki durum bir mi? Bir olabilir mi?
Pir Sultan Abdal’ın hikâyesi nerde…Eli kanlı PKK canilerinin yaptıkları nerde…
Ne ilgisi var değil mi?
Tıpkı Hoca’nın iş kendi menfaatine gelince, bakışını, kararını değiştirmesi gibi bu eli kanlılar, kendilerini, ırkçı, dış destekli, bölücü siyasi partileriyle aklandıracaklar akıllarınca…
Terör örgütünün gazetesinde, Almanya’da turneye çıkan Pîr Sultan Abdal oyununun duyurusunu görünce, hem de öyle baş sayfasında duyurulduğunu görünce, şaşırdım. Yoksa bu oyundaki oyuncularda mı bir yamukluk var, dedim. Konusu mu saptırıldı oyunun? Ne bileyim, yönetmeni mi azılı bölücülerden, liboş kesimden?
Araştırttım, hepsi düzgün.
Turneye çıkartan mı bir amaç güdüyor? Bölücüleri bu vesileyle toplayacak, gövde gösterisi mi yapacak? Yok, hiç biri değil.
Geriye kalıyor, bunların kendilerini aklatma, yıkatma - paklatma ve siyaset vitrinine koydurtma çabası…
Oyuna öyle bir genç kesim gitmiş ki Almanya’da, gören gözlerine inanmaz…Pırıl pırıl gençlerimiz. Gözleri memleket sevdasıyla parlayan, ülkesini seven Atatürkçü gençlerimiz…Kara kaşlı kara gözlü kızlarımız, genç delikanlılar, aralarında da anaları ataları…Genç Türkler köklerini hatırlıyorlar, türkülerini söylüyorlar, sazlarının tellerini tngırtadıyorlar…Haksızlığa baş kaldıran, haksızlığa boyun eğmeyen, yüreği insan ve Allah sevgisiyle dolu ozanlarını öğreniyorlar…
Beri yanda devletine dış kışkırtmalarla silah çeken, masumlara saldıran, amacına erişmek için acımasızca, ayırım yapmadan, kalleşçe, pusu kurarak insan öldürenler var…
Erdal Sarızeybek, 54 bin insanımızın kanına girdi İmralı’da yatan, diyordu.
Şimdi sözü dinlenir oldu iktidarın siyaseti sayesinde. Muhalefetin aymazlığı- affedersiniz biraz ağır olacak ama- satılmışlığı sayesinde…
Kılıçlı(!) lider, faydası oluyorsa niye görüşmeyeyim demiş. Gazeteler yazdı:
“Kılıçdaroğlu’ndan şok sözler: “Öcalan’la görüşmelere, faydalıysa neden karşı çıkalım.”
Bu habere aynı gazetede bir yorumcu (Soykan Tırnavalı) isyan etmiş:
“Benim amcam Ayvalık’tan kalkıp Siirt Eruh’a neden gitti?
O kadar okuyaca’m diye didinip neden 20’ li yaşlarında şehit oldu?
Babam Tunceli ve Diyarbakır’da neden vuruldu ? Neden gazi oldu benim babam?
Bizler çocukluğumuzu yaşayamadık!
Bu muydu neden? Sırf o Öcalan denenle…görüşmeleri için mi yaşadık biz bunları?”
Türk Ceza Kanunu’nda yazar: “Her kim, bir kimseyi kasden öldürürse, yirmi dört seneden otuz seneye kadar ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
Bu suç, örgütlü olursa, cana ve mala kastedilirse, kişi kaçırılır ve zorla alıkonursa…
Hepsinin cezası vardır ve çok ağırdır…
Devletine silah çekeni ABD’de ne yaparlar isterseniz bir soruverin! Almanya’da ne yapar polis kendisine silah çekeni? Yaşatır mı bir saniye? Can güvenliğini tehlikeye attırır mı? Halkınınkini attırır mı? Araştırıverin bir zahmet…Suçluları nasıl derdest edip dizlerinin altına alıyorlar, postalları ile yerde çiğneyerek bastırıyorlar, kollarını arkadan nasıl kıvırtıyorlar…
O “üç buçuk” teröristlerini yıllar önce hapishanede nasıl öldürdüydü bu Almanlar? Gece gündüz ışıklı odada tutup delirtmediler mi? Sonra da intihar etti demediler mi?
Eline kan bulaşan öyle aklanır mı? Her suça ceza gerektirmez mi insanlığın yasası? Eli kanlı teröristten lider olur mu? O el sıkılır mı? O göze bakılır mı? O kişi saygınlığını kazanabilr mi bir daha?
Hangi devlet teröristle pazarlık eder? Etmiştir? Terörle kim bir yere gelmiştir? Gelmesine izin verilmiştir? Bildiğiniz örnek varsa söyleyin!
Pîr Sultan Abdal ‘in elinde tamburası, sazı var. Dilinde de sözü var.Tamburasına türkü yakmış:
“Gel benim sarı tamburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anınçin inilerim
***
Koluma taktılar teli
Söylettiler bin bir dili
Oldum aynen cem bülbülü
Ben anınçin inilerim”
Bu da en ünlü türkülerimizdendir. Pîr Sultan Abdal söylemiş sözlerini. Ali Ekber Çiçek pek güzel okurdu:
“Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer dost elinden ola çaresi
Efendim efendim benim efendim
Benim bu derdime derman efendim”
16. yüzyılda yaşamış Pîr Sultan Abdal. Uşak Banazlı olduğu,Sivas yöresinde yaşadığı söylenir.Kendi yetiştirdiği, adam ettiği Hızır Paşa tarafından idama gönderilen ozanımızın deyişlerinden bazılarını şöyle bir hatırlayalım. Mücadele gücünü, içindeki insan ve tanrı sevgisini görelim:
“Hızır Paşa bizi berdâr etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim”
Bu sözlerle başlayan deyişi şöyle devam eder:
“Yaz selleri gibi akar çağlarım
Hançer aldım ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım, şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim”
Şu sorulu deyişi çok ünlüdür:
“Allah Allah desem gelsem(Bülbül olsam varsam)
Hakk’ın divanına dursam
Ben bir yanıl alma olsam
Dalında bitsem ne dersin?”
…
Sen bir avuç çavdar olsan
Yere saçılmaya gelsen
Ben bir güzel keklik olsam
Bir de toplasam ne dersin?
…
Dünyaya gelmek ve dünyadan gitmek üzere söyledikleri:
“Ben de şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don giymişe döndüm
Sahibi çıktı da elimden aldı
Koru yerde koyun gütmüşe döndüm”
….
“Ben de şu dünyaya geldim giderim
Kalsın benim davam divâna kalsın
Muhammed Ali’dir benim vekilim
Kalsın benim davam divâna kalsın”
“Bir çocuk da anasından doğunca” diye başlayan uzun şiirinde insanın hayat öyküsü vardır. Bebeklikten başlayarak insanı anlatır, yirmili yaşlara gelince şöyle söyler:
“Yirmisinde akıl baştan savrulur
Otuzunda vursa dağa devrilir
Kırk yaşında akıl başa çevrilir
Ellisinde avın olmuş bez ister
***
Altmışında iner bir merdivenden
Yetmişinde binse düşer duvardan
Sekseninde su getirmez pınardan
Doksanında döşeğini düz ister”
…
Bir deyişinde de ”Ben güzelin aşığıyım” demiştir:
“Bir güzelin aşığıyım erenler
Onun için taşa tutar el beni
Gündüz hayalimde gece düşümde
Kumdan kuma savuruyor yel beni”
Gönüllere seslenmiş şu dizeleriyle, “Deli Gönül” diye:
“Bir su gölde çok durursa kokar
Azar azar çağla ak deli gönül
Bulanık akma ki içmezler seni
Çeşmenin gözünden çık deli deli gönül”
Hey gidi koca ozan, sen kim, sana özenenler kim? Bakın ne diyor dünyamız için:
“Sabır imiş şu dünyanın temeli
Verdiği nasibe şükür demeli
İsteyen kullara hayır ameli
Biri sabır, biri şükür, bir dua”
Feza Tiryaki, 18 Haziran 2011