Newton'a Göre 2060'da Dünyanın Sonu Gelecek

Bilim, teknoloji ve genel ağ (internet) hakkında her türlü yazıyı burada paylaşabilirsiniz. Alt bölümler şunlardır: Uzay, Küresel Isınma / Ekoloji, Bilim ve Toplum, Tutum (Ekonomi)

Newton'a Göre 2060'da Dünyanın Sonu Gelecek

İletigönderen Egeli » Pzt Haz 18, 2007 23:36

Kudüs Üniversitesi, İngiliz fizikçi, matematikçi, mucit ve astronom Isaac Newton’un (1642-1727) elyazmalarını sergiliyor.

Bütün zamanların en ünlü bilim adamı olarak kabul edilen Newton’un birçok elyazmasının bulunduğu Küdus Üniversitesi Milli Kütüphanesi’nin dün sergilemeye başladığı belgelerde, Newton’un dünyanın sonunun 2060’da geleceğini öngördüğü ortaya çıktı. Üniversiteden yapılan açıklamada, "Newton’un sırları" adlı sergi dolayısıyla bilim adamının elyazmalarının, 1969’dan beri ilk kez kamuoyuna sunulduğuna dikkat çekildi.


kaynak:hürriyet
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen Veled » Pzt Haz 18, 2007 23:38

Egeli, daha önce okumuştum abi adam bunları neye dayanarak söylüyor iyice araştırılmalı bence ilginç...
Kullanıcı küçük betizi
Veled
Satılmıştır
 
İletiler: 3
Kayıt: Çrş Mar 07, 2007 20:46

İletigönderen Egeli » Pzt Haz 18, 2007 23:40

Semih R.Cabalar, araştırmalarına,bilgisine,daha da önemlisi sisteme dayanarak söylüyor.Adamlar aşmışlar artık işi,evrenin çalışma sistemini çözmüşler ve gördüklerine dayanarak da varsayımlarda bulunuyorlar...
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen berk-ay » Pzt Haz 18, 2007 23:45

bnce bnlar söylenildiği gibi sadce varsayımdn ibaret
son defa sil dedin ya,sildim işte birden.....
avrilla
Kullanıcı küçük betizi
berk-ay
Üye
Üye
 
İletiler: 72
Kayıt: Prş Haz 07, 2007 16:13

İletigönderen reisbey » Sal Haz 19, 2007 10:02

La bu newtona gıcık olduğum kadar kimseye kıcık olmuyorum. Tek formul F=m.a eylemsizlik prensibi bununla ilgili 50 tane formul çıkıyor.Dünyanın sonuna gelince "her seyin sonunu düşünen kahraman olamaz" :twisted:
Kullanıcı küçük betizi
reisbey
Üye
Üye
 
İletiler: 1609
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 9:04
Konum: Kuytularımdan

İletigönderen MedceziR » Sal Haz 19, 2007 13:30

Gaybı Allah'tan başkası bilemez. Newton amcama gelince onun teorisine sadece mantıklı sallama derim ben. Yüz tane şey söylüyorlar 5-10 tanesi tutuyor şans eseri adamı kahin ilan ediyorlar. Dediğim gibi peygamberler bile bilmiyomuş garibim Newton nerden bilsin.

Ayrıca reisbey haklısın kardeş "Herşeyin sonunu düşünen kahraman olamaz" :D ...
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen creative » Sal Haz 19, 2007 13:39

Allah'ın işine karışılmaz. tamam bazı önemli olayları bilmiş ama bu kadar da değil ,
TERÖRÜN BEYNİ BARZANİ
YÖNETİMİ KANDİL
DESTEKÇİSİ BÖLÜCÜLER
MİHMANDARI AKP'DİR
Kullanıcı küçük betizi
creative
Üye
Üye
 
İletiler: 855
Kayıt: Pzr Şub 25, 2007 20:27
Konum: Başkent'den

İletigönderen Egeli » Sal Haz 19, 2007 14:20

Böyle düşündüğümüz,ve Allah'In işine karışılmaz dediğimiz için,hiçbir alanda gelişme kaydedemiyoruz.Burada,Newton'un kahinlik yaptığını veya Allah'ın işine karıştığını söyleyen yok.Bu adam bilim adamı.Araştırır,gözlem yapar,kendince teorilerini ortaya koyar ve tahminlerde bulunur.Allah'da Kuran'da dememiş mi,yaşadığınız kainatı araştırın diye?Evrenin bir sistem üzerine kurulduğu aşikar.Bilimadamlarının görevi de bu sistemi çözüp insanları bilinçlendirmek,insanlara faydalı olacak keşiflerde bulunmaktır.Başka birşey demek istemiyorum sizlere...Başımıza ne geliyosa hakediyoruz.Bilmem anlatabildim mi??
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen MedceziR » Sal Haz 19, 2007 14:26

Egeli, bence yanlış düşünüyorsun. Burda bizim demek istediğimiz ne kadar uğraşırsa uğraşsın kıyametin zamanını kimsenin kestiremeyeceğidir. Yoksa senin de dediğin gibi doğayı araştırmak lazım ve bilimin ilerlemesi lazım yoksa Ortaçağda papazların dediği gibi dünya tepsi biçimindedir aksine iddaa edeni yakalım, demiş gibi bişey oluruz...
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Egeli » Sal Haz 19, 2007 14:32

Son dediklerine katılmakla birlikte önceki yazılanların hiçbirine katılmıyorum.Kıyametin zamnını kimse kestiremez deyip hiçbi konu kestirip atılamaz,kafanı kestirip at daha iyi o zaman.Sana göre kimse kestiremez ama bana göre kestirebilir.
En son Egeli tarafından Sal Haz 19, 2007 14:34 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen Hasta » Sal Haz 19, 2007 14:34

Egeli, :wink: kesinlikle sana katılıyorum,bilim'le,din olgularını birbirinden ayıramayan toplumların da fazla ilerleme durumları olamaz.İnançın yeri ayrı,rasyonel aklın yeri ayrı...Neyse,bilim adamları,küresel ısınmayı'da yıllardır söylüyor,insanlığın aklı somut olguları görünce,başına gelmeye başladı.Durum daha vahamet kazandığında ya da olgular Newton'u bariz biçimde desteklerse,akılları başlarına gelir de,tedbir almak için iş işten geçmiş olur... :wink: 8) Oysa,ABD ve İsrail çoktaaaaan tedbirlerini almaya ve uzayda yaşam koşullarını sağlamaya başladı bile... :mrgreen: :twisted:
Kullanıcı küçük betizi
Hasta
Satılmıştır
 
İletiler: 1
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 14:52

İletigönderen Egeli » Sal Haz 19, 2007 14:38

NuNNi, yorum için sağol.Aklımızın başına geldiği gün ABD ve İsrail bize uzaydan el sallayacak gibi geliyor.Yazık,çok yazık...Biz bunlarla siyasi anlamda mücadelede oyalanırken,bazı ''duvarları'' yıkmaya çalışırken,bahsettiğimiz ülkeler olsun,Japonya olsun,Rusya olsun her anlamdı aldı gitti.Bizse,atmosferi değil önyargıları geçmeye çalışıyoruz...
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen canstein » Cum Haz 29, 2007 18:00

Egeli, dostum bu da benden olsun.Madem ki Newton'un Dünya'Nın Sonuyla ilgili öngörülerine değinmişsin ben de Evren'in başlangıcıyla ilgili Isaac'ın çıtlattıklarını paylaşayım :wink:

11. BOYUT

Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor.

Şu sırada, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır.

İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesör olarak görev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir.

Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti.

Bu, sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum" dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar?

Genç iş adamı, her pazar sabahı eşiyle birlikte tenis oynuyordu. O gün de, bütün diğer pazar sabahları gibiydi. Daha farklı geçeceğini gösteren en ufak bir belirti yoktu. Ancak, bir süre sonra iş adamı oyunu savsaklamaya başladı. Servis atışları hep fileye takılıyordu. Konsantrasyonu tamamen dağılmıştı. Huzursuzluğu giderek arttı. Birden aklına annesi geldi ve bu düşünceyi bir türlü kafasından silemedi. Eve döndüklerinde telefonları çaldı, arayan babasıydı. Öğlene kadar her yerde onu aramıştı. Annesi bir kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. İş adamının konsantrasyonu, bu olayı sezinlediği için mi dağılmıştı? Peki nasıl sezmişti bunu? Böyle bir olaya, şimdiye kadar sadece parapsikoloji uzmanları açıklama getiriyorlardı. Bilim adamları, ciddiyetsizlikle suçlanmamak için böyle konuların üstünde durmamayı tercih ettiler.

Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak, beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Yani, tenis kortundaki olayları şöyle açıklayabiliriz: Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var.

İş adamı, annesinin geçirdiği kalp krizini telefonla öğrenmediğine göre, dolaylı yollardan öğrendi; yani eşizlerinden biri aracılığıyla.
Eğer Hawking haklıysa, daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hiçbir neden ya da bulgu olmadığı halde neden bazen korkuya kapılıyoruz? Eşizlerimiz o anda bu korkuları yaşadıkları için mi? Neden bazı insanlarla ilk kez tanıştığımız halde, sanki onu uzun süredir tanıyormuşuz duygusuna kapılıyoruz? Başka bir dünyada onu uzun süredir tanıdığımız için mi? Ya ilk bakışta aşk? Aslında böyle bir şey belki de yok ve her şey başka bir evrende yaşanan bir aşkın o an için hissedilmesinden ibaret. Gerçekten de, bir bilimkurgu senaryosuna benziyor. Stephen Hawking, bu fantastik fikre nasıl ulaşmıştı acaba?
Bilim adamı, böyle bir evren teorisine nasıl ulaştığını, "Ceviz Kabuğundaki Evren" adını verdiği son kitabında açıklamış.

Bu adı verirken İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in "Hamlet"inden esinlenmiş. Eserde Hamlet, "Ey Tanrım, ceviz kabuğunun içine hapsolsam da, kendimi bütün âlemlerin kralı gibi görebilirdim, keşke şu kötü rüyalarım olmasaydı..." diyordu. Hamlet'in bu derin iç çekişi, sanki düşünür Hawking'i tarif ediyor.

Hastalığı onu, ceviz kabuğu olarak nitelendirilebilecek hareketsiz vücudunun içine hapsetmiş. Ancak, o aklıyla, sonsuzluğa, yani evrene hakim olmak istiyor. Hawking, Hamlet'in sözlerini şöyle yorumluyor; bütün fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gücüyle uzayı araştırabilir ve teknik açıdan ulaşılması mümkün olmasa da, teorik olarak, ilginç bölgelerin kapılarını aralayabiliriz.
Hawking'in geliştirdiği formül, makroskobik evreni ve temel parçacıkların mikroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor?
Bugün 59 yaşında olan fizikçi, bazı basın organları tarafından Albert Einstein ile bir tutuluyor. Ancak birçok meslektaşı, bu karşılaştırmanın Einstein için bir haksızlık olduğunu belirtiyor. Ne de olsa bilim adamı, evreni açıklamaya yönelik geliştirdiği "görelilik teorisi"yle, tam bir devrim yaratmıştı. Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti.
Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışın da dahil hiçbir şey çekim alanından kurtulamıyor. Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikâyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor.
Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar.

Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı.

Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"yle geçerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir bütün olarak düşünüyordu.

Bütün kütleler, ister dev gökadalar ister küçücük asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Önce Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Büyük Patlama'nın gerçek olduğunu ispatladıktan sonra, çekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler.

Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor), "güçlü kuvvet" (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parçalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan kütle çekimi, bir türlü "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başaramıyorlardı.

"Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu.
80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (üzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi.

Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece, geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı.
Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.

MTeorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor.

Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor.
Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz?
Hawking'e göre bu soruların yanıtı evet!

Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.
Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor.

Dünyamız eğer bir hologram ise, bütün bilgiler, yine Dünya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kâhinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır.
Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hâlâ yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor.

Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Fizikçi, bilimkurgu dizisi "Star Trek"e, konuk sanatçı olarak katıldığı bölümünde, Isaac Newton ve Albert Einstein ile poker oynamış, Marylin Monroe da dizinde oturarak ona şans dilemişti. Bilim adamı "Her türlü hikâye gerçek olabilir; bir evrende Marylin Monroe, diğer evrende de Kleopatra ile evli olabilirim. Böyle olduğuna dair elimizde bir kanıt yok. Keşke olsaydı, o zaman poker oyununda çok para kazanabilirdim" diyor.
Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.

FOCUS
Bir kedinin bile yaşama amacının olduğu dünyada,boş işlerle uğraşmak,ahmaklığın en büyük örneğidir.

Senin de kovaladığın bir tweety var mı genç?!
Kullanıcı küçük betizi
canstein
Üye
Üye
 
İletiler: 24
Kayıt: Prş Haz 28, 2007 23:13
Konum: ODTÜ

İletigönderen Egeli » Cum Haz 29, 2007 21:07

canstein, dostum...Sağol.

Yaz okulun bitince devamını bekleriz... :wink:
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen NighT_WatcH » Prş Şub 21, 2008 1:22

Stephen Hawking, hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: "Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar". Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.

"Yedi boyutlu yumak" tabirine ilişkin olarak Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere dikkatinizi çekerim.

Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz. (65/12)

O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? (67/3)

Stephen Hawking bu ayetleri okusaydı Kaptan Jacues Cousteau kadar şaşırır mıydı dersiniz?

Kaptan Jacues Cousteau’nun neden Müslüman olduğuna ilişkin kendi ifadeleri olduğu iddia edilen paragrafı okuyun lütfen;
[align=justify]"1962 yılında Alman bilim adamları Aden körfezi île Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda Kızıldeniz'in suyu île Hint Okyanusu'nun suyunun birbirine karışmadığını belirlemişlerdi. Bu konuda biz de Atlas Okyanusu ile Akdeniz'in "sularının birbirine karışıp, karışmadığını araştırmaya başladık. Önce, Akdeniz'in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu ile barındırdığı canlıları tespit ettik. Aynı araştırmayı Atlas Okyanusu'nda da tekrarladık. İki su kütlesi binlerce yıldır Cebelitarık Boğazında birleşiyordu. Bu durumda, iki su kütlesinin karışımı sonucu tuzluluk, yoğunluk gibi unsurların eşit. ya da eşite yakın olması gerekiyordu. Oysa, her iki denizin en yakın bölgesinde bile, deniz suyu kendi özelliğini koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su engeli iki deniz suyunun birbirine karışmasını engelliyordu. Bu durumu açtığım Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslamın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerîmin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Gerçekten de bu durum, Kur'an-ı Kerîmde dos doğru açıklanıyordu." Bu konudan bahseden ayetlerin mealleri şöyleydi:
Rahman süresinin 19. ve 20. ayetleri: "İki denizi salıvermiş, birbirine kavuşuyorlar. Fakat birbirine karışmaya engel (Allah tarafından) bir perde var".
Furkan süresinin 53. ayeti: "O Allah'tır ki, iki denizi (veya iki nehri birbirine komşu ve yakın olarak) salıverdi. Şu birisi tatlı, susuzluğu giderir; diğeri tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel (set) ve birbirlerine karışmayı önleyici bir perde koymuştur".
Prof. Bucaille'nin bu sözleri Kaptan Kusto'yu büyük bir şaşkınlık içinde bırakmış ve Kur'an'da gösterilen ayetleri büyük bir hayranlıkla dinledikten sonra şunları söylemiştir:
"Modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği Kur'an, ben şehadet ederim ki, Allah kelamıdır".
Kim bilir, Stephen Hawking gibi zeki bir insan Kur’an-ı Kerim’i okuyacak olursa kafasındaki pek çok soruya yanıt bulabilir.


Canstein ve Egeli paylaşım için teşekkürler.[/align]
Kullanıcı küçük betizi
NighT_WatcH
Üye
Üye
 
İletiler: 47
Kayıt: Pzr Şub 17, 2008 22:54

Sonraki

Şu dizine dön: Bilim ve Teknoloji

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x