ÖĞRETMENİM!

ÖĞRETMENİM!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Oca 27, 2018 0:11

ÖĞRETMENİM!

Öğrenciler okul tatiline girmişler.

Biz de bir zamanlar öğrenciydik. Kara önlüklü ilkokul yıllarımız. Yoksul ve iyi durumlu oluşumuz giydiğimiz ayakkabıdan çok, önlüğümüzün yeniliğinden, kumaşından, yıpranmışlığından bellidir. Çok yıkanmaktan rengi solanlar, etekleri, kol ağızları pürtüklenmiş, sağı solu yamanmış önlükler... Bunun yanında taftadan olanlar, parlak siyahlar. Kısa önlüklerinin altına erkekler pantalon giyerlerdi. Kızların önlük boyu diz üstünde, dizde, çok nadir diz altında olur, önlük altına çorap giyilir. Yakalık en önemli süsümüz. Beyaz yaka, isteyen istediği modelini takar. Kimimizinki dantelli, el işlemeli, kimimizin düz, sade. İnce dilimlisi, kocaman dilimlisi, orta boyu, hepsi var. Erkeklerin yakaları daha kocaman, işlemesiz. Kızlar, başımızda beyaz kurdela; ister kısa saçlı ister uzun saçlı olalım. Saçlar uzunsa örgülü, arkada, yanda, tepede toplanmış.

Sonra ortaokul. Giyimler artık okul forması. Başta şapka, hele erkekler, kravat ceket derken genç adamların küçük modeli oluverirler.

Öğretmen okulları da başka bir alemdir. Her okulun ayrıdır forması yani giyimi. Devletin yatılı okulları. Sınavla girilen. Sınavlarda ayrımcılık yapılmayan, kayırma kollama akla gelmeyen. Yoksul, orta halli aile çocuklarına, bulundukları yerde okuma olanağı bulunmayanlara devletinin açtığı sıcak kucak: Yatılı İlköğretmen Okulları. Kızlar erkekler için ayrı ayrı açılan. Yemeklerin okuldan, okul forman kışlık yazlık yine okuldan, banyo havlunu bile düşünürler, yılda bir kez kazak, havlu gibi eşyalar dağıtılır. Hiç paran olmasa da okulunda yaşarsın, barınırsın, yiyip içersin, giyinirsin. Hepimizin bir müzik aleti çalması zorunludur, okulda müziğe, resme, spora çok değer verilir. İşliklerimiz, laboratuvarlar, aletli spor salonlarımız... İlk yardım kursları bile görmüştük; iğne vurmak, yara sarmak, basit ev araçlarını onarmak, elektrik sigortası tamiri, örgü, dikiş... Çok yönlü yetişmek, her konuda köylerde öncülük etmek... Milli Güvenlik Dersi (Ortaöğretimde bu iktidar zamanında kaldırıldı, dersi subaylar verirdi.), İş Bilgisi dersi, beceri öğreten kurslar, ayrıcalıklı derslerimiz; çocuk eğitimi, öğretmenlik eğitimi, ruh sağlığı üzerine temel bilgiler. Yabancı dil zorunlu ders değildi, isteyen kurslarına katılırdı, notsuz, sınıf geçmeyi etkilemeyen kurslar. Çünkü bizler yurdumuz için yetiştiriliyorduk, yeteri kadar çevirmen vardı ülkemizde, neden her öğretmen yabancı dil bilecekti? Sömürgeleşmemiştik henüz... Tüm gücümüzle önce kendimizi, bilimi, edebiyatı, tarihi, coğrafyayı öğreniyor, ülkemizin “Cumhuriyet askeri” olarak yetişiyorduk. Türkçe en önemli dersimiz. Köylerde stajlar. Kaç ay süren öğretmenlik alıştırmaları. Yemek yapmayı öğrenme, okul mutfağında yardım, ders vermeyi bilimselleştirme... Öğretmenlerimiz bizimle... Sınavlar... Sonra öğretmen olduk.

Gazi Eğitim. Bizim okuduğumuz dönemin adıyla; "Gazi Eğitim Enstitüsü", Cumhuriyetin ortaöğretime öğretmen yetiştiren ilk kurumu, Atatürk’ün kurdurduğu (1926) yüksek okul. Kızlar erkekler, ayrı ayrı bölümlerinde yatılı okur. Cumhuriyet’in en görkemli yapılarındandı ana binası. Uçsuz bucaksız, bakımlı, ağaçlıklı, havuzlu bahçesi. Bahçede bir sürü ek yapılar, yeni açılan bölümler. Yine, bakımımız, her şeyimiz okuldan. Türkiye’nin başkentinde olmanın ayrıcalığı:

“Ankara Ankara güzel Ankara” günleri. Türkiye'nin kalbi Ankara. Ne bölücülük var, ne bugünün hain kurtları...

Sonrası öğretmenlik yılları. Maraş Lisesi’nde ilk öğretmenliğim. Çift dikiş gidenlerin neredeyse yaşları benim kadar, lise son sınıfta benden iki üç yaş küçük öğrencilerim.

Hatay’da öğretmen okulunda ücretli derslerim. Ortaokul öğretmenliğim...

Daha sonrası yurtdışındaki gurbetçi çocuklarıyla. Gurbette, gurbetçilerle...

Böyle geçen yıllar, sonra öğretmenliği de veda. Yaşam nasıl başlıyor ve bitiyorsa, her şeyin bir sonu varsa... öğrencilik de bitiyor, öğretmenlik de... Ömür, nasıl yaşarsan yaşa, bir gün sona eriyor...

“Ölünce her şeyi unutacağım nasılsa,

Hatırlamak ve hatırlatmak olsun sevdam.”
demiş şair (A.H. Tanpınar).

Bizim de sevdamız aynı. Geçmişi unutmamak, gelecek kuşaklara da unutturmamak, ne biliyorsak, neler öğrenmişsek anlatmak... Kötülükleri söylemek, iyilikleri aktarmak. Yurdumuza borcumuzun hiç olmazsa bir kısmını böyle ödemeye çalışmak.

“Okullar tatil oldu.” sözü nerelere götürüyor insanı. Önce okullarımız geçti gözümden tek tek, sonra uzun öğretmenlik yılları, dile kolay, otuz beş yıl... Sonrası ölene dek yazıyla öğretmenliği sürdürme çabası... Yazmak, yazmak...

Sandıkları karıştırırken geçen gün öğrenci mektupları geçti elime. Bunlardan biri, üstü Karagözlü, pembe yaldızlı bir iplikle, zımbalanarak bağlanmış iki dosya kağıdına yazılmış.

Derslerde Karagöz’le Hacivat’ı mutlaka okuturdum çocuklara. Çizimli kağıtlar dağıtır, üstlerini boyatırdım. Sonra şekli keser, kartona yapıştırırdık. Oynayarak öğrenirlerdi dersi.

Öyle bir resme bakarak kendisi çizmiş bu resmi Gamze.

Ayrılık mektubu olarak yazmış bana. Karnesini almış, dördüncü sınıfı bitirmiş, başka okula gidecek.

Sol üst yanından resmin yazmaya başlamış küçük kız, şimdi kimbilir nasıl güzel bir genç hanım, evliyse kendi çocuklarının öğretmeni, değilse çevresinin öğretmeni, bir yerde çalışıyor, görevini yapıyor, atalarına, bu yurdu bize verenlere borcunu ödüyor:

“Okulda yazmayı, sevgiyi ve saygıyı öğrettin öğretmenim!.”diye başlamış söze.

“Karneyi alınca savrulduk birer birer.” yazılı Karagözlü kağıdın ortasında. O yaşta neler neler de biliyor, gurbette Türk töresiyle büyümek, Türkçeyle beslenmek kolay mı?

Resmin altında:

“Sen bize öğrettin öğretmenim.” yazılı. Öğretmenlik, öğretmek. Gönlündekini tek bir “öğrettin” sözüyle nasıl da anlatmış.

Öğretmen öğretir. Öğretmenleri olarak onlara öğretmişim.

Sayfayı açıyorum, içinden çiçekle, kuşla resimlenmiş, çizgili kağıda yazılıp kesilerek buraya yapıştırılmış iki bölümlük yazı çıkıyor:

“Öğretmenim,

Birinci sınıftan beri tanırım seni.

Şimdi dördüncü sınıftayım, okulları doldurdum. Artık ayrılık geldi.

Seni çok sevdim, çünkü bana öğrettin. Ben sana layık bir öğrenci olamadıysam ne olur affet beni.

Bir gün bile üzmedin beni, bağırmadın.

Sana teşekkür ederim.

Gamze.”


Resimli veda mektubunun alt bölümünde yazılanlar daha da duygulandırıyor insanı. Unutmayı, verilen sözden dönmeyi bilmiyor henüz Gamze, vefasızlık o yaştaki çocuktan çok uzak:

“Seni görmeye geleceğim çünkü çok ama çok üzülüyorum.”

Son sözleri bir öğretmene denebilecek en güzel sözler. Neyi nasıl öğretmeliyiz tüm öğretmenlere bir bildiri sanki söyledikleri:

“Beni ısıttın, bize dinimizi ve Cumhuriyetimizi öğrettin.” En altta da yeniden aynı sesleniş:

“Öğretmenim.”

Türkçenin en güzel sözüyle, Cumhuriyetin dil devrimiyle dilimize giren, öğretmekten gelen, “öğretmen” sözüyle başlayıp bitiyor mektup... Bu sözün yürekten gelirken aldığı biçimle:

“Öğretmenim!..”

Feza Tiryaki, 25 Ocak 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x