OKUMAK (3)
Okumak, okumak da neyi okumak? Nasıl okumak?
Yüce gönüllü atalarımız, okumanın anlamını yüz yılların süzgecinden geçirmiş, geriye kalanı öğütlemişler:
“Oku dedik, okumadı, vardı hafız oldu.” Bunu, değiştirerek, “Oku dedim okumadı, vardı böyle oldu.” diye de söylerler.
Ne dediğini bilmeden ezberlemek okumak sayılmaz. İkinci söz, okumamayı, başa gelen kötülüklerin nedeni sayıyor.
Örneği çoktur: “Okumadan âlim, gezmeden gezgin.” Her konuda bilmişlik taslar kimi, okumuşun ağırbaşlılığı nerede…
Akılsızdan umutsuzca yakınış: “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.”
Kötüler de böyledir. Düzelmelerini boşu boşuna beklersiniz. Biraz da umutsuzdur okuyanlardan toplumumuz: “Okumuşun okuduğunu dinle, işini tutma.” derler, “Okumak para etmez.” anlamında. Bir de, “ Okumuşun ekmeği koynunda.” denmez mi? Bu kez, okuyan övülür.
“Çok okuyan bilmez, çok gezen bilir.” sözünde de, deneyimin, gözlemin, okuduğunu yaşayarak öğrenmenin önemi vardır.
“Okumuş” adama, kadına saygı sonsuzdur kırsal alanda, köylerimizde. Bizim köylümüzden başka, devlet dairesinde bir işini yaptırırken, kasketi elinde, iki eli yanda, hazırolda, başı bükük, saygıyla memurun karşısında duran var mıdır dünyada?
Ne dersiniz, herkes bildiğini okur deyip, neyi, nasıl okuyacağız konusuna geçelim mi?
Okuma, abece (alfabe) öğrenme ile başlar. Önce, Türkçenin seslerini öğrenirsin. Seslerimiz ne güzeldir. Bir solukta sıralarsınız. Atatürk döneminde bunun marşı da bestelenmiş. Şiirleri yazılmış. Tevfik Fikret’in Türkçe abeceye uyarlanan “Şermin’in Alfabesi” şiiri bu türün en güzelidir. Bıkmadan hep bunu söylerim, çevreme öğretirim. Seslerimizi tanıtan bu dizeler, yetmişli yıllardan beri çocuk yayınlarında vardır. Bir gazete ekinde görmüştüm bunu ilk. Çocuklarınıza ezberletmelisiniz:
“-Alfabeni oku yavrum. / -İşte hemen başlıyorum:
A, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, ( a, be, ce, çe, de, e, fe, ge, yumuşak ge)
h, ı, i, j, k, l, m, n, ( he, ı, i, je, ke, le, me, ne)
o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, ( o, ö, pe, re, se, şe, te, u, ü )
v, y, z; bu kadar. ( ve, ye, ze)
-Hangi harfler kalındırlar? / -A, ı, o, u. / -Ya inceler hangileri? / -E, i, ö, ü.
Çalışıp yuttum hepsini, / Sor bana istediğini.
-Peki yavrum, haydi oyna; / Koca bir “aferin” sana!”
Şiir böyle. Ezberlemeyi, öğrenmeyi oyunlaştırıyor. Şimdi Türkçe abecemizi, baştan sona, bir sırada yazalım. Bir yakınınız denetlesin sizi okurken, bakalım, ezbere, su gibi akıcı okuyabiliyor musunuz seslerimizi:
A, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, ı, i, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z.
(A, be, ce, çe, de, e, fe, ge, ğe, he, ı, i, je, ke, le, me, ne, o, ö, pe, re, se, şe, te, u ü, ve, ye, ze.)
Çocuğu olanlar, onlara oyun oynar gibi abecemizi ezbere öğretebilirler. Rolleri değiştirerek; önce biri öğretmen olur, sonra diğeri. Burada, en önemli konu, Türkçede seslerimizi doğru okumak, okutmak. Sessiz harflerin (ünsüzlerin) “e” yardımıyla okunduğunu unutmamak gerekiyor. H (he) sesini “ha” diye okuyanı, k (ke) sesine “ka” diyeni uyarmalı. Türkçemizdeki kural, sessizlerin, yanlarına eklenen “e” sesiyle okunmasıdır. Gerisi kuralı hiçe saymaktır. Bunu devletin televizyon kanalı (TRT) bile yaparsa, “HD” simgesini İngilizce okunuşuyla “eyc” diye başlayıp derse, “he de” demeyi bilerek istemezse ne diyeceksiniz? Ya CHP’ye, “cehape” diyenler? Demek ki, dilimizi korumak, kollamak görevi bizlere düşüyor.
Dilimizi korumak için, dilimizi sevmek, sevmek için de, dilimizle okumak, çok okumak, okudukça okumak gerekiyor…
Okumak iki yöntemle öğretilir: Tümden gelim. Tüme varım. Altmışlı yılların ortalarında, önce tek tek harf öğretilerek okuma-yazma öğretme bırakılmış, okuma öğretimi “tümden gelim” e döndürülmüştü. Fiş adı verilen tümceler ezberletiliyor, sonra bölünerek sözcüklere, oradan hecelere (seslem), en son, harfe (yazaç- ses) erişiliyordu. Bu süreç içerisinde çocuk okumayı kavrıyordu. Şimdi yeniden eskiye dönülmüş. Harflerle başlanıyormuş. Buna “Ses temelli tümce yöntemi” diyorlarmış. Anlamı olan bir iki sesten sonra, seslerden heceye, heceden sözcüğe, en son tümceye ulaşılıyormuş.
Türkçede her ses, bir harfle gösterilir. Yazı dilimizin en güzel yanlarından biri budur. “Ş” sesini mi yazacağız, örneğin şişe diyeceğiz, “şişe” yazarız. “ Sch” sesleriyle eloğlu “ş” yi araya dursun. Altı çengelli yazılan “c” sesimiz, “ç” öyle. “Ç” bizde, tek bir imdir; kaç sesin birleşmesidir başka dillerde. “H” sesi, önüne aldığı seslinin ince kalın oluşuyla (ha, he, hı, hu…), istediğin gibi okunur, tek bir imle. “K” sesindeki, o zamanlar(1928) dayatılan, öne sürülen sorunu, Atatürk kendi eliyle çözmüş, “k” yi yanına gelen sese göre okutmuş. “Q”(kû) dan, “x”(iks) den, o dilimize gereksiz, “çift ve (w)”den Türkçeyi Atatürk korumuş. O zamanki kurul çalışmalarında, Atatürk “k” sesi için, kendine getirilen “q” önerisinin gereksiz olduğunu, Türkçe sözlerde, ”k” nin ince kalın seslilerle birleşmesiyle sorunun çözüleceğini görmüş, kurullara önderlik ederek, son sözü söyleyerek Türk abecesini hazırlatmıştır. Atatürk’ün eliyle, düşüncesiyle, bilgisiyle, ileri görüşlülüğüyle gereksiz harflerden, yüklerden abecemiz kurtarılmıştır.
Türkçe okuma çok kolay öğrenilir. Bir güzel yan da, dilimizdeki ses imlerinin, yani harflerin seslerimizi eksiksiz, tam olarak karşılamalarıdır. Bunun böyle olduğunu her okuma yazma bilen, yabancı dilden çeviri yapan, az buçuk kitap okuyan herkes bilir. (Bakmayın arada çıkan o çatlak seslere, dilimizin abecesine söz atan bölücülere. Bunu, kasıtlı, kötülük olsun diye yapıyorlar. ) Bir de okuma sevdirilirse okumayı öğrenene; okuyanın, diliyle kuracağı gönül bağını, diline duyacağı sonsuz, koşulsuz sevgiyi kimse engelleyemez…
Hiç aşağılık duygusu duymaya gerek yok. Çok okurmuşlar diye Japonlara imrenmek de saçma. Onlar bize imrensin. Türk’ün üstün değerlerine, yeteneklerine, yurdumuzun essiz güzelliklerine, eski eserlerimize, bırakalım, onlar kıskanarak iç çeksin…
Bu kadar saldırıya, durmadan dilimize çelme atanlara, içimizdeki yılanlara çıyanlara karşın, biz okumayı seven kuşaklar yetiştirebildik. Bunu Atatürk’ün dil devrimi ile başardık. Bu devrim, günümüzde gericilerin, küreselcilerin, bölücülerin saldırısı altında. Yine de gücümüzü eksiltemiyorlar. Gücümüz, dilimizden, dilimizin eşsiz güzel abecesinden, dilimizin yapısından, varsıllığından, bizimle bütünleşmesinden geliyor.
Atatürk, unutana anımsatalım, “Türk Harfleri” demiştir yazı dilimize. Yeni yazı yürürlüğe girmiştir. Atatürk Meclis’te konuşuyor:
“Aziz Arkadaşlarım, yüksek ve ebedi yadigârınızda büyük Türk milleti yeni bir nur âlemine girecektir.”
Bu ışıklı, aydın dünyaya, Türk harfleriyle, Türkçe okumakla girildi.
*
Okumada, okuyacak kitap seçiminde seçici olmalı.
Nasıl bilgisayar, hem dost, hem düşman, başına geçip onu kullanana, kitaplar da öyle. Beynini kötü ellere yıkattırmayacaksın.
Türkçeyi, anası gibi, babası gibi, atalarını sever gibi, yurdu gibi, evladı gibi seven, dilinin güzel kitaplarını da arar, bulur, okur.
Toplumu körleştirmek, tutsak etmek, ulusun algısını ele geçirmek isteyen kötü niyetliler, kötü yönetimler, kötülük isteyen çevreler ilk önce dile el atarlar.
Bu nedenle sanırım, son yıllarda her yıl okul kitaplarımız değiştiriliyor. Boyutlarıyla, kâğıdıyla, baskısıyla oynanıyor; kitabın ele gelmesi sevimli değil, kitaplar alışıldık kitap boyutunda değil. İçerik iyi değil. Dil sevgisi, okuma sevgisi aşılamak, Türkçe dersinin, okuma öğretmenin sanki amacı değil.
Ev ödevleri test şeklinde veriliyor. Ödevler, okumayı sevdirmeye yönelik değil. Anlaşılmaz, karışık, bozuk bir dille yazılıyor okuma parçaları. Sorulan soruları değil çocuk, yetişkin biri anlayamaz. Kitap resimleri sevimsiz, itici. Bana öyle geliyor ki çocuklarımız, Türkçeyi sevmesin, okumayı sevmesin, yurdunu ulusunu sevmesin, okuyan bir birey olmasın, sürü gibi yetişsinler, ne denirse ona uysunlar isteniyor.
Yeni okuma yazma nasıl öğretiliyor diye bilgisayardan görüntülü çekimlere (video) baktım. Harflere, eşekle, başlatılıyor çoğunda. “E” denince akıllara eşek gelir olmuş artık nasıl oluyorsa? Ulusal duygu verecek, ulus kimliğini öğretecek tek bir görüntü, resim görmedim. “Z” harfini bile zebrayla vermişler. Ülkemizde yetişen zeytini göstersene! “Ata et at!” diyorlar kurdukları tümcede. At ve et! Masallarımızda kötü devler, saray kapılarının önüne bağladıkları, içeriye kimseyi geçirmeyen iki hayvandan, atın önüne et, aslanın önüne ot koyarlar. İyi kişi, bu genellikle Keloğlan’dır, gelip etin, otun yerini değiştirene kadar bu eziyet sürer. Bu tür anlatım, ata et verme emri, kötülüğün, işkenceci yüreğin simge anlatımıdır. Günümüz çocuğuna bu ters anlatım ne verir, ne veriyor, düşünmesi bile iç yakıyor. Bu hazırlıklar okullardan. Okulların, öğretmenlerin adıyla veriliyor. Bir çocuk sesi yazma öğretiyor. “J” sesini yazdıracak. J sesi dile geliyor:
“Beni defterinize bu şekilde yazacaksınız, haydi parmaklar havaya!” Parmaklar havada yazı yazmak. Okuturken de bu çocuklara, haydi ayaklar havaya diyeceklerdir kesin.
Yıldız resmi mavi boyalı. Türk çocuğu yıldızı bayrağından tanır, rengi değişmez, beyazdır, hani? “C” sesini öğretecekler, giyimli, başı sarılı, insan görünüşlü bir civciv adam. Altında “Loonay Tounes” yazısı var. Aman Allahım bunlar iyice akıllarını yemiş. Ne denetleyen, ne dur diyen kalmış. Bilinçsiz anne baba, çocuğu yeni okuma öğrenen eğitimsiz kesim iyiyi kötüyü nasıl ayıracak?
Öğrettikleri adlara bakın: “Ela ile Ali.” Ayşe’nin pabucu damda. Yine iki ad: “Ata ile Talat”. “N” sesi öğretilirken; ana, ene, tane falan denirken, birden, “Lan” yazılıyor tahtaya. Lan sözü öğretiliyor. İş, bu boyuta kadar varmış… Ülkemizi on üç yıldır yönetenin örnek (!) dili, örnek alınıyor anlaşılan.
Okumayı sevdiren niteliklerden biri dilin güzelliğidir. Dilin akıcı, duru, anlaşılır olması. Bunun yanında, konunun da ilginçliği önemli.
Masallar, benim en sevdiğim yazın (edebiyat) türü. Sonunda hep iyiler kazanır, kötüler cezasını bulur. İlaç gibidir insan gönlüne, duyguları eğitir, dilini güzelleştirir, içini görünmez bir ışık kaplar, nedensiz gülümsersin… Eski Türk masallarını, destanlarını, söylencelerini okumaktan eminim kimse bıkamaz.
Şiir bizi dinlendirir. Kulağa, dile akışlı gelen sözler, çok şey anlatan sözcükler okuyanı dinlendirir, düşündürür, içini açar…
Öyküler, çok kez kısadır, çok zamanınızı almadan sizi alıp başka dünyalara götürür…
Romanlar, işte onlar bir başlayınca elden bırakılamaz. Gün gelir, bir odaya kaparsın kendini, akşamı bulursun anlamadan. Gece başlarsın, gün ışır, kitap elindedir, bitince soluk alırsın…
Okumayı gerçekten seven, araştırın, sorun, kesin romancıdır. Diğer türleri de okur ama sevdiği bir yazarın, ilgisini çeken bir konunun romanını görünce tutmayın onu…
Denemeler, belgesel türü kitaplar, gezi yazıları, tarih kitapları, bilimsel kitaplar da güzeldir, yeter ki ilginizi çeksin, içinizden okuma isteği geçirsin… Çocuk kitaplarını, özellikle klasikleşmiş çocuk kitaplarını; ister onlar, yazarlarımızca, yani dilimizle yazılmış, ister iyi çevirmenlerce dilimize çevrilmiş olsunlar, eğer Türkçeleri güzelse, çevirileri iyi yapılmışsa, yetişkinler de aynı zevkle okurlar…
En başta söylediğim sözde direniyorum:
“Bizi bu zorlu günlerimizden kitap okuma kurtaracak." Türkçe kitap okumaya sarılma, okumayı sevme, sevdirme, dilimizin değerini, yaşayarak, okurken tadına güzelliğine vararak anlama…
Okumayı, yaşamına katma, yaşamının ayrılmaz bir parçası yapma…
Sözün özü: Okuma! Okumak!
Türkçe okumak, Türk yazı diliyle okumak!
Okumak! Okumak! Okumak!
Feza Tiryaki, 22 Şubat 2015