ÖZDE DEĞİL SÖZDE SOSYALİST: AHMET İNSEL
Ermenilerden özür diliyorum kampanyasıyla birlikte bir kez daha gündem olan Profesör Ahmet İnsel, kendisini özgürlükçü sosyalist olarak tarif ediyor ve liberal sıfatını kabul etmiyor. Ancak biz, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilemez (Marx) önermesine bağlı kalarak kendisine liberal demeyi uygun görüyoruz.
Demokrat Parti Hayranlığı
Demokrat Partinin kuruluşu ile iktidara gelişi arasındaki 19461950 kesitini, toplumun ergin bir özne olarak toplumsal düzeni kendi aklıselimiyle kurduğu, bir dönem olarak değerlendirmektedir. İnsel, Demokrat Partinin üç sloganı üzerinden bu sonuca varmaktadır.
Birinci slogan, küçük Amerika olmaktır. Ahmet İnsel, İkinci Dünya Savaşı ertesinde Amerikanın demokrasi cephesinin timsali ve bekçisi olduğunu yazıyor ve bu yüzden küçük Amerika olmak imajının milliyetçi-devletçi iktidara karşı çıkışın bir ifadesi olarak çözümlüyor. Türkiyeyi Amerikanın küçük bir eyaleti haline getirmeyi, demokrasi savunuculuğu zannediyor.
İkincisi, her mahalleye bir milyoner sloganıdır. İlk bakışta bir sosyalist için bu slogana sahip çıkmanın zor olacağı düşünülebilir. İnsel önce, zenginin mahallenin zengini olduğunun altını çiziyor ve mahallenin kendi içindeki dayanışma prensiplerini hatırlatıyor. Ona göre, zengin mahalleli olunca sosyal işlevler üstlenir. Ancak bu slogan bundan daha fazlasını anlatmaktadır. Her mahalleye bir karakol veya bir okul değil de bir milyoner vaat edilmesi, ceberut devletin değil sivil toplumun esas alınmasıdır. Ahmet İnsel, zenginleri sivil toplumun bir parçası olarak meşru görüyor. Anti-komünistler dahi sosyalizmi servet düşmanlığı olarak tarif ederken Ahmet İnselin böyle bir yol tutması ilginçtir.
Üçüncüsü ise her köye bir yoldur. Burada dikkat edilmesi gereken demiryolu yerine karayolunun tercih edilmesidir. Demiryollarının komünist işi olarak yaftalandığı düşünülürse, İnselin buna itiraz edeceği düşünülebilir. Ancak İnsel, demiryollarının devlete ait olmasından hareket ediyor ve onu ceberut buluyor. Karayollarını ise daha samimi buluyor; minibüslerde veya otobüslerde birinci, ikinci ve üçüncü mevki şeklinde sınıflamanın olmadığını, demiryollarında çalışanların memur, şoförlerin ise hemşehri olduğunu belirtiyor. Otomotiv ve petrol tekelleri ile inşaat sektörünün bu tezden hoşnut olacağını tahmin edebiliriz. Ancak hızlılık, ucuzluk, toplu taşımacılık, çevrecilik, güvenlik; kısaca, akılcılık ve halkçılık açısından bakıldığında, liberal olmayan sosyalistlerin demiryollarından yana olduğunu söyleyebiliriz.
Ahmet İnselin Demokrat Partiye ilişkin yanılsamalarının kökeninde tarihe sınıfsal bakmaması yatmaktadır. Çelişkileri ceberut devlet-gelişemeyen sivil toplum eksenine bağlayan İnselin düşünceleri sosyalizmden bir hayli uzaktır. Bu durumu açığa kavuşturalım.
Ahmet İnsel sosyalist ideolojinin en temel ilkesi olan eşitliği farklılıkları ortadan kaldırdığı, insanları aynılaştırdığı gerekçesiyle reddetmekte ve bunun yerine denklik ilkesini ikame etmektedir. Sosyalizmde pazarın yönlendiriciliğini kabul eden Prof. İnsel, işçi ile kapitalistin eşit olmadığını ancak denk olduğunu, bunların barış içinde bir arada yaşaması gerektiğini savunmaktadır. Sosyalistler, tarikatçılar, ırkçılar yan yana yaşamalıdır. Sosyalistler devrim yapmak için zora başvurduğu takdirde, demokrasi güçleri buna zor ile yanıt vermelidir. İnsel açık zora dayalı karşı-devrimi demokrasi çerçevesinde ele almaktadır.
Ahmet İnselin düşüncelerinin ağırlık merkezi olan sivil toplum kavramı mafya örgütlenmelerini de kapsamaktadır. 1970lerde Murat Belge tarafından dinsel yapılanmaları, sermaye örgütlenmelerini ve emperyalizmin uzantılarını meşrulaştırmak için tedavüle sokulan bu kavram Ahmet İnselde en geniş sınırlarına ulaşmaktadır. İnselde sadece sivil toplumun değil demokrasinin sınırları da oldukça geniştir. Ahmet İnsele göre Almanyada Nazi propagandasının yasaklanması anti-demokratik bir harekettir.
Sivil toplum, demokrasi, farklılıkların bir arada yaşaması denilirken aslında Cumhuriyetin tasfiyesi ve Osmanlılaşma savunulmaktadır.
Osmanlılaşmaya Dönüş
Osmanlı Devletinde birçok cemaat ve etnisite bulunuyordu; bunların her birisi dinsel, mali ve idari açıdan özerkliğe sahipti. Cumhuriyet ile birlikte nation-building, ulus inşası, başlamıştır ve dinselliğe dayanan adem-i merkeziyete son verilmiştir. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, Medeni Kanunun ve Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabul edilmesi, bu çerçevededir. Ahmet İnsel Cumhuriyetin bu yönde atmış olduğu adımları, toplumun dokusunu bozan müdahaleler, olarak görüyor ve toptan reddediyor.
Kemalizmin yasaklamış olduğu tarikatları meşru gören İnsel, din adına işlenen suçları, örneğin rakı satan dükkâna bomba koymak veya ramazan ayında sokakta sigara içenleri dövmek, adi suçlar kapsamına alarak basitleştiriyor ve irticai suçlar için özel cezaların düzenlenmesine karşı çıkıyor. Ve ekliyor: Ama Saidi Nursi için evlerinde toplanıp mevlit okuyanlar; bir tarikat oluşturup veya var olan tarikata katılıp, tarikatlarının gereği gibi yaşayanlar; her ne amaçla olursa olsun, özgür iradesiyle bir yaşam tarzı ve bunun kılık, kıyafetine varıncaya kadar gereklerini seçenler suç işlememektedirler. Tek başına veya toplu halde Stalin'in veya Mustafa Kemal'in Nutuk'unu okuyanların suç işlemediği gibi." Said-i Nursi ile Mustafa Kemal ve Stalin aynı potada eritilerek tarikatlara özgürlük veriliyor.
Laikliği din ve devlet işlerinin ayrılması olarak düşünmek yaygındır ve yanlıştır; laiklik, devletin dini denetim altında tutmasıdır. Fransız devriminde ve Sovyet düzeninde olan budur. Bunun arkasında yalın bir gerçek bulunmaktadır; din fırsatını bulduğu anda iktidarı ele geçirmek ister. Diyanet İşleri, birçok bakımdan sorunludur, ancak, kurum olarak laisizmin özüne aykırı değildir.
Ahmet İnselin Diyanete itirazı oldukça karanlıktır; ona göre, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi ve bağımsız dini teşkilatlara topluma dini hizmet götürme görevinin devredilmesi gerekmektedir. Bağımsız dini teşkilatlardan cemaatleri ve tarikatları anlamak gerekiyor; bugünkü sistemde camiler Diyanete bağlıdır ve İnsel camileri, durumlarına göre cemaatlerin dernek veya vakıflarına bırakmayı öneriyor. Diyanetin dolgun bütçesini göz önünde bulundurursak, dinsel hizmetlerin mali yükünün tarikat ve cemaatlerin cılız omuzlarına binmesine bir çözüm bulmak gerekiyor. "Üstelik bu kaynakların miktarı ne olursa olsun, özgürlükçü hareketler toplumun bazı kesimlerinin dışardan mali, ideolojik veya siyasal destek görmesini yasaklayamazlar." Yani sosyalistler, tarikatların ve cemaatlerin emperyalistler tarafından finanse edilmesine karşı çıkmamalıdırlar.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Tanzimatla birlikte ortaya çıkan mektep-medrese ikiliğine, mektepler lehine, son vermiştir. Medreseler kapatılmıştır ve bütün okullar aynı normlara tabi hale getirilmiştir. Bu normlar laiklik ilkesiyle belirlenmiştir. İlkokullardaki Kuran dersleri ile liselerdeki din, Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır. Öğretim Birliği Yasası, eğitimin merkezileştirilerek laikleştirilmesidir ve Ahmet İnselin tepkisi çekmektedir. "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesinden sonra dini eğitim özgürlüğünün zedelenmemesi için Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun da lağvedilmesi gerekir." Bu yasanın lağvedilmesiyle birlikte, dinin tarikatların tekeline geçmesinin önündeki bütün engeller kazınmış olmaktadır.
Laiklikte ilgili bütün kurum ve yasaları lağvetmeye kendisini vakfeden Ahmet İnselin soyadının başına d harfini eklemeyi uygun buluyoruz. Ve buradan duyuruyoruz; 'Putları Yıkıyoruz' yazı dizisi, bazı sözde aydınları mercek altına alıp devam edecek.
Sait Çakır
ODA TV