Pazar Okuması: Gazetelerden Köşe Yazıları

Pazar Okuması: Gazetelerden Köşe Yazıları

İletigönderen hirbo06 » Pzr Oca 11, 2009 10:14

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/107 ... 249&gid=61
Yazarlar
Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

Anıtkabir’i de kazar bunlar...


Kestane ağacına sırtını ver...

20 adım yürü.

Beyaz bi kaya var orada.

"X" işaretli.

Dön şimdi ordan...

Kayaya sırtını ver.

20 adım yürü.

Kestane ağacı göreceksin.

Çömel...

Kaz orayı.

*

Casus filminizin en heyecanlı yerine limon sıkmak istemem ama, ben hayatımda bu kadar geri zekálı bi derin devlet görmedim...

*

Atatürk Evi’nin bahçesine silah gömmüş, maazallah unuturum munuturum diye, kroki çizmiş!

*

Krokiyi kaybettiğini düşünsenize...

- Şey bahçesine gömmüştük...

- Fenerbahçe mi?

- I-ıh... Ankara’daydı, köşkteki be...

- Haaa o mu, George Clooney.

- Yok yok, Türk, sarışın, öldü hani...

- Ayla Dikmen o zaman.

*

İbrahim Şahin dediğin adam, zurna değil... Genelkurmay’da kurs görmüş, Almanya’da kurs görmüş, ABD’de kurs görmüş, özel harekát başkanı olmuş, özel tim okulu kurmuş, 20 yıldır yargılanıyor, ruh gibi takip ediliyor, 24 saat dinleniyor.

*

Krokiyi evinde unutmuş!

*

İster misin, Atatürk Evi’ni kazalım, Türkeş’in mezarını kazalım filan derken, AKP’nin bahçesinde hocanın buhar ettiği "kayıp trilyonu" bulsunlar...

11 Ocak 2009
@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@




http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... =4&wid=131
Mehmet Tezkan
Yazara ulaşmak için : mtezkan@gazetevatan.com

Bomba pıss dedi!
Bugün pazar.. Hayata biraz tersten bakalım..

Savcının dediği doğruysa..

Orgeneraller Cumhuriyet Gazetesi’ni bombalama eylemine karışmışsa..

Suçlama buysa -ki bu olduğu anlaşılıyor-

Nereden biliyoruz?

Evi 5 saat boyunca aranan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı açıkladı..

Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atmak eylemi ve Danıştay saldırısına karıştığı şüphesiyle evinin arandığını söyledi..

Hal böyleyse..

Düşünün..

Eski Üçüncü Ordu komutanı..

Eski İkinci Ordu komutanı..

Eski Birinci Ordu komutanı..

Üçüncü Ordu Komutanı daha sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri olmuş..

Yani devletin hafızası..

Daha..

Katalım üstüne eski Jandarma Genel Komutanı’nı da..

Topla alt alta..

Yarım Genelkurmay eder!

Eee..

Bu paşalar toplanmışlar.. Cumhuriyet gazetesine bomba atalım demişler..

Birinci bomba..

Pıss..

İkincisi

Pıss..

Yani başarısız..
*

Cumhuriyet’e atılan bombalar patlamadı..

Islak mıydı, barutu az mıydı, teknik olarak yetersiz miydi, toprak altında kala kala işlevini yitirmiş miydi bilemem..
*

İddialar doğruysa..

Komutanlar şüpheli durumuna düşmüşse..

Koca komutanlar bir el bombası bile patlatamamış olmuyor mu?
*

Savcı haklı galiba.. Tutuklasın hepsini!..

Biz Allah’tan onların döneminde savaşa girmemişiz!

Attırdıkları her mermi pıss olabilirmiş..

Yoksa, PKK ile mücadelenin yıllar sürmesi bunlar yüzünden mi? Cumhuriyet’in bahçesinde bomba patlatamayan adam Kandil dağındaki teröristi vurabilir mi?

Cumhuriyet İstanbul’un göbeğinde..

Kandil dağı anasının dininde..

Vurabilir mi?

Vuramaz!
*

İddia doğruysa..

Birinci Ordu’nun..

İkinci Ordu’nun..

Üçüncü Ordu’nun..

Komutanları toplamışlar..

Arkalarına da Yargıtay Başsavcısı’nı almışlar.. Örgüt kuralım, Türkiye’yi karıştıralım..

Ne yapalım?

Önce Cumhuriyet Gazetesi’ni bombalattıralım.. İlk eylem bu olsun!

Attırmışlar bombayı..

Bomba pıss..
*

Devlet batmış arkadaşlar..

Batmış!.
*

Savcı haklıysa, devlet bu kadar ‘yeteneksiz’ adamlara teslim edilir mi?

Edilmez!

Bu paşalar..

Bir el bombasını bile atamıyorsa, attıramıyorsa..

Durumu siz düşünün!..

Aslında Ergenekon savcısı yanlış yapıyor..

İddianameyi tersinden yazmalı!

Demeli ki; ey bir dönem MGK Genel Sekreteri, Jandarma Genel Komutanı, Birinci Ordu Komutanı, İkinci Ordu Komutanı...

Ey..

Sen onların sivil uzantısı; eski Yargıtay Başsavcısı, eski YÖK Başkanı..

Ey..

Komitacılar..

Hepinizi tutukluyorum..

Neden?

Yeteneksizlikten..

Bir el bombasını bile atamadınız..

Bomba pıss dedi; kaldı..
*

Final..

Ne diyelim?

Pıss demeyelim..

İyi pazarlar!

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... id=4&wid=4
Ruhat Mengi
Yazara ulaşmak için : rmengi@gazetevatan.com
“Yargıyı rahat bırakalım”... Bırakın tabii!
Adalet Bakanı Şahin kendisinden beklenmeyecek bir açıklama yapmış ve demiş ki:

“Bir yargısal faaliyetle ilgili olarak farklı yorum içinde olmak, hakim ve savcılarla ilgili şüphe yaratacak demeçler vermek kimsenin hakkı da, haddi de değildir. Lütfen hakimlerimizi, savcılarımızı rahat bırakalım, onlar her türlü baskıdan uzak görevlerini yapsınlar. Türkiye’nin Adalet Bakanı olarak...”

Evet, buradan sonra da “açıklama yapmak zorunda kalmaktan üzüntü duyduğunu, yargı bağımsızlığına gölge düşürmemeye hepimizin özen göstermesi gerektiğini” söylüyor...

Nasıl da önemli ve dahi doğru bir konuşma! Peki ben neden bu konuşmayı ondan beklemiyor, duyunca şaşırıyorum?

Manyak mıyım ben, yoksa Adalet Bakanı ile bir sorunum mu var?

Tabii ki hayır, ne manyağım ne de onunla kişisel bir sorunum var. Ama yargının onunla ve partisiyle ilgili ciddi sorunları olduğu gerçeğini biliyorum...

Eğer bir Adalet Bakanı topluma “yargıyı rahat bırakmayı” öğütlüyorsa (hem de oldukça sert şekilde) bunu önce kendisinin yapması, halkın “balık hafızalı” ya da “cahil” olduğunu düşünerek konuşmaması, o topluma hakaret etmemesi gerekir.

Yıllardır kendisine “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”na Başkanlık yapmasının, Bakanlık Müsteşarı’nın da orada bulunmamasının çok yanlış olduğu, hatta HSYK’nın Bakanlıktan bağımsız bir sekreteryasının olması gerektiği defalarca hukukçular ve basın tarafından söylendi. Sayısız uyarı yapıldı.

O hiç duymadı (!), cevaplama gereği de duymadı. Hakim ve savcıların bağımsızlığı bu şekilde önlenirken bir de üstüne her birini, özel konuşmalarına kadar tek tek dinlemeler, izlemeler başladı. İnternetten hangi gazeteleri okudukları bile izlenir oldu.

Bu şekilde baskı altında tutulan hakimlerin; ücra köşelere sürülme tehlikesi varken (bazıları bunu yaşarken) özgür çalışması, konuşması, hatta düşünmesi mümkün müdür?

Böyle bir durumda Bakan bu tür bir konuşmaya kimi inandırabilir?.. Ayrıca “yargıya güvenmediğimiz için dokunulmazlıkları kaldırmıyoruz” diyen AKP değil miydi, yargı bağımsız ise neden güvenmiyorlardı?

Bunlar bir yana, madem ki “yargıya baskının çok yanlış olduğunu” biliyorlar AKP’ye açılan kapatma davası sırasında parti yöneticilerinden, milletvekillerine, yandaş gazete ve yazarlara, hatta (şikayetlerini özel olarak iletip “bizi destekleyin” diyerek) AB’ye, ABD medyasına kadar yargıya, hem de Türkiye’nin en üst yargısı Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları/yaptırdıkları aralıksız ve hakarete varan baskıları nasıl açıklıyor Sayın Bakan acaba?

Yoksa “benim baskım iyidir” ya da “dediğimi yap, yaptığımı yapma” mı deniyor bu politikaya?

Türkiye’de herkes çıkar peşinde değil, herkes elini önünde kavuşturup bakan beklemiyor. Herkes her söylenene, yapılana anında inanmıyor. Çok şükür ki böyle olmayan, yalnızca ülkesinin geleceğini düşünen, gerçekleri iyi okuyan ve sorgulayan çok insanımız var.

“Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” atasözünü de iyi biliyorlar!.. İngilizcesi de var bu sözün “Action speaks louder than words”, hatırlatmış olayım.


***




Emine Erdoğan’ın “poşu olayından farksız” daveti!

Acaba kadınların Türkiye’de bugüne kadar her alanda geri bırakılmış olmalarında kendilerinin de rolü mü var? Doğru zamanlarda doğru tepkileri vermek yerine dilsiz gibi susup oturarak, eşlerinin isteklerini kayıtsız, şartsız yerine getirerek veya anlamsız eylem ve söylemlerle ortaya çıkarak geri bırakılmayı hak mı ediyorlar?

Hiç istemesem, yakıştıramasam da bu sorular gelmeye başladı artık aklıma. Bir tarafta bu ülkenin inanılmaz başarılara imza atan, ele avuca sığmaz akıllı ve dinamik kadın hukukçuları (ki kendileriyle gurur duyuyoruz) ve tabii daha önce ve bugün üstüne düşeni doğru şekilde yapan az sayıda kadın siyasetçisi, diğer tarafta ya “Filistin’i destekliyoruz” diye topluca boyunlarında poşularla Meclis’e giden kadın milletvekilleri ya da “Filistin’e destek için lider eşlerine toplantı yapıyorum” diyen başbakan eşleri...

Ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilemiyor insan...

Memlekette çocuk tecavüzleri, katiller serbest bırakılıyor topluca (ve Emine Hanım’ın, bakan eşlerinin bir kadın, bir anne olarak bile) bir tepkilerini, seslerini duymuyoruz. 7 pırıl pırıl öğrenci bir defada ve ilgili kurumun ihmali nedeniyle hayatını kaybediyor, 7 ailenin ocağı sönüyor ve arkasından “asıl sorumlu”nun çirkin konuşmaları geliyor çıt yok...

Başbakan “kadınlara erkek spiker olmaz” diyor, araştırmalarla kadına, erkeğe yapılan baskılar ortaya konuyor tek bir görüş yok.

Ama poşu takıyorlar.

Lider eşlerine “Filistin’e destek” yemeği veriyorlar. Neden? Ne yararı olacak bu davetin?

“Eşe destek” tamam da...

Naomi İsrail’e gidip “Gazze’yi bombalamayın” diye ikna mı edecek yoksa “bu defileye Filistin için çıkıyorum” diyerek AB’yi veya ABD’yi mi etkileyecek?

Lider eşleri eve dönünce, izledikleri siyaset gereği İsrail’in saldırısına tepki bile vermeyen “Hamas’ın yayında yer alıyor” görünmeyen veya Amerika’yla Avrupa’yla (hatta el altından İsrail’le) farklı planlar peşinde olan kocalarının fikrini mi değiştirecek?

Yoksa onlardan da “Filistin’e bağış yapmalarını” istemeyi mi düşünüyor Enime Hanım.

Tamam, hayat müşterektir ve insan “eşinin zor anında” ona destek verir ama bu kadar büyük çaplı zorluklarda faydası yok reklama dönük girişimlerin.

Bırakın İsrail’le Filistin arasında taraf olmayı, Filistin’in içinde bile tarafsız olamayan ve bu ciddi hata ile “Türkiye’nin arabuluculuk rolü”nü Mısır’a, Hüsnü Mübarek’e kaptıran bir eşe “kadınlara verilen yemek”le nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Şimdi Başbakanlık Dış Politika Danışmanı Ahmet Davutoğlu “özel temsilci” olarak ateşkes için toplantılara katılacakmış.

Bu da “teselli ödülü” olmalı... “Özel” derken neye özel, kime özel, diğer ülke temsilcilerinden ne farkı var onu da açıklasalardı keşke!


@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?a ... 11.01.2009 &b=Baykal:%20Ceteleri%20sonuna%20kadar%20yargilamayan%20namerttir&a=Fikret%20Bila
Fikret BilaYön
fbila@milliyet.com.tr
'Yargılamayan namerttir’
Baykal: Çeteleri sonuna kadar yargılamayan namerttir
11 Ocak Pazar 2009

CHP lideri Deniz Baykal, Ergenekon soruşturmasına, çeteler, silahlar, silahlı eylemler de dahil her yönüyle karşı çıkıyormuş gibi eleştiriliyor. O kadar ki, laik cumhuriyet ve TSK alerjisiyle ahkâm kesenler, “Baykal bu silahlara ne diyecek?” diye soruyorlar.
Bakalım Baykal ne diyor:
- Sayın Baykal, İbrahim Şahin’in evinde bulunan kroki üzerine Gölbaşı’nda yapılan kazıda bazı silahlar bulundu. Şahin, Ergenekon kapsamında gözaltında. Ne diyorsunuz?

“Tereddüte mahal yok”
- Bu bizim için sürpriz değil. İbrahim Şahin’in kim olduğu belli. Bu silahların çıkmasına şaşıranlar, biz Susurluk olayıyla mücadele ederken, ‘bunlar faso fisodur, glu glu dansı yapıyorlar’ diyenlerdir. Ben, 1995’te bu gerçeği görüp Tansu Çiller’le hükümeti bozdum, Türkiye’yi seçime götürdüm. ‘Devlet kuşatma altında’ dedim. Devletin içine sızmış bir takım organizasyonların ortaya çıkarılması için var gücümüzle çalıştık. Çıkardık da. Sanki bu çetelerle mücadele konusunda bir tereddüdümüz varmış gibi hava yaratmaya çalışıyorlar ama boşuna uğraşıyorlar. İbrahim Şahin’i, onun gibileri, çeteleri sonuna kadar yargılamayan namerttir.

“Her dalgada iki kategori”
- Ergenekon soruşturmasına her yönüyle karşı çıkmakla eleştiriliyorsunuz. Karşı çıktığınız nedir?
- Gayet açık. Bu, bir hukuki dava değil, siyasi bir dava. Her gözaltı dalgasında iki kategori var. bunu özellikle yapıyorlar. Bir kategori çete olaylarına bulaşmış, mahkûm olmuş, silaha bulaşmış insanlardan oluşuyor. Bir de aynı dalganın içine sırf iktidara muhalefet ediyorlar diye saygın profesörler, aydınlar, gazeteciler, eski YÖK Başkanı, eski MGK Genel Sekreteri gibi saygın isimleri koyuyorlar. Bu bir psikolojik harekâttır. Biz, buna karşı çıkıyoruz. İbrahim Şahin’i neden bu isimlerle birlikte gözaltına alıyorlar? Bu sadece bir zamanlama meselesi değil, bu bir siyasi planlama meselesidir.

Kanadoğlu davası mı?
Baykal, Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun aynı soruşturma içinde evinin aranmasının psikolojik harekât örneği olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:
- İbrahim Şahin’i mahkûm ettiren Başsavcı Sabih Kanadoğlu’nu aynı kefeye koyuyorsunuz ve evini arıyorsunuz! Bu olacak iş mi? Kanadoğlu’nun İbrahim Şahin’le ne ilgisi olabilir? İlgisi şu, Kanadoğlu, Şahin’i mahkûm ettiren Başsavcı. Sadece Şahin’i değil, birçok çete mensubunu mahkûm ettiren Başsavcı. Şimdi Şahin’le Kanadoğlu aynı çetenin üyesi, öyle mi? Buna kim inanır? O zaman ben şunu sorarım: Bu dava Şahin davası mı, Kanadoğlu davası mı? İşte siyasi planlama burada ortaya çıkıyor. Keza eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün aynı dalga içinde çete mensuplarıyla, silahlarla ne işi olabilir? Bu Şahin davası mı Gürüz davası mı?

“Gücü gücüne yeten mi?”
CHP lideri Baykal, gözaltı dalgalarına mutlaka suçlu kişilerin konulmasıyla diğer insanlar hakkında kafa karışıklığı yaratılmak istendiğini vurguladı ve şöyle devam etti:
- Öyle bir hava var ki, sanki gücü gücüne yeteni götürüyor, gücü gücüne yeten birilerini koruyor, sahip çıkıyor. Yani ilke bu mu? Kimin gücü kimin gücüne yetiyorsa, bir sonuç alacak, öyle mi? Peki arkası olmayan, dayanacağı gücü olmayan, bu uygulamalardan mağdur olanlar ne olacak?

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?a ... 11.01.2009 &b=Teror%20orgutu&a=Melih%20Asik&ver=74

(Uzunca bir yazi ilk kismi alinmistir sadece! Tamami icin link kullanilabilir…)

Melih AşıkAçık Pencere
m.asik@milliyet.com.tr
Terör örgütü
11 Ocak Pazar 2009


Ergenekon sanıklarından Behiç Gürcihan’ın avukatı Ercan Birol’un yaptığı savunmayı okurken kara mizahı fark etmemek olası değil...
Avukat Ercan Birol iki terör örgütünü kıyaslıyor...
Birisi PKK... Liderinin hapiste kötü muameleye maruz kaldığı söylentisi yayılıyor. Bu kötü muamele gerçekten var mı, boyutu nedir, bilinmiyor. Ancak örgüt üyeleri pek çok ilde sokağa dökülüyor, kepenkler kapatılıyor, ateşler yakılıyor, araçlar ateşe veriyor, ayaklanma ve isyan provaları yapılıyor...
Gündemde bir başka ünlü örgüt daha var; Ergenekon...
Örgütün kasası olduğu öne sürülen kişi, hapiste ihmal yüzünden ölüyor... Liderlerinden olduğu söylenen bir emekli general, ölümcül derecede hastalanıyor. Bir başka general hasta olduğu halde hastaneye gitmesine izin verilmiyor...
Ülkede ne bir ses ne bir nefes... Bir e-mail kampanyası bile açılmıyor.
Avukat Birol soruyor:
- İddia edildiği gibi kaos ve darbeye uygun ortam yaratmak isteyen bir terör örgütü var olsaydı, bundan iyi karışıklık çıkarma fırsatı mı olurdu?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutlandı...
Aslında bu günü “Çalışan ve Çalıştığına Şükreden
Gazeteciler Günü” olarak kutlasak daha doğru olmaz mı?
Haldun Ertem

ANKARA’da dozerlerle, kepçelerle, cephanelik arama işi okurumuz Tolga Akıncı’nın biraz
tuhafına gitmiş, dün telefonda soruyor:
“Gölbaşı’ndaki aramada toprak altında
saklanan silahlar arasında bombalar da çıktı. Benim merak ettiğim şu; bomba ve benzer
patlayıcılar, sert kepçe darbesi yerse patlamaz mı? O bombaların patlamayacağına nasıl bu kadar emin olabildiler?

NÂZIM’A SEVGİ!..
Haberi birlikte okuyalım: “AKP İzmir İl Başkanlığı,
gazetelere ilanlar verdi. İlanda Nâzım Hikmet’in tam sayfa fotoğrafının altında şu satırlar yer aldı: “Bakanlar Kurulu, aldığı kararla sana vatandaşlık hakkını, bize
seninle vatandaş olma onurunu iade etti. Şimdi sıra
mezarında. Bizim çınarlı bir tepemiz var Nâzım.”
AKP’nin vatandaşlık kararının Nazım’ı istismardan başka amacının olamayacağını yazdık. Bazı fırsatçılar ise bunu bile bile Nâzım istismarını “demokrat tavır” diye alkışladılar. O demokrat tavır devam ediyor! Şimdi de İzmir’e yağlı tebrikler gönderin bakalım...

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=28896
Şükran Soner - İşçi Evreninden
Cadı Avı
Financial Times bile, yeni dalga Ergenekon operasyonunun Türkiye’de iktidarın kendisine karşı muhalefeti sindirme amacına dönük “cadı avı” eleştirilerini katlayacağı gerçeğinin altını çizmek gereğini duymuş. Son operasyonun kapsamındaki isimleri yan yana görür görmez, daha önceki operasyonlarda yaşanan tepkilerimiz ister istemez katlandı.
Ergenekon sanığı yapılmak istenen isimlerin, AKP muhalifliği, laiklik savunuculuğunda öne çıkmış bireyler, örgütler, temsilcisi oldukları kurumlar, meslekler, görevlerinin katladığı sorumlulukların öne çıkardığı aydın kimlikleriyle “gizli terör örgütü” imajının çelişkisi tek etken değil elbet. Kaçmaları, delil karartmaları, çağırıldıklarında sorguya gelmemeleri söz konusu edilemeyecek kişilerin, onur kırıcı, ceza niteliğinde, evlerine baskın, arama, şahsi eşyalarına el konma, gözaltına alınma, sorgulanma, yargısız infaz niteliğindeki.. her tür hukuka aykırı uygulamaya hedef olmaları ise önünde sonunda yargılama gücünün hukuka aykırı kullanılmasının, yargılanması sonucunu getirecektir.
ABD’de komünizm avı altında bir dönem yaşanmış, ülkenin sanatçılarını, aydınlarını hedef almış, toplumu sindirmiş, demokrasi bilinci, algılaması, reflekslerini köreltmiş “cadı avı” işte tam da böyle bir şeydi. Dönemin iktidarının güdülemesi ile, hukuk, yargı kullanılarak toplumu sindirme operasyonunun, insan hakları, demokrasi, hukuka aykırılıklarının sonuçları, sonradan bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış, kanıtlanmış olsa da, dönem içinde amacına ulaştığı ortada. İç ve dış odaklar ittifakında, Atatürk devrimleri, laik cumhuriyetin eksenini kırma, ılımlı İslam iktidarının önünü açma projesi de artık çok fazla sırıtmakta...
Yargıtay cinayetleri, Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar suçlamasıyla evi saatlerce aranan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun, suçlamaların kendisi için onur kırıcı olduğunun altını çizdikten sonra, “Dinci dikta Türkiye’ye yerleşemeyecek” vurgulaması elbette boşuna değil.
***
Aklı başında herkesin öne çıkan isyanı ise, Ergenekon davası kapsamında daha önce yaşanmış operasyonlardan bile daha çarpıcı, bir arada düşünülemeyecek isimlerin bir araya getirilmesindeki tuzak; Susurluk davasından mahkûm olmuş, örgütteki görev ve yöneticilik sorumluluğu yargılama sonucu ile kanıtlanmış olarak bir biçimde sıyırtmış İbrahim Şahin ismi nasıl olur da Yalçın Küçük, Sabih Kanadoğlu, YÖK, Yüksek Askeri Şûra.. kişi ve kurumları ile aynı suç örgütü çatısı altında buluşturulabilir? Ortada sonuca ulaşması amaçlanmış bir gizli suç örgütü davası yoksa, sivil darbe hukuku işletilerek, siyaseten “cadı avı” programlanmışsa, bir araya gelemeyecekler, olamazlar bal gibi de oldurulmuş gibi yapılabilir.
ABD’nin dünyaya terör, nükleer tehdit savı ile Irak’ı işgal edebilmesinden sonra, bunun kuyruklu yalan olduğu gerçeğinin ortaya çıkmış olmasının bir anlamının olmaması gibi, Ergenekon davası kapsamına alınan kimi suçlar, eylemler, sanıklara ilişkin savların, çok ağırlıklı gerçek çıkmamasının, yıllar sonra çok fazla bir anlamı olmayacağının hesabı yapılmış olmalı.
Gazeteci olarak tanıklık ettiğim medya dersleri, kitlelerin, kamuoyunun, çıkarlar adına yönlendirilmesi sanatının belgeleri, gökten zembille indirilmiş siyasi partiler, liderler, milyonlar, milyarlarca dünyalının gerçekler ve çıkarları ile çelişkili olarak güdülenebilmeleri örnekleri ile dopdolu. 12 Eylül’ün bilinçaltımıza kazınmış, anarşi ve terörü durdurma gerekçesi ile, terörün yanından geçmemiş demokratik örgütlenmeler, sendikaların gelişimini, insan hakları ve demokrasiyi gasp eden, anayasal, hukuk düzeni koşullarını, yılgınlığı yaratabilmesini bir sorgulasak... Nasıl olmuştu da silahla kitabı, terör örgütü ile demokratik, yasal hak arama örgütlülüklerini birbirlerine öylesine karıştırmış, dağılmıştık?
Toplum çok boyutlu hukuk dışı, haksız operasyon infazlarına isyan noktasına gelirken İbrahim Şahin’in evinde bulunan bir haritadan yola çıkılarak, Ankara’nın bir yerinde suç kanıtı bir sürü silaha ulaşılıyor.. İnsanlar birbirlerine telefon etmekten korkar oluyorlar..
soner@cumhuriyet.com.tr
11 Ocak 2009 - Cumhuriyet


@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=28742
Erol Manisalı - Bıçak Sırtı
Gazze Katliamı, BOP'ta Bir Kilometre Taşı..
-İran ve Suriye, “ABD ve AB’nin bölgedeki karşıtları”.
-Hamas, İran ve Suriye’ye yakın.
-Ve İsrail, Hamas’ı bölgeden (ve dünyadan) çoluk çocuk, yaşlı demeden silmeye çalışıyor.
-AB, İsrail’e “pasif destek” veriyor.
İsrail Gazze’de, Batı’ya (ve emperyalizme) karşı çıkanlara saldırıyor. İsrail’in ABD ile işbirliği olmadan Gazze’yi silme girişimine ancak çocuklar inanır. Kimileri de, AB’nin yaptığı gibi, “iki taraf arasındaki savaştan” söz ediyor.
Gelelim en başa; Hamas Batı’nın besleyip desteklediği bir örgüt değil miydi? Aynen El Kaide gibi, Saddam gibi…
Batı emperyalizmi önce tehdit öğelerini üretiyor, maşa olarak kullanıyor, sonra da yok ediyor. Bu oyunun kuralları ve aktörleri Türkiye’deki “ilgili çevreler” tarafından çok iyi bilinir.
Türkiye’de siyasal ve bürokratik çevreler de, oyunun içinde değiller mi?
-AKP’nin nasıl ve niçin iktidara getirildiğini artık bilmeyen kalmadı. Cilt cilt kitaplar yazıldı, belgeler yayımlandı.
-Bunlar ABD, İngiltere ve İsrail ile stratejik ortaklık içine girdiler. İmzaladıkları belgeler, üstlendikleri misyonlar, aldıkları nişanlar ve yürüttükleri uygulamalar bunun en açık kanıtları. Kendileri de defalarca “ikrar ettiler”.
İran yerine Hamas…
İsrail’in Gazze’ye saldırısı Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıdır. İşe önce Kuveyt’ten başladılar. Sonra Irak ve Afganistan geldi. Arkasından PKK’yi, Lübnan’ı, Gürcistan’ı hareketlendirdiler. Türkiye’yi “içerdeki uzantılarıyla” denetim altına almaya başladılar. 2008’de Pakistan’ın parçalanması için girişimler sürdü.
-Türkiye’de bir başbakan, “Ben BOP’un eşbaşkanıyım” diyor.
-Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Amerikalılarla, “içeriği açıklanmayan çok özel anlaşmalar yapıyor”.
-Irak’ın kuzeyinde ABD, İngiltere ve İsrail’in güdümünde bir kukla devlet kuruluyor.
-Ankara, bu kukla yönetimi tanımaya doğru yönlendiriliyor.
-Türkiye içinde Talabanici ve Barzanici lobiler kuruluyor.
-Türkiye’nin yanında, İran ve Suriye’ye yönelik iç operasyonlar başlıyor ve PEJAK harekete geçiriliyor.
Ve şimdi de İsrail aynen Lübnan’a 2006’da saldırdığı gibi, bu sefer Hamas’ı bahane ederek Gazze’de bir soykırım başlatıyor.
Bunlar bir bütünün parçalarıdır. İsrail’in Gazze’ye saldırması sadece bir Filistin, bir Hamas meselesi değildir. Aynı zamanda BOP’un icraatında, kilometre taşlarından biridir.
Saldıran tarafta yalnız İsrail yok. ABD ve AB de bu tarafta. Hatta Batı emperyalizminin bölgedeki işbirlikçi Arap ülkelerini de İsrail’in yanında saf tutanlar olarak kabul etmek gerekir. İsrail’e karşı ortak bir karar bile çıkartamadılar.
Türkiye içindeki oligarşi buna dahildir.
-BOP’a destek verenler, “biz de projenin içindeyiz” diyenler…
-Son yıllarda ABD ile “çok özel anlaşmalar yapanlar”…
-İsrail’den ve Yahudi lobilerinden madalya alanlar…
-İsrail askerlerine ve silahlarına Türkiye’nin kapılarını açan siyasiler…
-Bütün bu gelişmelere arkasını dönerek üç maymunu oynayan milletvekilleri, İsrail’in Gazze’ye saldırısına katkı yapmışlardır. Meclis’ten İsrail’i kınayan bir karar bile çıkartılamıyor.
Gerçek taraflar kimler?
Artık asker, sivil herkesin açık açık söyleyerek kabul etmek zorunda kaldığı üzere PKK, ABD ve AB’nin desteklediği bir örgüttür. Onun için silinemiyor. Tam silinecekken Batı, Türkiye’de yönetimi değiştiriyor, “projeye destek verecek yenilerini iktidara getiriyor”.
Türkiye PKK ile çatışma haline sokuluyor; “ya terör ya Kürdistan” dayatması Batı tarafından masaya getiriliyor.
Hamas ise ABD (ve AB) karşıtı; İran, Suriye ve birçok Müslüman çevreden destek görüyor. Türkiye’den de önemli bir desteğe sahip.
Ve İsrail Gazze’de, Hamas’ı bahane ederek katliama başlıyor.
Gazze’de taraflardan biri İsrail diğeri Hamas olarak sunuluyor. Bu büyük bir hatadır. Bir tarafta Batı emperyalizmi diğer yanda Ortadoğu’nun ezilen halkları var. Gerçek taraflar bunlardır.
Barzani’nin en yakın (ve stratejik) dostları İsrail ve Amerika. Gazze savaşında Barzani tabii ki İsrail’in yanında duruyor. Gelelim Türkiye’ye; Türkiye’de BOP konusunda destek veren siyasiler, bürokratlar, akademisyenler, iş çevreleri ve gazeteciler Gazze katliamında İsrail’i hazırlamışlar ve bu noktaya getirmişlerdir. Onlar da bu suçun ortağı oldular.
1 Mart tezkeresine “evet” kampanyası açanlar, bugün İsrail’in Gazze’de işlediği suçu, Irak’ta Türkiye’ye işletmiş olacaklardı.
Ama başaramadılar…
BOP’a destek veren oligarşik düzen yerine katılımcı demokrasi kurulmadan Türkiye ve bölgede sorunlar çözülmeyecektir. Sömürgeciler düzenlerini, yarattıkları sorunlar üzerine oturturlar.
http://www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali
10 Ocak 2009 - Cumhuriyet


@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

BİR YALÇIN KÜÇÜK PORTRESİ

http://www.aksam.com.tr/2009/01/11/yaza ... tresi.html
Gürkan Hacır
(gurkan.hacir@aksam.com.tr)

Ergenekon operasyonuyla gözaltına alınan Yalçın Küçük polislerin kolunda giderken gazetecilere seslendi: 'Ben her diktatoryada gözaltına alınırım. Benim mesleğimin parçasıdır.' Gerçekten de Prof. Yalçın Küçük'ün yaşamı gözaltılar, hapisler, sürgünler ve mücadelelerle geçti...
Gözaltı onun isi
Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde okudu. Okuldaki edebiyat öğretmeni Behçet Kemal Çağlar, tarih öğretmeni ise ünlü ittihatçı Galip Vardar Bey'di. Milli Mücadele'nin ilk nüvesini oluşturan Mim Mim gruplarının kurucusu Galip Vardar Bey.
Ama Yalçın Küçük'ün Kabataş Erkek Lisesi'nden sınıf arkadaşı daha da ilginç bir isimdi: Sabih Kanadoğlu!
Kanadoğlu Kabataş Lisesi'nin ardından Hukuk Fakültesi'ni kazandı, Yalçın Küçük ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin yolunu tuttu.
Yalçın Küçük'ün üniversite yılları aynı zamanda sol gençliğin ilk kez örgütlendiği yıllardı. Karşı geldikleri iktidar ise Menderes hükümetiydi. Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruldu. Yalçın Küçük FKF'nin genel başkanlığına seçildi. Yardımcıları da iki ilginç isimdi: Biri halen CHP genel saymanlığı ve sözcülüğü görevini yürüten Mustafa Özyürek, diğeri eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal. Ama Yalçın Küçük'ün gerçek sağ kolu bambaşkaydı: Hikmet Çetin.
Mülkiye'deki sınıfı da yıllar sonra şöhretler kulübüne dönüşecekti. Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, şair Ergin Günçe, büyükelçi Filiz Dinçmen... Ama bugünden bakınca sınıf arkadaşları arasındaki en ilginç isim Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'dü.
Yalçın Küçük'ün belagattaki ustalığı o yıllarda kendini göstermeye başlamıştı. Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun genel kurulunda yaptığı konuşmalarda kitleleri etkilemeyi başarıyordu. Uzun konuşmalarını irticalen yapıyor, dinleyici topluluğunu ajite etmeyi başarıyordu.
BAYKAL'LA ORTAK
NOKTASI NE?
Ankara Hukuk Fakültesi hemen yan binalarıydı. Hukuktan birçok öğrenci ders aralarında Mülkiye kantinine geliyordu. Yalçın Küçük ve arkadaşlarının yaptığı kantin sohbetlerine katılıyor ve onları dinliyorlardı. O dönemki hukuk öğrencileri arasında Deniz Baykal ve Ahmet Necdet Sezer de vardı. (Deniz Baykal'la ilişkileri bir küs bir barışık hep devam etti. İkisi de aynı sınıfta okuyan iki kıza aşık oldular. Biri Olcay, diğeri İffet Temren. İkisi de okul aşklarıyla evlendiler.)
MENDERES'İN
HÜRRİYET CEVABI
Menderes hükümetiyle, öğrenci gençliğinin mücadelesi giderek sertleşiyordu. 28 Nisan 1960'da İstanbul Üniversitesi'nde yaşanan olaylara polisin sert müdahalesi Ankara'da yankısını buldu. Yalçın Küçük'ün başını çektiği bir grup öğrenci, tarihimize 555 K olarak geçen ünlü olayı planladılar. '5 Mayıs günü saat 5'te Kızılay'da' parolasının kısaltılmış haliydi. Adnan Menderes'in 5'te Kızılay'da olacağını haber alan öğrenciler Kızılay Meydanı'nı kuşattılar ve Menderes'in etrafını çevirdiler.
Menderes şaşkın bir halde 'Ne istiyorsunuz' dedi. Öğrenciler 'Hürriyet' dediler... Menderes biraz da korkarak mırıldandı: 'Bundan ala hürriyet mi olur, bir başbakanın etrafını çeviriyorsunuz.'
555 K olayından sonra Yalçın Küçük hakkında arama kararı çıkartıldı. Yalçın Küçük dağa çıkmanın doğru olacağını düşündü. Ankara'da hareket etme şansı kalmamıştı. Kendisi dağın yolunu tutarken yardımcısı Hikmet Çetin'i İsmet Paşa'ya yolladı. Paşa sabırlı olmasını söyledi.
Yalçın Küçük'ün dağ günleri uzun sürmedi. 27 Mayıs günü ordu yönetime el koyunca o da dağdan indi.
İŞÇİ PARTİLİ KIBRIS GAZİSİ
Aktif politik yaşamına karşın öğrenim hayatında da parlak bir öğrenci olmayı başarıyordu. Siyasal Bilgiler'e birinci olarak girmişti. Birinci olarak da mezun oldu. Mezuniyet sonrası Devlet Planlama Teşkilatı'nın uzmanlık sınavlarına girdi. Sınavı yine birinci olarak kazandı. DPT'de görevine ara verdiği yıllarda ABD'ye Yale Üniversitesi'ne lisansüstü eğitim almaya gitti.
1960'lı yılların ikinci yarısında Türkiye İşçi Partisi'ne kaydoldu. Behice Boran'ın yanında yer aldı.
Askerliğini yedek subay olarak yaptı. Önce Polatlı'ya gönderildi, ardından 'sakıncalı' olduğu anlaşılınca Kıbrıs'taki Barış Harekatı'na kaydırıldı.
Oradan da gazi kimliğiyle döndü.
Ne güzel hapis
yatıyorsun hocam!
SULTANAHMET Cezaevi'nde birçok 'şöhretle' beraber yatıyordu. Dönemin silahlı sol örgütleri Dev-Sol ve MLSPB'nin (Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri) lider kadrosu da aynı cezaevindeydi. Dursun Karataş, Sinan Kukul, Bedri Yağan, Hasan Şensoy gibi isimler Yalçın Küçük'ün volta arkadaşlarıydı. Cezaevinde bir de mafya operasyonuyla tutuklanan 'babalar' vardı. Küçük ilk getirildiğinde ünlü babalardan Kürt İdris'in (Özbir) koğuşuna verilmişti. Kürt İdris yılların mahkumu... Yeni gelen 'hocanın' tavırları ona ilginç gelmişti. Sanki yıllardır cezaevinde yatıyormuş gibi, getirildiği günün sabahında sporunu yapmış ve ilk günün mahmurluğunu atmadan kitaplarının arasına gömülüp çalışmaya başlamıştı. Ranzanın alt katındaki yatağının altına kurduğu sandıktan çalışma masası yapmıştı. Bu dar çalışma mekanının adı 'Tekhne' idi. Kürt İdris ,Tekhne'nin başına geldi ve 'Ne güzel hapis yatıyorsun hocam! Bayıldım sana' dedi. Ardından koğuştaki adamlarına talimat verdi: 'Hocam ne istiyorsa derhal yapın!'
KİtaplarInIn sayIsInI
Bİlmİyor
YALÇIN Küçük'ün kaç kitabı olduğu hep tartışma konusu oldu. Kendisi 100'ün üzerinde olduğunu söylese de tam olarak sayısı bilinmiyor. Beş ciltlik 'Türkiye Üzerine Tezler' ve yine beş ciltlik 'Aydın Üzerine Tezler' çok tartışılan çalışmaları oldu. 'Yeni Bir Cumhuriyet İçin', 'Bir Soran Olursa', 'Dikine Bir Ülke', 'Küfür Romanları', 'Ermeni Rahiple Mektuplaşmalar' eski dönem çalışmalarından bazılarıydı. Yeni dönemde ise 'Tekelistan', 'Sırlar' ses getiren kitapları oldu. 'Yeni Bir Cumhuriyet İçin' kitabında yaptığı bir tespit çok şaşırtıcıydı. Kitap 12 Eylül'den hemen önce basılmıştı. Ve bir darbenin geldiğini haber veriyordu. Ama küçük bir hatırlatmayı da ekleyerek: 'Yeni bir müdahale olacak ve Erbakan'ı hapse atacak. Ama Erbakan'dan daha İslamcı bir rejime doğru gidilecek.' Yalçın Küçük bu kitabından dolayı 8 yıl hapse mahkum oldu.
YaptIĞI savunmayla savcIyI kanser ettİ
MAHKEMELER ve hapishaneler Yalçın Küçük'ün ikinci adresi oldu. 12 Eylül döneminde sıkıyönetim mahkemesinde yaptığı uzun ve etkili savunmalar hep tartışıldı. Hakimle sık sık girdiği polemiklerle anıldı. Davaya bakan savcının kanserden ölmesi onun yaptığı savunmaya bağlandı. Bu dedikodu değildi; mahkeme tutanaklarına bile geçmişti: 'Şeytana pabucunu ters giydirecek kadar zekidir ve yaptığı savunmayla savcıyı kanser etmiştir.'
1998'de Türkiye'ye döndükten sonra Paris yıllarında yaptığı konuşmalardan dolayı yargılanıyordu. Mahkeme Başkanı daha sonra Apo'nun hakimi olarak ünlenecek olan Turgut Okyay'dı. Yalçın Küçük mahkemedeki savunmasında her 'Kürdistan' dediğinde yasalar gereği 5 yıl hapse mahkum oluyordu. Savunmasında 'Kürdistan' sözcüğünü, ilk kez Kanuni Sultan Süleyman'ın söylediğini ve Osmanlı döneminde de hep kullanılageldiğini söylese de cezadan kurtulamadı. 5 yıl daha...
ÖCALAN'LA İLK RÖPORTAJI YAPMIŞTI
TÜRKİYE İşçi Partisi 1960'lı yıllarda büyük bir rüzgar yakalamıştı. Tarihte adından 1. TİP olarak söz ediliyordu. 70'lerde ise ikinci kez aynı çatı altında toplanıldı. Birinci ve ikinci TİP'li o günleri Prof. Yalçın Küçük şöyle özetliyordu: '1. TİP önemliydi, ben önemsizdim. Ben önemli oldum, 2. TİP kuruldu ama artık parti önemsizdi.'
Behice Boran'ın liderliğinde 1970 yılında Ankara Dışkapı'da toplanan Türkiye İşçi Partisi Kurultayı'nda alınan 'Türkiye'de Kürt nüfusun varlığının kabul edilmesi' kararı Yalçın Küçük'ün sonraki yıllarını etkiledi. Kürt olmamasına karşın hep Kürtlerin sorunları üzerine eğildi, bu konuda kitaplar yazdı. En çok tartışılan eylemi de Abdullah Öcalan'a yaptığı ziyaretler oldu. Bekaa Vadisine giderek Öcalan'la ilk röportajı o yaptı. Dönüşünde gözaltına alındı. Yanında getirdiği kasetler daha sonra TRT'de yayınlandı. Abdullah Öcalan'la görüşmeyi sonraki yıllarda da sürdürdü. Birkaç defa daha Bekaa'ya gitti.
Türkiye'den ayrılıp gönüllü sürgüne gittiği 1993 yılından itibaren 5 yıl Paris'te yaşadı. Bu yıllarda hep Kürtlerle birlikte oldu. Öcalan'la yaptığı röportajları da yine bu yıllarda kitaplaştırdı: 'Kürt Bahçesinde Sözleşi'.
Türkiye'ye döndüğünde sürgün yıllarındaki açıklamaları ve devam eden davalarından dolayı hakkında yüzlerce yıl hapis istendi. Bir Cumhuriyet Bayramı'nda Türkiye'ye giriş yaparak teslim oldu. 'Yanımda sürgünde ölen Türk aydınları Namık Kemal ve Nazım Hikmet'i getirdim' dedi. Önce Gebze'de sonra Haymana'da hapis yattı. Haymana'daki iki kişilik hücresinde hapis arkadaşı yine ilginç bir isimdi: Doğu Perinçek!


@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=28892
Mümtaz Soysal - Açı
Başarısızlığın Nedenleri
FİLİSTİN sorununda AKP diplomasisinin geldiği nokta, izlenen dış politika açısından üzerinde derinliğine düşünülmesi gereken derslerle doludur.
Başbakan’ın yoğun çabalarındaki başarısızlıktan sonra, Sarkozy-Mübarek formülünün “ateş-kes”te önce kısmen başarılı olup Filistin’in mazlumlarına biraz soluk aldırması, sonrasında da ciddiye alınarak sorunun çözümüne ilişkin bazı adımlara öncülük edeceğe benzemesi birçok bakımdan öğreticidir.
Her şeyden önce, Başbakan’ın ilk günlerden başlayarak fazla telaşlı bir görünüm vermesi, birtakım kuşkular uyandırmıştır.
Başkentten başkente koşuşturması, gerçekten iyi niyetli fakat fazla duygusal bir çaba mıdır? Yoksa, Olmert görüşmesiyle İsrail’in hava ve kara harekâtından haberli olup da Filistin’e duyurmamış olmanın verdiği suçluluk duygusunu ya da kabahatini örtbas etme gayretinin sonucu mudur?
İyimser ve hoşgörülü bir bakışla, Başbakan’ın davranışlarında iyi niyetli bir Müslümanca davranışın telaşı sezilse ve bu bakışla fazla eleştiriden kaçınılsa bile, bu ölçüde duygusallık ve taraflardan birinin duyarlılığını hesaba katmayan bir umursamazlık acaba uluslararası arenada ciddi roller oynamaya heveslenen, ama yeterince deneyimli olması gereken bir devlet adamına yakışmış mıdır?
Konunun AKP’nin dış politikasına ilişkin yönleri çok daha önemli.
Birincisi, Türkiye’nin dış ilişkilerinde, vaktiyle uzun süre görüldüğü gibi, “devlet politikası” denebilecek, dolayısıyla bütün organlarca uyum içinde yürütülecek bir nitelik var mı? Yoksa bu ilişkiler, deneyimsiz bir ekipçe deneyimli diplomasiyi bile dışlayan bir anlayışla mı yürütülmektedir?
İkincisi, Erdoğan’ın başarısızlığına karşı Sarkozy-Mübarek ikilisinin kısmen de olsa başarı sağlamasının gerisinde Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Akdeniz politikalarına ilişkin bazı sonuçlar mı yatmaktadır? Fransa’nın, yalnız şimdiki devlet başkanı döneminde değil, çok öncesinden beri Ankara’nın tam üyelik hevesine sıcak bakmadığı biliniyor. Türkiye’nin de, yalnız bu iktidar döneminde değil, eskiden beri AB’ye yakın bir Akdeniz dayanışması yönündeki telkinlerden pek hoşlanmadığı da malum. Mısır, bu durumu iyi kullanıp o yönde çaba göstermiş ve böylece Fransa’nın gözünde diplomatik bir ağırlık kazanmış durumda. Son başarıda bu ağırlığın rolü kendini belli etmiyor mu?
Buradan kalkarak, Fransa’yla ilişkileri geliştirmenin, biraz da ABD’nin ve İngiltere’nin etkisiyle, ikinci plana itilmesini bu sonuçla ilişkilendirmek yanlış olmaz. Bu geriye itiş, Paris’in tam üyelik ve soykırım gibi konulardaki tersliğine dayandırılsa bile, herhalde böyle bir tutumun Türkiye’nin dış politikasını pekâlâ değerlendirilebilecek bazı olanaklardan yoksun bıraktığı da bir gerçektir.
11 Ocak 2009 - Cumhuriyet

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... id=4&wid=2
Güngör Mengi
Yazara ulaşmak için : gmengi@gazetevatan.com
Komik ve korkunç!
Gölbaşı’nda gömülü oldukları yerden çıkarılan cephanelik bir umut ışığı yaktı!

İnat ve ısrar bizi bu defa derin devlete götürebilirdi.

Eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili ve Susurluk hükümlüsü İbrahim Şahin’in evinde ele geçirilen kroki sayesinde ulaşılan cephanelik tek başına belki çok şey ifade etmiyordu.

Fakat beş yer daha kazılmaya başlayınca, Gölbaşı tablosunun oralarda da tekrarlanacağı beklentisi yaratıldığı için “Haaa” dedi insanlar “bu Ergenekon’u hafife almamak gerek..”

Yazık ki sonraki beş kazı boş çıktı ve yeniden kafalar karıştı.

Böylelikle Ergenekon’un Susurluk bakiyesinden üretilmiş zorlama bir hayalet olmadığını iddia edenler, yeniden düş kırıklığına uğradılar.

Kimin maşası?

Biz Susurluk’un yarım kalmış hesabının görülmesi ve Danıştay cinayeti ile Cumhuriyet gazetesinin bombalanması davasına mahkemenin odaklanması halinde hedefe daha hızlı ve garantili gidileceğini savunuyoruz.

Tabii hedef adaletse..

Çünkü şu anda ekleri hariç 2500 sayfa tutan anlaşılmaz bir iddianame var ve bu iddianameye, iki yeni gözaltı dalgası ile suçlanan kişilere ait iddialar ve anlatımlar da eklenecektir.

Ve bu suçlamalar hangi melânetin maşası olduğu bilinmeyen, yüzleştirme ve çapraz sorgulama olanağına sahip bulunmadığımız dengesiz bir adamın uçuk iddialarına dayanıyor.

Amerika’ya kaçarken arkasında bıraktığı 140 sayfa ifade ve hangi gizli güçlerin kendisine verdiği bilinmeyen 6 kutu dolusu gizli belge Ergenekon iddianamesinin temel kanıtları olmuş Tuncay Güney, bugünlerde Kanada medyasının baş sayfa kahramanıdır.

İntikama adanmış

Alaya alıyorlar ama ona manşetlerini vermekten de geri durmuyorlar.

Bıraktığı bantlarla bu devlete ve millete en yüksek düzeyde hizmet etmiş insanların hakaret görmesine ve acı çekmesine sebep olan sahte haham Tuncay Güney Toronto Star gazetesine kendini “dünyanın en meşhur ajanı” diye tanıtmış.

“James Bond benim yanımda bir hiç” diye şaka yapmış ama gazete Güney’in buna rağmen Türkiye’de ciddiye alındığı yazıyor.

“Ergenekon’un kara kutusu benim” derken “Bana ulaşmadan hiçbir şeyi çözemezler” inancını da gururla sergilemiş.

Savcı Öz’ün kendisine gönderdiği 37 soru, Tuncay Güney’in bu konuda haksız olmadığını düşündürüyor.

Tabii buradaki mesele Güney’in vereceği cevapların kalitesidir. Savcının kendisine mecbur durumda olduğu kozunu hangi amaçla kullanacaktır?

Açıklamasında bunun da ipucunu veriyor.

Kanada gazetesine göre Tuncay Güney, Türkiye’deki sorgusu sırasında işkenceye maruz kaldığını iddia ederek şunu söylemiştir:

“Kendi kendime bir gün bunun (işkencenin) intikamını alacağım dedim. Ben avantaja sahibim. Ölene kadar bu oyunu sürdüreceğim.”

Adaleti, dengesiz bir suçlunun intikamcı oyunlarına kurban etmeyelim, aman!

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... =4&wid=150

Yiğit Bulut
Yazara ulaşmak için : ybulut@gazetevatan.com


Genelkurmay Başkanı “bizden” değil mi?
Son günlerde “bazı çevrelerde” ilginç bir söylem var; “... Bu ülkede esas halk çocuğu, köy evladı bizleriz... Diğerleri seçkinci Jakobenler...”

Bu tanımları yapanlar “sermayeden başlıyorlar, medyadan devam ediyorlar, bazı siyasi partilere dokunup akıllarına kim geliyorsa, onları da dahil ediyorlar...”

Bu arkadaşlara sesleniyorum; bazı partiler için, sermayedarlar için, gerçekten “aileden avantajlı” doğanlar için hatta şu anda sayamayacağım birçok kesim için “bu terimi” kullanın ama “askerler” için “seçkinci” derken dikkat edin!

Neden mi? Hemen arz edeyim.

Harp Okulları’na hangi aileler çocuklarını gönderir?

Tam olarak bu “toplumun” merkezinden; “köyden, şehirden, kasabadan” bu ülkenin “gerçek motifinden” insanlar... Çocuğunu “devlete” teslime eder, devlet “okutur”, meslek sahibi yapar ve bir yere atar!

Sistem öyle kurulmuştur ki; köyden çıkıp Harp Okulu’nu kazanmış bir “gencin” hatta “köyünden askeri liseye” giden bir çocuğun “bu ülkede Genelkurmay Başkanı” olma şansı vardır!

Anne-babasının “kim olduğu”, “nereden geldiği”, “hangi aileden” olduğu önemli değildir “asker ocağında”... O artık “TSK’nın” bir parçasıdır ve “önü açıktır”!

O yüzden herkese “Jakoben” diyenleri bir kez daha düşünmeye ve hatta “seçkin” dedikleri biçok kesim konusunda “onlarla aynı noktada” olduğumu belirterek, “askerler” konusunu bir kez daha sorgulamaya davet ediyorum... “Bu ülkede, bir köy çoçuğunun Genelkurmay Başkanı olma şansı olduğunu” gözden kaçırmasınlar! Bu ordu “bizim ordumuz”! Seçkinlerin değil!
***


Türkiye’de “seçkinler iktidarı” var mı? Yoksa “iktidardakiler” seçkinleşiyor mu?

Sevgili dostlar, bugünün Türkiye’sine baktığımda; son 5 yıldır hükümet edenler açısından çok önemli bir soru ortaya çıkıyor: Seçkinler iktidarına hizmet etmek için iktidar seçkini mi olacaklar yoksa iktidar seçkini olmayı kabul etmeyip, “gerçek bir halk iktidarı” tesis etmek için mi çalışacaklar?

AK Parti’nin, iki rolü de iyi oynadığı ve “denge” konumunda kaldığı söylenebilir. İşte kendisine yüzde 47 oy getiren en önemli dinamik de bana göre burada gizli; halk adına “yerel seçkinlere baş kaldırır” görünmek ama aynı zamanda “küresel seçkinler” ile işbirliği yaparak dengeyi korumaya çalışmak!

Bugün iddia edildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısının statüko olduğunu savunup, ulus-devleti yıpratmaya çalışanlar; bilerek veya bilmeyerek aslında “küresel büyük statüko”ya hizmet edenlerdir. AK Parti’nin de aslında içine düştüğü, bugün için algılanmayan ama “özellikle küresel” ekonomik kriz ile birlikte çok sorgulanacak, açmaz da budur. Tamam “yerel seçkinlere” savaş açalım ama “ya küresel” olanlara!

Sonuç: Türkiye’de yerleşik seçkinler iktidarına kafa tutar görünüp, küresel seçkinlere teslim olan iktidarlar, asla gerçek bir “halk iktidarı” tesis edemezler...

Son söz: Türkiye’de “doktrin olarak” doğmuş ve “benimsenerek” iktidar olmuş bir yapı var mı? “Seçkinler mi iktidarda” yoksa “iktidardakiler mi seçkinleşiyor” noktalarında “sentezi” sizlere bırakıyorum!

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6691

Hasan DEMİR
hasandemir54@hotmail.com

"Suikast yapılacaklar listesi"

İktidara yakınlığı ile bilinen dünkü gazetelerin birinde, “Susurlukçu” İbrahim Şahin’in evinde, bir “Suikast listesi” bulunduğu haberi vardı.
Biz bu satırları yazdığımızda televizyon ekranları ve internet sitelerine listenin detayları ile ilgili bir bilgi henüz yansımamıştı. Muhtemeldir ki, bugünkü gazete sayfaları ve televizyon bültenlerinde, bulaşmadık iş bırakmamış Şahin’in evinde bulunan “Suikast listesindeki” isimler ortaya dökülmeye başlanmış olur. Ve çok da iyi olur.. Geliniz hep birlikte niçin “iyi olacağına” dair akıl yürütelim.
İddianame, “Ergenekon Terör Örgütü” demiyor mu?
Diyor. Peki, “Örgüt” nedir?
Örgüt, “Ortak bir amaç veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül, teşkilât” tır.
Bu tarif bizim değil, TDK’nın tarifidir.
Demek ki “örgüt” öyle savruk bir kuruluş değil; iştigal sahası belirlenmiş, ortak bir ideal için bir araya gelmiş, üyeleri arasında görev ve sorumluluk dağılımı yapılmış bir yapılanma.. Meselâ İttihat ve Terakki bir örgüttü. O da suikastlar yapıyor, yaptırıyordu. Amma tetiği kimin çekeceği ve namlunun kime çevrileceği örgüt yöneticileri tarafından ortak karara bağlanıyor, en azından biliniyordu. Bu durumda, “Ergenekon Terör Örgütü üyesi” olmakla suçlanan İbrahim Şahin’in evinde bulunan “Suikast yapılacaklar” listesinden, “Ergenekon Terör Örgütü Yöneticisi” olmakla suçlanan bir avuç kişinin haberdar olmaması düşünülemez. Ben isim vermeyeyim, siz tutuklu ve gözaltında bulunan, sorgulanan, yargılanan ve henüz iddianamesi hazırlanmamış meşhur “Ergenekoncuları” göz önüne getiriniz ve bunların Şahin’in evinde bulunan “Suikast listesinden” haberdar olup olmayacaklarını bir düşününüz..
Şayet, “Evet, bu kişiler böyle bir liste hazırlamış” diyorsanız, “Ergenekon” gerçekten bir “örgüt”tür. Yok, “Bu mümkün değil” diyorsanız, ortada “Örgüt” diye bir oluşum yoktur ve olmayan bir şeye “üye olmak” da söz konusu olamaz.
Bu işin “teknik” yanı.. Bir de “abes yanı” var..
Şahin’in evinde bulunduğu söylenen “suikast listesi” nde şu anda tutuklu-tutuksuz yargılanan ve sorgulanan pek çok önemli kişinin de adı geçiyorsa, o zaman bu taşları nasıl yerine oturtacağız?
Meselâ o “suikast listesinde” Bedrettin Dalan, İlhan Selçuk, Kemal Gürüz, Doğu Perinçek, Emin Gürses yahut şu anda yargılanan ve sorgulanan emekli generaller var mı? Varsa, o zaman adama, “İnsan kendisine suikast (kararı almış) yapacak bir örgüte üye olur mu?” diye sormazlar mı!
Bunu niçin söylüyoruz?
2 bin 500 sayfalık ilk iddianamede, Emekli General Şener Eruygur, “Terör Örgütü üyesi” hatta “yöneticisi” olmakla suçlanmış bulunuyor.. Amma aynı iddianamede “Ergenekon Terör Örgütü” nün Şener Eruygur’a suikast plânladığı iddia ediliyor ve bu konuda önemi hiç de küçümsenmeyecek deliller ileri sürülüyor.
Bu nasıl iş?
Biz, hiç kimse suç işlememiştir, ismi geçen herkes sütten çıkmış ak kaşıktır iddiasında falan değiliz. Amma sen hem bir yandan bir örgütün yönetiminde olacaksın, hem yöneticisi bulunduğun örgüt senin için suikast kararı almış ve bu kararı uygulamak için yola düşmüş bulunacak; sen orada hâla kalacaksın? Bunun izahı var mı?
Bu tür çelişkiler bitmek bilmiyorum ?her tarafında var. Son “Operasyon”da, “Susurluk sanığı olarak” her türlü engellemeye karşı bütün hukuki yolları kullanan ve başarıp Şahin’i mahkûm ettiren Sabih Kanadoğlu, “Ergenekon Terör Örgütü” ile dirsek temasında bulunmak, yani hapse tıktığı Şahin’in yöneticisi olduğu iddia edilen örgüte yardımcı olmakla suçlandığı için, mâlûm uygulamaya tabi tutulmadı mı?
Ayrıca.. YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz sorduğunda polislerin, “Gözaltına alınanlar arasında Yalçın Küçük de var” cevabı üzerine, “Şimdi ben bu p...k ile aynı örgütün mensubu muyum?” diye yakındığı gazetelere yansımadı mı?
İnsana sormazlar mı:“- Bu nasıl bir örgüt ki, yöneticileri birbirinden nefret eden insanlardan oluşmakta!”

@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@@


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6692

Selcan TAŞÇI
selcantasci@gmail.com

Darbeyi böyle kışkırttım!..

O YEMEĞE KATILAN HASAN CEMAL YAZDI:
Darbeyi böyle kışkırttım!..

Ankara’da yapılan
kazı çalışmaları Sıhhiye orduevine
bomba atılmasını planlayan eski teröriste
geçmişini hatırlattı. “Kimse kızmasın kendimi yazdım”
kitabında geçmişiyle ilgili sayısız itirafta bulunan Milliyet
yazarı, acaba hayatının neo-liberal döneminindeki
eylemlerini de anlatacak mı?

Hasan Cemal Ümraniye operasyonunun son dalgasından sonra yapılan kazıları değerlendirirken “tecrübesini” konuşturdu. Yazının her satırında “bu işleri ustasından öğrenin” mesajı vardı.
Ankara’da ele geçirilen silahlarla ilgili şöyle diyordu:
“Bombalar, patlayıcı maddeler, lav silahları, mermi...
Nedir bütün bunlar?..
Ne için?..
Bombalar patlayacak.
Suikastlar yapılacak.
Siyasi cinayetler işlenecek.
Ve ”Türkiye bölünüyor, irtica geliyor!“ gürültüsüyle asker kışkırtılacak, darbe yolu açılacaktı.
Bu hep böyledir.
Hiç değişmez.
Hukukçu, profesör, işadamı, gazeteci ve yazarlardan oluşan bir takım olarak, darbe tertiplerine hizmet arz ederler.
Kamuoyunun oluşturulmasında görev yapar, ’beyin takımı’ olarak çalışırlar.
Bu takımda yer alan kimileri bilir ne yaptığını, kimileri de oportünisttir, güce tapar. ’Aşağıda’ ne olup bittiğini bu takım fazla bilmez.
Bu darbe tertiplerinin ’aşağıda’ ki ’operasyonel’ boyutu hayatidir. Bombasıyla, dinamitiyle, tabancasıyla, dezenformasyonuyla çalışır bu mekanizma...
Ben yaşadım bütün bunları. 12 Mart darbesi öncesinde... Orduyu darbeye kışkırtırken... Ve bunun kitabını yazdım.”
Bu satırların yazarının, 12 Mart öncesinde Sıhhiye Orduevi’ne bomba atılmasını planlayan eski bir terörist olduğunu bilmeyen kalmadı. O günlerde ‘aşağıda’, örgütün ’operasyonel boyutunda’ görev almıştı. “Kimse kızmasın” bunları “kendisi yazmıştı.”
Hasan Cemal’in döndükten sonraki, “itirafçı” anlatısından sıkılmadınız mı?
Bizi “Hey gidi günler hey”lerle oyaladığı liberallik döneminde neler yapıyor Hasan Cemal, hiç mi merak etmiyorsunuz?
Ben yandaki fotoğrafa baktıkça, çok çok meraklanıyorum. Bebek’te eski bir CIA Ajanı olan Mark Parris, eski bir Maocu olan Cengiz Çandar, eski bir MİT Müsteşarı olan Sönmez Köksal, hali haızrdaki Soroscu Can Paker ve eski TRT Genel Müdürü Cem Duna ile ‘karanlıkta kalan’ bir yemek yiyen Hasan Cemal acaba operasyonal kadrodan beyin takımına mı terfi ettirildi...
Cemal, yeni bir konjonktürel dönüşüm geçirirse, “Kimse kızmadım kendimi yazdım” diyerek, bu yemekte neler konuşulduğunu, heryere laf yetiştiren katılımcılarının, neden bu kadar çok sorgulanan yemeği hiç yaşanmamış saydığını, neden bu konudaki sorulara kulak tıkadığını, neden Yeniçağ’dan başka kimsenin bu fotoğrafı kullanmaya cesaret edemediğini, o gece orada olduğu söylenen “diğer” kişinin kim olduğunu da açıklayacak mı?
Bir dönemin darbe çırağı, ‘ustalık’ eserini, nerede, hangi malzemeyle, ne kadar sürede, ‘kaç darbe’de inşa ettiğini anlatacak mı?


+++++

Baydemir: Yakında
bu topraklara Kürdİstan dİyecekler!

Terörle bir yere varıldı
Terörle bir yere varılamazmış! Varıldı, daha da varılacak yerler var. Diyarbakır Belediye Başkanı da “Yakında bu topraklara Kürdistan diyecekler!” diyor.
Bilal N. Şimşir, yeni çıkan “Kürtçülük ll” kitabında cumhuriyetin ilanından bugünlere süreci belgelerle açıklıyor:

Meclis kürsüsünde Milli Savunma Bakanı Recep Peker Şeyh Sait İsyanı’nı anlatırken İstanbul basınını topa tutar: “Cumhuriyetin yarınki çocukları, bugün yaşadığımız tarihi günleri incelerken göreceklerdir ki, bu yüce cumhuriyet binasını yıkmak için yanıp tutuşan hainleri ilk özendiren ve kışkırtan İstanbul basını olmuştur. (...) ”
Cumhuriyet karşıtı yayınlar, milletvekillerinin de kafasını karıştırmıştır; Eskişehir bağımsız milletvekili M. Emin Sazak 29 Şubat 1924’te not defterine şu notu düşmüş: “....Hilafet hanedanının ülke sınırları dışına çıkarılmasından, Şeriye Vekâleti’nin kaldırılmasından, mahkemelerin ve eğitimin birleştirilmesinden bahsetmeye başladılar... Paşa’nın bu dostları, fikirsiz, inançsız adamlardır.... Mustafa Kemal Paşa’nın yakınındaki adamlar yüzünden memleketin kötülük göreceğini görüyorum...”
Bir yıl sonra Emin Sazak görüşünü değiştirir: “Şeyh Sait İsyanı’nın, Fethi Bey kabinesinin bastıracağı türden bir iş olmadığı, memleketin geleceği için gerçekten şiddetli tedbirler uygulamak gerektiği ve bu isyanın, önemli dış ve iç tertiplerin sonucu olduğu anlaşıldı. Gazi Paşa haklıymışlar.”
II. Dünya Savaşı biter, Türkiye NATO’ya girer, Şeyh Sait İsyanı’nı körükleyenler değişmez. Şimşir der ki: “İlginç ve düşündürücü bir nokta da şudur: Soğuk Savaş döneminde, dost sandığımız NATO müttefiklerimiz de Türkiye’ye karşı bölücü Kürtçülüğü kışkırtmaktan ve terörü kollamaktan geri durmamışlardır. Hatta NATO üyesi İngiltere ve Varşova Pakti üyesi Çekoslavakya’nın Soğuk Savaş içinde, Türkiye’ye karşı işbirliği yaptıkları, bölücülüğü körükleyen bir kitabı aynı anda iki ülkede birden yayımlayıp piyasaya sürdükleri görülmüştür.”
* Hasan Pulur/Milliyet

+++++

Jurnallemeye başladı
Fehmi Amca yazısını şöyle bitirmiş: ”Demokrasiden beslenen siyasiler ile demokrasiyi desteklemesi gereken gazeteci ve yazarların darbe çizgisinde saf tutmaları kendiliğinden olan bir şey midir, yoksa bu çarpık durum örgütsel bağlar yüzünden midir? Bakarsınız bu sorunun cevabını da savcılardan ve mahkemeden öğreniriz, neden olmasın?” İsim de verseydin, hiç zahmete sokmasaydın savcı beyi!

+++++

Üstüne alındıysan
cevap verseydin
Taraf yazarı Murat Belge, Hürriyet’ten Yalçın Bayer’e gönderilen ve Kürtçe yayın konusunda ”bilimin yol göstericiliğini değil, kendine aydın diyen ihanet çetelerinin, Avrupa’nın, Amerika’nın, Soros’un telkinlerini tek doğru olarak kabul edenleri“ eleştiren mektubu, üstüne alınmış olmalı ki savunmaya geçmiş. ”Bunu yazan, Arabistan’a da gitse, Afrika’ya veya Yeni Zelanda’ya da uzansa, insanların Ermeni Kıyımı olmadığına, Kürtçe’nin bir dil olmadığına, Türkler’in dünyaya medeniyet taşıdığına inanan halklar veya bireylerle tarihçilerle, dilbilimcilerle, “aydın”larla karşılaşmayacaktır“diyor. Neden dostun George’un oralarda da mı kolu var?
Sahi Açık Toplum Enstitüsü olarak siz ne kadar almıştınız Soros’tan?

+++++

Fonlananlar listesi İkiye ayrıldı

Kaboğlu ve İnsel: “para almadık”
Saylan: “331 bin euro kullandım”
Avrupa Birliği fonlarından çeşitli projeler için para aldıkları ileri sürülen isimlerden İbrahim Kaboğlu ve Prof. Ahmet İnsel Can Ataklı’ya açıklama göndererek “AB’den böyle bir para almadıklarını” belirttiler.

“AB’den hiçbir zaman ve hiçbir şekilde para veya başka herhangi bir yardım almadım. AB organları ile proje veya mali çerçevede hiçbir ilişkim olmadı” diyen Kaboğlu, “AKP politikalarını desteklediğini” yazan Ataklı’ya “Tam aksine AKP’ye eleştirilerde bulunduğum için beni istifaya zorlamışlardı” cevabını verdi.
“AB’den doğrudan ya da dolaylı hiçbir şekilde para almadığını” belirten Ahmet İnsel söz konusu listenin yayınıyla ilgili yasal yollara da başvuracağını vurgulamış.
Altı projeye harcamış

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Türkan Saylan ise yine Ataklı’ya yolladığı açıklamada “Avrupa Birliği fonlarından yararlanarak 6 projeyi hayata geçirdiğini, 331 bin euro kullanıldığını” söylemiş.

+++++

MİNİ YORUM

Kazıları izlerken duygulandım
Yıllardır Türkiye’nin ‘geçmişini aydınlatmasını sağlayacak kazı çalışmaları’na yeterli desteğin verilmemesine yanarım. Dün bir gün içinde Ankara’nın altını üstünü getiren kazıları görünce gözlerim yaşardı. Bu iki yıldır “Ergenekon” ruhuna en uygun eylemdi. Tarihe erişme çabası! Ülkece sürüklendiğimiz sinir harbinin yansıması olan bu soğuk şaka bir yana, dünkü gazetelerin neredeyse istisnasız birleştiği tek görüş vardı: Savcı’nın niyeti karanlıkları aydınlatmak ise eline geçen bu fırsatı iyi kullanması ve Bekir Coşkun’un ifadesiyle artık ‘temiz insanların kirli çuvala doldurulmaması’! Bakalam hukuk siyaseti yenerek bunu başarabilecek mi?


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Kullanıcı küçük betizi
hirbo06
Üye
Üye
 
İletiler: 156
Kayıt: Cmt Kas 10, 2007 18:48
Konum: ONCE AHLAK,TERBIYE VE NEZAKET SONRA FIKIR ALISVERISI! SAYGIMIZ; BILGI,DUSUNCE VE EMEGE, REP'E DEGIL!

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Oca 11, 2009 11:45

Yılmaz ÖZDİL yazdı:Casus filminizin en heyecanlı yerine limon sıkmak istemem ama, ben hayatımda bu kadar geri zekâlı bi derin devlet görmedim...

*

Atatürk Evi’nin bahçesine silah gömmüş, maazallah unuturum munuturum diye, kroki çizmiş!

*

İbrahim Şahin dediğin adam, zurna değil... Genelkurmay’da kurs görmüş, Almanya’da kurs görmüş, ABD’de kurs görmüş, özel harekât başkanı olmuş, özel tim okulu kurmuş, 20 yıldır yargılanıyor, ruh gibi takip ediliyor, 24 saat dinleniyor.

*

Krokiyi evinde unutmuş!


Budur... :kikirik:

Itiraf ediyorum, diger köse yazilarini henüz okumadim. Ama Yılmaz ÖZDİL ile ayni seyleri düsündügümüzü ve onun her zamanki müthis uslûbunu görünce dayanamadim...
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x