Pek Kıymetli Aparatif Doktor Darbehan'a Sevgilerimizle

Pek Kıymetli Aparatif Doktor Darbehan'a Sevgilerimizle

İletigönderen Güncel Meydan » Cum Eyl 23, 2011 23:19

Pek değerli Saddamcı, Kaddafici arkadaşım,

Bugüne kadar şu iletilerde :arrow: uye/okuyucu55/posts/ bizimle ilgili bir sıkıntıyı açıkça dile getirmeyen 55. okuyucu arkadaşım, ne yaptık ki biz bir anda bize darılmış, kırılmış, yerdikçe yermiş Darbehan kardeşimiz? Hani bizi bir uyarsaydın en azından, yanlışımız varsa düzeltirdik belki, neden bu kadar kolay harcandı anlayamadık. Bir anda düşmanı oluvermişiz sanki, pes doğrusu.

Haydi başlayalım o vakit...

1)

Mitingden çekilme duyurusu birçok yere gönderilmiştir ve Güncel Meydan'da salık-duyuru olarak yerini almıştır. Bu duyuru, kişi adıyla [Türk-Kan (miting konusuyla doğrudan ilgilenen yönetici arkadaşımız) / Güncel Meydan] birlikte yayımlandıktan hemen sonra -miting destekçileri arasında yalnızca Güncel Meydan'ın adının olmasından dolayı- yönetim (Güncel Meydan) adıyla sunulmuştur. Bu da doğaldır, hatta doğrusudur.

18-eylul-kadikoy-mitinginden-cekiliyoruz-basin-aciklamasi-t29477.html#p148428

Yönetimimizde basın açıklamasında adı geçen kimseler [*]  bulunmamaktadır.

Kısacası neyi neden sorguluyorsun¿? Bu mitingin destekçisi olarak gönderilen metni Güncel Meydan olarak üyelerimize sunmamızı mı¿? E öyleyse, diyecek bir şeyimiz yok. Ne diyebiliriz ki¿?

Bunun dışında, imza sorgulayacak olan, ilgili kişilere elmek gönderebilir ve "bu görüşleri onaylıyor musunuz, bunda imzanız var mı, bakın adınız geçiyor" gibi sorular sorabilir. Biz sorduk; bu metin birçok yere "Saygılarımızla," sözcüğüyle bitmiş hâlde gönderilmiş, yani imza olmadan. Ancak adı geçenlerin imzacı olduğunun, bugüne kadar buna karşı bir ses çıkarmamalarından dolayı anlaşılabileceği ortadayken, imza sorgulayıcısı bunu anlayamadığı gibi sorma gereği de duymuyor.

Sorduğu nedir peki? Bu açıklama kime ait belli değilmiş, tuhafmış, görüşler bize mi aitmiş adı geçenlere mi aitmiş, şöyle imza varmış -mış, -muş vs.

Gel buraya sor, açıklamadaki adı geçen kişilere sor; sordun da yanıt vermediler mi?

Mitingden çekilme konusunda yapılan sorgulamalar ise Güncel Meydan'la ilgili değildir; adı geçen kimseler çekildiği için GM de buna uymuştur o kadar. Pekâlâ kendi içimizde birtakım sorgulamaları yapıp çekilmeyi yanlış yahut doğru bulanlar da olabilir -ki vardır. Ancak şu kesin olarak açıktır; sorunlu konulardaki sorumlu Güncel Meydan değildir. Kısacası çekilme açıklamasındaki görüş ve nedenlerin sorgulanması, bu görüş ve nedenlerin desteklenmesi veya bunlara karşı çıkılması doğal tepkilerdir. Doğal olmayanlar bizim üzerimize yapıştırmaya çalıştıklarındır pek değerli aparatifciğim.


2)

Şakada(!) alıntılanan salıklar, ana sayfada sağ tepedeki "Anglo-Amerikan" başlıklı salık akışlarına, -sözdeşi- VOA (Voice of America), BBC (British Broadcasting Corporation) gibi kuruluşlara aittir. Bunları ve bunların yanında İran mollalarından salıklar sunan özeklerin akışlarını, "bakın sömürgen yayılmacı ve dinci yayılmacılar şunları şunları diyor" amacıyla sunduğumuz gün gibi açıkken, birtakım algısızlara bunu özel olarak anlatmak gerekiyor anlaşılan. Çünkü o algısızlardan kimileri çıkıp bu salıklardan alıntılar sunup bunu bize yapıştırabilmektedir; ne yazık ki bunu da dünya gözüyle gördük; acı yönü, Güncel Meydan'ı hiç tanımayan biriyle de karşı karşıya değiliz.

Öyle değil mi Şakahan?

Konu alanındaki, örneğin Sivil Örümcek ulamındaki salıkları da üzerimize yapıştırmanı dört gözle bekliyoruz.


3)

Açık açık biz kastedilmesek de peşin peşin buna da yanıtımızı verelim:

Meydanlara inmek inmemek gibi bir korkunun pençesinde olanlar olabilir. Biz onlardan değiliz, öyle olsak bu tür girişimlere destek vermezdik. Yalnızca sağlam bir örgütlülüğün olmasıyla birtakım sonuçlar elde edilebilir. Ancak bu meydanlara inilmesin demek değildir; örgütsüz de olsa, bir kişi de olsa gidip bayrağı sallar, ne diye karşı çıkalım ki? Gelgelelim örgütlülükle sonuç alınır, nasılı tartışılır, ancak örgütlü olunsa dahi meydanlara yalnızca bayrak sallamak için inilmesini yetersiz görenlerdeniz değerli Aparatif Doktor Darbehan kardeşim. Çok ileri gidilmeli, halk kendi istenciyle yönetimi ele geçirmelidir. Herhalde bu görüşü de, "bir türlü kurtulunamayan, sömürge tipi şekli demokrasi saplantısı" olarak tanımlayan ahmak çıkmaz? Edebiyat parçalamaksa bizim işimiz değil, en azından aparatif doktor unvanlarıyla ses kaydı uydurmuyoruz. Ha bunun da yararı vardır ancak, işin edebiyatını söz konusu edenlerin herhalde önce bunu örnek vermesi daha uygun olur.

Bizim elimizden yazmak, duyurmak, göstermek, desteklemek, tartışmak ve tartıştırmak geliyor, bunu yapıyoruz. Ayrık bir yapımız var, sıradan ve yurt içinde ve dışında değişik değişik yerlerde yaşayan kimseleriz. Ancak savaş kısmını bir yana bırakanlar değiliz; savaşsa savaş.

Düdüklü eylem yapan üç-beş bin sivil(!) zibidiyle, çoğu çoluk çocuk olan örgüt molotofçularını milyonlarca vatanseverle kıyaslamak gülünç olur. Kısacası bu gülünçlüğe düşenlerden de değiliz. Ancak örgütlülük sonuca götürür. Ayrıca Cumhuriyet mitinglerindeki istencin fazlası gerekmektedir. "Ne ABD, ne AB" denirken "ne şeriat, ne darbe" söylemine çevirtmeyecek, yurttaşlara kendi bütünlüğünü kırdırmayacak yönlendiriciler de gerekmektedir. İşte bu gerekenlerin tümü ancak bir örgütümüz olduğunda gerçekleşebilir, sonuca götürebilir.

İşte sorduk, "II. Ulusal Savaşım İçin Yurt Genelinde Yapılanacak Partiler Üstü ve Birleştirici Ulusal Bir Örgüt Kurulursa Katılır mısınız?" diye; duruyor Mart ayından beri, oylayanların ezici çoğunluğu "evet katılırım" diyor, diyor da...

Kolay değil. Yurttaş güvenilir adam ister, kendilerini yönlendireceklerde yürek, birlik-bütünlük ve içtenlik ister. Evet, kolay değil... Hele ki bundan önce inandıkları bir bir çökmüşken.

En azından uğraştık ve uğraşıyoruz; uğraşacağız da.


4)

En can alıcı, pek heyecanlı noktaya geldik...

SadoKadocu yazdı:
"- Güncel Meydan sitesinde Türk Ulusuna Çağrıdır: Hazır olun! başlıklı bir çağrı var, onu söyleyecektim"

"- Bu kafayla mı? 91'de, 2003'te Irak yönetimine, bugün Libya'ya yamuk bakanların niyetlerini sorgulamıyorum ama bunlar Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında olsalardı, "Ya İstiklal, Ya Ölüm!" dedirtmezlerdi. Hatta "Ya sen nasıl insansın, Lenin gibi eli kanlı bir diktatörle nasıl müttefik olursun? Afrikanın gayri medeni bedevileriyle, Orta-Asya'nın anti-demokratik aşiretleriyle nasıl dost olup, yardım kabul edersin?!" diyerek adamı tımarhanelik ederlerdi."


Irak'ın sence şehit olan Saddamını değil, vatan savunması yapan yurttaşlarını destekliyoruz diye örneğin, devrimci bir iç savaş önderi Lenin ile; Kaddafici olmadığımız için de, vatan savaşımı veren Sunusiler ile kurulan dost ilişkilerine karşı çıkacağımızı savlaman için art niyetli olman gerekir; böyle olduğun da şakanın tümüne bakıldığında açık olarak gözükmektedir.

O dönemin koşulları, o günün anlayışı hiçe sayılıyor; yetmiyor biz de devlet yönetiminde söz sahibi kimseler yapılıveriyoruz; o da yetmiyor o günkü ve bugünkü kimseler bir tutuluyor ve bugün aparatif doktor gibi Kaddafici veya Saddamcı olmadığımız için, Mustafa Kemâl ile çatıştırılıyoruz. Bilmem ne portakalında ödül kazanabilinsin bu kurguyla.

Eğer bir zamanda, bu memlekette söz sahibi olsaydık, ilk önce senin gibi yüce bilginleri(!), baltalı ilâhları ayırırdık bir kenara. Bu bir yana; -yukarıda belirttiğimiz gibi- bayağı mantıkla şu gülünç kıyas veya eşleme ortaya çıkıyor:

Kaddafi = Sunusiler ve Saddam = Lenin

E sen de Kaddafici ve Saddamcı olduğuna göre, bunun en doğrusu olduğunu savunduğuna göre, Mustafa Kemâl de bu durumda Sunusici ve Leninci olmak zorunda olmuyor mu?

Evet, sanırız sen de ayrımsadın. Şimdi elini yüzünü yıka da biraz hava al pek değerli Şaka-lâtif Doktor Darbehan kardeşim.

Sen soluklanırken bu arada biz de duygu ve düşüncelerimizi aktaralım geçmişe dönüp:

    Yıl 1911,
    kuruluyor Osmanlı'nın Feda-i Zabitan'ı,
    Mustafa Kemâl, Enver, Süleyman Askerî, Kuşçubaşı Eşref, Ali Fethi, Fuat Bulca
    ve birkaç yeni mezun Harbiyeli.
    Başlıyor Türk-Arap çete savaşı,
    Mustafa Kemâl Derne sorumlusu,
    Tanin Gazetesi muhabiri Mustafa Şerif olmuş adı;
    Miralay Neşet, Binbaşı Ali Fethi, Yarbay Tahir ve Yüzbaşı Muhittin
    Trablusgarp'ta komuta ediyor birliklere.
    Sürüp gidiyor bölge bölge savaşım niceleriyle;
    ter döküyor İtalyanlar,
    yakalanan esirler bırakıldığında susuyor insanlık,
    utanıyor kendinden,
    onursuzca işgâlinden...


Edebiyat yaptık sanırız(!)

Kaddafi "ya ölüm, ya zafer" demiş; aklı başına yeni mi gelmiş, geç kalmış diye eleştiririz biz. Eleştiririz çünkü, öyle kendi yurttaşına -onların ulusal duruşunu eleştireceğim, yereceğim diye- iftira atmaktan, atıp tutmaktan çekinmeyip üstüne Kaddafi gibilere dokundurtmayanlardan değiliz. Düne kadar -uzun yıllarca karşı çıktığı Batıyla- sonunda sıkı-fıkı olan bu Kaddafi değil miydi; şimdi yediği kazığı düşünüp düşünüp "ya ölüm, ya zafer" naraları atıyor.

Yanlış anlama veya anla, sömürgen yayılmacılar sözkonusu olduğunda, Kaddafici olmasak da yıkılmaya çalışılanı, Libya halkının bağımsızlığını destekliyoruz sömürgen yayılmacı devletlere karşı; elbette, Mollalar gibi "Yahudi Kaddafi" deyip lânetlemiyoruz ama senin gibi Kaddafici de değiliz aynı zamanda. Neden olalım ki?

Kıbrıs çıkarmasına büyük destek verdi; tamam, teşekkür ettik. Başka? Ölmesine yakın parti rozetini cennet anahtarı olarak pazarlayan hocayı zamanında -Libya'da olduğunu belirttiği- İslâm komutanlığının üyesi olarak ilân eden ve Kürtler'in bağımsız olması gerektiğini söyleyen çadırcıyı, daha öncesinde "Türkler Kürtler'in kasabıdır" diyen aynı çöl artistini sevmekte onurlu bir yan yoktur. Bugün dahi ağzından Kürtler'i düşürmüyor mu Türkiye'ye lâf çakacağım diye? Yine de, seninkini sevmesek de yurtlarını koruma savaşımlarını destekliyoruz Libya halkının; bu bir erdem değil, olması gerekendir. Kendi halkının sömürgen-yayılmacı güdümüne girmeyenlerinin bir kısmı da daha düne kadar Kaddafi'yi pek de sevmemelerine karşın bugün birlikte yurtları için savaşım veriyorlar. Yadırgamıyoruz çünkü yadırganacak bir şey yok, can havlidir, vatan savunması olağandır; ne var ki senin gibi Kaddafici olamadığımız için de üzgünüz, herhalde bu da bizim ne kadar "demokrat"(!) olduğumuzun göstergesi olmuş oluyor.

Ya Saddam? Saddam asıldı diye bayram edenlerden de değiliz ama... İran'la savaşırken desteği veren ABD, kimyasal silâh malzemelerini veren Batı Avrupa ve ABD, en sonunda karşısına dikilip asan da ABD. ABD bir dönem verdi, bir dönem vurdu. Halepçe'yi yapan bu Saddam; Türkiye'ye kaçan Kürtler'in Irak'taki yerlerine pekakayı sokan da bu Saddam. Şehitlik, saçı sakalı birbirine karışmış hâlde çukurda pısıp saklananırken bulunanlar için geçerli midir peki? Yoksa bütün bunlar da Batı'nın uydurma salıkları da biz ahmaklar gibi bunlara mı kapıldık?
Dipçe: Bu şakanın temeli "Anglo-Amerikan" başlıklı VOA-BBC yayımlarına dayanıyor, zamanına yazık olmuş. Neyse, böylece biz de görüşümüzü belirttik, seni de tanımış olduk. Sözün özü; eleştiriye açığız, kara çalmalara veya ahmaklığa değil.

İMZA: Azmi

 [*] Banu AVAR (Gazeteci-Yazar), Erdal SARIZEYBEK (Em. Asker, Yazar), Abidin BAYSAL (Eğitim-İş Sendikası), Yunus DURDU (Tek Gıda İş 2. Şube Başkanı), İlker YÜCEL (Türkiye Gençlik Birliği), Kenan KARABULUT (MHP), Buket MÜFTÜOĞLU (CHP), İsmail ŞANAL (SP) ve Prof. Mehmet YUVA (Türkiye Suriye Dostluk Komitesi Koordinatörü)


Dileyenler tüm şakayı aşağıda okuyabilirler:


Merkez Haber Ajansı muhabirinin
Türkiye ve Dünya gündemi üzerine
Prof. Dr. Darbehan Göktürk'ün
değerlendirmelerini içeren
21 Eylül 2011 tarihli telefon kaydı...
Ses kaydının tam metni aşağıdadır.







- Alo? MHA'dan arıyorum,

- Bir saniye.



- ?

.................


- Mutfağın camı çarpıyordu. E, n'oldu, indiler mi meydanlara Pazar günü?



- Yok, inmediler. Bir basın açıklaması yayınlandı, konuşmacılar mitingden çekildi.

- Sebep?



- Nadasa bırakılınca, onlar da lüzum görmemişler.

- Nadasta nerden çıktı?



- Efendim, o basın açıklamasını okuyabilirim.

- Dinliyorum.



- "Basın Açıklaması - 12 Eylül 2011
18 EYLÜL KADIKÖY MİTİNGİNDEN ÇEKİLİYORUZ...

Son günlerde gözlenen gelişmeler, ABD ve Avrupa'nın Suriye konusunda ağız değiştirdiğini, Suriye'ye 'acil müdahale' söyleminin ertelendiğini göstermektedir. Suriye halkının dış müdahaleye karşı gösterdiği kararlı tavır ve sözde 'muhalifleri' - batı istihbaratı görevlilerini- ortaya çıkarması sonucu batı şimdilik geri adım atmıştır. Suriye meselesi nadasa bırakılmış, birkaç ay içinde yeterince istihbarat 'çalışması' yapıldıktan sonra, tepesine üşüşme kararı verilmiştir.

- "Gözlenen gelişmeler"le, "karar verilmiştir" bir arada oynamaz. Neyse, devam edin.



- "...Yaptığımız son değerlendirme ve özellikle Küresel çetenin yaptığı açıklamaları göz önüne aldığımızda Suriye gündemden düşürülmüştür. 11 Eylül'de Taksim Meydanı'nda yapılan 'Şehitlerimize saygı ve Komşularımızla savaşa HAYIR!' basın açıklamasına gösterilen ilgi de gündem kaymasına işaret etmektedir.

Ayrıca Sendikalar, STK'lar, Baro ve çeşitli kurumların katılım için olumlu cevap vermemeleri, 18 Eylül'de de, Kadıköy Meydanı'nda yeterli katılımcının olmayacağı duygusu oluşturmaktadır."

- Bir defa, "gündemin kaydığı" maydığı yok; hele "gündemden düşürme" diye bir şey hiç yok. Dozu azalır, yükselir, ayrı hikaye, fakat AB-D Propaganda Makinesi'nin borazanları, Suriye devletini, ordusunu ve halkını hedef alan, "haberler" adlı "psikolojik savaş bültenleri"ni her saat başı yayınlamaya aynı hızla devam ediyor. Şu anda El Cezire adlı, laçka-toplumcu borazan şakır şakır ötüyor mesela, duyuyor musun?



- Yok, tam gelmiyor?

- Şimdi?



- Yok.

- E, ama camlar patlayacak burada. Şimdi nasıl?



- "Suriye Ordusu halkın üzerine ağır silahlarla ateş açtı. Çok... bir şey" diyor.

- "Çok sayıda ölü var" diyor. Şu anda gösterdiği görüntülerin adı, iki ay önce "Şam'da bir cami çıkışı sonrası"ydı; bugün Dara şehri. Sanırım Nisan ayıydı, Libya halkına saldırdıkları "psikolojik savaş bültenleri"nden birinde, bu görüntülerin adı "Trablus şehri"ydi. Emin değilim ama 8 yıl evvel gördüğüm "Jakoben Saddamcılar Bağdat'ta havanlarla pazar yeri bastı!" resmini de hatırlatmıyor değil."Gündemden düşürme" diye bir şey yok, bunu bilelim. O üşüşmeli yeri bir daha tekrarla.



- "Suriye meselesi nadasa bırakılmış, birkaç ay içinde yeterince istihbarat 'çalışması' yapıldıktan sonra, tepesine üşüşme kararı verilmiştir."

- Cümle, "nadas"tan, "istihbarat çalışması"nın varlığına ve "üşüşme"ye kadar, bir kanaat olduğuna ilişkin en küçük bir işaret bulunmayan hüküm kesinliğinde. Açıklamayı kaleme alanlarca, "Suriye'nin gündemden düşürüldüğü" hükmüne, "son günlerde gözlenen gelişmeler" cümlesinden, "Suriye halkının dış müdahaleye karşı gösterdiği kararlı tavır" ve "küresel çetenin yaptığı açıklamalar" değerlendirilerek mi varılmıştır; yoksa bu da olmakla birlikte, ortada küresel çetenin almış olduğu, yorum gerektirmeyecek kesinlikte bir karar mı vardır? Eğer lafa, bir ucundan, "Son günlerde gözlenen gelişmeler" diye girip, öbür ucundan "Suriye meselesi nadasa bırakılmış, birkaç ay içinde yeterince istihbarat 'çalışması' yapıldıktan sonra, tepesine üşüşme kararı verilmiştir" diyerek çıkıyorsanız, "gözlenen gelişmeler" arasında sayılan yapılan açıklamalar içinde bunu bildiren bir karar bulunmuş olması gerekir.

Nerede o karar?...

"Belli bir konuda verilmiş kesin karar olma" keyfiyeti taşıyan bir açıklamayla, "verilmiş bir karar anlamına geldiği kanısına varılan bir açıklama" arasında, "sorumluluk yıkma farkı" var. Verildiği söylenen üşüşme kararını veya karar kesinliğindeki açıklamayı bu yüzden soruyorum. "Küresel çetenin açıkladığı böyle bir karar yok. Yapılan açıklamaları gözledik, değerlendirdik, o kanıya vardık" denilecek idiyse, şimdi değil, o yazılı basın açıklamasında söylenmeliydi. Mitingten çekilme sebebini duyururken, lafa, gelişmelerin gözlenip değerlendirilmesine, yorumlanmasına dayanan bir açıklamada bulunacakmış gibi başlayıp, aslında düşmanın aldığı bir karar yüzünden istemeyerek mitingten çekilmek/mitingi iptal etmek zorunda kaldığınız hissi uyandıracak 'dır'lı, tır'lı, tür'lü" cümlelerle kesinleyerek, "Biz meydanlara gürül gürül inecektik ama, küresel çete bir kaç aylığına kaçtı, mecburen çekiliyoruz" gibisinden, hem nalına hem mıhına tamamlarsanız; "Peki, hangi sömürgeci terörist ülke elebaşısı karar kesinliğinde bir eşkiya ortak görüşü bildirmiş, öyle bir açıklamada bulunmuş?" diye adama sorarlar. Düşman, Suriye Saldırısını ertelediyse, iyi ya işte, fırsatı değerlendir, meydanlara in. Saldırı başlamadan bir-iki gün önce yapılacak mitingler, Irak'a yönelik saldırıda olduğu üzere, vicdanları rahatlatmaktan başka bir işe yaramaz. Açık askeri işgal altında bulunan 1920'lerin İstanbul'unda, Halide Edipler 150 bin kişilik mitinglerde konuşabilmişlerse, bugünün 15 milyonluk İstanbul'unda 200 vatanseverin bir araya gelemeyeceğine inanmak mümkün değil. Nato taşeronları 150-200 kişiyle etrafı velveleye veriyor. İmzasız mı bu basın açıklaması?



- İmza var. Sonu şöyle; "...Ayrıca Sendikalar, STK'lar, Baro ve çeşitli kurumların katılım için olumlu cevap vermemeleri, 18 Eylül'de de, Kadıköy Meydanı'nda yeterli katılımcının olmayacağı duygusu oluşturmaktadır. Bunun geniş kitlede yaratacağı hayal kırıklığı gözönüne alınarak, konuşmacılar Banu AVAR (Gazeteci-Yazar), Erdal SARIZEYBEK (Em. Asker, Yazar), Abidin BAYSAL (Eğitim-İş Sendikası), Yunus DURDU (Tek Gıda İş 2. Şube Başkanı), İlker YÜCEL (Türkiye Gençlik Birliği), Kenan KARABULUT (MHP), Buket MÜFTÜOĞLU (CHP), İsmail ŞANAL (SP) ve Prof. Mehmet YUVA (Türkiye Suriye Dostluk Komitesi Koordinatörü) 18 Eylül mitinginden çekildiğimizi bildiririz.

Çok daha örgütlü ve geniş katılımlı bir toplantı için gereken adımları atmaya devam edeceğiz.

Saygılarımızla

Türk-Kan
Güncel Meydan Yönetimi"

Bu basın açıklaması aynı adı taşıyan sitede de var.

- Basın açıklamasının başlığına bakılacak olursa, iptal edilen mitingten çekilen konuşmacılar tarafından kaleme alınmış; fakat mitingi tertipleyen irade tarafından söylenebilecek "Çok daha örgütlü ve geniş katılımlı bir toplantı için gereken adımları atmaya devam edeceğiz. Saygılarımızla" cümlesiyle biten basın açıklamasının altında imzaları bulunmuyor; açıklama, site adına Türk Kan rumuzlu kişi tarafından yayınlanmış. O halde adı geçen bu konuşmacılar, aynı zamanda, sanki site yönetiminde de bulunuyorlar, ki kendilerinin tertiplemek isteyipte, iptal ettikleri 18 Eylül mitinginden konuşmacı olarak çekildiklerini, kamuoyuyla birlikte kendilerine de duyurmuş oluyorlar gibi bir tuhaf hal ortaya çıkıyor.



- Sitede şöyle bir...

- Bir saniye. Niçin? Sanırım "18 Eylül Mitingini iptal ettik" demiş olmamak için. Eğer konuşmacılarla, basın açıklamasının son cümlesi itibarıyle mitingi tertipleyen irade olduğunu düşündüren Türk-Kan Güncel Meydan Yönetimi aynı kişiler değilse, başlığıyla imzası, hem farklı hem de aynı kişilere aitmiş hissi uyandıran açıklamalarla, milletin zaten bulandırılmış zihnini daha da karıştıracak açıklamalar yayınlamanın bir alemi yok; basın açıklaması konunun uzağındaki insanları bilgilendirmek için yapılır; 18 Eylül'de, Kadıköy Meydanı'nda yeterli katılımcının olmayacağı menfi duygusuna kapılan kimdir, katılım seviyesiyle hayal kırıklığı arasında ilişki kurmak kimin fikridir, konuşmacıların mı, açıklamayı imzalayanların mı belli değil; çocuk oyuncağı mı bu?

Vatansever öncü konumunda bulunanların önemli bir bölümü, onların meydanlara inmesini frenleyen iki korkunun pençesinde;

1- "Meydanlara inersek, taşeronlar gibi bozguncu durumuna düşeriz".

Bu korkunun sebebi, bir türlü kurtulamadıkları, sömürge tipi şekli demokrasi saplantısıdır. İstiklal Savaşını demokrasiye aykırı bulan bu şekil saplantısı, "savaş" kısmını bir kenara atıp, edebiyatıyla yetinen bir istiklalcilikten fazlasına müsaade etmez.

2- "Meydanlara inersek, hareketlenmeyi karşı-devrimcilere, etnik bozgunculara kaptırırız".

Bu korkunun sebebi, yükselen toplumsal dalganın renginin ve lokomotif gücünün sevrci-etnikçi bozgunculuk olduğunu zannetme saplantısıdır. Son 30 yıl boyunca, İşgal Medyası soytarıları aracılığıyla maruz kaldıkları yoğun devlet düşmanı etnikçi propaganda bombardımanıyla zihinleri tarumar edildiğinden; etnikçi dalganın aşıldığını, Anayasa hariç sevrci-bozgunculuğun amacına fiiliyatta çoktan ulaşıp, tıkandığını; taşeron tetikçi karakterinin kabak gibi ortaya çıktığını; taarruz insiyatifinin Türk Milletine geçtiğini görüp, hissedemiyorlar. Karşı devrimin 12 Eylülden sonra etnikçi Özalizm eliyle adım adım gerçekleştirildiğini, AKP eliyle liberal çapulcu statükonun yerleştirildiğini kavrayamıyorlar. Türkiye'de meydanlara inip "statüko değiştirecek" hareketin, tarihi açıdan, ancak ve ancak "Ne ABD, Ne AB, Tam Bağımsız Türkiye" sloganıyla, millici, vatansever bir hareket olabileceğini bir türlü anlayamıyorlar. Bu da nesi!



- ?

- Dediğin siteye bakıyorum, nasıl bir dil bu yahu!? Bazı ifadeleri siyah olarak okuyorum;

"Libya'da çatışmalar şiddetlendi. Libya'da Ulusal Geçiş Konseyi liderleri yeni bir hükümet kurmaya çalışırken Kaddafi yanlılarının elindeki son kentlerde çatışmalar şiddetlendi. Ulusal Geçiş Konseyi'nin yeni bakanlar kurulunu bugün açıklaması bekleniyordu ancak Fransız haber ajansına göre son dakikada çıkan anlaşmazlıklar açıklamayı erteledi. Bu arada çöl kenti Beni Velid'e kuzeyden giren geçici hükümet kuvvetleri, Kaddafi yanlılarının şiddetli havan ateşiyle karşılaştı. Hükümet kuvvetlerinin buna makinalı tüfek ateşiyle karşılık verdiği bildiriliyor"

Taşeron bozgunculara, hükümet kuvveti diyor; Libya liderine bağlı hükümet kuvvetlerini de, sanki turuncukuaz Nato teröristlerine değil, kendilerine karşı savaşıyorlarmış gibi, Kaddafi yanlıları diye ayırıyor. Bir vatansever Libya'ya böyle mi bakar? Libya'daki anti-sömürgeci savaşa sırtını dönüp, AB-D Propaganda Makinesinin diliyle konuşan birisinin, aynı düşmanın Suriye Saldırısına karşı çıkması ne aklen, ne hissen mümkün.

Bu da "Şam'da toplanan muhalif Ulusal Demokratik Değişim grubu" başlıklı bir Suriye haberi;

"Suriyeli muhalefet grubu Şam'da düzenledikleri toplantıda Devlet Başkanı Beşar Esad'ı göstericilere karşı şiddet kullanmaya son vermeye çağırdı.

Ulusal Demokratik Değişim grubu tarafından düzenlenen toplantıya öndegelen yazar Michel Kilo, Arap ve Kürt millliyetçiler, İslamcılar ve laik muhalif liderler katıldı. Grup, hükümeti şiddete son vermeye çağırırken Suriye halkından da Esad rejimine karşı barışçı yoldan mücadele etmeyi sürdürmesini istedi. Muhalefet toplantılarının çoğu bugüne kadar daha çok Suriye dışında gerçekleşti. En son İstanbul'da toplanan muhalifler Ulusal Konsey kurma kararı aldı.Geçen hafta Hama'da Cuma namazından sonra yapılan rejim karşıtı gösterilerde en az 20 kişi daha hayatını kaybetti. Görgü tanıklarına göre güvenlik güçlerinin ateşinden 11 kişi de yaralandı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri General Ban Ki-moon, Devlet Başkanı Beşar Esat'ı baskı ve şiddet politikasını artırmakla suçladı ve Şam hükümetine karşı ortak tavır izlenmesini istedi. Genel Sekreter Esat'ın yerine getirmediği reform vaatlerine dikkati çekerek 'Artık yeter!' dedi. Birleşmiş Milletler, Suriye'de, 6 aydır devam eden rejim karşıtı toplu gösterilerde güvenlik güçlerinin en az 2,600 kişiyi öldürdüğünü tahmin ediyor. Şam hükümeti ise, yarısı asker ve polis olmak üzere 1,400 kişinin öldüğünü ileri sürüyor ve can kaybından silahlı çeteleri ve dış mihraklı teröristleri sorumlu tutuyor"

Saldırgan taşeronun adı "gösterici" veya "muhalif" olunca, paravan örgüt BM'nin genel sekreter ünvanlı palyaçosuna da, "gördükleri karşısında dayanamayıp, artık yeter!" diye isyan eden insanlığın vicdanı rolünü oynamak düşüyor. Elde silah, sokaklarda Suriye halkına saldıran kafadan bir tahtası eksik Suriye yönetimi resminin, ne farkı var, sabah-akşam "Esad rejimi"ni "göstericilere karşı şiddet kullanmaktan vazgeçmeye çağıran" sömürgeci terörist ülkelerin elebaşılarının çağrılarındaki Suriye'den? En beter "haber" örneği olmasa da, kullanılan bütün tabirleriyle, tipik bir El Cezire, CNN, BBC dili.

Irak, Libya, Suriye, bu ülkelere yönelik istilaların ve istila teşebbüslerinin aslında tek bir yeniden sömürgeleştirme projesinin aşamaları olduğunu hem biliyorlar, hem de o ülkelerin istilacılara istiklal savaşıyla karşılık veren vatansever lider ve yönetimlerine, o sömürge tipi şekli demokrasi saplantısı yüzünden, bırak destek sunmayı, eğer katledilirlerse seviniyorlar. Geçen gün gözüme çarpan, sanırım Özcan Pehlivanoğlu imzalı "İsrail Ellerini Oğuşturuyor" başlıklı yazıda olduğu gibi;

"ABD; Irak'ta iş başına getirdiği Saddam'la önce bölgedeki Türkmen(Türk) varlığını ezdi, kürt ve arap'ı birbirine düşürdü ve sünni ile şii arasında kan davası oluşturdu. Sonra Irak'ı İran'la savaştırıp, İran'ı meşgul etti ve güçsüzleştirdi. Daha sonra da Saddam'ı, Kuveyt'i işgale ikna etti sonra da bir kahraman edasıyla ve televizyonlarda naklen yayınlanan bir savaşla Kuveyt'in üstüne kondu ve dünyaya bir gözdağı verdi. Ve nihayetinde, kendisine hizmette kusuru bulunmayan Saddam'ı hizmetlerinin mükafatı olarak darağacında sallandırdı. Böylece Irak'ın üzerine konmak ve demokrasi getirmek suretiyle başta Iraklılar olmak üzere bütün dünyayı biyolojik ve nükleer silah tehtidinden kurtarmış (!) oldu. İşte susuz getirip susuz götürmek herhalde böyle bir şey olsa gerek!"

Hep aynı yaveler... Vaktin Irak yönetiminin yanında yer alıp vatanlarını savunmak yerine, Barzani'yle, Talabani'nin kuyruğuna takılıp, Türkmenleri 2003 Saldırısına alet eden etnikçi bezirganları sorumlu tutacağına, o bildik "Canavar Saddam" yaveleri. "ABD, Irak'ı İran'a saldırttı!"..."Türkmenleri kesti!"

20 yıl sonra dahi, hala aynı hurafeleri tekrarlayan Türk okumuş-yazmış takımını görseydi, Einstein o sözleri yine söylerdi ama biraz uzun söylerdi; "Bir ön yargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur; fakat dünyanın bütün ön yargıları bir araya gelseler, toplam dirençleri, Türk okumuş-yazmış takımından sadece birisinin Irak saplantısı yanında helva gibi kalır"

Bir başka yazıdan bazı cümleler;

"Kaddafi gibileri önce bombalayıp sonra yola getirecek, petrol anlaşmalarıyla işine bakacaksın"... "Kaddafi'nin her biri kendine özel orduya sahip oğullarından Hamis, kendi halkını kana boğarken, Beyda kentinde, Uganda ve Zimbabwe'den getirtilen paralı askerlerden de yardım aldığı ajanslara düştü"... "Yahu bunlar değil miydi, Mübarek'i, Kaddafi'yi, Bin Ali'yi, Prens Salih'i ve daha nicelerini abad eden?"..."Deli diktatörlerin sonu geldi. Arap ülkelerini artık akıllı bankerler yönetecek"... "Kumar ekonomisiyle ve savaş çıkararak dünyaya hakim olmaya çalışan Washington, İngiltere'yi suçluyor. '2007'den beri bir yığın ticari anlaşmayla Kaddafi'yi sen meşrulaştırdın!'..."... "Kaddafi'nin saray/çadırı da geçmişte kaldı. Tunus'da Zeynel Bin Abidin'in koltuğu ABD damgalı generallerin altında!"

Daha Şubatın 25'i! Ne bu daha o günden Kaddafi'yi geçmiş ilan etme telaşı?!

AB-D'yle, sevri-etnikçi erkete rejimin silahlandırdığı Nato taşeronu döküntülerin, sırtlarında Amerikan bayrağından pelerin, Bingazi'de sahneye sürüldüğü Şubat ayında Banu Avar'ın yazdığı bir yazıdan aktardım bu cümleleri... Kurbanın yanında, adeta uğradığı tecavüze bütün gücüyle karşı koyduğu için yer almayarak, belki çaktırmadan ya da farkında olduğunu farkına varmamışçasına o tecavüze "Oh, oh! bir diktatör bozuntusu daha devrildi!" diye nasıl tempo tutulur sorusunun cevabı böylece verilmiş oluyor.

Kaddafi'nin, Afrika Birliği'ni, Afrika Birleşik Devletleri'ne çevirmek için çalışmasına; petrolü batıya, dolar ve euro yerine, yeni para birimi karşılığında satmak için Afrika'da ortak para birimine, Afrika Dinarına geçme girişimlerine; kısaca Afrika kıtasının batı tarafından yeniden sömürgeleştirilmesine karşı yıllardır mücadele etmesine bir teşekkür borcu olarak, Afrika kıtasının dört bir yanından Libya'ya yardıma gelen Afrikalı vatansever devrimci gönüllülerin "Uganda ve Zimbabwe'den getirilen paralı askerler" olarak karalanması, "Kaddafi'nin her biri kendine özel orduya sahip oğulları" tekerlemesi gibi, esasen AB-D Popaganda Makinesine bağlı ajansların dilidir. Zamanında Irak Devlet Başkanı Şehit Saddam Hüseyin'in, leş kargalarına karşı yine babaları gibi vatanlarını savunurken şehit düşen iki oğlu Uday ve Kusay'a da böyle iftiralar atmışlardı. Kaddafi'nin oğulları başlarında bulundukları ordularıyla vatanlarını savunmaya devam ediyorlar. Attila İlhan'ın, Saddam bakışının hakim olduğu Irak'la, Kaddafi hakkında "Bunlar tam bağımsızlıkçı yönetimler, liderler; Mustafa Kemal Paşa'nın anti-emperyalist çizgisini izliyorlar" diye not düştüğü unutulmasın. Bir şey mi var?



- Güncel Meydan sitesinde Türk Ulusuna Çağrıdır: Hazır olun! başlıklı bir çağrı var, onu söyleyecektim

- Bu kafayla mı? 91'de, 2003'te Irak yönetimine, bugün Libya'ya yamuk bakanların niyetlerini sorgulamıyorum ama bunlar Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında olsalardı, "Ya İstiklal, Ya Ölüm!" dedirtmezlerdi. Hatta "Ya sen nasıl insansın, Lenin gibi eli kanlı bir diktatörle nasıl müttefik olursun? Afrikanın gayri medeni bedevileriyle, Orta-Asya'nın anti-demokratik aşiretleriyle nasıl dost olup, yardım kabul edersin?!" diyerek adamı tımarhanelik ederlerdi.

Etnikçi korkusundan kurtulmak şart. Geçtiğimiz 1 Mayısta, öğrenciler, öğretmenleriyle birlikte, şuradan geçiyorlardı. Önde yürüyen öğretmenlerden biri, gözleri yuvalarından uğramış bir halde, telaş içinde koşup, arkaya geldi; "Hocam, yabancı turistler bizi izliyor! Eksiğimiz var!", "Nedir?", "Keldanice Yaşasın 1 Mayıs Bayramı diye yazmayı unuttuk!", "Niye yazacakmışız?" "Şık dururdu, şimdi bizi Türk millyetçisi sanacaklar!".

Hangi meseleğe mensup olursa olsun, kendisini Türk Milletine mensup hisseden herkes, her ortamda sesini yükseltecek asla sinmeyecek!



- Efendim, bir cazırtı var?

- Parazit mi? Metalik dinleme sesi mi?



- Sağanak yağmur sesi

- ?



- Evin içinden geliyor gibi? Ateş mi yanıyor?

- Mutfak!



- Darbehan Bey!

- ...



- Darbehan Bey!

- ...


MHA
Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Şu dizine dön: GM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x