Yazarın ismine dair uyarın için teşekkürler ekara; burda sabah olmakta da, uykudan olsa gerek feci halde karıştırmışım.
Faicaya gelince.. (Uykulu bir) özetle, bir yanda Yavuz. Hani şu Anadolu'da, "Yavuz'a vezir olasın" diye beddua edilen büyük padişahımız. (Birçok vezirini bile takır tukur astırdığından dolayı çıkmış bir beddua.) Hanedanın soyu nedeniyle, hepsi yabancı anne ve anneannelerden dolayı, kanında geninde Türklük'ün ne kadar kaldığını merak ettiğim, zalimliğinden dolayı müslümanlığını merak bile etmediğim bir insan. (Çok tartışmalı bir konuya temas ettim, belki başka bir başlıkta hararetle tartışalım.) Bir gecede 40 bin Türkmen'i kılıçtan geçirdiğini, ortaokul tarih kitaplarımız bile yazıyor. (Osmanlı-Yavuz düşmanlığı yaptığım sanılmasın, tam tersi çok büyük saygı duyarım ama Safevi de benim öz canım ciğerimdir, bu noktada biraz daha dikkatli olurum.)
Diğer yanda, Şah İsmail Hatayi. Güzelliğini anlatmaya benim aciz kelimelerim yetmez; günümüze ulaşmış yüzlerce, belki binlerce türküsü, deyişi var. O mısraları yazan, sazını eline alıp bülbül gibi şakıyan o büyük sanatçı ve dünyanın gördüğü belki en büyük karizmatik ve ince ruhlu liderlerden birini ben nasıl anlatayım, eserlerini dinlemek lazım. Hatta kendisini daha iyi anlamak için, benim gibi acizane eline saz alıp çalıp söylemek lazım.
Siyasi çekişmeler oluyor, güç ve nüfuz savaşları, neticede toprağa sahip olma, yayılma arzusu ve Öz Türk Safevi Devleti ile, kozmopolit Osmanlı İmparatorluğu, II. Bayezid'den beri sıkı çekişmeye giriyor. II Bayezid'le Şah Hatayi arasında saygı dolu bir iletişim vardır, ama başa Yavuz geçince.. Adı üstünde, evsahibini bastırıyor. Çok önemli bir ayrıntı: Osmanlı'nın edebiyat dili Farsça olduğundan, Sultan Yavuz mektupları Farsça yazar, Şah Hatayi ise konuştuğu gibi Öz Türkçe; Yunus'tan şimdiye konuştuğumuz üzere.
(Şah Hatayim kurban, sen binlerce yaşa / Daha neler gelir sağ olan başa / Bizi hasret koydun kavim kardaşa / Açılın kapılar dosta gidelim / Yıkılın kaleler Şaha gidelim.)Şimdi tam bu noktada, büyük hikayecimiz Ömer Seyfettin'in satırlarına yer vermek istiyorum:
"... Sarp bir dağa kaçan Alaüddevle'nin oğlu ile iki torunu eline tutsak düştü. Şah İsmail, bu zavallıları ateşte kızartıp kebap ettirdi. Etlerini kuzu gibi yedi. ... İşte divanda bu kurnaz, bu kıyıcı, acımasız türediye gönderilecek uygun bir elçi bulunamıyordu; çünkü kendini Osmanlı Hakanı'yla bir tutan, hatta bütün Doğu'da egemenlik kuran bu serseri, karşısında devleti temsil edecek adama kuşkusuz birçok densizlik yapacak; densizliklerine karşılıkta bulunanı ola ki kazığa vuracak, derisini yüzecek, akla gelmedik korkunç bir işkenceyle öldürecekti."Daha neler neler. Psikolojik harekatın çok güzel bir örneği, mesela "devleti temsil edecek adam" derken, aslında İsmail'in bile devletinin, padişahının Osmanlı olduğunu ama o serserinin isyanda olduğunu ima ediyor. Mesele uzun, karışık. Avrupa'ya, Rus'a, "kafire" karşı tabii ki ecdadımızdır ordumuzdur şöyledir böyledir eyvallah. Şahsen evimde tuğlar, Osmanlı arması bulundururum duvarıma gururla asarım. Ama iş bir Öz Türkmen devletine gelince yani Türklük'e gelince, dururum bir dakka. Daha genel bir çerçeveden bakarım, Timur'u hatırlarım, Uzun Hasan'ı hatırlarım. (Harput hoyratlarının, tecnislerinin böylesine içli olmasının en büyük sebebidir, Fatih'in kıyımına uğramış Akkoyunlular'ın bir kısmının biçare halde Harput'a yerleşmesi.)
Siyasi çekişmede savaşmayı falan anlarım, belki durumua göre şahsen Safevi değil Osmanlı'yı bile tutarım, hatta kahramanlık hikayeleri türküleri yazarım tüm bunlar ayrı konu. Ama dilimizde insaf, vicdan, iman gibi, Allah korkusu gibi kavramlar var. Tarihin gördüğü en büyük sanatçılardan, en güzel insanlardan birine, "insanları kızartırdı etlerini kebap yapıp yerdi" diye bir tanımlamayı içeren bir hikayeyi de, dandik bir insan yazsa önemsemem, ama Ömer Seyfettin gibi büyük bir yazarımız yapınca, "facia" olarak nitelendiririm.
Bütünsellik açısından, değinilmek gereken bir diğer nokta da mezheptir. Osmanlı, hanedan açısından Sünni, Safevi ise Alevi'dir. Anadolu'nun Alevi hatta genel halkının da Safevi tarafına meylettiği de gerçektir; ama mesele her hal-u karda ne etnik ne mezhepseldir; yalnızca siyasidir. Ki Safevi'nin Alevi olması, trajediyi ancak büyütür ki, ona karşı savaşmış, onu yenmiş olan ordumuz yani Yeniçerimiz Bektaşi'dir.
Bilahare devam ederiz. Her ne sürç-i lisan ettiysem affola. Lakin Topkapı Sarayı'nda gördüğümde ne çekişkili, ne karmaşık duygularımla gözyaşlarımı tutamadığım, Şah İsmail Hatayi'nin tahtının resmini taşıyan bir albüm kapağıyla bitirmek isterim.
