Pkk, Alman rehineleri bırakmaya yanaşmıyor

Genel & Güncel Konular

Pkk, Alman rehineleri bırakmaya yanaşmıyor

İletigönderen Gilda » Çrş Tem 16, 2008 11:49

Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesinde bulunan PKK, geçen hafta Ağrı Dağı'na tırmandıkları sırada kaçırdığı Alman dağcıları rehin tutmaya devam ediyor.


[img]http://img177.imageshack.us/img177/4905/03137787100vc2.jpg[/img]


PKK'nın kaçırdığı üç Alman dağcının halen Ağrı Dağı'nda tutulduğu tahmin ediliyor



Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesinde bulunan PKK, geçen hafta Ağrı Dağı'na tırmandıkları sırada kaçırdığı Alman dağcıları rehin tutmaya devam ediyor.



İtalyan Haber Ajansı’na telefonla konuşan bir PKK sözcüsü, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonlarını durdurması talebini yineledi. Sözcü, ‘Alman rehinelerin serbest bırakılmasını isteyen, Türk ordusunun PKK’ya yönelik operasyonlarını durdurması için çabalar’ şeklinde konuştu.



Alman Dışişleri Bakanlığı'nın kriz masası Ağrı Dağı'nda kaçırılan dağcıların kurtarılması için Türk makamları ile yoğun işbirliği gerçekleştirdiğini duyurdu, ancak detay vermedi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jens Plötner, rehinelerin kurtarılması çalışmalarını tehlikeye sokabileceği gerekçesiyle açıklama yapmaktan kaçındıklarını ifade etti.



Kürt derneklerinden çağrı


Merkezi Berlin'de bulunan Demokratik Kürt Toplumu adlı dernek, PKK'dan rehineleri derhal bırakmasını istedi. Dernek, Alman hükümetinden de Türkiye'deki Kürt sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için çabalarını attırmasını talep etti.



Alman Sosyal Demokrat Parti milletvekili Lale Akgün ise, PKK’nın Alman hükümetine yönelik “Kürtler ve PKK’ya karşı düşmanca davranıyor” suçlamasına tepki gösterdi. “Almanya’daki Kürtler hiç bir şekilde ezilmiyorlar, özgürce kültürlerini yaşayabiliyorlar” diyen Akgün şöyle konuştu:



“Fakat tabi onların da yasalara uymaları gerekiyor ve yasalara göre hiç bir şekilde bir insanın bir terör organizasyonunu yüceltmeye hakkı yoktur. Aynı zamanda yapılmış bir suç olayı ilgili tezahürat gösterme hakkı da yoktur. Yani 3 tane vatandaş kaçırılmış, bunun doğru olduğunu bildiren reaksiyonlar, bildirileri kabul edemeyiz. Bizim Kürtlerle hiç bir alıp veremediğimiz yok, her türlü özgürlüklerini Almanya’da yaşasınlar, ancak teröre ciddi bir şekilde hayır diyoruz.”



PKK sempatizanlarından gösteri


Almanya'da faaliyetleri yasak olan ve terör örgütleri listesinde yer alan PKK'nın hafta sonunda Köln'de bir kültür festivali düzenlemesi, örgütün Almanya'daki faaliyetlerini bir kez daha tartışmaya açtı. Uzmanlar, yasaklı PKK'nın, sempatizanları arasındaki disiplinli örgütlenmesini endişe verici olarak niteliyorlar.



Eylemleri son yıllarda azalma kaydeden PKK'nın Almanya'daki en şiddetli dönemini 90'lı yılların sonunda Abdullah Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye götürülmesi oluşturdu. Son yıllarda ise PKK taraftarlarını sokağa döken, Abdullah Öcalan'ın sağlık durumuyla ilgili söylentilerdi. PKK sempatizanları, Öcalan'ın Türkiye devleti tarafından zehirlendiğini iddia etmişlerdi.



Anayasayı Koruma Dairesi PKK'yı izliyor



Alman Anayasayı Koruma teşkilatı, PKK'nın Almanya'daki sempatizanlarının sayısını 11.500 olarak tahmin ediyor. Alman iç istihbarat teşkilatı, PKK'yı en fazla taraftarı olan, en tehlikeli yabancı örgütlen olarak değerlendiriyor. Uzmanlar, bir süredir Almanya'da "barışçıl bir çizgi" izleyen PKK'nın harekete geçmesi halinde 90'lı yıllarda olduğu gibi otobanları işgal edebileceğini, büyük ve tanınmış meydanlarda gösterilere başlayabileceğini, Türkiye temsilciliklerine saldırı düzenleyebileceğini belirtiyor. Geçmişte başta Berlin olmak üzere Türk konsoloslukları ve büyükelçiliği ile Türklere ait işyeri PKK'nın saldırılarına hedef olmuştu.



Uzmanlar Almanya'da şiddet eylemleri beklemiyor

PKK'nın son yıllardaki politikasını takip eden uzmanlar, şu sıralar yasaklı örgütün yeniden şiddet eylemlerine başlayabileceği yönünde ipucu bulunmadığını belirtiyorlar. Öte yandan Alman dağcıları kaçırmasıyla PKK'nın Alman devletini Türkiye'ye karşı baskı aracı olarak kullanmaya çalışması da, şiddetin diğer bir biçimi olarak değerlendiriliyor.



PKK'nın Almanya'da sürdürdüğü "şiddetten uzak" çizgi ise "kırılgan" olarak niteleniyor. PKK'nın herhangi bir liderinin vereceği bir emir ile durumun her an değişebileceğine dikkat çekiliyor. Alman güvenlik birimleri, son yıllarda PKK'nın haraç toplayarak Türkiye'deki silahlı faaliyetini finanse etme çabalarına yönelik operasyonlarında da başarı göstermişti. Ayrıca uzmanlar PKK'nın Alman dağcıları kaçırma gibi eylemine Almanya'daki taraftarlarının desteğinin de giderek azaldığını belirtiyorlar.

kaynak:http://www.dw-world.de/dw/article/0,2144,3485527,00.html
yalakalar cok oldukca aydinlik tabiki los isikta nazli kiz gibi olur....
Kullanıcı küçük betizi
Gilda
Üye
Üye
 
İletiler: 1078
Kayıt: Pzt Mar 12, 2007 12:58
Konum: kendimden...

PKK hakkında

İletigönderen borabey » Çrş Tem 16, 2008 13:08

Gilda'ya teşekkürler.

Türkçe'de güzel bir söz vardır.
ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR..
Düne kadar PKK nın ağababalığını yapanların, bugün terörün acımasız yüzü ile karşı karşıya geldilerinde şikayet etmeye hakları yoktur.
İnsani anlamda OH OLSUN demek elbette bize yakışmaz ama..
İnşallah laftan anlamayanlara bu olay ders olur da !...
Türkiye'nin yıllardır terör belasından neler çektiğini bir nebze olsun anlarlar...

Bu bağlamda PKK ile ilgili 14.07.2008 de mesaj kutuma düşen değerli yiğit komutanım Erdal Albayımın dört dörtlük bir PKK analizini sizlerle paylaşmak istiyorum.
En içen sevgi ve saygılarımla.

HAREKÂT İÇİN ULUSAL İSTİHBARAT
Temmuz 15th, 2008 · No Comments
HAREKÂT İÇİN ULUSAL İSTİHBARAT / Erdal SARIZEYBEK - İÇ GÜVENLİK VE TERÖR



Geçtiğimiz hafta içerisinde bir televizyon kanalı ABD’nin İnsansız Hava Aracı’ndan geldiği iddia edilen görüntülerini yayınladı. Bu görüntüler yazılı medyaya, “ABD’nin verdiği canlı PKK görüntüleri ilk kez ortaya çıktı ama çok vahim bir durum var. PKK’lılar tespit ediliyor ama vurulmuyor. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, “PKK’lıları artık BBG evini izler gibi izliyoruz” demişti. Ancak bunun görüntüleri hiç ortaya çıkmamıştı. ABD’nin İnsansız Hava Aracı’ndan gelen görüntüler BBG evi benzetmesinin aynen yaşandığını gösterdi. BBG gözetler gibi gözetlenen terörist grup adım adım izlendi ama K. Irak’ı geçip Aktütün Karakolu’na saldırmalarına müdahale edilmedi. Aktütün Baskınında 6 Mehmetçik şehit olmuştu.” şeklindeki yorumlarla yansıdı ve tartışma ulusal boyuta taşıdı. Anımsanacağı üzere aynı televizyon kanalı PKK terör örgütünün iki numaralı ismi terörist Osman Öcalan’a ait düğün görüntülerini yayınlayarak da kamuoyunda yanlış algılamalara yol açmıştı. 1992 Şemdinli karakol baskınlarının sorumlusu ve 74 askerimizin katili olan bir teröristin “peşmerge damadı” imajı ile ekranlara yansıtılması haklı bir öfkeye neden olmuştu tıpkı bugünkü gibi. Yayınlanan görüntülerin kaynağı Başbakan Erdoğan ile Başkan Bush arasında geçen 6 Kasım görüşmesine dayanmaktadır. Bu görüşme sonucu ortaya çıkan “ABD istihbaratı ile Irak’a harekat yapılması” kararı terörle mücadele stratejisini yeni bir çizgiye taşıması açısından tartışılmalıdır ama istihbaratı manipüle ederek, halkımızın TSK’ne olan güven duygusunu zedeleyerek, devletin gizli bilgilerini magazin haberine dönüştürerek değil. Terörle mücadele Türkiye’nin ulusal bir davasıdır; otuz yıldır sürmektedir, binlerce vatan evladı bu uğurda şehit olmuş ve 300 milyar dolarlık bir ulusal kaynak harcanmıştır. Böylesine ağır sonuçları olan bir ulusal davada kanıtlanmaya muhtaç haberlerin gerçekmiş gibi gösterilerek yorumlanması halkımızı haklı olarak ABD’nin işbirliği konusunda tereddüde düşürmektedir. Unutulmamalıdır ki terörle mücadeleden sorumlu makam siyasi otoritedir. Ulusal güç ve kaynaklarla yapılması gereken bir askeri harekatın ABD’nin istihbaratı ile yönlendirilmesinin sorumluluğu da siyasi otoriteye düşmektedir. Türkiye’de terörle mücadele stratejisi tartışılacaksa eğer bu; TSK’nin harekatının gizlilikleri üzerinden değil siyasi iradenin bu strateji içerisinde ne gibi görev ve sorumluluklar üstlenmiş olduğundan yola çıkılarak yapılmalıdır. Başlangıç olarak da, yakın tarihimize ikinci çuval olayı olarak geçen Dağlıca’da konuşlu bir piyade taburuna teröristlerce yapılan saldırı karşısında siyasi iradenin ortaya koyduğu anlaşılmaz tavır değerlendirilmeye alınmalıdır.

ULUSAL İRADENİN İSTEMİ
29 Eylül 2007 günü Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi Beşağaç Köyü’nde, içinde korucu ve köylülerin bulunduğu bir minibüsün PKK’lı teröristler tarafından otomatik silahlarla taranması sonucu 7’si korucu 12 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine unutulmuş gibi görünen “Irak’a harekat” konusu yeniden gündeme taşınmıştır. Siyasi otorite harekatın gerekli olup olmadığını tartışa dursun, bu olayın hemen akabinde Şırnak bölgesinde görev yapan bir birliğimizi 7 EKİM 2007 tarihinde pusuya düşüren teröristler 13 Silahlı Kuvvetler mensubunu şehit etmiş ve halkın teröre karşı öfkesi ülke çapında düzenlenen “teröre lanet” gösterileriyle dile getirilmiştir. Siyaset yapıcıları bu olaylardan yola çıkarak 15 Ekim 2007 günü geç kalmış bir tezkereyi Meclis’e sunmuştur. Tezkerenin gerekçesinde, “Türkiye’nin, Irak’ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin milli birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terörist saldırı ve açık bir tehditle karşı karşıya bulunduğu” ifade edilerek Irak’a asker gönderme yetkisi talep edilmiştir. Sınır ötesi operasyon yapılması için izin verilmesine ilişkin tezkere, 19 red oyuna karşılık 507 oyla TBMM’de kabul edilerek 17 Ekim 2007 tarihinde ulusal irade adına hükümete verilmiştir. Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı George Bush’un ‘Türkiye’nin sınır ötesine asker göndermesi Türkiye’nin yararına değildir” açıklamasına karşılık “Ben sadece şu anda TBMM olarak tüm parlamenterlerimizle biz kahir ekseriyetle bir karar verdik. Bunun için de kimin ne dediği değil, TBMM’nin ne dediği önemlidir ve bu kararı da TBMM almıştır. Ülkemiz için, milletimiz için, teröre karşı mücadeleyi uluslararası bir karar olarak görenler için hayırlı olsun diyorum” diyerek sözde kararlılığını da ortaya koymuştur. Bu siyasi manevralar yapılırken Hürriyet Gazetesi yazarlarından Yılmaz Özdil, “Tezkere” başlığıyla kaleme aldığı makalesinde, “Tezkere, adı üstünde, tez olmalı. Bizimkilerin bin bir nazla çıkarması, yıllar yıllar yıllar sürdü. İnanmayan, girsin baksın arşive; Genelkurmay Başkanı “hemen girmeliyiz” dediğinde, daha henüz, Kara Kuvvetleri Komutanı’ydı, Kara Kuvvetleri Komutanı!” şeklinde yer alan ifadeleriyle derhal harekete geçilmesi gereğini vurguluyor ancak siyasi iradenin böyle bir niyeti olmadığını, bir daha ki 13 şehide kadar da bu hükümetin harekete geçmeyeceğini belirterek makalesini noktalıyordu. Haklı çıktı Sayın Özdil; siyasi otorite harekete geçmedi, 13 şehit vermedik ama bu tartışmalardan iki gün sonra bir terörist saldırısı sonucu 12 şehit verdik Dağlıca’da, 16 askerimiz yaralandı, 8 askerimiz ise kaçırıldı hem de tezkere Meclis’ten geçtikten tam iki gün sonra. Dağlıca Baskını sanıldığı gibi birden bire ortaya çıkmamış olup belirli bir zaman aralığında iyi hazırlanmış ve sonuçları iyi kestirilmiş bir terörist eylemin ifadesidir. Dağlıca Baskınına, 12 Nisan ila 18 Ekim arasında geçen süreçte siyasi iradenin Türkiye’nin dinamik güçlerini bir sınırı ötesi harekatta kullanmayacağını belirtir tavrı neden olmuştur. Israrla gündeme taşınan harekat konusuna sıcak bakmadığını ta baştan beri dile getiren hükümetin bu tavrı, İran-Irak sınırında yuvalanmış PKK teröristlerini cesaretlendirmiştir. Türkiye’nin hükümranlık haklarına böylesine ağır bir tecavüz karşısında dahi siyasi irade bir karşı atağa geçmemiş ve Türk Milletinden aldığı gücü eyleme dönüştürmemiştir. Bu çerçevede, “Meclis’in vermiş olduğu yetki anında kullanılmış olsaydı bu saldırı olmayacaktı dolayısıyla şehitlerimizin sorumlusunun hükümettir”, demek siyasi bir sorumluluğu işaret etmesi açısından doğru olacaktır. Bu gelişmelerden sonra devreye giren ABD, Türkiye’yi kendi topraklarında masaya çağırmış ve Irak’a harekat yerine “anlık istihbarat paylaşımı ve PKK müşterek düşman” öğüdünü vererek geri göndermiştir. İşte Kanal D televizyonun görüntüler sunarak tartışmaya açtığı konunun kaynağı budur: Anlık istihbarat paylaşımı.

ANLIK İSTİHBARAT PAYLAŞIMI
Başbakan Erdoğan ile Başkan Bush’un üzerinde anlaştığı anlık istihbarat paylaşımı trajedisinin ilk adımı Türk Hava Kuvvetlerince Irak’ kuzeyindeki PKK yuvalarına 16 Aralık 2007 tarihinde yapılan hava harekatıyla atılmıştır. Bu hava harekatını sırasıyla 22-26 Aralık, 15 Ocak, 4 Şubat hava harekatı izlemiştir. 150-175 teröristin etkisiz hale getirildiği ve örgütün alt yapısına ağır darbelerin vurulduğu bildirilen bu harekatla ele geçirilen inisiyatif ve teröristler üzerinde yaratılan baskıdan yararlanılarak 24 Şubat 2008’de Irak kuzeyi Zap alanına bir kara harekatı başlatılmıştır. Baskın tarzında geliştirilen bu harekat sonucu 240 terörist saf dışı bırakılırken 48 hedef gurubunun da kara ve havadan tam isabetle vurulduğu kamuoyuna açıklanmıştır. ABD’nin verdiği anlık istihbarat bu harekat sonrasında da devam etmiş ve 25-26 Nisan, 1-2 Mayıs tarihlerinde Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarında belirlenen 110 hedef gurubu ağır silah ve bombalarla etkisiz hale getirilmiştir. Taktik açıdan anlık istihbarat demek; açıkta görüntü veren ya da hareket halindeki terörist guruplarla işlerliği bulunan mevzi, cephane ve sığınakların nokta koordinat verilerek hava harekatı ile vurulmasını sağlamak demektir. Öyleyse nasıl olmuştur da, Basyan’a yapılan hava harekatından bir hafta sonra buradan yola çıkan teröristler Irak sınırında konuşlu Aktütün Jandarma Sınır Bölüğüne saldırı düzenlemiş ve 6 askerimizi şehit etmiştir? Asıl sorgulanması gereken işte budur; teröristler bu karşı eylem gücünü nasıl koruyabilmiştir? Kara harekatının sona erdiği 28 Şubat ile hava harekatının başlatıldığı 16 Aralık arasında geçen üç aylık sürede ABD’nin vermiş olduğu anlık istihbarat esas alınarak Irak kuzeyinde toplam 108 hedef gurubu ateş altına alınmış ve 1030 hedef havadan ve karadan vurulmasına karşın bu teröristler nasıl ayakta kalabilmiştir? Üstelik belirtilen hedeflerin ağırlıklı olarak yer aldığı bölgeler Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk terör yuvaları olup Aktütün karakolunun hemen yanı başıdır. Hal böyle iken yaklaşık beş aydır peş peşe vurulan bir bölgede sayıları 300 kişiyi bulan bir gurup bu ateş yağmuru altından nasıl kaçabilmiş, nasıl geri toplanabilmiş ve nasıl eyleme kalkışmıştır?

HAVA HAREKATININ ANALİZİ
ABD istihbaratına dayalı hava harekatını vurulan hedeflerin yapısı ve harekatın sonuçları olmak üzere iki farklı açıdan değerlendirmek gerekmektedir. Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan hava fotoğraflarından apaçık görülmektedir ki, vurulan hedefler teröristlerin arazi üstünde inşa ettiği depo, sığınak, mevzi, iskan ve iaşe tesisleri gibi cansız hedef guruplarıdır. Ancak, otuz yıldır sürdürülen terörle mücadelede edinilen tecrübeler teröristlerin açık hedef teşkil edecek şekilde üst yapı tesisleri kurmadıklarını işaret etmektedir. Yine bu tecrübelerin ışığında, böylesi hedefin gösterilmesinin, “vurulmasında teröristler açısından bir sakıncası yoktur” anlamına geldiğini de söylemek mümkündür. Ayrıca, dağ taş oyularak yapılan sığınak ve cephaneliklere karşı yapılan hava harekatının önemli bir etki yaratmadığı da bilinen bir başka gerçektir. Vurulan hedefin özelliklerinden yola çıkarak ABD istihbaratı ile yapılan hava harekatı sonucu teröristlerin hareket serbestilerinin kısıtlandığını ancak bunun, “önemli bir darbe aldıkları” anlamına gelmeyeceğini söylemek olasıdır. Sonuçları açısından hava harekatına bakıldığında ise, yapılan resmi açıklamalardan 150-175 teröristin etkisiz hale getirildiği görülmektedir. 24 Şubat’ta başlayan kara harekatı ile de etkisiz hale getirilen terörist sayısı 240’dır. Başlangıç değerlendirmelerinde 3.500 civarında olduğu söylenen terörist varlığı içerisinde etkisizleştirilen yaklaşık 500 kişi, teröriste darbe vurulduğunu söyleyebilmek için yeterli değildir. Kaldı ki bu rakama 1980’lerden günümüze örgütten kaçarak Barzani çatısı altında faaliyet gösteren terörist sayısı dahil değildir. Kamuoyuna açıklanan bu sayılar örgütün eylem gücünü koruduğunu göstermektedir. Hava harekatının sonuçları yalnız bu değildir; Genelkurmay Başkanlığı harekat esnasında vurulan çok sayıdaki teröristin Barzani kontrolündeki Erbil, Raniyah, Kaladiza ve Choman’daki hastanelerde tedavi altına alınmış olduğunu 2007/41 sayılı bildirisiyle açıklamıştır. 24 Şubat’ta yapılan kara harekatından da kaçmaya çalışan teröristlerin güneye yani Barzani bölgesine doğru geri çekilmeye çalıştığı ve yararlıların ise Irak kuzeyindeki hastanelerde tedaviye alındıkları yolunda bilgiler elde edildiği de yine 2008/19 ve 2008/21 sayılı bildirilerle kamuoyuna duyurulmuştur. Bu teröristlere ne işlem yapıldığı bilinmemektedir. Bu analizlerin çerçevesinde 16 Aralık’tan günümüze süregelen hava harekatı sonucu teröristlerin örselendiği, paniğe düştüğü, alt yapı tesislerinin kısmen zarar gördüğü ve gerek yaralı gerekse örgütten kaçanların ise Barzani’ye sığınmış olduğunu söylemek artık mümkündür. Öyleyse bu harekat kime fayda sağlamıştır? Hiç şüphe duymadan şunu söylemek mümkündür: Ayrılıkçı Kürt hareketinin liderliğine soyunan ve arkasına ABD’yi ve Türkiye’deki siyasi otoriteyi alan Barzani’ye yarar sağlamıştır. Bu durumda ABD’nin anlık istihbarat paylaşımı söylemiyle asıl amacının PKK’yı hava harekatı ile örseleyip Barzani’ye doğru süpürmek olduğunu söylemek de yanıltıcı olmayacaktır. Kara harekatının neden durduğu ve yeniden başlatılmadığının cevabı da burada yatmaktadır; üstün arazi tecrübesi ve kondisyona sahip Türk askerinin kara harekatı ile PKK terör örgütünü yok edeceğini ve sıranın Barzani’ye geleceğini kavrayan ABD, ayrılıkçı hareketin bölünmemesi için bugüne kadar ikinci bir kara harekatına yeşil ışık yakmamıştır ve yakmayacaktır. Sınırlı ölçüde yapılacak bir kara harekatı ise yine Barzani’yi güçlendirecektir. Dolayısıyla ABD’nin askeri taktikte anlaşıldığı şekilde bir anlık istihbaratı vermediğini, verilen istihbaratın PKK terör örgütünü örselemeye ancak Barzani’yi güçlendirmeye yönelik olduğu ve bu nedenle hava harekatına karşın Irak kuzeyinde varlığını koruyan teröristlerin Basyan’da ortaya çıkarak Aktütün karakolunu vurduğunu söylemek mümkündür.

ULUSAL GÜÇ KULLANIMI
Ulusal bir harekat ulusal kaynaklara dayanarak ulusal güçlerle yapılır ki bunun en güzel örneği Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşıdır. İstihbarat harekatın belki de en can alıcı noktasıdır, ulusal varlıklardan başka kimseye güvenilemez. Bir askeri harekatın başarısı elde edilen istihbaratın gerçeklik payı ile doğru orantılıdır. Türkiye’nin terörle mücadelesi ulusal bir harekatın parçasıdır. Ancak bu harekatın ABD istihbaratı gibi ulusal olmayan kaynaklara dayanılarak yönetilmesinin ulusal çıkarlara aykırı olduğunu düşündürmektedir. Kaldı ki 1nci ve 2nci Körfez Savaşlarında ABD ile girilen müttefiklik ilişkileri hep Türkiye’nin aleyhine sonuçlanmıştır. Yıllardır PKK’ya terör örgütü demeyen ve ona karşı mücadeleye girişmeyen Barzani daha birkaç gün önce “PKK terörist değildir” söylemiyle Türk milletinin otuz yıldır terörden çektiği acılara karşı duyarsızlığını ve ayrılıkçı Kürt hareketinin bölünmeden sürmesine ilişkin niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Tarihte yaşanılan olaylar da açıkça göstermektedir ki, ulusal çıkarları korumak maksadıyla yapılacak ulusal bir harekat ulusal kaynaklarından güç almalıdır. Ulusal niteliği olmayan kaynakların Türkiye’nin ulusal davasına destek vermeyeceğini Türkiye artık anlamalıdır.

Eklenme Tarihi : 14.07.2008

http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1347
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

PKK'ya devam !...

İletigönderen borabey » Çrş Tem 16, 2008 15:56

Değerli dostlar,

PKK ile ilgili Türk Kamuoyunda pek fazla gündeme gelmeyen veya getirilmeyen farklı bir bakış açısı ve gelişmeyi sizlerle paylaşmak istedim.

En içten sevgi ve saygılarımla.


26 Mayıs 2007
Nedret Ersanel
nedretersanel@iyibilgi.com

Boru hattına Kürtleri kim yerleştiriyor?

Sandığa giden yolda belli ki “ana arter”lerden biri bu olacak.
Krizin bu yola dökülmesi belki kamuoyu konsantrasyonunu, terörist ve ayrılıkçı Kürt hareketi ile Kuzey Irak konusundaki son ve oldukça hassas gelişmelere de çeker.
Örneğin… Azerbaycan’da gizlice himaye edilen bir Kürt göçü olduğunu biliyor musunuz?
Azeriler özellikle son iki haftadır bu konuyla çok ilgileniyor. Nedeni ilginç.
Ülkeye göç eden Kürtlerin özellikle Binegadi Kasabası’ndan başlayarak, tâ Gazah şehrine kadar “belli” bir çizgide yerleştirildiğine ilişkin sağlam bilgiler geliyor.
Bu hattın özelliği ne?
Adı geçen güzergahın adresini şöyle de yazabilirsiniz.. “Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı!”
İlginç değil mi?
Azeri aydınlar bu yerleştirmenin büyük güçlerin desteğiyle olduğuna inanıyorlar ve bunu açıkça yazıyorlar.
İsim vermiyorlar ama en azından birinin ABD olduğunu görmek için müneccimliğe ihtiyaç yok sanırım.
Peki BTC’nin geçtiği ana yollardan biri olan Türkiye’de durum ne acaba? Bu konuda güvenilir ya da açık bir bilgi kamuoyuna yansımış değil.
Ancak Adana ve Mersin’e göç etmiş bir nüfus olduğu zaten biliniyor. Bu şehirlerde yaşanan toplumsal olaylarda bu nüfusu görmek de-elbette hepsini değil-mümkün.
Kaldı ki bu şehirlerdeki terörist Kürt ivmelenmeler olabileceğine ilişkin yerli/yabancı bir çok yazı da hafızamda taze.
En sıcağını anımsatmaya bile gerek yok. Bugünkü (25 Mayıs) gazetelerde mevcut. Ankara’daki patlamadan sonra yakalanan “röfleli ve manikürlü” kadın teröristin, Adana ve Ceyhan’a gittiği biliniyor.
BTC hattına baktığı ve olası bir bombalama eylemini orada gerçekleştireceği yönünde iddilar da yazılıyor.
Mersin ise Türkiye’nin geleceğe yönelik enerji politikalarında önemli bir yer tutuyor.
Bu bölgenin dünyanın enerji vanası yapılması için büyük planları var Türkiye’nin. Bu yüzden, Türkiye sınırları içinde kalan BTC hattındaki yerleşimleri terörist PKK’nın kullanmaması için dikkat gerekiyor.
Bu işin bir veçhesi.. Azeri dostların söylediği gibi bu göçler uluslararası bir tezgahın parçası olarak kullanılıyorsa, eh, ona daha çok dikkat gerekiyor.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

israil-enerji-ırak

İletigönderen borabey » Çrş Tem 16, 2008 16:05

Değerli Dostlar,
Nedret Ersanel ile ilgili küçük bir kafkaslar,anadolu,ortadoğu turuna ne dersiniz?

En içten sevgi ve saygılarımla.


Nedret Ersanel
nedretersanel@iyibilgi.com

Örümcek ağı geceleyin yüzünüze yapışır!

Hem Hürriyet’in hem de Sabah’ın aynı zamanlama ile aynı haberi atlamış olmasına; hani nasıl diyelim, Avrupa Yakası dizisinin popüler karakterinin “şaşırdım!” tonlamasıyla karşılık vermek lazım…
Halbuki “habere adam gönderdikleri” de anlaşılıyor…
İsrail’de iş yapan bir inşaat grubu (adını vermekte beis yok: 'Yılmazlar') bir gezi düzenliyor ve basın mensuplarını da götürüyor.
Anlaşıldığı kadarı ile buradaki toplantıya İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’de gelmiş. Gezide bulunan bir meslektaşıma göre (Referans Gazetesi’nden Cahit Uyanık) Livni, Başbakan Erdoğan’ı üstü kapalı olarak eleştirmiş.
“Herkesin tarafları müzakereye zorlaması gerekir. Liderlerden gelecek iyi ifadelere ihtiyacımız var” demiş.
Ondan sonra da gazetecilerin sorularını da reddedip, toplantıdan alelacele ayrılmış.
Belli ki toplantıda rahatsız edici bir hava oluşmuş..
Zaten firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Yılmaz’ın, “günül isterdi ki İsrail-Türkiye ilişkilerinden bahsetsin. Bu konuda biraz eksiklik oldu” sözleri durumu gösteriyor.
Sayın Yılmaz’ı tanımam. Ama bir iyilik yapayım. Türkiye-İsrail 'ilişkilerinden bahsedilmesini' bir süre daha beklemek zorunda kalabilir!
Livni’nin soğukluğuna gelince.. Görünürdeki sebep malum; geçtiğimiz hafta sonu Başbakan Erdoğan, Gazze’deki olaylar yüzünden İsrail’i kınayan açıklamalar yapmıştı.
Peki görünmeyen ne?
* * *
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,-artık Livni’nin sözleri kendisine mi ulaştı bilinmez-partinin Meclis grup toplantısında şunları söylüyordu; “İsrail’in Filistin halkına Gazze’de yaşattığı şiddet ‘insaf ölçüsünü aşıyor’. İsrail operasyonunun bitmesini memnuniyetle karşılıyoruz.”
Yani “görünen” devam ediyor…
Peki görünmeyen ne?
* * *
İçeriği kamuoyuna gecikmeli ulaşmış bir haber var elimde..
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, (kendisini eşi Zeyno Baran’dan anımsayabilirsiniz.) Enerji Bakanı Hilmi Güler’le geçtiğimiz hafta İstanbul’da biraraya gelmişti.
Bu toplantıdan ve Bryza’nın Ankara’ya geçip BOTAŞ yetkilileri ile görüşmesinden sonra, “Irak gazı”nın en geç 2015 yılına kadar “pazarlanmaya” başlanması mutabakatı çıktı.
Irak gazının, Türkiye ile ABD işbirliğinde üretilip, pazarlanması planlanıyor.
Üstelik “iki yol” birden düşünülmüş.. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’na paralel bir doğalgaz hattı yapılacak, Ceyhan üzerinden dünya pazarına çıkılacak.
Hattın güzergahı da şöyle olacakmış; “Diyarbakır, Şırnak, Silopi” Adana (Yumurtalık) ve Ceyhan.
Bugüne kadar isimlerini hep “terörle ilgili konularda duymaya alıştığımız” bölgelerimiz için güzel bir haber.
Uzmanlar Irak gazının bölgedeki diğer doğalgaz alternatiflerine alternatif olacağını söylüyorlar.. Orası neresiyse?..
Ceyhan’dan bir başka ülkeye doğalgaz ve/veya petrol hattı çekilmesi düşünülüyor mu acaba?
Diğer yol ise; Nabucco Doğalgaz Boru Hattı üzerinden “Avrupa”. Avrupa’ya şu an kim doğalgaz veriyorsa canı hayli sıkılmış olmalı.
Irak gazının Türkiye üzerinden, Avrupa ve dünya pazarlarına pazarlanması mümkün olur mu acaba?
Duyduğuma göre bu planın önündeki en büyük engel, Bağdat hükümetinin Petrol Kanunu’nu henüz onaylamamış olmasıymış.
Demek Türkiye bu dev projeler için Irak Petrol Kanunu’nu istemek durumunda.. Da, acaba bu kanunu bekleyen bizden başka kimse var mı?
Yani görünmeyen ne?
* * *
ABD, Irak, Türkiye bu konuda kendi başına çalıp söylüyorlar gibi ama bu işin kaynağında bir başka ülke daha var.
Azeri dostlar ne diyor bilmiyorum bu işlere… Ama bildiğim şu ki, Ankara ile Bakü arasına bu konuda para girmiş bulunuyor.
“Kardeşler arasında lafı mı olur” demeyin.. Azerbaycan gazının Türkiye’den geçişinin fiyatlandırılmasında uyuşmazlık var.
Belki “görünmeyen”, gazın Avrupa’ya gitmesinden (yukarıda) üzülen birileri Azeri dostlarımızı sıkıştırıyordur.
Oysa özellikle Nabucco Projesi’ni ABD’nin desteklediğini biliyoruz. Bu yüzden Amerika’nın dediğine de bakmak lazım.
Lazım fakat, ABD şunu söylüyor: “Vallahi ikiniz de haklısınız.” Hasılı sıkışmış bir süreç var.
Gerçekten şansız bir durum… Üstelik Azeri kandaşlarımız, “yeni patlayan” Karabağ-Ermeni meselesi yüzünden akıllarını bu konuya "tam" veremeyebilirler.
Belki onların adına şimdilik “görünmeyen” biri konuyla ilgilenir. Tabii isterlerse!
Kimse o görünmeyen?
* * *
Görünenleri yazıyoruz ama.. Görünmeyen dertler bir tane değil ki..
Bu boruların bir ucu da Avrupa’ya çıkıyor işte… Brüksel’de iki günlük bir konferans düzenlendi.
“Yeni Sivil Anayasa ve Türkiye’nin Kürt Sorunu”. Toplantının ev sahibi Avrupa Parlementosu’nda Türkiye’yi “destekleyen” (!) üç siyasi grup.
Konumuzla ilgisi yok ama bilgi olsun; Sosyalistler, Liberaller ve Yeşiller. Türkiye’den gelenler ise; DTP’nin iki eş başkanı Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk, KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi, Hak-Par Genel Başkanı Sertaç Bucak.
Eh, Olli Rehn ile Joost Lagendijk zaten kontenjan...
Ama davetli olduğu halde gelmeyenler var… AKP, CHP “geleceğiz” deyip, sonra vazgeçmişler, haklı (!) mazaretler göstererek.
Konuşmacı olarak TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ da varmış. Fakat dedikodulara göre-siz bana bakmayın, dedikodu dediysek bildiğimiz var-Büyükelçilik tarafından caydırılmış!
Başta şaka yollu yazdık ya, “şaşırdım!” diye, buraya da yazıyorum.
AB diye diye dilinde tüy bitmiş hükümet yok, ana muhalefet yok, artık neredeyse “AB’ci” damgası yemiş TÜSİAD yok.
Hiç olacak iş değil ama, insanın “AB ile aramızı mı açıyoruz” diyesi geliyor.
Hiç AB meraklısı değilim ama…
Bunda “görünmeyen” ne ola ki?
* * *
Gelelim borunun öbür ucuna.
Çünkü, “Rusya” dediniz mi hangi dengeye bakacağınızı şaşırırsınız.
Ama biz “görünmeyen” dengesine bakalım.
Moskova’da dertten başka bir şey yok. Füzel kalkanı, Kosova, bağlantılı olarak Kıbrıs, enerji meseleleri, (Ukrayna, Avrupa), ABD ile boğaz boğaza gelme ihtimali, Irak, İran (nükleer destek) saymakla bitmez.
Bütün bunların üstüne tam da şimdi Rusya patronunu değiştirdi. Veya şöyle söyleyelim, “patronların yerlerini değiştirdi.”
Artık 1 numara; “Dimitri Anatoleviç Medvedev”.
Sadece iki not söyleyeceğim… Gerisini size emanet ediyorum!
1) Financial Times’dan bir alıntı; “1956 yılında SSCB lideri Nikita Kuruşçev Batı dünyasına şöyle seslenmişti; ‘Sizi gömeceğiz’. Rusya’nın yeni Cumhurbaşkanı ise şöyle diyor; ‘Sizi satın alacağız”.
2) Peki Rusya’da bu para var mı? Ben söyleyeyim, hem de nasıl! Nereden derseniz enerjiden. Ama ikinci not bu değil. Şu; rus enerji hatlarının “yönü” neresi?
“Görünmeyen” bir “yön” var mı dersiniz?
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen Egeli » Çrş Tem 16, 2008 17:48

PKK kaçırsa kaçırsa,keçileri kaçırır!
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen Gilda » Çrş Tem 16, 2008 20:21

Almanya, PKK’ya karşı önlemleri sıkılaştırıyor

Geçen hafta Ağrı dağında kaçırılan 3 Alman dağcının koşulsuz serbest bırakılmasını isteyen Almanya, olayın arkasında ‘PKK içindeki görüş ayrılıklarının’ olduğu haberlerini ciddiye almadı.


Alman Dışişleri Bakanlığı'nda oluşturulan kriz masası rehinelerin kurtarılmasına dönük çabalarını sürdürürken Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, Türk mevkidaşı Ali Babacan ile telefonda görüştüğünü açıkladı. Steinmeier, hükümetin üç Alman vatandaşının kurtarılması için gereken her adımı attığını vurguladı.

Reuters haber ajansına konuşan bir PKK sözcüsü, rehin tuttukları üç Alman vatandaşının "Sağlık sorunu yaşamadıklarını ve morallerinin iyi olduğunu" savundu. Sözcü, Türkiye'nin PKK'ya yönelik operasyonlarını durdurması için Alman Hükümeti'nin baskı yapmasını istediklerini söyledi ve ancak bu yolla kaçırılan Almanların güvenli bir şekilde ülkelerine dönüşlerinin güvence altına alınabileceğini kaydetti.

‘Liderlik kavgası gerçekçi değil’


Türk basınında yayınlanan ve Alman vatandaşlarına yönelik eylemin PKK içersindeki "liderlik mücadelesinden" kaynaklandığı bilgisine yer verilen haber Alman yetkililer tarafından şüpheyle karşılandı. İstihbarat kaynaklarına dayandırılan haberlerde, Alman dağcıların örgütün silahlı kanadının lideri konumundaki Suriyeli ''Dr. Bahoz'' kod adlı Fehman Hüseyin'in talimatıyla kaçırıldığı ve eylemin örgüt içinde "büyük rahatsızlığa" yol açtığı yer alıyor.

Fehman Hüseyin'in Murat Karayılan'a karşı bu eylemi koz olarak kullanmayı da hedeflediği belirtiliyor. Ancak Almanya İçişleri Bakanlığı Müsteşarı August Hanning, PKK'nın "katı hiyerarşik yapıya sahip bir örgüt" olduğunu söyleyerek bu eylemden sadece bir kanadın sorumlu olduğu yönündeki iddiaları gerçekçi bulmadığını kaydetti.

Resim
Alman Dışişleri Bakanlığı'nda oluşturulan kriz masası rehinelerin kurtarılmasına dönük çabalarını sürdürüyor.

Almanya önlemlerini sertleştiriyor



"Münchner Merkur" gazetesine konuşan Hanning ayrıca Almanya içersinde de şiddet eylemlerinin artma ihtimaline karşı önlemlerin alındığını söyledi. AB’nin terör örgütleri listesinde bulunan PKK'nın çift ayaklı bir strateji yürüttüğüne dikkat çeken Hanning, "PKK Türkiye'de militan bir tavır içersinde olmayı sürdürürken son yıllarda Avrupa'da şiddet eylemlerinden kaçınmaya özen gösteriyor" diye konuştu. Alman yetkili bununla birlikte örgütün Almanya'da yaşayan Kürtlerin parasal destek sağlamaları için baskısını arttırdığını da sözlerine ekledi.

Köln'deki festival mercek altında

Resim

Bu değerlendirmeleri doğrular nitelikte bir gelişme hafta sonunda Köln'de yaşandı. Bir stadyumda "Spor etkinliği" olarak duyurulan ve "Mazlum Doğan Festivali" adı altında toplanan örgüt taraftarları, Alman dağcıların kaçırılmasına destek veren konuşmalar yaparak PKK lehinde sloganlar attı.Gelişmeler hakkında Başsavcı Rainer Wolf'un bilgilendirilmesi üzerine festival hakkında inceleme başlatıldı. Wolf, "Kölner Stadt Anzeiger" gazetesine yaptığı açıklamada, festivaldeki konuşmaların suç teşkil edip etmediği konusunda karara varabilmek için konuşmalar hakkında hazırlanan raporun kapsamlı bir şekilde incelemesi gerektiğini söyledi. Bununla birlikte Wolf, "Spor etkinliği" olarak duyurulan festivalin siyasi bir etkinlik olduğunun kesinlik kazandığını belirtti. Festival sırasında Avrupa Birliği'nin terör örgütü olarak tanıdığı PKK'nın bayrak ve sembollerinin dikkat çektiğini aktaran Başsavcı, toplantı özgürlüğünün kötüye kullanılmasından dolayı görüntülerde kimlikleri tespit edilebilen kişilerin para ya da bir yıllık hapis cezasına çarptırılabileceklerini kaydetti.

‘Görünen buzdağının sadece bir bölümü’



Resmi rakamlara göre Almanya'da 500 bin Kürt yaşıyor. Bunlardan 11 bin 500 'ünün PKK yandaşı olduğu tahmin ediliyor. Alman Anayasayı Koruma Örgütü ve güvenlik birimleri tarafından yakından takip edilen söz konusu kişilerin, sürekli yer değiştirdiği ve takma isim kullandıkları kaydediliyor. Başsavcı Wolf, Köln'de PKK için yasadışı para toplanmasının önlenmesi kapsamında açılan beş davanın sürdüğünü söylerken, "Bu sadece buzdağının görünen kısmı" dedi.

Öte yandan Türkiye’de, PKK’ya yönelik askeri operasyonlar sürüyor. Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesindeki bilgi notunda, son 5 günde etkisiz hale getirilen militan sayısının 33'e yükseldiği belirtildi.

kaynak:http://www.dw-world.de
yalakalar cok oldukca aydinlik tabiki los isikta nazli kiz gibi olur....
Kullanıcı küçük betizi
Gilda
Üye
Üye
 
İletiler: 1078
Kayıt: Pzt Mar 12, 2007 12:58
Konum: kendimden...


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x