Işığın cisimlerin üstüne çarpmasıyla gözde oluşan duyuma renk denir. Renkler türlü adlarla adlandırılır: Kırmızı, beyaz, yeşil, sarı, turuncu, pembe, siyah… Cisimlerden yansıyan ışık gözdeki ağ tabakasının üstüne düşer, görme sinirleri uyarıları beyne ulaştırır, böylece renkler duyumsanır. Güneş ışığı sonsuz ışınlardan oluşur. Bu ışınlar bir cismin üstüne düştüğünde eşit yansırsa o cisim beyaz gözükür. Işınların bir kısmı emilirse o cisim renkli görünür. Siyah ışığın tümünün emilmesiyle oluşur.
Gökyüzünde yağmur damlacıklarından geçen beyaz renkli güneş ışığı kırılıp renklere ayrışır. Bu renkler bir kuşak şeklinde, yay biçiminde yansıyarak gökkuşağını (ebemkuşağı, alkım, eleğimsağma) oluştururlar. Güneş ışığını saydam bir ortamdan, saydam bir ortama geçirirseniz gökkuşağının renkleri oluşur. Bunlar: Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor renklerdir. Bu renkleri birleştirip yeniden bir biçmeden (prizma) geçirirsek bu renkler beyaz olurlar. Beyaz ışık değişik renklerdeki ışıkların karışımıdır. Beyaz ışık aslında üç temel ışığın (kırmızı, yeşil, mavi) karışımıdır.
Kırmızı - yeşilin karışımıyla sarı, kırmızı - mavinin karışımıyla morumsu kırmızı, yeşil – mavinin karışımıyla camgöbeği mavisi rengi oluşur. Kırmızı, yeşil ve mavi birincil renklerdir. Birincil renkler başka renklerden elde edilemezler. Bu renkler birbirleriyle karıştırılırsa ikincil renkler ortaya çıkar.
Ressamların temel renkleri ise kırmızı, sarı, mavidir.
Işık bir ortamdan başka bir ortama geçerken doğrultu değiştirir, kırılır. Dalga boyu uzun ışık (kırmızı) en çok, kısa olan ışık (mor) en az kırılır. Diğer renkler dalga boylarına göre gökkuşağında bu iki rengin arasında yer alırlar. Gökkuşağının renk dizimi bu yüzden hep aynıdır.
Bazı durumlarda, asıl gökkuşağının yanında ikinci bir gökkuşağı daha görülür. Bunun rengi birincisine göre daha soluktur. Renk dizimi de tam tersidir. Kırmızı renk iç kısımda, diğer renkler aynı sırayla ardında, mor dışta. Su damlasının içinden geçen güneş ışığı iki kez yansırsa oluşur bu ikinci gökkuşağı. Güneş ufka ne kadar yakınsa ( doğuşu – batışı) gökkuşağı o kadar büyük oluşur. Güneş tepeye yakınsa gökkuşağı küçük ve belirsizdir, güneş tepedeyse ( 42 dereceden yüksek) gökkuşağı görünmez.
Cisimlerin rengi, cismin doğası ve cisme vuran ışıkla doğrudan ilgilidir. Işığı yansıtmayan cisim siyahtır. Bir cisim güneş ışığındaki tüm renkleri birden yansıtıyorsa rengi beyazdır, güneş ışığının bazı renklerini yansıtıyor, bazılarını soğuruyorsa (emmek- içine çekmek) çıkan renk yansıyan ışığın rengidir.
Belli bir rengi olan her cisim kendi rengindeki ışığı yansıtır, diğer renkleri soğurur.
Boyalar pigment denen bir madde (renk maddesi) içerirler. Karıştırılırsa yeni renkler ortaya çıkar. Birincil ve ikincil renklerin karışımından oluşur gördüğümüz tüm renkler.
Boyalardaki renk maddeleri (pigmentler) kendi renklerindeki ışığı yansıtırlar, diğer renkleri soğururlar.
Renkleri siyah ve beyazla koyultup açabiliriz…
Renkleri göremeyen insanlar da vardır. Renk körü sözünü duymuşsunuzdur. Bazı renkleri göremeyenler ( kırmızı – yeşil), tümünü göremeyenler… Bazı hayvanlar (arı, kuş, maymun, balık, yılan…) renkleri görebilir. Bazıları (kedi, köpek, inek, at, domuz gibi dört ayaklılar) göremez.
Renkleri gözümüzün görebilmesi bir de aydınlığa bağlıdır. Gece karanlıkta renkler görülmez.
Renkler sıcak (kırmızı, sarı…) – soğuk ( mavi, mor…) renkler diye de ikiye ayrılır. Bakıldığında rengin insana verdiği duygu ile ilgilidir sıcaklık soğukluk. Bir de her rengin açığı – koyusu olur. Sayısız tonu olur. Her renk, insana ayrı duygu verir. Kar beyazının temizlik duygusu, karanın karamsarlık vermesi gibi.
Kimileri siyaha, beyaza renk demez. Biri karanlık, diğeri aydınlıktır, ışıktır…
Rengârenk, renk renk demek. Renk cümbüşü, her renk bir aradaysa, renkler karışıksa denir.
Sır vermeyen renk vermez. Rengi atan giysilerimiz vardır. Renkleri solunca eşyalarımızın, onlar için böyle deriz. Yüzümüzün de rengi atar korktuğumuzda. Rengimiz uçar. Mutluluktan yüz al al olur, renklenir. Hastalandığımızda rengimiz solar, kızdığımızda, sıkıldığımızda yüzümüze renk basar, al basar... Ya da morarır. Ya utandığımızda ne oluruz? Bir açığımız ortaya çıktığında, yalanımız yakalandığında, renkten renge girmez miyiz?
Bazı kişiler bulundukları yere renk katarlar. Bazıları renksizdir… Rengini belli etmeyenler en tehlikeli kişilerdir. Bir de her renge girip çıkanlar vardır. Ne olduklarını kendileri bile bilmezler. Bulundukları ortama göre renk değiştirenleri de unutmamalı.
Gülümseme beyazdır. Üzüntü, keder karadır. Kara suratlılar sevilmez, yeraltının zifiri karanlığından beslenmişlerdir. Tenleri beyaz olsa bile içlerinin kiri yüzlerine vurur. Kara suratlı kişi, satılmış beyindir, haindir, işbirlikçidir… Aydınlık yüzlüler ise iyi kalpli olurlar. Alınları ak, analarının ak sütleri onlara helaldir.
Renkler bazı varlıkların, kavramların adıyla da anılırlar.
Kar beyazı temiz, yeni yağmış karın beyazının adıdır. Papatya beyazı. Yasemin beyazı. Gümüş beyazı da var. Bir de kirli beyaz vardır. Beyaza ak da deriz. Ak günleri ilk gençliğimizde az çağırmadık. Kimi akı karayı pek seçemez ama günü geldiğinde akla karayı bir güzel öğretirler ona… Kimi de ak saçından, ak sakalından bile utanmaz, her kötülüğü yapar. Hele bunların orada burada ağlamasından gına gelir insana… Sahte yaşları timsah gözyaşlarıdır çünkü.
Kiminin gözyaşı beyaz inci tanesidir, gülünce güller açılır yüzünde, kiminin yüzü kara, on parmağında on kara.
Ay, yıldız beyazdır. Gökcisimleri gecenin karanlığında ışıl ışıl yanarlar.
Siyahın bir adı da karadır. Karga karası. Kömür karası. Gece karası. Zeytin karası. İs karası. Zift karası. Kara kaş, kara göz, siyah kaş, siyah göz, gerisi söz…
Kırmızı, gelincik kırmızısı, narçiçeği kırmızısı, kan kırmızı.
Şehit kanlarının rengi, bayrak kırmızısı.
Kiraz rengi, şeftali pembesi, karadut, böğürtlen, çilek rengi, domates kırmızısı, kırmızının açık, koyu tonları…
Kızıl, kırmızıya çalan renk. Kızılcık (kiren) rengi, bakır rengi, bakıra çalan kırmızı.
Kiremit kırmızısı turuncuya yakın, koyu kırmızı. Tuğla kırmızısı onun daha açık rengi. Çömlek rengi.
Turuncunun bir adı da portakal rengidir. Turunç rengi. Kavuniçi rengi. Daha açığının adı yavruağzı .
Sarı, limon sarısı, kanarya sarısı, altın sarısı, başak sarısı… Güneş hep sarı resmedilir. Saz sarıdır, civciv rengi sarıdır. Mısır sarısı. Yumurta sarısı. Ayva sarısı da var. Ayçiçeğinin sarısı da sarıdır hani.
Yeşil, zeytin yeşili olur, tütün yeşili, asker yeşili, ördek yeşili, göl yeşili, yosun yeşili, fesleğen yeşili, fıstık yeşili, ceviz yaprağı yeşili, türbe yeşili…
Mavide say sayabildiğin kadar: Deniz mavisi, gök mavisi, gök rengi, çakır mavi, gökçe (gök rengi), gök kır (maviye çalan kır at) rengi, camgöbeği mavisi, çini mavisi, çivit mavisi, süt mavisi, gece mavisi…
Lacivert, mavinin siyah karışmışı.
Mor, mor sümbülü anlatır. Mor menekşe. Mor salkım, mor akasya… Leylak rengi morun açığına denir. Eflatun, bu rengin diğer adı. Gül kurusu daha kırmızıya bakan mor. Şarap rengi de öyle. Morun kırmızıya yakını. Vişne rengi, koyu kırmızı. Vişneçürüğü morun bir başka tonu. Zambak rengi, mor zambağın rengi, morun maviye yakını.
Gül pembe, kırmızının pembeye yakını. Gül dudak, kırmızı dudak demek, elma yanak, yine kırmızı yanaklı olmak.
Gün batımında gök kızıla boyanır, kızarır. Gün doğuşunda tan yeri ağarır, altın rengine sıvanır…
Kestane rengi, kahverengi. Ağaç kabuğu rengi, kahverenginin açıklı koyulu türlü tonlarına denir. Buğday rengi sarıya yakın açık kahverengi. Mısır püskülü rengi, kahverenginin bir tonu. Fındık kabuğu, ceviz kabuğu açık kahverengi.
Krem rengi, kurşun rengi, duman rengi, kaya rengi, kum rengi, taba rengi (tütün rengi), bej ( sarıya çalan kahverengi), toprak rengi, kül rengi… toprağın taşın renkleridir.
Renkler insan yaşamında önemlidir. Toplumların yaşamında da renklerin büyük değeri, anlamı, yeri vardır.
*
Biz Türkler en çok kırmızıyı severiz. “Türk’ün aklı aldadır.” denmez mi?
Al bayrağımız, beyaz ay yıldızlı al bayrağımız bizi temsil eder.
Kırmızı – beyaz Türk’ün renkleridir. Türk Bayrağı’nın rengi.
Bölücülerin kendilerine aitmiş gibi göstermeye çalıştıkları, daha doğrusu büyük bir kurnazlıkla aşırdıkları yeşil, sarı renkler de Türk tarihinin renkleridir. Kırmızı, yeşil, sarı. Bu üç rengin kullanımı Göktürkler döneminden başlar.
Bunlardan bir kaçını örnek olarak inceleyelim:
1916’da verilen Liyakat Madalyası, kırmızı zemin üzerine yanlarda sarı şerit, çevresi yeşil zırhlı, kırmızı renk üzerinde çift kılıç. Kılıçlı Mecidi Nişanı, 1906’da verilmiştir. Kırmızı mineli fona altın rengiyle yazı yazılmıştır, asma kısmı kırmızı mineli ay yıldızlıdır. Osmanlı Nişanı, 1916’da verilmiştir. Çift kılıçlı, yeşil mineli, kırmızı – sarı renkli.
Bunlardan en dikkati çeken Atatürk’e Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 21 Kasım 1923’te verilen İstiklal Madalyası’dır. Bu madalyada meclis binasının altında dünya haritası, tarıma önemi anlatan orak ve tırpan, iki yanda da barışı simgeleyen meşe dalları vardır.
Bölücü açıkgözler yalnızca renklerimizi çalmakla kalmamış, Türk’ün öz simgelerini de alıp kanlı örgütlerine mal etmeye çalışmışlardır. Bölücü örgütün partisi, katil başının resmini parti binalarına asmaktan bile çekinmeyen bu partinin simge resmine bir bakınız.
Şimdi elimizde olmadan bu üç rengi bir arada görünce tiksiniyor, eli kanlı bölücü örgütün döktüğü kanları, bölücü amaçlarını, yayılmacıların hain maşaları olmalarını hatırlıyoruz, irkiliyoruz.
Aynı şey mavi renge de yapıldı. Gök mavisi de eski Türk tarihinde önemlidir. Gök rengi, mavi yeşil karışımı bir renk vardır. Camgöbeği denen renk. Bu renge yabancılar turkuaz derler. Aynı zamanda yarı değerli bir taşın adıdır.
Bu iktidar, kırmızı beyazlı Türk millî formasını da değiştirmeye kalkışmıştı önceki yıllarda. Neyle mi? Mavi- yeşil karışımı renkle. Bu rengin yabancı dildeki anlamı Türk rengi diyerek toplumu aldatan, bu yapılacak değişimi savunan, kafa karıştıran aydınlarımız bile olmuştu. Bu maviyi yıllar önce işte böyle bize ulusal renk yapmaya kalktılar. 2008 yılında bir iktidar bakanı bu konuda şunları demişti:
“Turkuaz camgöbeği renginin hafif mavi tonudur. Renk, turkuaz taşının rengi sebebiyle bu ismi almıştır. Türk’ün Fransızcadaki karşılığı olan Turquoise’den gelmekte ve literatürde Türk mavisi olarak bilinmektedir. Kırmızı- beyazın dışında Türk ulusunu temsil edebilecek özelliklere sahip yegâne renktir. Dolayısıyla hedeflenen farklılaşmayı sağlayabilecek tek alternatif durumundadır.”
Bu çabaları tutmadı, başaramadılar. Ama yılmadılar bu renk üzerinde hep çalışıyorlar. Bayrağımızın değiştirilmesini teklif edebilen bir kendini bilmez kadını açılım süreçlerine yardımcı olsun diye akil insandan saydılardı, yurdu dolaştırıp onu konuşturdulardı, unutmamışsınızdır. Üzerinde Türkiye Cumhuriyeti simge yazısı yazmayan Sağlık Bakanlığı hastanelerinin tabelaları, bakanlığın başlık tanıtım simgeleri şimdi bu renkte. Bölücülük yol aldıkça bu renge de gaz veriliyor.
Bu renk adıyla yandaş şirketler kuruldu. Bu adla radyo, televizyonları var iktidar yandaşlarının. TRT arka zemininde bu rengi kullanıyor. Bu mavi her yanı sardı.
Son günlerde bir merdiven boyama furyası başlatıldı biliyorsunuz.
Neymiş sokaklar renklenecekmiş.
Nasıl renklenecekmiş?
Gökkuşağı renkleriyle?
Gökyüzünde renk olarak görünen bir doğa olayını, bir an görünüp kaybolan bu renkleri, yeni bir şey bulmuşçasına taşlara kaldırımlara, sakağa, dağa taşa taşımak…
Hayırdır inşallah diyelim, gökkuşağı renklerini kullanan gruplara, adlara, kişilere bakalım.
Ülkemizi bölebilmek için, birbirini anlamayan birçok yerel ağızdan, olmayan tek bir dil yaratmaya çalışıyorlar, dili yaratabilirlerse olmayan bir de millet yaratmış olacaklar. Bölücüler olmayan tarihleri – coğrafyaları için de bir Mezopotamya adı tutturmuşlar, kendilerine mal etmeye çalışıyorlar bu eski kültürleri, bölgeleri… Bu adla kurulmuş sürüyle bölücü grup var. Gökkuşağı renklerini sahiplenen sahiplenene… Bunlardan üçünü, bölücüler, eli kanlı bölücü örgütleri için simge olarak seçmişler. Ellerindeki renkli paçavralara bayrak densin istiyorlar. Sanki denince bez parçası bayrak olabilirmiş gibi. Millet buna öyle böyle alışsın, tepkisiz kalsın…
İşte bunlar, bu boyama işini pek tutmuşlar. Çok renklilik diye tepişiyorlar. Çok renklilik Batı’nın bölmek istediği toplumlara dayattığı renkli şekerdir. Kendileri kültürlerini korur, dillerini korur, ülkelerinin, düzenlerinin kılına zarar verdirmezler. Başkalarına böyle akıl verirler. Sen mozaiksin, sen parçalı bir yapısın, sen zaten bölük pörçüksün derler…
Merdiven boyama işini biri Cihangir’de başlatmış. Belediye boyanan merdivenin boyayla üstünü kapatmış. Boyalı taşlar gri olmuş. Bu haber ertesi günü gazetelere geçmiş. Olay bilgiağındaki sosyal paylaşım sitelerinde tepki çekmiş. Bunu üzerine AKP’li belediye tekrar geri dönmüş, sildiği boyaları yeniden boyatmış.
Sonra bu iş dalga dalga tüm yurda yayılmış.
Gazetelerin yazdığına göre, İstanbul’dan Edirne’ye, İzmir’den Diyarbakır’a gitmiş, Bodrum’un Gümüşlük beldesine kadar ulaşmış. Kaldırım babaları bile gökkuşağına boyanmış. Tur rehberi Ayşe Hanım, Gümüşlük’ten demiş ki: “Dünyanın birçok modern ülkesinde bu tür renkli, göze hoş gelen tepkiler verilir.” Meğer bu hanım İstanbul’da merdivenler griye boyanınca çok üzülmüşmüş… Gönlümüze kazılı, yurdumuzun dağında taşında bile yazılı, ulus olmamızın özü olan söz,“Ne Mutlu Türküm Diyene!” sözü her yerden silinirken, Atatürk resmi, İstiklal Marşımız, Türk Bayrağı resmi kitaplarımızdan çıkarken , bütün okullar yavaş yavaş İmam Hatip’e döndürülürken, altı sene önce ordumuz tutsak edilip subayları, generalleri Silivri’ye doldurulurken, ülkemizde bölücüler at oynatırken, artık açık açık katil başının resimleri ellerde taşınırken ne yapmış acaba? Merdivene duyduğu üzüntünün kırkta birini duymuş mu?
Bunlar olurken, Yeni CHP’li belediyeler boş durur mu? Bize de bir ekmek çıkar diye hemen olayın üstüne atlamışlar. Sokak merdivenlerini palyaçoya çevirmek, insanın içini baymak, merdivenleri çevreden koparmak, kendilerini gülünç etmek onlara yetmemiş, hastaya huzur versin diye Edirne’de hastane merdivenlerine saldırmışlar. Oraları boyamışlar. Dediklerine göre, üzüntülü, sıkıntılı hastalar için bunu yapmışlar. Düşünebiliyor musunuz derdinize derman aramaya hastaneye giriyorsunuz, merdiven basamaklarının her biri ayrı renk. İnip çıkarken başınız dönmesin diye ayrı bir özen gerektiriyor hem de. Bu size nasıl huzur verir, sıkıntınızı alır söyler misiniz?
Boyanan merdiven resimlerine vaktiniz varsa bir bakınız. Diyarbakır merdivenlerinin resmini gördüm. Örgütün duyurusunu yapmışlar sanki orayı boyayanlar. Nasıl oluyorsa her iki basamak da bir, gökkuşağında yan yana olmayan çaldıkları o üç rengi yan yana getiri getirivermişler. Akıllarınca milletle kafayı buluyorlar.
Bu arada dün Manisa’da bir grup vatandaş Fatih Parkı girişindeki merdivenleri gökkuşağı rengine boyamış. Grubun sözcüsü bir konuşmuş, pîr konuşmuş. Dönen dolabı açık etmiş:
“Barışa sevdalı, barışı seven insanların spontane (kendiliğinden demeyi bilememiş, bu yabancı sözü kullanmış zavallım) olarak bir araya gelerek oluşturduğu bir grubuz.” demiş. Coşmuş, nutuk atmış, dünyayı böyle kurtaracaklarmış. “Barış adına taşın altına elini koyabilecek, analar ağlamasın talebinin altına imza atan insanlar olarak buradayız”, demiş. Açılımcı iktidarın dediklerinin, kandırmaca sözlerin hepsini demiş. Bunlar vatanı bırakmış, dünyayı kurtaracaklar! Dünyayı barış, sevgi, hoşgörü kurtaracakmış! İçini boşalttıkları sözcüklerden –barış- sevgi- hoşgörü- yardım umuyorlar. Şimdi sıra renklerin içini boşaltmaya, gökkuşağıyla, renklerle oynamaya geldi…
Dünyayı nasıl mı kurtaracak bu kahramanlar? Anlaşılan böyle merdiven boyayarak, merdiven başlarında pozlar vererek, nutuklar atarak, buldukları yeri o belli renklerle boyayanlara gülücükler saçarak, bölücü söylemlere, terör örgütü sembollerine ses çıkarmayarak, aldırmayarak… Hoşgörüden başlar dönmüş durumda baksanıza, ne istenirse verilecek…
Sözcü gazetesi bile gündemine taşımış konuyu:
“Dalga dalga yayılıyor “ başlığıyla vermişler bu haberi. Türkiye gökkuşağı eylemini çok sevmişmiş. Haberde: “Fırçasını kapan sokağa çıkıp çevresini boyuyor.” yazılmış. Bu sosyal medyanın (basın - yayının) gücüymüş.
Bu konu Hürriyet’te haber. Cumhuriyet’te haber. Her gazetede haber. Köşe yazarları köşelerinde yazmışlar. Ünlü bir ulusalcı yazar, bu işi öyle beğenmiş ki, olaya: "Kendisi fiziksel. Görüntüsü ilahi.” demiş. Yetmemiş:
“Bu gökkuşağı mucizesi! Niçin ibadete dönüştü?” diye de sormuş. Bu yapılanı ibadete benzetmiş. Şımarıklığı, işin kolayına kaçmayı, renk kirliliği, çevre kirliliği yapmayı, gözü rahatsız etmeyi, işin cılkını çıkarmayı, gündemi örtmeyi, cambaza baktırmayı, dikkatleri başka yöne çekme eylemini…
Olayı Çanakkale’den Ayşe Hanım ise çoktan çözmüş, noktayı koymuş. Demin yorumunu okudum:
“Basit bir protestoydu. Belediyenin griye boyadığı merdivenleri renklendirdiler. Tamam ama, bunu eylem zannedip bokunu çıkaranlar kadar, mal bulan mağribi gibi bu işe sarılanların da suçu var. İşimiz gücümüz cambaza bakmak. Güneydoğu’ya kimse bakmıyor!”
Bu gökkuşakçılarına, eli fırçalılara sorsak:
“Her yana, bulduğunuz her duvara, her yüksek yere Türk Bayrağı boyamaya var mısınız?
Her yana “ Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazalım mı?
Duvarlarımızı, evimizi kırmızı- beyaza boyayalım mı?”
Bunları yapmaya kalkın, bakın başınıza neler gelir!
Şimdi almış başınızı merdivenleri boyayıp duruyorsunuz.
Bize ne gökkuşağından? Amerika’yı yeni mi keşfettiniz?
Hem size neden hiç karışan yok?
Arabanıza, tekerinize taş koyan yok!
İktidar, muhalefet bir arada, gül gibi geçinip gidiyorsunuz.
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Bu renk işi çok derin çok…
Oyuncular usta.

Feza Tiryaki, 5 Eylül 2013